• Sonuç bulunamadı

GEZİ PARKI OLAYLARI VE 17 ARALIK OPERASYONU İLE YAŞANAN SÜRECİN BAŞKANLIK SİSTEMİ AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ

BAŞKANLIK SİSTEMİ VE TÜRKİYE'DE UYGULANABİLİRLİĞİ

3.6. GEZİ PARKI OLAYLARI VE 17 ARALIK OPERASYONU İLE YAŞANAN SÜRECİN BAŞKANLIK SİSTEMİ AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ

Ülkemizde 2013 yılında meydana gelen; Gezi Parkı olayları ve 17 Aralık Rüşvet-Yolsuzluk operasyonlarının ardından yaşanan süreç, başkanlık sisteminin Türkiye’de uygulanabilirliği tartışmalarına ışık tutmak için tek başına yeterli olmasa da başkanlık rejiminin başarılı bir uygulama sunması için gerekli kriterlerin neler olduğunu göstermesi ve yakın bir gelecekte Türkiye’de uygulanması durumunda nasıl bir sonucu ortaya çıkarabileceğini göstermesi açısından önemlidir.

27 Mayıs 2013 günü başlayan Gezi Protestoları Taksim Yayalaştırma Projesi çerçevesinde Gezi Parkı’ndaki ağaçların kesilmesine bir tepki olarak başlamış, daha sonra tüm ülkede yoğun katılımlı gösterilerle etki alanını genişletmiştir. Bu desteğin yoğunluğunu artıran faktörler ise, hükümetin özellikle son dönemlerde takındığı siyasi hoşgörüden uzak, kendi değerlerini paylaşmayan kişileri aşağılayıcı, dışlayıcı, ötekileştirici tavrı ve olayların hemen öncesinde ve sonrasında yapmış olduğu söylemlerdir.176Gezi Protestolarını Türk siyasal hayatında aktif katılımın en yüksek düzeyde olduğu ve çok geniş bir zeminde gerçekleşen toplumsal hareketlerden biri olarak yer alması, kendisini çoğunlukçu demokrasinin azınlıkları olarak gören kimselerin olmasındandır. Gezi Parkı protestoları sürecinde, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına, ifade, toplanma ve örgütlenme özgürlüğüne yönelik olarak hak ihlali niteliğinde müdahaleler yaşanmıştır. Başbakanın protestolar sürecinde hem dil hem de üslup yönünden toplumsal gerilimleri artırıcı söylemleri ve milli irade vurgusuyla demokrasiyi seçimle özdeşleştiren yaklaşımı ortaya koyan kendisinin ve bakanların, siyasetçilerin ifadeleri gerilimi tırmandırmak dışında fazlaca bir etki yapmamıştır.177

Kamalak’a göre, söz konusu eylemlerin başkanlık sisteminde gerçekleşmesi durumunda başkanın siyasal üslubunun kişiselleşme ve muhalefete karşı daha sert olması tehlikesini içermesi nedeniyle, başbakanın daha sert tepki vereceği ileri sürülebilir. Devlet başkanının özellikle Türkiye’de edindiği konum düşünüldüğünde bu tür bir tespitin başkanlık sistemi tartışmaları açısından son derece önemli olduğunu söylemek gerekir. Zira ılımlaştırıcı ve uzlaştırıcı kimliği ile partiler üstü bir

175

Serap Yazıcı, “ Başkanlık Sistemine Geçiş Gerekli mi?”, Yeni Türkiye Dergisi, 2013,Cilt:51, 538-541, s.540.

176

Bican Şahin, ‘‘ Farklılık, Hoşgörü ve Ak Parti İktidarı: Gezi Parkı Sürecinin Düşündürdükleri”, Liberal Düşünce, 2013, Sayı:71, 161-170, s.167.

