• Sonuç bulunamadı

2. GENEL HATLARIYLA ÇERMİK TARİHİ

2.4. Osmanlı Döneminde Çermik

Yavuz Sultan Selim, 23 Ağustos 1514'te Çaldıran savaşında, Şah İsmail’i mağlup ettikten sonra, bu bölgenin denetimini sağlamak amacıyla, daha önce de değinildiği gibi bölgenin önemli âlimlerinden olan İdris-i Bitlisi’ye özel bir vazife vermiştir. Buna göre, Urmiyye gölünden Malatya ve Diyarbakır'a kadar uzanan bölgenin ümerasını, Safeviler’e karşı ayaklandırarak onların Osmanlı hizmetine girmelerini temin etmesi istendi.61

İdris-i Bitlisi’nin çabaları sonuç vermiştir. Hizan Meliki Emir Davud, Emir Şerefüddin, İmadiye hâkimi Sultan Hüseyin, Hısn-ı Keyfa emîrî Melik Halik, Pertek hâkimi Kasım Beg, Çemişgezek hâkimi Melik Halil, Cezire hâkimi Şah Ali Beg, bunun yanında Çermik, Mardin Eğil, Pertek, Cezire, Meyyafarikin, Sason, Palu,

58Beysanoğlu, a. g. e., s. 452

59 Diyarbakır Valiliği, a. g. e., s. 199-200 60 Yinanç, a. g. m., s. 623

13

Siirt, Malatya, Sincar, Suran, Urfa vb. yerlerdeki beyler ve aşiretler de peşi sıra Osmanlı Devleti’ne iltihâk etmişlerdir.62

Safeviler’in Diyarbakır bölgesine hâkim olmak istemesi üzerine bölgede bulunan Sünni Kürt beyleri Safeviler’e karşı direnerek amansız bir mücadeleye girişmişlerdir. Bu yerel Kürt beyliklerinden biri de, Çermik beyliğidir. Çermik Beyliği’nin kurucusu, Mırdasi Emir Muhammed’in oğlu Emir Hüseyin’dir. Bu emir, babasının sağlığında Berdenc kalesi ve Çermik yöresi valisi olarak bulunmuştur. Babası ölünce bu bölgede beyliğini kurdu. Ölünce yerine Emir Seyfeddin, bu da ölünce oğlu Şah Yusuf, bunun da ölümüyle oğlu Velat Bey, sonra da Şah Ali Bey ve Ali Bey'in ölümüyle beyliğin yönetimi oğlu Muhammed Bey’e geçmiştir.

Muhammed Beg, Çermik yöresini Kızılbaşlar’ın elinden kurtarmış Diyarbakır’ın Osmanlı birliğine katılışı sırasında Yavuz Sultan Selim’den bir Sultanlık emirnamesi alarak beyliğini sürdürmüştür.63

Şah İsmail, Amid (Diyarbekir) bölgesinin, stratejik öneme sahip olduğunun bilincindeydi. Amid'in düştüğünü haber alınca hemen Çaldıran savaşında ölen eski Amid valisinin kardeşi Karahan ve Safaviler’in Urfa valisi Durmuş Bey'i, bir orduyla Amid’i geri almak için bölgeye yollamıştır. 1514 yılı sonlarında Karahan, Amid’i kuşatmıştır.64 Başta Amid olmak üzere bölgede bulunan birçok kale bir yıla aşkın bir

süreyle Safevi tazyiki altında kalmıştır.

Yavuz Sultan Selim Amasya'da iken, Safevi zulmü altında bulunan bölge beylikleri, İdris-i Bitlisi’nin aracılığıyla Sultan’a, bir mektup gönderip kendisinden yardım istemişlerdir. Sonunda Sultan, Erzurum Beylerbeyi olan Bıyıklı Mehmed

62 Ahmed Akgündüz, Osmanlı Kanunameleri ve HukûkiTahlilleri, Fey yay. İstanbul 1991, C. 3, s.

213

63 Şerefhan, Şerefname-Kürt Tarihi, Mehmed Emin Bozarslan (Çev.), 3.baskı, Hasat yay., İstanbul

1980, s. 206-217

64 Bilgehan Pamuk, “Osmanlı, Safavi ilişkilerinin ilk dönemlerinde Amid,(1514-1515 Amid

Kuşatması)”, I. Uluslar Arası Oğuzlardan Osmanlı’ya Diyarbakır Sempozyumu, Diyarbakır, Diyarbakır Valiliği yay., 20-22 Mayıs 2004, s. 605

14

Paşa'yı ve Rûm Beylerbeyi Şadi Paşa’yı, Diyarbakır ve çevresini fethe memur etmiştir.65

