• Sonuç bulunamadı

I. BÖLÜM

2.1 ORTA ASYA

Eski Türklerde, siyasal kültürün esasını oluşturan egemenlik anlayışının temeli, Tanrıdan gelmektedir. Hunlarda, Göktürklerde ve Uygurlarda han (kağan), iktidarını doğrudan doğruya Tanrıdan almaktadır.112 Ancak burada bir noktaya dikkat çekmekte yarar vardır. Tanrı (Gök-Tanrı), bu yetkeyi tek tek kişilere ve belirli bir zamanda verilmiş değildir; bu yetki “aile”ye verilmiştir.113 Egemenlik Tanrı tarafından aileye verildiğine göre, egemenlik aile içindeki tüm erkek çocuklara tanınmıştır.

Çoğunlukla eşit olan bu paylaşımdan dolayı “uluş” sistemi adı verilen, ülkenin oğul ve erkek kardeşler arasında paylaşılması geleneği Orta Asya’da kurulan Türk devletlerini kısa ömürlü yapmıştır.114 Devlet bu yüzden, genellikle bazı güçlü kağanlar döneminden sonra parçalanmaktadır. Bu dönemde ise kağan, göçebe feodalizminin güçlü beyleri tarafından bir ölçüde denetlense de mutlak bir hükümdardır.115 Kağan, iktidarını tanrısal bir kaynağa dayandırmakta, kendine çeşitli unvanlar vermektedir. Hun hükümdarları, “tanrısal egemenlik” olarak okunabilecek olan “Tengri Kut” unvanını taşımışlardır. Hun hükümdarlarının çeşitli yabancı devletlere gönderdikleri mektuplarda bunu ifade eder, kendilerine “Tanrının oğlu” derlerdi. Ancak kendisi Tanrı değildir. Uygurlarda kağanlar genellikle gökten inen bir ışıktan gebe kalmış bir prensesin çocuklarıdır. Göktürklerde ise kağan soyu, Tanrının gönderdiği bir kurt ile çiftleşen prens ya da prenseslerden gelmektedir. “Tanrısal Nur” ya da “Kurttan Türeme” efsaneleri Şamanizm’le bağlantılıdır.116

Şunu da ifade etmek gerekir ki siyasal kültürün meşruiyet kaynaklarının başında din, yani Şamanizm gelmektedir. Şamanlık, kandaş toplumların örgütlenmesini açıklayan toplumsal bir temeldir. Şamanlık toplumsal birlikteliği ve kolektif eylemi desteklerken; gelenek de onu desteklemiştir. Gelişimi itibarıyla, avcılığın manevi mirasını devralmış, Asya göçebeliğinin ayrılmaz bir parçası olmuştur. İlkel toplumda önemli bir yere sahip şamanlar, toplum-üstü değillerdir. Amaçları toplumun varlığını sürdürmektir. Kamusal düşünceyi oluşturan bir yapılanmadır. Vecd haline geçebilen şaman aynı zamanda kutsal

112 Mumcu, Ahmet; Osmanlı İmparatorluğu’nda Egemenlik Kavramı ve Gelişmesi, TBMM Yayınları,

Ankara, 1985, s.33.

113 Eroğlu, Hamza; Atatürk ve Millî Egemenlik, TBMM Yayınları, Ankara 1989, s.15.; Mumcu, A., a.g.e.,

s.35.

114

Mumcu, A., a.g.e., s.35-36.

115

Mumcu, A., a.g.e., s.38.