177

Gökçeçiçek Ayata, ”Gezi Parkı Olayları İnsan Hakları Hukuku ve Siyasi Söylem Işığında Bir

82

konumda tarafsız bir model sunan devlet başkanının bu tarafsızlığını başkanlık sisteminde koruması, parlamenter sisteme göre daha zordur. Özellikle başkanlık seçimleriyle parlamento seçimlerinin aynı anda yapılmasını öngören Türk tipi başkanlık sisteminde, seçilecek başkanın parlamentodaki çoğunluğa hâkim olacak partiden çıkma olasılığının yüksek olduğu düşünüldüğünde başkanın çoğulcu demokrasiye uygun davranması pek mümkün gözükmemektedir. ABD’de yürütmenin işlem ve eylemlerinin keyfiliğe kaçmasına, çoğulcu sivil toplum örgütlenmesi, güçlü kamuoyu denetiminin varlığı, siyasal farklılaşmanın ideolojik temellere dayanmaması, başkanların geleneksel olarak bireysel özgürlüklere kayıtsız kalamamaları gibi faktörler engel olmaktadır. Türkiye’nin bu noktada pek de başarılı bir sınav veremediği Gezi Parkı protestoları, çoğulcu demokrasi, insan hakları, hoşgörü gibi etkenler bağlamında, başkanlık sisteminin Türkiye’de uygulanması durumunda ortaya çıkacak tablonun kısmen de olsa bir provasıdır.178

Özellikle hukuk devleti ve kuvvetler ayrılığı gibi modern anlayışın iki önemli çıktısının tartışılmasına yol açan 17 Aralık operasyonundan sonra yaşanan süreç de Türkiye’de başkanlık sistemi tartışmalarıyla ilişkilendirilebilir. Aralarında hükümet üyesi bakanların ve çocuklarının, üst düzey bürokratların, iş adamlarının olduğu kişiler hakkında başlatılan soruşturmanın ardından hükümet tarafından gerçekleştirilen uygulamalar hukuk devleti ilkesini zedeleyen bir zeminde gerçekleşmiştir. Operasyonun ardından Adli Kolluk Yönetmeliğinde hükümet tarafından yapılan değişiklik ile birlikte, savcıların yapacakları soruşturmaları başsavcılara ve mülki amirlere bildirmesi şartı getirilmiştir. Bunun yanında yoğun tartışmalara yol açan, HSYK’ nın 1982 Anayasası’nda belirlenmiş yetki ve görevlerinin bir kısmını doğrudan Adalet Bakanı’na devredecek kanun teklifi hazırlanarak kabul edilmiştir. Yargıyı yürütmenin vesayetine sokan bu uygulamanın kuvvetler ayrılığı ilkesiyle örtüşmediği aşikârdır. Anayasa Mahkemesi, hükümet tarafından hazırlanarak parlamentoda kabul edilen düzenlemenin Adalet Bakanı’na verdiği olağanüstü yetkileri düzenleyen hükümlerini anayasaya aykırılık gerekçesiyle iptal etmiştir. Erdoğan, başbakanlık koltuğuna oturduğunda hayalindeki hükümet sistemi modelinin başkanlık olduğunu açıklarken Türkiye’nin artık kuvvetler ayrılığının hâkim olduğu bir siyasal sisteme duyduğu ihtiyacı ifade ederek gerekçesini ortaya koymuştur. Ancak 61’inci Hükümetin Başbakanı ve yürütme organının bir kanadı olarak hazırladığı düzenlemeyi, mensubu olduğu partinin yasama organında çoğunluğu oluşturan üyeleriyle kabul ederek yargıyı sivil vesayet altına almaya çalışmıştır. Amerikan modeli başkanlık sisteminde yasama ve yürütme

178

İhsan Kamalak, Demokrasi, Başkanlık Sistemi ve Başbakanlar, Kalkedon Yayıncılık, İstanbul, 2014, s.17-39.

83

arasındaki katı ayrılık bu tür durumlara mahal vermemektedir. Ancak Türk tipi başkanlık modelinin yaratacağı çok güçlü bir başkanın nelere yapabileceğini tahmin etmek, Türkiye’de 2014 yılında mevcut olan tabloya bakıldığında hiç de zor değildir.