• Sonuç bulunamadı

ÇalıĢmamızı yürütmek için bizi motive eden unsurlardan bir tanesi; ilgili literatürde OKB hastalığının heterojenitesi ve Hollander‟ın (Hollander, Wong, 1995) ortaya attığı „OK spektrum bozuklukları‟ kavramının da bu heterojeniteyi açıklamak için kullanılabilir olmasıydı. Hastalığın heterojen bir yapısı varsa ve bu yapı alt tiplerde farklı yeti yitimlerine, farklı düĢünce sistemlerine, farklı bir hastalık seyrine veya tedaviye yanıtta farklılıklara neden oluyor ise bu durumda doktora baĢvurmak için bile en az on yıl bekleyen ve çok uzun yıllar tedavisi tam olarak gerçekleĢmeyen bu hasta grubunun eksik tanımlanmıĢ olduğunu söylemek yanlıĢ olmaz. Dürtüsellik ve obsesif kompulsifliğin iliĢkisine değinen çalıĢmaların arasına bir de mükemmeliyetçilik traitinin çalıĢıldığı bir araĢtırma eklemeyi oldukça yararlı bulduk, çünkü OKB hastalarının karakteristik özelliklerini açıklamakta mükemmeliyetçilik kavramı da en az son yıllarda popüler olan dürtüsellik kavramı kadar önemlidir. Bunun yanı sıra çalıĢmamızda farklı parametreleri büyük zahmetlere rağmen kullanmak istememizin temel nedeni; hastalıkla ilgili klinik, nöropsikolojik ve elektrofizyolojik bağlantıların tamamını görebilmekti. Dolayısıyla hastalardaki obsesif kompulsiflik, dürtüsellik ve mükemmeliyetçilik puanlarının hem birbiriyle iliĢkisini hem de hastaların biliĢsel ve motor inhibisyon performanslarıyla nasıl bir iliĢki içerisinde olduğunu görebildik. Son olarak amacımız bu verileri elektrofizyolojik bulgularla da destekleyebilmekti fakat sonuç bu yönde olmadı. Bunun nedeninin örneklem yetersizliği ve ölçüm aracının güçsüzlüğü olduğunu tahmin etmekteyiz.

Bulguların tamamına baktığımızda; gerek DDB tanısının OKB grubuna %46.2 gibi oldukça yüksek bir oranında eĢlik etmiĢ olması, gerekse düĢüncesel dürtüsellik puanlarının hem DDB ek tanılı hem de ek tanısız OKB grubunda kontrollere göre daha yüksek bulunması,

OKB hastalığının „dürtüsellik‟ ile yakından iliĢkisini litaratürdeki savlara (Fontenelle, Mendlowicz, Versiani, 2005; Matsunaga, 2005) benzer Ģekilde vurgulamıĢtır. Bunun yanı sıra hastaların mükemmeliyetçilik puanları sağlıklılara göre anlamlı Ģekilde daha yüksektir ve mükemmeliyetçilik puanları düĢüncesel dürtüsellikle de anlamlı korelasyonlar göstermiĢtir. Ġlgi çekici bir nokta Ģudur ki; kendine yönelik mükemmeliyetçiliği yüksek olan hastalar daha çok saf OKB grubu hastalar iken, kiĢiden beklenen mükemmeliyetçilik puanı yüksek olan hastalar ise daha çok DDB ek tanısı almıĢ olan OKB hastalarıdır. Dolayısıyla hastaları kompulsiyonlara iten obsesyonların, mükemmeliyetçilik alt boyutlarına göre de ayrıca kategorize edilmesi faydalı olabilir. Yinede ölçek bulgularıyla güçlü bir Ģekilde ortaya çıkan sonuç, OKB hastalarının tümünün mükemmeliyetçi ve aynı zamanda dürtüsel bir düĢünce yapısının olduğu, bu yapıların vicdanlılık ve sorumluluk kavramlarıyla iliĢkilendirilebileceğidir. Ġleriki çalıĢmalarda sorumluluk duygusunun ölçümüne ağırlık verilmesi, dürtüsellik ve mükemmeliyetçilik iliĢkisinin daha net bir Ģekilde açıklanmasını sağlayabilir.