116

Ögel, Bahaeddin; Türk Kültürünün Gelişme Çağları, Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul 1997, s.218.

bir özellik taşır. En güçlü Şamanların kadın olduklarına dair savlar bulunmaktadır. 117 Ancak daha ziyade, sınıfsız sayılabilecek klan ve kabile düzeyindeki topluluklar için geçerli olan Şamanizm, Türkler büyük göçebe hakanlıklar kurdukça din algılayışları değiştiğinden- zamanla değişmiştir. Nitekim, bu hakanlıkları kurduktan sonra egemenlik bölgelerindeki inançları ve buna bağlı olarak ürettikleri düşünceleri eski totemik Şamanlıktan ayrıdır. Gök tanrı inancı da böyle değişime uğramış bir inancın ürünüdür. 118

Kendini Tanrı tarafından seçilmiş olarak gören ve kabul ettirten kağan, yine Tanrının emri ile dünyanın bütün ülkelerini yönetmeyi kendinde hak görmektedir. 119 İşte tam bu noktada Türk siyasal kültürünü yakından etkileyecek bir sav ortaya atılmaktadır. Türklerin dünyaya egemen olma, bir başka ifadeyle “cihan hakimiyeti” düşüncesi bu temel inanıştan beslenmektedir.

Turan, bu anlayışın Türklerdeki ulus bilincini oluşturduğunu dile getirmekte, savaşları da ulusun çıkarı ve devletin korunması doğrultusunda yaptıklarını savlamaktadır.120 Bu anlatıma bakılırsa Türklerin siyasal kültüründe önemli bir yere sahip olan bu anlayış, siyasal alanın önemli bir belirleyici olacaktır.

Bu anlatımlara Berktay karşı çıkmakta, Türklerin bu dönemdeki toplumsal örgütlenişinin ve kültürünün; millet olma gibi, cihan hakimiyeti ideali gibi anakronik ifadelerle tanımlanamayacağını dile getirmektedir. Ona göre, saf bir Türk ırkının varlığı, Orta Asya’nın bilinen ilk dönemlerinde, kabilelerin birbirinden görece daha ayrık yaşadığı dönemlerde dahi kanıtlanamamaktadır. Bu bağlamda, Orta Asya Türklerinin sonradan farklı coğrafi bölgelere dağılan kollarını birleştirip “cihan egemenliği” ideali etrafında birleştirilmesi savı, efsanevi bir özellikten başka bir şey taşımamaktadır. 121

Yukarıda belirttiğimiz bu ülkü ile imparatorluk dönemindeki anlayışı birleştirme çabası tartışmalı bir hal almaktadır. Ancak sonuçta, fetihçi bir siyasetin izlendiği inkar edilemeyecektir. İlkel toplumların insanı her şeyden önce bir klana olan mensubiyetiyle tanımlanmaktadır. Klan dışındaki herkes ilke olarak düşmandır. Daha sonraları özel

117

Hassan, Ümit; “Osmanlılık Öncesinde Türklerin Kültür Kökenine Bir Bakış”, Osmanlı Devletine Kadar

Türkler, Cem Yayınları, İstanbul 2000, s.289-292. 118 Hassan, “a.g.m.”, s.292.

119

Ögel, a.g.e., s.218.

120

Turan, Osman; Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi Tarihi, Nakışlar Yaınevi, İstanbul 1980, s.153- 155.

121

Berktay, Halil; “Osmanlı Devletinin Yükselişine Kadar Türklerin İktisadî ve Toplumsal Tarihi”, Osmanlı

mülkiyetin gelişmesiyle, toplumsal farklılaşma ortaya çıkınca, klanların birleşmesiyle ortaya çıkan kabile şefine bağımlılık olmuştur. Bundan dolayı da modern bir toplumun aidiyet kavramı olan millet bilincinden söz etmek bu toplumlar için olanak dışıdır. O dönemdeki Türk kavimlerinin tüm bozkırı ele geçirme idealleri vardır; ancak bu aşkın bir bilinçten değil, doğrudan doğruya maddi yaşam koşullarının bir dayatmasından kaynaklanır. Bu dönemdeki çatışmalar sonucunda kabileler arası bir barışa gerek vardır. Çünkü savaş durumu hem göçebeliği engellemekte hem de ticaret yollarından alınacak kar paylarını düştürmektedir. Sonuç olarak, bozkır boşluğunu cihan olarak algılamanın dışında bir amacı olamayan bir kavme, ne bir ideal ne de devlet olma vasfı yüklenemeyecektir. 122

Siyasal kültürün oluşmasındaki yapıyı Berktay, kavramlaştırmalarını Marksist geleneğin esaslarına göre yaparak şöyle özetlemektedir: 123

• Türkler devlet kurmakta diğer birçok kavme kıyasla oldukça geç kalmıştır. • Türklerin Orta Asya’da oluşturdukları organizasyonlar, devlet değildir. • Ancak Türkler içinde sınıflaşma o zamandan beri baş göstermiştir.