Osmanlı kuvvetleri’nin yola çıkması üzerine İdris-i Bitlisi de, Doğu ve Güneydoğu’da bulunan birçok Kürt ümerasını, Osmanlı Devleti’nin yardımına koşmak üzere ayaklandırmıştır.66Bunun üzerine Karahan, muhasarayı kaldırmak

zorunda kalmış ve Mardin’e doğru firar etmiştir. Osmanlı kuvvetleri, Eylül 1515 ortalarında şehre girmiştir.67

Sonunda 1517 Mayısında Mardin’in Eski Koçhisar yakınlarındaki Dedekargın mevkiinde Osmanlı ve Safevi kuvvetleri karşı karşıya gelmiştir. Yapılan savaş sonucunda Safeviler dağılmış ve Safevi komutanı Karahan bu savaşta öldürülmüştür.68Mardin şehrinin alınmasıyla Diyarbakır bölgesinin fethi henüz tamamlanmış değildi. Mırdasi Beyleri, Kemah emîrî Karaçinoğlu Ahmed Bey ile Çermik’i fetih etti.69 Diyarbekir Eyaletine bağlı müstakil sancaklardan olan Çermik,

922/1516 yılında fethedilmiş, Akkoyunlular döneminde, Çermik’te uygulanan “Kanûn-ı Hasan Padişah”denilen yasa esas alınarak, Yavuz Sultan Selim zamanında “Çermik Sancağı Kanûnâmesi”olarak yeniden düzenlenmiştir ve “Defter-i Yasaha-i Çermik Tafsîl-i Kanûnnâme-i İlvâ-i Çermik Ber Mûceb-i Kanûn-ı Hasan Padişah”adı altında yürürlüğe konulmuştur.70

Kanûnî Sultan Süleyman döneminde, Çermik Sancağı Kanûnnâmesi yeniden düzenlenmiştir. Ebu Tahir Nahiyesi, Çermik Sancağı'na bağlanmış ve kanûnnâmesi de Çermik Sancağı Kanûnnâmesi’ne ilave edilmiştir.71

65 Ahmet Kankal, “Diyarbakır’ın Osmanlı’ya İlhakında Emeği Geçenlerden Biri: Yiğit Ahmed”,

I.Uluslar Arası Oğuzlardan Osmanlı’ya Diyarbakır Sempozyumu, Diyarbakır, Diyarbakır

Valiliği yay., 20-22 Mayıs 2004, s. 612

66 Uzunçarşılı, a. g. e., s. 273-274

67 Göyünç, “XVI. Yüzyılın İlk Yarısında Diyarbakır”, s. 78 68 Kankal, a. g. m., s. 613

69 Mehmed Mehdi İlhan, Amid( Diyarbakır) 1518 Tarihli Defter-i Mufassal, TTK. yay. Ankara

2000, s. 83-84

70 Akgündüz, a. g. e., s. 219 71 Yinanç, a. g. m., s. 623

15

BİRİNCİ BÖLÜM

OSMANLI HUKÛKUNA GENEL BİR BAKIŞ

Osmanlı Devleti, etnik, kültürel ve dinsel farklılıklara sahip, kozmopolit bir nüfus yapısına sahip olmuştur. Osmanlı Devleti'nin bu kozmopolit nüfus yapısını bir arada tutabilme kabiliyetini yüzyıllarca devam ettirmiş olması ve bununla beraber sorunlu olan bir coğrafyada altı yüzyılı aşkın bir süre hâkimiyetini devam ettirmiş olması, bu devletin sağlam temeller üzerine temellendirilmiş bir hukûkî yapı ve isleyiş mîrâsı üzerine kurulmuş olmasına borçlu olduğu söylenebilir. Ancak Osmanlıların hukûkî yapılarını temellendirdikleri bu mîrâsı hiç değişikliliğe veya bu mîrâsa bir şeyler katmadan uyguladıklarını söylemek yanlış olacaktır.72

Osmanlı Devleti altı asırlık zaman diliminde çağın getirdiği ihtiyaçlara bağlı olarak gerekli hukûkî değişiklikler yapmış ve gerekli hukûkî uygulamaları da yapmıştır.

Osmanlı Devleti'nin, imparatorluk vasfını kazanmış birçok diğer devletten farkı; Batı ve Doğu medeniyetlerinin olgunlaşmış hukûkî mîrâsı ve işleyişi üzerinde kurulmuş olmasıdır. Bu nedenle Osmanlı Devleti’ni kuranlar Roma hukûkunda olduğu gibi temelden bir hukûkî yapı oluşturmak zorunda kalmamışlardır.73

