• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 3: KÜRESELLEŞMENĐN TÜRK BELEDEDĐYE SĐSTEMĐ ÜZERĐNE

3.2. Türkiye'de Belediye Sisteminin Gelişimi

3.2.1. Osmanlı Döneminde Belediye

Batılı anlamda yerel yönetim uygulaması, Türkiye’de çok eski tarihlere dayanmamakta olup, yerel yönetimle ilgili bazı kent hizmetlerinin (Batılı anlamda) yerel yönetim kurumları kuruluncaya kadar, Osmanlı vakıflar ve esnaf örgütleri gibi kuruluşlar tarafından yürütüldüğü bilinmektedir (Çevikbaş, 1995:81). 1840’lara kadar Osmanlı devletinde kent yönetimi ve belediye hizmetlerini kadılık kurumu, esnaf kuruluşları ve vakıflar sağlamıştır. “Hukuki ve adli konularla, şehir ve kasabaların güvenlik, asayiş ve belediye hizmetlerini kadılar yürütmüştür. Osmanlıda kadılık kurumu taşra yönetiminin temelini meydana getirmekteydi. Kadıların subaşı, naib, imam, muhtesip ve mimarbaşı gibi yardımcıları bulunmaktaydı. Subaşı şehrin güvenliğini, muhtesip kadının belediye hizmetlerinden sorumlu yardımcısı olarak zabıta işlerini, imamlar mahallenin yönetimini (Gayrimüslimlerin bulunduğu yerlerde papazlar ve kocabaşılar) sağlamakla yükümlüydü. Vakıflar ise malları kamu yararına göre tahsis etme görevini sürdürmekteydi” (Eryılmaz, 2002:172-175).

Bu kuruluşlar Osmanlı devletinde kendine has bir sivil toplum hareketi ile kurulmuş ve yerel kamusal işlerin başarı ile yürütülmesini sağlamıştır. Öngörülen sistem ile, halkın yerel hizmetlerin görülmesi işlerine katılımı sağlanmış, sistemin tebaa tarafından kabul görmesinin de etkisiyle, yerel hizmetlerin sağlanması üzerinde bir çeşit halk kontrolü mekanizmasının olduğu geleneksel bir yapı oluşturmuştur. Bu yapı Osmanlı devletindeki yerel hizmetlerin karşılanması için uzun bir süre uygulanagelmiştir.

1838 Osmanlı-Đngiliz Ticaret Anlaşmalarıyla simgelenen Osmanlı sisteminin dünya ekonomisine açılışı ve 1839 Tanzimat Fermanıyla ifadesini bulan yeni yönetim arayışları, 19. yüzyılın ikinci yarısında kent formunun hemen her boyutunda önemli dönüşümlere yol açmıştır. 1838 ve 1839 tarihleri önemli kurumsal değişimleri belirliyor

görünse de, aslında daha önceki değişim birikimlerinin sonuçlarıydı. Yeni benimsenen ekonomik ilişkiler ve yönetim biçimi, yeni kent merkezleri, yeni bir alt yapı ve kurumlar gerektirmekteydi. Bu dönüşümün kadılık, ihtisap ağalığı, mimarbaşılık gibi geleneksel Osmanlı kent kurumları yoluyla gerçekleştirilemeyeceği, gerekli alt yapının vakıflar aracılığıyla tesis edilemeyeceği açıktı. Bu kurumlar sadece yapısal açıdan yetersiz değildi; aynı zamanda 1840’lardaki dönüşümlerin baskısıyla çökmüşlerdi. Hem geleneksel sistemin çöküşü, hem de yeni doğan ihtiyaçlar yeni yönetim biçimlerini ve kent gelişimini denetleyecek yeni bir sistemi gerektiriyordu (Tekeliden Aktaran Tuzcuoğlu, 2005:2).

19. yüzyılda merkezin Batı’nın saldırısı karşısında giriştiği “savunma modernizasyonu” diye nitelendirilebilecek yenileşme çabaları aynı zamanda bizzat merkezi güçlendirme niyetinden de kaynaklanıyordu. Bu bağlamda, “yerel yönetim”, merkezi hükümetin işlerini yerel planda yürütecek yeni bir yönetim aracından başka bir şey değildi (Göymen, 1999:68).

