• Sonuç bulunamadı

Bu çalışmada ele alınan anlatılar içerisinde, bir rasyonalizasyon ile birlikte beden denetimi konusunu sorunsallaştırdığı en açık seçik görülen metinler hem Arakel’in bastığı cep romanlarının ilk örneklerini kâleme alan hem de dönemin en çok kurmaca yazmış ikinci ismi olan Ahmed Rasim’in metinleridir. Asır sonundaki bazı romanlarda, denetim konusunda anlatıcı veya kadın – erkek karakterlerin diliyle sorunsallaştırılan hem kadınlık hem erkekliktir. Dönemin Ahmed Midhat’tan sonra en çok kurmaca yazan ismi Ahmed Rasim’in yazdığı üç cep romanı erkeklik ve

137

kadınlığın bu biçimde sorunsallaştırıldığı en belirgin örneklerdendir. Bu üç metin farklı kadınlık ve erkeklik biçimlerinin ve dolayısıyla yeni Osmanlı bireyinin nasıl inşa edilmek istendiğinin göstergesi olmak açısından ilgi çekicidir89. Bu anlatılar bir

yandan beden denetimini ele alırken, oluşturdukları erkek karakterlerde bedenin kontrolü için adeta merkez nokta olan zihnin rasyonelliğine ihtiyaç duydukları görülmektedir. Karar mekanizmaları şu veya bu nedenle bozulmuş bedenlerin, sağaltılabilmesinin imkânı yoktur. Gözetleme ve denetim, bedenin doğru davranışı için, zihnin doğru kararları vermesinin önemiyle anlam kazanmaktadır. Ahmed Rasim romanlarından Tecârib-i Hayat’ta evlilik içinde başka bir erkekliğin imkânını sorgulayarak, ideal evlilik için karı ve kocanın ilişkilerine odaklanmaktadır.

Mehmed Celal erkekliğe ilişkin tartışmalarını daha klasik çizgide bir olay örgüsüne taşıyor görünse dahi, esasen farklılıklar üretmeye çalıştığı da görülür. Bir ideal aile imkânının sınırlarını çizen Mükâfat’ta, ideal damat adayının, kayın-pederini yani bir babayı gözetlediği, denetlediği ve adeta terbiye ettiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Ancak kızın babasının onayı olmaksızın evliliği gerçekleştirme niyeti olmayan damat adayının, perde arkasından izlenen her davranışının örnek bir erkeklik temsili ile okuyucuya sunulması söz konusudur. Romanın başından sonuna davranışlarının hep aynı idealliği koruması ile hem aşk evlilikleri -önceki dönem romanlarında facia ile biten sonlarına karşın- olumsuzlanmamış olur hem de bunun bir nevi yolu gösterilir: rasyonellik, itidal ve sabır.

89 Metinlerin ilkinde (Meyl-i Dîl) evlilik dışı cinsel ilişki ve hamilelik, aldatma, kürtaj, hem kadın hem

erkekte görülen cinsel hastalıklar olay örgüsünün çatısını oluştururken, ikinci (Tecârib-i Hayat) metinde bir evlilik içerisinde gerçekleşen aldatma üzerinden aileye, kadınlığa ve erkekliğe dair çizilen klasik bakışın eleştirildiği bir anlatım izlenir. Sonuncu (Mehâlik-i Hayat) cep romanında ise kadına dair ahlaksızlığın değil, erkekliğin sebep olduğu kıskançlık hâlinin kadının tükenişine giden yolu nasıl ördüğü söz konusu edilir ve denetim altına alınmaya çalışılan kadınlık gibi görünse de denetim mekanizması olarak işleyen erkekliğin rasyonel ve itidalli olması gerektiği işaret edilen esas nokta olur.

138

Mehmed Celal’in Zehra’sı ve Mustafa Reşid’in Penbe Ferace’si ise gerek meslekleri gerek aileleri gerek görüntüleri ile ideale yakın tutulan hegemonik erkekliklerin alkol, gece hayatı, fuhuş sebepleri ile rotalarını yitiren erkekliklere dönüşümüne odaklanır. Rotayı yeniden bulmanın mümkün olmadığı durum, aileyi parçalayan yapısıyla Zehra’da anlatılır. Zehra’da, asabi ve aceleci tutumuyla

evliliğini, karısını, yeni doğmuş çocuğunu ve kendisini perişan eden Rıza için aceleci de olsa bir ölüm yolu çizilir. Penbe Ferace’de ise rasyonelliğinin altı daha kuvvetle çizilen Server’in, yaşadığı sefahati kendi aklıyla bırakıp bir aile kurma kararı ile sönük de olsa bir rota bulabildiği görülür.

