• Sonuç bulunamadı

2. GENEL HATLARIYLA ÇERMİK TARİHİ

1.4. MAHKEME VE ŞER’İYYE MAHKEMELERİ

Mahkeme; Arapçada “hüküm” kökünden mekân ismi olup, lügatte hüküm verilen yer, yargılama mekânı manasına gelir. Terim olarak ise, kadıların davalara baktıkları, yargılamada bulundukları, kamu hizmeti olan yargılama yetkisinin kullanılması için resmî daire, resmî makam veya kurum demektir.90

Şer’iyye mahkemeleri: Osmanlı devletinde şer’î ve örfî davaların görüldüğü, bütün meselelerin hal edildiği mahkemelerdir.91. Mahkemelerde görülen da‘vâ ise; herhangi bir şahsın kendisine herhangi bir konuda kendisine yapılan haksızlığa karşı hâkim karşısında hakkını aramasıdır. Belgelerde haksızlığa uğradığını düşünen ve davacı konumunda olan kişi müdde'i olarak ifade edilmiştir. Kendisine dava açılan, davalı durumunda olan kişi müddea aleyh olarak ifade edilmiştir. Hüküm; kadının veya hâkimin davalı ve davacı arasındaki duruşmayı kesin bir sonuca bağlamasıdır.

87 Akgündüz, Osmanlı Kanunnameleri ve Hukûkî Tahliller, s. 87

88 Mehmed Akif Aydın, Türk Hukûk Tarihi, Beta yay., 12. baskı, İstanbul 2014, s. 75-76 89 Saffet Köse; “Osmanlı’da Şer’i Cezalar”, İslâmiyat Dergisi, S. 4, C. 2, s. 32

90 Fahrettin Atar, “Mahkeme”, İ. A., Türkiye Diyanet Vakfı yay., İstanbul 2003, C. 27, s. 338 91 İsmail Hakkı Uzunçarsılı, Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilatı, TTK yay., Ankara 1984, s. 83

20

Osmanlı tarihini umumiyetle iki devreye ayırmak adet olmuştur. Beş asırdan fazla bir zamanı ihtiva eden klasik devir ve öte yandan bir asrı bulmayan ancak en az önceki devir kadar mühim hadiselerin cereyan ettiği Tanzimat Devri’dir. Hayli uzunca olan ilk devirde mahkemeler teşkilatı ufak tefek istisnalarla beraber hep bir bütünlük arz eder ancak; ilkine göre daha kısa bir süreyi ihtiva eden ikinci devirde adlîye teşkilatında bir yeksanlık görülmeyip çok önemli yapılanmalara gidilmiştir.92

1.4.1. Başlangıçtan Tanzimat Dönemine Kadar Şer’î Mahkemeler

Osmanlı Devleti,ilk kuruluş yıllarından itibaren şer’î hukûk sistemini benimsemiştir. Osmanlı Devleti’nin ilk padişahı olan Sultan Osman, devlet teşkilatında ilk tayin ettiği iki memurdan biri kadı olmuştur. Ancak Osmanlı Devleti’nin ilk yıllarında kadıları yetiştirecek sistemli bir eğitim kurumu bulunmamaktadır. Devlet yöneticileri, kadı ihtiyaçlarını diğer İslâm coğrafyalarından temin etmişlerdir. Klasik dönemde Osmanlı mahkemelerinde genel olarak tek kadı görev yapmaktaydı. Bu dönemde Şer’î davalar bugün bizim bildiğimiz adlîye saraylarında görülmezdi. Ancak bu durum, yargılamanın yapıldığı muayyen bir yerin olmadığı anlamına da gelmemektedir. Kadıların mahkemeleri yapabilecekleri ve her an davacıların kendilerini bulabilecekleri bir yer mevcuttur. Bu yer cami, mescit, medreselerin herhangi bir odası veya kadının evi olabilirdi.93

