• Sonuç bulunamadı

Ortaya Çıkış Sıralarına Göre Haklar

1.1.2. İnsan Hakları Sınıflandırması İçerisinde Sosyal Hakların Yeri

1.1.2.3. Ortaya Çıkış Sıralarına Göre Haklar

İnsan haklarını tarihsel olarak sınıflarına ayıran farklı birçok liste olmakla birlikte, bu çalışmada insan haklarının üç kuşak halinde incelenmesi tercih edilmiştir. Klasik haklar olarak da adlandırılan birinci kuşak haklar, 17. ve 18. yüzyıl düşünürlerince dile getirilmiş, Amerikan ve Fransız Devrimleri ile büyük ölçüde uygulamaya geçirilmişlerdir56. Yaşam, özgürlük, güvenlik, mülkiyet gibi haklar birinci kuşak haklara örnektir.

Birinci Dünya Savaşı sonrası ortaya çıktığına inanılan ve İkinci Dünya Savaşı sonrasında yaygın olarak anayasalarda yer edinen sosyal haklar ikinci kuşak haklar olarak ifade edilmiştir57. Çalışma, eğitim, sosyal güvenlik, sağlık hakları ikinci kuşak haklara örnektir.

20. yüzyılın ikinci yarısından sonra insan haklarına, üçüncü dünya ülkelerinin istemlerini yansıtan üçüncü bir kuşak eklenmiştir. Barış, gelişme, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama haklarını içeren üçüncü kuşak haklar “dayanışma hakları” olarak da adlandırılmaktadır58.

Kişisel ve siyasal hakların birinci kuşak haklar şeklinde sayılmasına karşın, sosyal hakların ikinci kuşak haklar olarak kabul edilmesi, sırf tarihsel bir olgunun, bir değer algısına dönüştürülmesi şeklinde kullanılmıştır. Terry’nin de ifade ettiği gibi, sosyal haklar ikinci kuşak haklar şeklinde önemsizleştirilmeye çalışılarak sosyal haklara zarar verilmektedir59.

55 Gülmez, a.g.m., s. 10.

56 Oktay Uygun, Devlet Teorisi, İstanbul, Oniki Levha Yayınları, 2014, s. 494. 57

Gözler, a.g.e., ss.511-513.

58 Yeşim Edis Şahin, “Küreselleşme ve İnsan Hakları”, Dokuz Eylül Üniversitesi Hemşirelik

Yüksekokulu Elektronik Dergisi, 2/4, 2009, s. 174.

59

John Terry, “The Book Review of Paul Hunt’s book of Reclaiming Social Rights: International and Comparative Perspectives, Dartmouth Publishing Company, 1996”, Otago Law Review, Vol.: 9, No:1, 1997, s. 174.

21

Sosyal hakların ikinci kuşak haklar olarak kabul edilmesi, haklar arasında bir hiyerarşinin varlığı şeklinde yorumlanarak bir nevi ikinci sınıf insan hakları algısı oluşturulmuştur. Oysa ki, bir hakkın tarihsel olarak ortaya çıkış sıralaması, o hakkın kendisinden önce ortaya çıkmış olan bir haktan daha az önemli olduğunun kanıtı olarak kullanılamaz. Örneğin ikinci kuşak hak olarak kabul edilen yeterli beslenme hakkının birinci kuşak hak kabul edilen ifade özgürlüğünden daha önemsiz olduğunu söylemek mümkün değildir. Bir özgürlüğü yalnızca teorik olarak tanımak yeterli olmayıp, bu özgürlüğün gerçek anlamda kullanılabilmesi için onun etkileşim halinde olduğu hakların da uygulamasının olması gerekir. Büyük çevresel kirliliğin canlıların yaşamına verdiği zarar dikkate alındığında, üçüncü kuşak hak sayılan çevre hakkının, birinci kuşak kabul edilen yaşama hakkından ve ikinci kuşak hak kabul edilen sağlık hakkından ayrılamayacağı açıktır. Bu sebeple, sosyal hakları tarihsel olarak ortaya çıkış sıralamasına göre ikinci kuşak haklar olarak nitelendirerek diğer haklara oranla önemsizleştirmek mümkün değildir.

Turhan’a göre, kuşaklar arasında bir önem sıralamasının yapılması olanaksızdır. Çünkü bir hak ihlali halinde dolaylı da olsa diğer kuşaktaki hak da ihlal edilmiş olmaktadır60. Asgari bir sosyal ve ekonomik güvenceye sahip olunmadan insan onuruna yaraşır bir hayat sürdürülmesi olanaksızdır. Ekonomik, sosyal ve kültürel haklar ile kişisel ve siyasal haklar arasındaki farklar, iki kuşak içerisindeki hakların tamamen birbirinden bağımsız olarak düşünülmesini gerektirmez61.