Sözü edilen bu farklı erkekliklerin çizdiği tabloların ayrıntıları tartışılmalı ve asır sonu için yeni birtakım kurgulamaların, hiç değilse nüansların metinlerdeki varlığına odaklanılmalıdır.

a) Başka bir erkeklik mümkün mü?: İdeal Ailenin Kıyısında

Erkeklik krizinin Batı toplumları için belirginleşmesi, kapitalizm ve sanayi devrimi ile doğrudan ilişkili görünmektedir. Kamusal alanın ve iş olanaklarının kadınlar için de eşit iş eşit ücret taleplerinde ifadesini bulmaya başlaması, erkekliğin üstünlüğünde ilerleyen ev-dışı güç ilişkilerini sarsmıştır. Cultures of Masculinity adlı kitabının “Crisis, What Crisis?” bölümünde Tim Edwards da Batı toplumlarında erkeklik kimliğine ilişkin kırılmanın ve cinsiyet rolleri paradigmasındaki değişimin temelinde, bu kimliğin bir parçası olarak görülen çalışma hayatının ve burada gösterilen başarının önemli bir rol oynadığını söyler (2006: 7). Edwards yine Batı toplumları açısından okumaya çalıştığı krizi günümüz açısından, çalışma hayatı dışında eğitim, suç, aile, cinsellik, sağlık açılarından yorumlar ve A. Brittan’dan alıntılayarak şu sonuca varır: “Trajik olan; kişisel ve politik olan ile cinsellik ve

139

hegemonya arasındaki bağlantıyı anlayamamızdır” (çeviri bana ait, 20)90. Sonuçta

Edwards’a göre, erkeklik içselleştirilmiş ve her yerdedir (21).

Osmanlı’da kamusal alanda çalışma hayatının oluşturabileceği hegemonik kaygı orta ve üst sınıfın hayatını yansıtan ve yönlendirmek isteyen romanlarda etkileyici rolünü en azından asır sonunda pek edinmiş görünmez. Bunun yerine hâne içine taşınan anlatılarda erkekliği daha ziyade, cinsellik, evlilik (kurulması da bozulması da) konularında kurmacanın erkek karakterlerinin farklı rollerde yaşadıkları ve yaşattıkları endişeler ve kriz eşikleriyle görmek mümkün olur.

Ahmed Rasim’in Tecârib-i Hayat’ı, ilk bakışta sıradan görünen sıradışı kurgusu ile dikkati çeken bir metindir. Genç evliler Hasene ve Ziya’nın hikâyesini anlatan bu cep romanı, kocanın karısını aldattığı bilgisi ile başlar. Daha en başından Ziya’nın evlilik içerisinde erkek ve kadının rolleri üzerine düşünceleri neredeyse madde madde verilir. İlerleyen kısımlarda, Hasene’nin küçük bir şüphe ile Ziya’ya başka bir kadın tarafından yazılan mektupları ve gönderilen fotoğrafları bulması ile de roman ilk kriz noktasına taşınır. Romanın yaklaşık yarısı Hasene’nin bir yandan bulduğu mektupları okuması ve bir yandan da evlilik, aile olmak, beden, kadınlık ve erkeklik üzerine monologları ile devam eder.

Dönem edebiyatı içerisinde sıkça görülen fallosantrik anlatıma karşın bu roman, anlatının neredeyse yarısında fikirleri açıkça duyulan bir kadının çevresinde döner. Dilin erkek yazarın metninde dişil bir yapısı olduğu değil, ancak kadın kötülenmeden sosyal hayat, aile hayatı, aşk ve kanunlar gibi konularda fikir ve eleştirilerini duymak açısından önemlidir. Hem konuşan hem eleştiren hem de olay