“Meclis-i Şer” olarak da anılan şer’î mahkemeler ilk devir dediğimiz klasik devirde olabildiğince yetkili ve yaygınlık gösteren mahkemelerdi, ancak Tanzimat'la beraber daraltılmış yetkileriyle Osmanlı Devleti’nin yıkılışına kadar varlıklarını sürdürebilmişlerdir. Tek hâkimli ve basit yargılama usulüne sahip olan bu mahkemeler, kadıların çeşitli konularda bilgilerine başvurdukları müftüler ve bir üçüncü göz olarak, davaya karışma gibi bir görevleri olmayan sadece bir çeşit müşâhid gözüyle mahkemeyi takip eden Şühûd ve Şühûdü’l-hâl isimli görevliler de mahkemenin adilliğine ve güvenirliğine zenginlik katmışlardır.94

92 Ekrem Buğra Ekinci, “ Tanzimat Devri Osmanlı Mahkemeleri”, Türkler Ansiklopedisi, Yeni

Türkiye yay., Ankara 2002, C. 13, s. 772

93 Ahmed Akgündüz, “ İslâm Hukûkunun Osmanlı Devletinde Tatbiki: Şer’iyye Mahkemeleri ve

Şer’iyye sicilleri”, İslâm Hukûku Araştırmaları Dergisi, S.14, s. 14

21

Osmanlı Devleti’nin hukûk sistemi, İslâm hukûku üzerine oturtulduğu için zamanla İslâm hukûkunu bilen, yorumlayabilen kişiler ayrıcalıklı bir sınıf haline geldiler. “Ulemâ” sınıfı olarak tabir edilen bu sınıf kısa zamanda devletin yargı, eğitim ve din işlerine hâkim oldu. Osmanlı hukûk yapısına hâkim olan düşünceye göre, İslâm şer’îatı ile ilgili konularda yargılama hakkı ulemâ sınıfına ve ulemâ sınıfının mensuplarından kadıya aitti. Osmanlı Devleti’nde padişahın (halifenin) teorik olarak şer’î ve örfî konularda yargılama yapabilmesi mümkündür. Ancak uygulamada bu görev, padişah adına ulemâ sınıfından kişilerce icra edilmiştir.95

Osmanlı mahkemelerinde hüküm, genel olarak Hanefi mezhebi fıkhına göre verilmiştir.96

Kadıların atandıkları bölgelerde uzun süre kalmalarına izin verilmemiş, görev süreleri ve tayinleri kısa tutulmuştur. Mevlevi payesine sahip büyük kadılar, genellikle bir sene, kaza kadıları iki yıl süreyle tayin edilirlerdi.97

Kadıların tayin oldukları bölgenin, kendine çizilen sorumlulukları yerine getirme dışında başka işlere karışmamaları bir prensip olarak kabul edilmekteydi. Herkes idarî bölgesindeki kadının mahkemesine başvurmak zorundaydı. Kadılarda idarî bölgesi dışındaki davalara bakamazdı.98

Kadılar, tayin edildikleri bölgede hukûkî idarenin başında amir durumundaydılar, ancak kendi görev bölgelerine giren daha küçük idarî birimlere “nâib” adı verdiğimiz görevlileri tayin ederlerdi.99

Osmanlı şer’î mahkemelerinde kadının verdiği karar, idarî yapının başında bulunan kişi ve iki mutemet tarafından incelenirdi, eğer hüküm tasdik edilirse infaz gerçekleştirilirdi ancak; eğer hükmün tasdikinde bir sorun çıkarsa hüküm kazaskere

95 Ekrem Buğra Ekinci, Tanzimat ve Sonrası Osmanlı Mahkemeleri, Arı Sanat yay., İstanbul 2004,

s. 23

96 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilatı, 3. baskı, TTK yay., Ankara 1988,

s. 109

97İlber Ortaylı, "Osmanlı Kadısı-Tarihî Temeli ve Yargı Görevi", Ankara Üniversitesi Siyasal

Bilgiler Fakültesi Dergisi, C. 30, S. (Belli Değil), s. 122

98 Ortaylı, a. g. m., s. 126

99İlber Ortaylı, Hukûk ve İdare Adamı Olarak Osmanlı Devleti'nde Kadı, Turhan Kitabevi yay.,

22

yollanırdı. Kazasker de davayı inceler, kararı doğru bulursa onaylar, kararı doğru bulmazsa bozarak yeniden hüküm verir ve o hüküm geçerli olurdu.100