72 Murat Sen, "Osmanlı Hukûkunun Yapısı", Osmanlı Ansiklopedisi, Yeni Türkiye Yayınları,

Ankara 1999, C.6, s. 327

73 Mehmed Akif Aydın, "Osmanlı Hukûkunun Genel Yapısı", Türkler Ansiklopedisi, Yeni Türkiye

16

Osmanlı Devleti’nin kuruluşuyla birlikte yeni ve orijinal bir hukûk sistemi başlamış değildi. Osmanlılar mîrâsı üzerinde kuruldukları birçok medeniyetin yanı sıra Osmanlılara gelene kadar Türk ve İslâm devletlerinde uygulanan hukûkî yapıyla müşterek bir hukûk sistemi oluşturmuşlardır.74 Teokratik Osmanlı Devleti’nin hukûkî

yapısında İslâm şeriatına paralellik prensibi söz konusudur.75

İslâm şeriatının esasları göz önünde bulundurularak gerek vergi, gerekse cezai konuları ile Osmanlı’nın Müslîm ve Gayr-i Müslîm vatandaşlarının yükümlü bulundukları kurallar ve vatandaşların birbirleriyle ilişkileri, İslâm şeriatı çerçevesinde konulan kuralara göre düzenlenmiştir.76

Din olarak İslâmiyet'i kabul eden Osmanlılar, İslâm'ın Sünni ekolüne bağlı Hanefi mezhebini benimsemişlerdir. Osmanlılar her ne kadar Hanefi Fıkhına göre hukûk uygulamalarını yapmışlarsa da gerek mezhep ayrılıklarını gerekse sosyo- ekonomik, kültürel, siyasal ve coğrafik farklılıkları göz ününde bulundurarak hukûk uygulamalarında bazı değişiklikler yapmışlardır. Osmanlı Devleti’nin hukûk mevzuatının ve sisteminin uygulandığı mahkemelerde mahkeme tutanağı hükmünde bulunan Şer’iyye sicilleri incelendiğinde, Osmanlı hukûk mevzuatının şer’î ve örfî hukûk olmak üzere iki kısımdan oluştuğu tespit edilmektedir.

1.1. ÖRFÎ HUKÛK

İslâm Hukûku; yönetim, anayasa, malî ve ceza hukûkuna ait bazı konularda, özel hukûkla ilgili içtihadî konularda ulül-emr denen halife veya padişaha sınırlı yasama yetkisi tanımıştır. Ulü’l-emr veya padişahın kanûn çıkarma yetkisi ile ortaya çıkan hukûkî kanûnların bütününe “adet hukûku” ya da “örfî hukûk” denmektedir.77

Kısacası padişah, çağın getirdiği değişim ve gelişimle beraber toplumda oluşan farklı

74 Mehmed Akif Aydın “ Osmanlı’da Hukûk”, Osmanlı Devleti ve Medeniyeti Tarihi, İslâm Tarihi,

Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi yay., İstanbul 1994, C. 1, s. 375

75 Gülnihal Bozkurt, Batı Hukûkunun Türkiye’de Benimsenmesi, TTK., Ankara 2010, s. 39 76 Yusuf Halaçoğlu, XIV-XVII. Yüzyıllarda Osmanlılarda Devlet Teşkilatı ve Sosyal Yapı, TTK.,

Ankara 1998, s. 118

77 Ahmet Akgündüz, Osmanlı Kanunnameleri ve Hukûkî Tahliller, Fey Vakfı Yay., İstanbul 1990,

17

ve yeni ihtiyaçlara bağlı olarak vergi, toprak, ceza hukûku gibi alanlarda koyduğu kanûnlara örfî hukûk adı verilir.78

Osmanlılarda, örfî hukûkun ilk olarak Fatih dönemiyle beraber uygulandığını tarihi kaynaklar aktarmaktadır. Dönemin önemli tarihçilerinden Tursun Bey, bu dönemde şer’î hukûkun yanı sıra örfî hukûkun uygulandığından bahsetmektedir.79

Osmanlı Devleti'nde şer’î hukûkun yanı sıra örfî hukûkun teşekkül etmesi, İslâm Hukûku’nun yapısı ve Osmanlı Devleti 'nin içinde bulunduğu hukûkî, idarî ve siyasî durumlarla yakından ilişkilidir. Osmanlı Devleti'nin kısa bir süre içerisinde güçlenip, fetih hareketlerinde bulunması başta askerî, idarî ve hukûkî bazı düzenlemeleri beraberinde getirmiştir. Bu noktada, Şer’î Hukûk devlet yöneticilerine devlet idaresi, toprak rejimi vb. konularda şer’î hukûka ters düşmemek üzere kanûn koyma yetkisini tanımıştır.80

Osmanlı Devleti'nde, örfî kanûnların hazırlanmasında Divân-ı Hümâyun ve devletin kalem dairesi durumunda bulunan, örfî hukûktan sorumlu bulunan nişancıların önemli rolleri olmuştur. Örfî kanûnlar Divan-ı Hümâyûn'da görüşülürdü, hukûkî esaslılık kazanan hükümler daha sonra padişaha sunulurdu, padişahın hükümleri onaylamasıyla bu esaslar kanûn haline gelerek uygulanmaktaydı. Bu kanûnların yasallık durumları padişahın ölümüne kadar sürmüştür. Ancak tahta yeni geçen padişah isterse mevcut kanûn ve imtiyazları yenilebilirdi.81

Benzer Belgeler