90 Metnin orijinali şöyledir: “The tragedy is that we have not really understood the connection

140

örgüsündeki dönüşümü sağlayacak olan Hasene’dir91

. Bu da kırılması beklenen hegemoni için anlatıya uygun bir ortam kurar. Hasene kocasını terk etmeden evvel ona bir oyun oynamaya karar verir. Ziya’nın öteki kadına yazdığı mektup taslaklarını düzenleyip yeniden yazar ve üzerine asker bir erkeğin fotoğrafını koyarak Ziya’nın bu mektupları bulmasını bekler. Ziya, bir başka erkeğin, ama özellikle de asker olduğu için güçlü bir erkeğin, karısını bu kadar seviyor olmasını keşfetmesiyle kendisini bir üçgen arzu modelinin içinde bulur. Aldatmanın yarattığı vicdan azabı ve karısına karşı yeniden alevlenen aşkıyla ilk ortaya koyduğu düşüncelerin bir kısmını yıkar. Eşler yüzleşince romanın ikinci ve en büyük krizi yaşanır. Kadın ve erkeğin evlilik içindeki rolleri ile bedenlerini kullanmaları, başka ilişkiler yaşamaları üzerine bir karşılaştırma tartışması ile kadının yaptığı dinî, hukuki ve toplumsal eleştirinin sonunda, temelde bir evlilik-içi eşitlik olması gerektiği düşüncesi açığa çıkar. Ziya ancak bunu kabul edip kendi kimliği ve erkekliğini yıkarak farklı bir birey olma, bedenini meşruiyet sınırları içinde paylaşma sözü verdiğinde yazar olay örgüsünü mutlu sonla bitirir. Bu mutlu son ise onları bir çocukla tam bir aile olma yoluna sokarak gerçekleştirilir.

Çeşitli mektuplarla yaptıkları ve duyguları, geriye dönüşlerle ise eski ve yeni düşünceleri öğrenilen erkek karaktere karşın, anlatıcı ile zaman zaman sesleri karışan kadın karakterin “şeytan” veya “ölümcül” kadın rollerine sokulmadan bir aşk ilişkisi içinde duygu ve düşünceleri açısından anlaşılması imkânı veren bir metindir. Batılı bir giyim kuşam ve süslenme atfı yapılsa dahi, bu değişen yaşam biçimlerinin aktarımından çok öteye gitmez. Her iki karaktere de bakılarak romanın “esastan” bir

91 Burada tam da Luce Irigaray’ın taklit tartışmasını bir şerh olarak düşmek gerekir. Irigaray’ın, Batı

düşüncesinin eril, fallosantrik zeminine karşı bir tavır olarak bu tartışmasının politik bir müdahale olduğunu söyleyen Gertrude Postl, “Tekrar Etme, Alıntılama, Altüst Etme: Irigaray’ın Taklit Kavramının Politikası” adlı yazısında konuşulan dilin ne kadar kadının dili olduğu problematiğini hatırlatır (Cogito, 2009: 147) ve ekler: “Sorun, (…) fallogosantrizmin kolayca terk edilemez oluşudur… Irigaray işte bu nedenle taklitçilik stratejisini benimser” (153).

141

alafranga92 romanı ya da bir alafrangalık eleştirisi olmadığı söylenebilir. Romanın olay örgüsündeki kriz anları ve bu krizde başından sonuna değin sorgulanan rollerin daha iyi anlaşılabilmesi ve tartışılan yeni erkeklik modelinin belirginleşmesi için, kişileri ve üstlendikleri toplumsal cinsiyet rolleri detaylandırılmalıdır.

Cenk Özbay, “Türkiye’de Hegemonik Erkekliği Aramak” adlı yazısında R. W. Connell’dan yola çıkarak kabul gören, desteklenen, kutsanan, takdir edilen hegemonik erkeklik biçiminin daima erkeklerin kadınlardan üstünlüğünü salık veren yapısal hakikat ile uyum içinde olmak zorunda olduğunu söyler ve ekler: “Öyle ki, çeşitli faktörlerle hegemonik erkeklik bu amaçtan ya da etkiden uzaklaşırsa bir ‘erkeklik krizi’ doğuyor ve yeni ancak gene aynı temel prensiple uyumlu bir

hegemonik erkeklik şekilleniyor” (Özbay, 2012: 186). Hegemonik erkeklik, yapısı ve oluşturduğu beklenti gereği heteroseksüel ve rekabetçi bir görüntü çizer. Tanzimat romanlarının erkekleri ile ilgili bugüne kadar yazılmış yazıların çoğu, buradaki erkeklerin büyümemiş çocuklar, erilleşememiş erkek bireyler, ya da Parla’nın ifadesiyle, yetim kaldığı için yönünü kaybetmiş genç adamlar (2010: 19) olduğu

