• Sonuç bulunamadı

Eğitimin amacı bireyin doğuştan getirdiği bilişsel, duyuşsal ve psikomotor becerileri bir bütün halinde ve dengeli olarak geliştirmektir (Aydın, Akyol Gürler, 2012: 48). Eğitimin bu amacını gerçekleştirebilmek için eğitim sisteminde genel amaçlar ve özel amaçlar belirlenmiştir. Genel amaçlar, ülkenin ve toplumun geleceği açısından yol gösterici bir özellik taşır ayrıca ideal insanın özelliklerini belirler ve bireylerin topluma uyum sağlamalarını amaçlar. Sonuç olarak genel hedefler belirlendiğinde aynı zamanda eğitimin değerleri de belirlenmiş olur. Her okul genel amaçlara uygun olarak özel amaçlarını belirler (Akbaş, 2004b: 673, 674; Erdem, 2015: 3). Özel amaçlar genel amaçlara ulaşmada bir basamak görevi görür.

Genel amaçlara ulaşmada önemli rol oynayan okulların görevleri ise şunlardır: Kültür aktarımına katkı sağlamak; amaçları, değerleri öğretmek; öğrencilere kurallara uymayı öğretmek, ahlak ve karakter gelişimine katkı sağlamaktır. Okulların görevlerine bakıldığında daha çok duyuşsal alana ağırlık verildiği görülmektedir (Akbaş, 2004b: 676). Okulların görevler, genel amaçlar ve değerler arasındaki bağlantı açık bir şekilde görülmektedir.

Eğitim amaçlarına ulaşmada kullanılan diğer yol haritaları ise eğitim ve öğretim programlarıdır. Eğitim programı, millî eğitim politikasını yansıtır yani eğitimin genel amaçlarıyla örtüşür. Öğretim programı ise eğitim kademelerindeki derslerin konularının nasıl öğretileceğini gösterir. Fakat işin ilginç kısmı eğitim programı eğitimin uzak amaçlarını kapsarken öğretim programı ise eğitimin yakın amaçlarını kapsar. Toplumun değerleri, idealleri kısacası kaliteli bir geleceği uzak amaçlar oluşturur. Uzak amaçlar önceliği ifade etmiyor gibi görünse de eğitimin asıl amacıdır (Aydın, Akyol Gürler, 2012: 51). Bu durum eğitimin önceliğinin akademik başarı olduğunu gösterir. Toplumun ideallerinin ve değerlerinin uzak amaç diye belirtilmesi insanların kendi benliğini unutmasına yani insanlığını unutmasına sonuç olarak pek çok soruna kapı açar.

21

Günümüzde aile kurumunun sarsılması, parçalanmış ailelerin çoğalması sonucunda anne-babalar, çocuklara değerleri nakletme konusunda yetersiz kalmışlardır. Böylece değerleri nakletme, benimseme, içselleştirme gibi hususların hepsi okula kalmış aslında en büyük görev okullara düşmüştür.

Okullarda artık akademik başarı öğretmen ve veliler tarafından yeterli görülmemektedir. Teknolojik gelişmelerle birlikte bilgiye ulaşmak ve bilgiyi aktarmak konusunda okullara önemli görevler düşmektedir fakat bilgi odaklı eğitim “bilgi – değer” dengesini bozmaktadır, bir değer çerçevesinde hareket edemeyen nesiller ortaya çıkmaktadır (Aydın, Akyol Gürler, 2012: 50, 54). Bu yüzden okullar öğrencileri sadece akademik olarak geliştirmeye odaklanmamalı, öğrencilerin yaşadığı toplumun değerleri de kazandırılmalı ve bu değerleri benimsemelerine yardımcı olmalıdır (Güven, 2014: 84). Yani okul sadece akademik bilgi öğreten bir kurum olmaktan çıkarılmalı; değerlerin yaşanıldığı ve öğrenildiği bir kurum haline getirilmelidir (Kaya ve Taşkın, 2016: 157). Kısaca okullar “hayattan kopuk olmamalı”, “hayatın içinde” olmalıdır; her türlü bilgi değerler ile harmanlanarak yaparak-yaşayarak öğretilmeli ve davranışa dönüştürülmelidir. Okullarda sadece akademik bilgi ön plana çıkarılıp insani yönler unutturulmamalıdır. Çünkü öğrenciler okula başladıkları an itibariyle sınavlara hazırlanmaktadır. Bunun sonucunda bilgi yüklü ama insani yönleri zayıf bireyler ortaya çıkmaktadır ve değerler eğitiminin önemi açık bir şekilde anlaşılmaktadır. Ahlaklı ve değer sahibi olmak zeki, başarılı ya da dahi olmaktan çok daha önemlidir. Bilgisayar, bilgisayar programları ve elektroniğe ilgisi olan zeki, dâhi bir öğrenci yeni programlar yazabilir, yeni bilgisayarlar, elektronik sistemler geliştirebilir yeni bir icat yapıp ülkesine çok büyük katkı sağlayabilir ancak değerler eğitimini almamışsa değerleri, insanı, insan hakkını gözetmiyorsa aynı kişi bilgisayar korsanı olup devleti soyabilir, devlet sırlarını başka devletler ile paylaşabilir ya da bomba imal edip canlara kıyabilir.