“Ayrıca yerel yönetim kurumlarının Osmanlı yönetim sistemine girişinin biraz da zorlamayla ve ithal yoluyla olduğu görülmektedir. Dolayısıyla yerel yönetimler idari vesayet aracılığı ile merkezin koyu sultası altına konularak, güçlü demokratik yerel yönetimlerin oluşturulmasına geçit” (Yalçındağ, 1992b:3) vermeyen bir yapı öngörüldü. Sözü edilen gelişmelerinde etkisiyle Osmanlı belediyeciliği, 1854 Kırım savaşından sonra, 16 Ağustos 1855 tarihinde Đstanbul Şehremaneti‘nin kurulmasıyla başlamıştır. Daha sonra Şehremanetinin şubesi olarak fakat Babıali’ye bağlı olarak özellikle yabancıların yaşadığı ve modern liman kentinin sorunlarının yoğun olarak görüldüğü Galata ve Beyoğlu’nda modern belediye hizmetlerinin görülmesini sağlamak için, Paris örneğinden esinlenerek, Altıncı Daire-i Belediye kurulmuştur. Đstanbul Şehremaneti yönetimi, Đstanbul tek parça yönetilemeyecek kadar büyük olduğunu gerekçesiyle 28 Aralık 1857 tarihinde çıkarılan bir nizamname ile Ayasofya, Aksaray, Fatih, Eyüp, Kasımpaşa, Pera, Beşiktaş, Emirgan, Büyükdere, Beykoz, Beylerbeyi, Üsküdar, Kadıköy ve Adalar olmak üzere 14 belediye dairesine bölünerek, iki kademeli metropoliten yönetimin Türk tarihindeki ilk örneği oluşturulmuştur. Đstanbul dışında da 1868’den itibaren belediye örgütü kurma girişimlerine başlanmıştır. 1876’da hazırlanan “Vilayet Belediye Yasası” her kent ve kasabada birer belediye örgütü kurulmasını

öngörmüştür. Bu düzenlemeye göre belediye başkanı hükümetçe atanması, belediye meclisi üyelerini ise halk tarafından seçilmesi düzenlenmiştir. Ayrıca bu düzenleme ile belediyelere, imar işlerinin düzen altına alınması, yol, kaldırım, lağım gibi tesislerin bakım ve yapımı, şehrin düzenlenmesi için istimlâk yapılması, su işlerinin çözümlenmesi, aydınlık ve temizlik işlerinin görülmesi gibi görevler verilmiştir. Daha sonra Đstanbul 1877 tarihli Dersaadet Belediye Kanunu ile 20 belediye dairesine ayrılacak nihayet 1913 tarihli Dersaadet Belediyesi Teşkilatı hakkında Kanun-u Muvakkat ile de kent tek bir belediye kabul edilerek, 9 yönetim şubesine bölünecektir. Yönetim şubesine geçiş ile birlikte belediye şubelerinin ayrı tüzel kişilikleri olmadığı için, metropoliten yönetim tek kademeli modele dönüşmüştür (Çevikbaş, 1995:82; Tuzcuoğlu, 2005:2; Bostanoğlu, 1990:78).

Osmanlı Belediyesinde gelirler çok kıt, personel ya yok ya çok yetersiz ve denetim yetkisi ve kapasitesi pek etkisiz olduğundan, belki de esas kuruluş nedeni olan kentsel altyapıları gerçekleştirememiş ve bunlar genellikle imtiyazlı yabancı şirketler eliyle yapılmış ve işletilmiştir. Kuruluşunda ve teşkilatında yabancıların rol oynadığı Altıncı Belediye Dairesinin yazışmaları 10 yıl süreyle Fransızca ve Türkçe olarak yapılmıştır (Bostanoğlu, 1990:79). Osmanlıda kurulan belediyelerin yukarıda değinilen nedenler gibi çeşitli nedenlerle sistemle uyuşmaması yüzünden, uygulamada pek çok sorunlar yaşanmıştır. Belediyeler kadı kurumunun yaptığı görevleri üstlense de Osmanlı’da kadı kurumu kadar etkili olamamıştır.

Belediyelerin Türkiye’de Batıdaki gibi güçlü bir sivil toplum kurumu olarak çıkamamasının nedeni olarak; gelişen burjuvazinin güçsüzlüğünün yanında, Osmanlılarda güçlenen ticaret burjuvazisinin ayrılıkçı ulusçuluk akımlarını desteklemesi yüzünden, bu akımlara karşı imparatorluğun bütünlüğünü korumak için çok hassas olan Osmanlı yönetimlerinin, yeni doğan belediyelerin güçlü bir rakip sivil toplum kurumu olarak ortaya çıkmasından duyduğu endişelerin yattığı söylenebilir (Çevikbaş, 1995:82-83).