92

Roman, açıkça bir Batılılaşma eleştirisi barındırmaz, kısa bir giyim örneği dışında Batılı bir imge de taşımaz. Yapılan eylemlerin hiçbiri açıkça Batı’ya ya da Osmanlı’ya uygunluğu üzerinden çizilmez, karşı çıkılmaz veya onaylanmaz. Ancak bu süreçte değişmiş bir hayat tarzı olduğu kabul edilir. Bu romanda, ilk romanlardaki gibi Batılı, (gördükleri veya okudukları sebebiyle) Batı’ya özenen veya öyle yaşayan karakterler komikleştirilmez veya bu yüzden açıkça cezalandırılmaz. Romanda erkek karakterin kuruluşu özentilik veya mirasyedilik üzerinden değildir; ancak, kamusal alandaki işi üzerinden de değildir. Kanonik metinlerde erkek karakterlerin hiç değilse zaman zaman gittikleri bir kalemde çalışmak gibi işleri ya da mirasyedi kimlikler olarak çizilip babalarının paralarını yediklerini anlamak olanağı vardır. Okuyucu, karakteri çalışırken hiç görmese dahi ekonomik arka planı bu şekilde anlayabilir, erkeğin konumuna dair daha çok bilgi sahibi olabilirdi. Oysa bu romanda erkek karakteri evi dışında, mektupların anlatımıyla dolaylı olarak görebildiğimiz yegâne yerler yine başka evler veya gezmek için gittiği söylenen Fener’dir. Tecârib-i Hayat’da aşk ilişkileri dışındaki hiçbir insan, hatta aile fertleri bile, görünür durumda değildir. Romanda, erkek karaktere yazılmış mektuplar, kendisinin yazdığı mektuplar, karısının zihninden geçen düşüncelerle karakterin geçmişini düşünmesi ve sorgulaması ânındaki itirafları ile erkek karaktere dair kapsamlı davranış ve duygu bilgisine erişmek imkânı vardır. Anlatıcı, 28 yaşında ve evli olduğu öğrenilen Ziya’nın herkesi cezbedecek bir ifadesi olduğunu özellikle vurgular. Uzunca tasvir edilen karakter modaya uygun giyinmektedir. “Almanvari lostrin” (1891: 4), uçları kesik bir iskarpin giymesi gibi detaylara yer verilir.

Süslenişinden ayrıntılara önem verdiği bellidir. Üstündeki Frenk gömleği terden buruşunca canı sıkılır (4). Giyim kuşamının bu ilk tanıtımından başka anlatı boyunca bir daha alafrangalığa dair bir atıf veya eleştiri pek söz konusu edilmez

142

veya Nurdan Gürbilek’in belirttiği şekliyle “kadınsılaşmış genç erkek”ler, yani “kadın adam”lar olduğu ifade ediliyordu (2007: 55).

Kadınlık ve erkeklik ölçekleri meselesi, temelde kadınlığı ve erkekliği belirlemez, zira bu kavramların stabil birer ölçeği olduğu söylenemez. Toplumsal cinsiyet kültüreldir, öğrenilebilir/öğretilebilir ve dolayısıyla değiştirilebilirdir. Böyle olduğu için de farklı tarihsel süreçlerdeki kadınlık ve erkeklik kategorileri hakkında en fazla “çıkarım”lar ya da her seferinde yeni tanımlar yapılabilir. Bu yüzden konuşulan günden belli ölçütlere bakarak kişinin toplumsal cinsiyet kodlarının ne kadar erkekliğe ne kadar kadınlığa uygun veya yakın olduğunu söylemek de

anakronik bir çıkarım olacaktır. Gürbilek, sözü edilen çalışmasında züppe erkeklerin kadınsılaşması konusunda şöyle der: “Yine de züppeliğin bir kadınsılaşma endişesi barındırdığı ölçüde bir erkek problemi olduğunu; kadının iffetinden çok, erkeğin haysiyetiyle ilgili olduğunu söyleyeceğim ben. Erkeğin yerel-ulusal kimliğiyle birlikte eril kudretini de yitirme endişesidir burada esas problem” (2007: 65).