Günümüzde bilim ve teknoloji yaratıcılığı desteklerken bireyler sosyal ilişkilerini kaybetmiş, bireyselleşerek bencil bir tutum sergilemiştir. İnsanlar arası iletişimin etkileşimin azalmasıyla birliktelik, yardımlaşma, iyilik, saygı, takdir etme, eşitlik, kişi hakkı gözetme gibi duygular; hırs, kıskançlık, saygısızlık kişi hakkını ihmal etme gibi davranışlara dönüşmektedir. Bireyler teknolojik bağımlılık sonucu

22

sosyal iletişimi azalttıkları için bu davranışların farkına varmamaktadırlar. Sosyal medyada bilinçli olarak sunulan “sen en iyisisin, istersen her şeyi yaparsın, kendin ol, kendin için yaşa, hiçbir şey senden değerli değildir” anlayışı da değerlerdeki bozulmayı hızlandırmaktadır.

Bilgi – değer, akademik başarı – değer ya da teknoloji - değer dengesini sağlamak amacıyla son yıllarda okullarda akademik başarının yanı sıra “dürüstlük, saygılı olma, ahlaki değerlere uyma, rahat iletişim kurma, insan ilişkilerine özen gösterme, nezaket kurallarına uyma, paylaşma, işbirliği, hoşgörü, sevgi, şiddetten kaçınma vb.” kavramlar da ön plana çıkmaktadır ve bu kavramları kapsayan eğitim programları geliştirilmeye başlanmıştır. Böylece eğitimin bireyi bir bütün olarak geliştirme amacı da gerçekleştirilmeye çalışılmıştır ( Akyol, Aydın Gürler, 2012: 50).

Okullarda bilişsel davranışlar, belli bir plan ve program doğrultusunda aktarılmaktadır. Sürecin sonunda bu davranışlara öğrencilerin ulaşma düzeyleri ölçülmektedir. Fakat aynı durum duyuşsal davranışlar için geçerli değildir. Hem davranışlar planlı bir şekilde aktarılamamaktadır hem de planlanan hedeflere ulaşma düzeyleri ölçülememektedir. Hâlbuki duyuşsal davranışların düzeylerinin ölçülmesi gerek okulların bu konudaki başarısını gösterecek gerekse toplumsal değerler konusunda insanların aydınlanması sağlanacaktır (Akbaş, 2004b: 676). Başka bir deyişle bilişsel davranışlar gibi duyuşsal davranışlar da ölçülebilmelidir çünkü öğretilmeyen değerlerin sonradan öğretilmesi ya da yanlış anlaşılan değerlerin düzeltilmesi daha sonra zor hatta imkânsız olabilir.

Türk toplumunda değerler eğitimi “iyi kişilikler ve sağlam karakterli bireyler” yetiştirmeye odaklanmalıdır ve değerler eğitiminde öğretmenlerin çok büyük rolü olduğu unutulmamalıdır. Çünkü eğitim konusunda öğretmenler hem uygulayıcı hem de düzenleyicidirler. Bunların yanı sıra değerler konusunda öğrencilere model olmaktadırlar. Değerleri özellikle çocuklara ve gençlere benimsetmenin ve özümsetmenin yolu, sözlü uyarılardan daha çok, söz konusu değerleri yaşamakla ve örnek olmakla mümkündür. Değerler eğitimi konusunda öğretmenler yenilikleri takip etmeli, değer aktarımında çeşitli yöntemler kullanmalı ve en önemlisi öğretmenler bu alana hakim olmalıdır yani değerleri öğrencilere aktaracak bir donanıma sahip olmalıdır. Kuramsal alt yapı konusundaki eksiklik eğitim fakültelerinin

23

programlarına koyulacak ders ve Millî Eğitim Bakanlığı tarafından düzenlenen hizmet içi eğitimler yoluyla kapatılabilir. Öğretmenlerin değerlerin önemini anlaması, içselleştirmesi, uygulaması ve bu konudaki eksikliklerini kapattıktan sonra yapılması gereken ise “değerleri tanımak ve anlamak amaçlı bütün derslerin üstünde özel bir eğitim dili” oluşturmaktır (Hökelekli, 2013: 278 – 279; Güven, 2014: 82; Kaya ve Taşkın, 2016: 156; Yaman, 2014: 18).

Öğretmen değerler konusunda rol model olmalıdır. Çünkü öğrenciden beklediği davranışı kendi sergilemiyorsa öğrenci kazanılmış bir davranışı bile terk edebilir. Örneğin sözünde durma davranışını kazanan bir öğrenci öğretmeni verdiği sözü yerine getirmediğinde hayal kırıklığına uğrar. Öğretmenine güven eksikliği yaşar öğretmeninin kazandırmak istediği diğer değer kazanımlarını benimsemez. Bu yüzden değer davranışını kazandırmak zor ve emek isteyen bir iştir ve bu süreçte öğretmenin değerlere uyması ve bu değerleri öğrenciye eksiksiz göstermesi gerekir.