Ayrıca, insan hakları bir bütün ve her biri bir diğerine bağımlı nitelikte olduğundan sosyal hak mücadeleleri beraberinde siyasal hak mücadelelerini de doğurmuş ve bunların kazanımları eş zamanlı olmuştur. Wahl’ın da belirttiği gibi, örgütlü bir güç olarak emek hareketi, aynı zamanda siyasal demokrasinin gelişimi için de –özellikle genel oy hakkının kabul edilmesinde- çok büyük önem taşıdığından bu ikisi iç içe geçmiş durumdadır62.

17. ve 18. yüzyıllarda burjuvazinin feodaliteye karşı verdiği mücadelede, burjuva hareketinin yönlendirici gücü gerçekte emekçi kesimdir. Burjuvazi, feodaliteye karşı verdiği mücadelede, özellikle feodalitenin baskısı altında ezilen

60 Turhan, a.g.m., s. 376.

61

Turhan, a.g.m., s. 374.

62

Asbjorn Wahl, Refah Devletinin Yükselişi ve Düşüşü, Çev: Haldun Ünal ve Baran Öztürk, İstanbul, h2o Kitap, 2015, s. 42.

22

halk kitlelerinin desteğini sağlamak için, doğal haklar söyleminin yanı sıra özgürlük, eşitlik, kardeşlik söylemlerine ağırlık vermiştir. Bu söylemler sebebiyle burjuva hareketi arkasına büyük halk kitlelerini, özellikle emekçi kesimi alabilmiştir. Fakat burjuva bu söylemlerine karşın, bambaşka bir uygulama gerçekleştirmiş, eşitliği fiili değil hukuki eşitlik olarak kabul ederek, fiili eşitsizliklerin kurbanı olan emekçi kesimin sosyal hak taleplerine kulaklarını tıkamış, görünürde bireyciliği ön plana alarak, işçi birlikleri gibi çeşitli birlik ve grupları yasaklayarak gerçekte bireyi yalnızlaştırmış, mülkiyet hakkı ve sözleşme özgürlüğü ilkesini yücelterek bireyi sermayedarlar karşısında savunmasız bırakmıştır.

Durum böyle olmakla birlikte burjuva devrimi, sosyal hakların doğumuna da kaynaklık etmiştir. Şöyle ki, söylemsel düzeyde de olsa, insanın insana eşitliği düşüncesi, özgür insan düşüncesi akılların bir köşesine, bir daha geriye dönüşün mümkün olamayacağı bir şekilde kazınmıştır. Burjuva sınıfının, söylemlerini kendi lehine uygulayarak hayata geçirmesi zamanla emekçi kesimin tepkisini çekmiş ve sosyal hak mücadelelerinin doğumuna kaynaklık etmiştir. Yani burjuva devrimi, gerçek amaç bu olmamakla birlikte, emekçi kesim üzerinde bir bilinç değişikliğine sebep olmuştur. Ayrıca burjuva devriminin beraberinde getirdiği sanayileşme ve sermaye birikimi proleterya sınıfının da ortaya çıkmasına sebep olmuştur.

Çartist harekete, Levellers hareketine bakıldığında, genel oy mücadelelerinin sosyal hak mücadeleleriyle eş zamanlı olduğu görülmekte ve sırf tarihsel olarak bakıldığında, sosyal hak taleplerini içeren Memmingen Bildirgesi’nin bu hareketleri öncelediği anlaşılmaktadır. Yine, Fransız Devrimi’nde kişisel ve siyasal hak mücadelelerinin yanı sıra sosyal hak mücadelelerinin verildiğinin bir göstergesi de Sansculottes63 (Donsuzlar-Baldırı çıplaklar) hareketidir. Bu hareketin hazırlamış olduğu 1796 tarihli Eşitlerin Manifestosu, sosyal hak taleplerinin ileri sürüldüğü bir belgedir.

Görüldüğü gibi, 17. ve 18. yüzyıllar yalnızca kişisel hakların değil, sosyal ve siyasal hak mücadelelerinin de eşzamanlı olarak yürüdüğü bir tarihsel süreçtir. Hatta,

63 Baldırı çıplaklar (Sansculottes) deyimi ile Fransız Devrimi (1789-1799) esnasında soyluların ve

ruhban sınıfı mensuplarının giydiği dizden bağlı, vücuda yapışan pantolonların (külot) yerine çalışırken daha rahat hareket edebilmelerini sağlayan uzun, bol pantolonlar giymeyi tercih eden Parisli işçiler ve küçük burjuvalar tanımlanmaktadır. http://marksist.org/icerik/Tarihte-Bugun/4633/20- Mayis-1795-Baldiri-Ciplaklar,-1793-Anayasasinin-uygulanmasi-icin-mucadele-ediyor/29.08.2018.

23

sosyal haklar, kişisel ve siyasal haklardan çok daha önce evrenselleşmiştir. Gülmez’in de belirttiği gibi, sosyal haklar Uluslararası Çalışma Örgütü’nün kuruluşu ile birlikte uluslararasılaştıkları için, yani sosyal haklar Birleşmiş Milletler’i ve İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ni önceledikleri için sosyal hakları ikinci kuşak değil, birinci kuşak insan hakları olarak saymak mümkündür64.