Gürbilek’in erkeklik haysiyeti ve züppeleşmeye bağladığı modernleşme sorunsalının, ele alınan bu roman açısından bir kadınlık-erkeklik haysiyeti gibi okunması da söz konusu edilebilirdi. Ancak kurmacanın başlangıcında anlatıcının ve erkek karakterin kendi “hikâye zamanları için” sıralanan kadınlık ve erkeklik

özellikleri, beklenenler ile kurmacanın sonunda yıkılan bu rollerin varlığı, meseleyi bir erkeklik haysiyetinden de ötede okumayı zorunlu kılıyor. Üstelik erkeklik haysiyetinin düşmesinin bir kadınsılaşma olarak okunmasından çok, erkekliğin hegemonik olma niteliğini yitiren (ya da daha az “erkekleşme” olarak görülebilecek) diğer erkeklik formları içinde düşünülmesini de gerektirir. Romanda hegemonik erkekliğe belli yönleriyle oldukça uygun olan Ziya’nın, önce sözü edilen

143

romanın sonunda başka bir erkeklik modelinin imkânına dair kriz ânını izlemek mümkündür. Ancak buradaki hegemoninin de kamusal alandaki mevki/iş, fiziksel güç üzerinden değil, kamusal ve özel alandaki üstünlük iddiası ile temellenen cinsel özgürlük üzerinden kurulması söz konusudur. Metnin daha başında, anlatıcının dilinden erkek karakterin aşk, aile, kadınlık ve erkeklik rolleri üzerine fikirleri madde madde sıralanır. Anlatıcı, Ziya’nın hayata bakışını şöyle aktarır:

– Hayat-ı ictimaiyye bir aile teşkil etmektir. Aile reisi zevcdir. Zevc müstakil bi’r-reydir93

. Kadın müstakil bi’r-rey olamaz. O adeta hâne içinde erkeğin huzûzâtına hâdim bir zi-hayattır.

– Haz, kadın demektir. Zevcini mahzuz etmeyen bir kadın nâ-kâbil-i tahammül bir âfettir. Fakat bir kadın bir erkeği ne derece mahzuz ederse etsin o erkek ondan aldığı huzuzat ile kanaat-yâb olmazsa başka birine müracaata hakkı vardır. Bu müracaatı ister meşru’ olsun, ister olmasın, kadın buna karışamaz.

– Hanede bulunan kadın iffet-i mutaassıba erbâbından olmalı. Lakin erkeğine karşı şûh-meşreb, edalı, işveli, serbest tavırlı bulunmalı, bulunduğu akşam etvâr-ı sevdakârâne, mükâlemât-ı âşıkâne ile hissiyat-ı kalbiyeyi ikâz etmeli. Erkeğini fevkalade sevmeli, onun için kıskanç olmalı, ağlamalı, yalvarmalı. Erkek de bu halinden müteessir olmalı. İnsan meraret-i hayat ile de müteselli olarak teşkil-i aileden maksud olan hayat-ı medeniyeyi bir suret-i laubalîyanede geçirmeli (1891: 8-9).

93

Eski bir yazılışı biçimi olan bi’r-rey kelimesinin kullanımına sözlüklerde pek rastlanmamakla birlikte, örneğin ictihada ilişkin kaynaklarda sıkça yer verilmektedir. Örneğin Ahmed Akagündüz’ün

Arşiv Belgeleri Işığında Sayıştay Tarihi adlı çalışmasında “Divan-ı Muhasebatın Vezaifi” adlı

maddesindeki şu cümlede, kelimeyi karar bağımsızlığı olarak kullandığı görülür: ”Dîvân-ı Muhasebat müstakil bi'r-rey olup karar ve hükümlerine hiçbir taraftan müdahale olunamaz” (1997: 126)

144

Sayılan bu özelliklerde ilk olarak, toplum hayatında önemli olanın aile kurmak olduğu, bu ailenin reisinin koca ve kocanın da karar ve düşüncesinde bağımsız olduğu, erkeğin karısı veya değil, hazzın kaynağına yönelmesinin doğal olduğu roller, beklentiler sıralanır. Anlatıcı-yazarın düşündükleri ile bu sayılanlar arasında bir paralellik olup olmadığı, bu toplumsal cinsiyet kodlarını meşrulaştırıp

meşrulaştırmayacağı ise metnin sonunda anlaşılır. Anlatıcının aktarımına bakılırsa kocada da bu özelliklerin bir derecesi olmalıdır; asla fazlası değil. Koca kıskanç, hiddetli, asabi olabilir ancak bunlar onun maneviyatına pek dâhil olmaz. Sıralanan özelliklerin kadın ve erkek karakterin davranış örüntülerine ve tasvir edilişlerine yansımasının takibi, sözü edilen paralelliğin varlığına dair asıl bilgiyi verecektir. Yayıncının ve yazarın niyeti ile metnin niyetinin örtüşmesi bu sayede belirginleşir.