Hukûkî davalarda mahkûm, ceza davalarında ise, müttehimin akrabası verilen kararı haksız bulursa bir üst mahkemeye; yani kazasker veya şeyhü’l-islâma itiraz hakkı vardı. Yani Mahkemelerinin temyiz makamı, Divan-ı Hümâyûn idi.101

Bu devirde, Şer’iyye mahkemeleri dışında merkezde bulunan Divan-ı Hümâyûn, veziriazam divanları, ayrıca esnaf üzerinde lonca ve muhtesiplerin, mali konularda defterdarların, askerler üzerinde Yeniçeri Ağası ve Kaptan-ı Derya’nın, tarikat mensupları üzerinde şeyhlerin, Hz. Peygamber soyundan gelenler üzerinde nakibü’l-eşrafların, taşralarda beylerbeyi ve sancakbeyleri divanlarının da bir takım yargı yetkileri vardı.102

1.4.2. Tanzimat Döneminden Devletin Yıkılışına Kadar Şer’î Mahkemeler

Tanzimat Fermânının ilânı ve sonrasındaki gelişmeler Osmanlıların siyasal, yönetsel, hukûksal ve ekonomik alanlarda köklü değişiklikler yapmalarını zorunlu hale getirmiştir. Tanzimat Fermân’ı ile beraber Osmanlı Devleti’nde köklü reformlara girişilmiştir. Osmanlı’daki bu reformlar, hukûkî alanda da hissedilmiştir. Tanzimat döneminde, kadıların geniş bir salahiyete sahip oldukları klâsik Osmanlı mahkeme sisteminin dışında, birçok hâkimden oluşan ticâret ve nizamiye mahkemeleri kurulmuştur.103

Tanzimat'tan önce Osmanlı Ülkesi’ndeki tek dereceli ve tek kadının geniş yetkilere sahip olduğu şer’î mahkeme sistemi, daha doğrusu kadıların bu yetkileri kullanma düzeni, II. Mahmûd ile beraber değişmeye, bu yetkiler sınırlandırılmaya başlamıştır. 1837 yılında İstanbul kadısının makamı, Bab-ı Meşihattaki boş odalara taşınarak ilk kez resmî bir hukûkî merci görevini yapmaya başlasa da, 1838 tarihinde kadıların yetkilerini haksız bir şekilde kullanmalarını ve kadıların yapabilecekleri

100 Uzunçarşılı, a. g. e., s. 110 101 Uzunçarşılı, a. g. e., s. 109 102 Ekinci, a. g. m., s. 772

103 İbrahim Durhan, “ Osmanlı Döneminde yargı teşkilatındaki değişmeler”, EÜHFD, C. 12, S. 3–4, s.

23

usulsüzlükleri önlemek için Tarik-i ilmîye dair Ceza Kanûnnâme-i Hümâyûnu yürürlüğe konmuştur. Tanzimat'la beraber kazaskerler, şeyhü’l-islâmlığa bağlanmış ve şeyhü’l-islâmlar, Meclis-i Vükelâ’ya alınmıştır. 1837 tarihinde kazaskerlikler, birer mahkeme olarak Bâb-ı Meşihatta nakledilmiştir. Bütün kadılar Şeyhü’l-islâma bağlanmıştır. Bu arada kadıların, idarî mahallî idare yetkileri de kaldırılmıştır.104

1855’te düzenlenen nizamname ile kadıların tayin ve azilleri esasa bağlanmıştır. Birinci sınıf; büyük mevleviyet kadıları ile kibar-ı müderrisîn olanlar, vilâyetlere ve büyük sancaklara, ikinci sınıf; devriye mevâlîleri, müderrisler ve eşrefü’l kuzat olanlar kaymakamlık bulunan kazalara, üçüncü sınıf; önceden kadılık yapmamış mevâlîler müderrisler ve imtihanla eşrefü’l-kuzât olduğunu ispat edenler kaymakamlık bulunmayan büyük veya bulunan küçük kazalara, dördüncü sınıf; daha aşağı rütbeliler küçük kazalara ve beşinci sınıf; yeni göreve başlayanlar kalan kazalara tayin edilmişlerdir. Kadıları yetiştirmek için 1854 yılında “Muallimhane-i Nüvvab” adıyla, bir medrese kurulmuştur.105