• Türkler X.-XI. Yüzyılın Karahanlılar ve Selçuklular eşiğinde, devlet olmaya bu sınıflaşma ve sömürü sayesinde ulaşmışlardır.

Bu görüşlerden ortaya çıkan duruma göre en azından Türk siyasal kültürünün oluşumunda Orta Asya’nın ciddi rolünün olduğu inkar edilmemelidir. Hangi bakış açısıyla bakarsak bakalım, Türklerin devlet kurmaya doğru hızla ilerlediklerini gözlemleyebiliriz. Ayrıca Türklerin iktisadi yaşamını göçebe-çobanlığı ve fetih ekonomisi olarak tanımlayan yazarlar, bu düzen için “töre”nin çok önemli bir yeri olduğunu vurgulamaktadırlar. Törenin uygulama alanını savaşta, barışta, tören ve şölenlerde bulmaktadır. Töre çerçevesinde kutsallığa bazen yer verilse de törenin varlığı, toprağın tam olarak ülke olmasına, örgütlenme ve yönetimden farklı olan bir devlet düzenine, siyasete geçildiğini göstermektedir. 124

Orta Asya Türk toplumlarının yapısı ile ilgili bir model de Asya Tipi Üretim Biçimi (ATÜB) dir. ATÜB, bireyin topluluklardan ayrı olarak toprak sahibi olması yerine, işgalci durumunda olduğu doğrudan doğruya komünal bir mülkiyetin bulunduğu biçimdir. 122 Berktay, “a.g.m.”, s.70-72. 123 Berktay, “a.g.m.”, s.87. 124 Hassan, “a.g.m.”, s.297-298.

Marks’ın, Asyalı toplumların, Batıdaki toplumlardan farklı bir gelişim evresine sahip oldukları savından yola çıkarak derlenen bu görüşün iki temel biçimi vardır: Yerleşik küçük köy topluluklarına dayalı bir yapıda, komünal toprak mülkiyetinin varlığının, doğal koşullar gereği tarımın yapılabilmesi için toplulukların gücünü aşan bir otoriteye duyulan ihtiyaçtan kaynaklandığı, yerleşik ATÜB ve göçebe kabile toplumlarında, komünal toprak mülkiyetinin varlığının, coğrafî koşullar bağlamında steplerin beslenme gereksinimini karşılayamamasından ötürü, bu gereksinimin savaş ve yağma yoluyla karşılanmasını örgütlemek için otoriteye duyulan ihtiyaçtan kaynaklandığı, göçebe ATÜB. 125

Göçebe Türk imparatorlukları, beyler tarafından yönetilen ve aralarındaki bağ zayıf olan kabilelerin, bir ordu komutanı (Kağan) etrafında birleşmesiyle kurulmuştur. Bu örgüt, birliğin gereksinimi olan tarım ürünlerini karşılamak üzere, bir şefin önderliğinde komşularını yağma etme ve haraca bağlama amacına yöneliktir ve bu örgütlerin ömrü, şefin ölümü ya da bir yenilgi ile sınırlı olmuştur. Bununla birlikte, nüfus yoğunluğuna uygun olmayan steplerde, yağma ve haraç her zaman olanaklı olamamaktadır. Bu durum da merkezi yapının çözülmesine ve bağımsızlaşan kabilelerin yeni yurtlar bulmak üzere göç etmelerine neden olmaktadır. Örneğin, Oğuzların egemenliğinin sarsıldığı bir dönemde, bu birlik içinde yer alan Selçuk, kabilesiyle birlikte İslam ülkesine göçmüştür. 126