Anlatıda, hazza düşkünlüğü erkek karakterin belası olarak ifade edilse de anlatının daha başında açık edilmiş meşru olmayan ilişkinin biraz farklı olduğu, karakterin kendini bu gizli ilişkisinde mağlup94

hissettiği söylenir. Hazzın çekiciliği ve erkeğin buna yenik düşüp düşmeyeceği dönem eleştirisi metinlerinin hemen hepsinde altı çizilen en önemli “iyi”lik ve “kötü”lük vasıflarındandır. Parla,

çalışmasında “menfaat-i şehvaniye”nin Tanzimat romancıları için Batı kültürünün bir öğesi olduğunu ve Batı’dan gelecek en büyük tehlikelerden birinin de bu olduğunu söylüyordu (2010: 79). Bu romanda da özellikle altı çizilen, aşk ve şehvetin birbirine karıştırılmamasıdır. Ancak burada hem Batılı bir ima yoktur hem de evlilik içinde de kadının kocasının hazzına hizmet etmesinin beklenmesi ve kocanın karısına karşı, aniden gelişse de, yoğun bir cinsel arzu duyması söz konusu olur.Beklenen ve başta çizilen erkeklik kodlarıyla çelişir gibi görünen bu mağlubiyet, aslında bir hazza yenilmişlik gibi çizilmekten çok haz arayışının hak olduğu fikrinden ve dolayısıyla

94 “Bu kadını ziyadesiyle seviyorum. Ben bu derece mağlup olmayacaktım. Lakin bu da bir haz değil

145

erkeğin üstünlüğü düşüncesinden ileri gelir. Ziya’nın kendi karısına karşı tavrı ise çelişiktir. Örneğin evde onu karşıladığında Hasene’nin ne kadar güzel bir kadın olduğunu düşünür95

ancak kadının gülüşünün uykusunu getirdiğini söyler.

Evliliklerinin yıldönümünde adam eve gelmeyince, Hasene sızana kadar içer. Ertesi gün, kadın “zaten tahsil ve terbiyece okuryazar derecede olduğundan” (24) adamın kütüphanesine girer. Kocasına öteki kadın tarafından gönderilen fotoğrafları, yazılmış mektupları 96

ve adamın kadına yazdığı taslakları bulur. Mektupların tamamını okuyunca öteki kadın karşısında imiş gibi Hasene onunla konuşur97.

Aslında bu tek kişilik diyalog çabasında Hasene’nin dilinden, alışılagelen kadınlık ve erkeklik formlarına işaret edilmektedir. Devamında kadınların solduğu çağlarda erkeklerin ikinci baharlarını yaşadığını söyler. Ama daha önemlisi, kadın ile erkeğin davranışını toplum gözünden kıyaslar: “sen aguş-i digere düşerken nazar-ı ta’lin ile görülürsün. Onlar düşerse enzâr-ı rekâbetkârâne ile methedilirler” (35-36) der. Erkeğin âşık olmaktan ziyade şehvete meyilli olduğunu ifade eden bu satırlarda, kadının erkek gibi şehvetle sevdiğinde ayıplandığı, erkeğin ise methedildiği söylenir.

95 “Zevcem hakikaten dilber. Sade dilber mi? Fakat tesiri beni düşündürmüyor. Her nazarında bir

neşe-i safa buluyorum. Lakin imtidad etmiyor.Hayat-ı nefsâniyem onun yanında zevâl buluyor. Ondan aldığım lezzet-i hayat pek fazilet-kârâne. Hâlbuki gönlüm endişeler içinde yanmalı. Raşe-i heves beni üzmeli” (1891: 14-15). Karısının güzelliği, ilgisi adamı uzun zaman ilgi gösterecek kadar kendisine çekmemektedir. Aslında elde edilmiş arzunun cazip gelmemesi söz konusudur.

96

Çekmecesini açar ve bir mektup demeti ve iki fotoğraf bulur. Fotoğrafların ilkinde bir kadın üzerinde tülden ve oldukça dekolte bir kıyafetle ayakta poz vermiştir. Fotoğrafın arkasına da adama hatıra olarak verildiği yazılmıştır. İkinci fotoğrafta da aynı kadın vardır. İkisinin de arkasında adama

Benzer Belgeler