1859 yılında Şer’iyye Mahkemelerinin yapısında değişikliliğe gidildi. Şeriyye mahkemeleri, yeni bir yapıya kavuşturuldu. Evkaf, Kassâm ve Kazasker mahkemeleriyle özellikle İstanbul’daki mahkemelerin görev alanları ve salahiyetleri farklı tespit edilerek, bu mahkemelerin yapılarına, belli sınırlandırmalar getirildi. 1867 tarihli Divan-ı Ahkâm-ı Adlîye Nizamnamesi kurularak, mîrâs, aile, şahsa karşı işlenen suçlar ile vakıf konularına dair yargılamalar haricindeki meseleler şer’iyye mahkemelerinin yetki alanından çıkarıldı. Aynı tarihli Şurayı Devlet Nizamnamesi ile de, idarî yargı yetkileri tamâmen ellerinden alındı. Divan-ı Ahkâm-ı Adlîye bu dönemde Osmanlı temyiz mahkemesi konumuna getirildi. 1871 yılında, Nizamiye Mahkemelerinin kurulmasıyla şer’iyye olarak ifade edilen, bütün meselelerin dışındaki konular Nizamiye Mahkemelerinin bünyesinde görüşülmeye başlanılmıştır. Bu yapılanmayla beraber Şer’iyye Mahkemelerinin görevlerinin daraltılmasıyla ortada kalan kadıların birçoğu Nizamiyye Mahkemeleri reisliklerine atanmışlardır.106

104 Cin-Akgündüz, a. g. e., s. 283 105 Uzunçarşılı, a. g. e., s. 267 106 Cin-Akgündüz, a. g. e., s. 284

24

1873’e gelindiğinde Şer’iyye Mahkemelerinin bir üst mahkemesi olan “Meclis-i Tetkikat-ı Şer’iyye ” kuruldu. Bu meclis, kendilerine havale edilen dava ve kadıların verdiği hükümleri bir temyiz mahkemesi olarak ele almıştır. Bu arada, bu meclisin bir altında ve Şer’iyye Mahkemelerinin üstünde bulunan Fetva-hane-i Ali’de, Şer’iyye Mahkemelerinin kararları hususunda, temyiz ve istinâf yetkilerine sahip yüksek bir mahkeme olarak, 1875 tarihinde kurulmuştu.

1913 tarihli Kanûn-ı Muvakkat ile Şer’iyye Mahkemelerinin yapısı yeniden düzenlendi. Bu düzenlemeye göre; mülazemet usulü ve sınırlı sürekli kadılık düzeni tamâmen kaldırıldı. Bu yasayla kadıların en az yirmi beş yaşında olma şartı getirildi. 1885’de hâkimlerin “Mekteb-i Nüvvâb”, 1908’de “Mekteb-i Kuzât” ve 1909’da “Medresetü’l-Kuzât” adını alan hukûk fakültesinden mezun olma şartı getirildi. 1916 tarihinde kazaskerlik ve Evkaf Mahkemeleri de dâhil olmak üzere bütün Şer’iyye Mahkemeleri, Adlîye Nezaretine bağlanmıştır. Temyiz mahkemesinde “Şer’iyye ” adıyla da, yeni bir daire teşkil edilmiştir. 107 1919 tarihli Kararname ile tekrar

şeyhü’l-islâmlığa bağlanan Şer’iyye Mahkemeleri, 1917 de “Usul-ı Muhakeme-i Şer’iyye Kararnamesi” ile sıhhatli bir yapıya kavuşturulmuştu. TBMM’nin açılmasından sonra dört sene daha aynı kararname uygulanmış ise de, 8 Nisan 1924 tarihli “Mehakim-i Şer’iyye nin İlgasına ve Mehakimin Teşkilatına Ait Ahkâmı Muâdil Kanûn” ile bu mahkemelere son verilmiştir.108

1.5. BİRİNCİ DERECEDEN ADLÎ GÖREVLİLER

Benzer Belgeler