Ölçeklerle tanımlanmaya çalıĢılan hastalığa dair bu parametrelerin ve DDB ek tanı varlığının biliĢsel ve davranıĢsal inhibisyon yetisi üzerinde nasıl bir etkisi olduğuna bakıldığında çalıĢmadaki en net bulgu; tüm OKB hastalarının biliĢsel inhibisyon yetisinde sağlıklı kontrollere kıyasla anlamlı bir bozulma yaĢadığıdır. Beklenenin aksine OKB hastalarının motor inhibisyon yetileri sağlıklı kontrollerden daha düĢük bulunmamıĢtır, fakat örneklemin temsil gücünün düĢük oluĢu bu sonuca sebep olmuĢ olabilir çünkü istatistikler DDB ek tanılı OKB grubunun en çok, ek tanısız OKB grubunun ise en az hatayı yapma eğiliminde olduğunu göstermektedir. Ayrıca ilginç bir nokta da, hem biliĢsel hem de motor inhibisyon testlerinde mükemmeliyetçiliğin hata sayısını düĢürdüğü, dürtüselliğin ise arttırdığı yönünde anlamlı korelasyonlar bulunmasıdır.

BiliĢsel inhibisyon yetisini ölçmek için çalıĢmada kullanılan test üç bölümden oluĢan bir „duyduğunu işaretleme‟ testiydi. Sağlıklı katılımcılarda gözlenen önemli bir bulgunun “sağ kulak avantajı” olarak adlandırılan, sağ kulağa dikkati yönlendirme ve sağ kulaktan duyulanı iĢaretleme eğilimi olduğunu ve bunun doğal bir eğilim olduğunu biliyoruz (Hugdahl ve ark. 2003). Bazı çalıĢmalarda hastaların “sağ kulak avantajında” anlamlı düĢüĢ bulguları (Christy ve ark. 1989; Wexler, 1991; Rappoport, 1981) ve bazı çalıĢmalarda ise sağ kulak avantajındaki bir düĢüĢten ziyade, “avantajın sol kulağa geçirilememesi” bulguları

kaydedilmiĢti (Plessen ve ark. 2007; Dramsdahl ve ark. 2011). Sağ kulak avantajındaki düĢüĢün „aşağıdan yukarı bilgi işleme‟ ve avantajı sol kulağa geçirememenin ise „yukarıdan

aşağı bilgi işleme‟ sürecindeki bir bozukluğa iĢaret ettiğini biliyoruz (Hugdahl, 2000).

Nöropsikolojik olarak son derece önemli olan bu bulgu çalıĢmamızda OKB hastalarının „yukarıdan aşağı bilgi işleme‟ süreçlerinde sağlıklı kontrollere kıyasla anlamlı Ģekilde bozulma olarak kendisini göstermiĢtir. Yukarıdan aĢağı bilgi iĢleme süreçleri bozulduğunda; dikkat, iliĢkili uyaranlara toplanamamakta, yeni bilgiler öğrenilememekte, zihinsel faaliyet seçilememekte ve uygun olmayan uyaran bastırılamamaktadır (KarakaĢ, 2004). Kısacası hastaların çevredeki bilgiyi iĢleme süreçleri gayet sağlıklı bir Ģekilde iĢlemekte iken, yukarıdan aĢağı bilgi iĢleme sürecinin bozulması bize bu hastaların amaç-yönelimli düĢünce ve davranıĢ sergilemekte yetersiz kaldıklarını, yüksek biliĢsel iĢlevlerini yeterince kullanamadıklarını göstermektedir.

ÇalıĢmanın, a) parametreleri değiĢtirilmeden, b) mümkünse EEG yöntemi kullanılarak, c) hasta grubundan herhangi bir eksen-I veya obsesif kompulsif spektrum bozukluğu eĢlik eden; kontrol grubundan ise hem geçirilmiĢ ya da halen devam eden herhangi bir eksen-I, dürtü denetim ve ya OKB spektrum bozukluğu eĢlik eden katılımcıların çalıĢmanın dıĢında bırakıldığı daha geniĢ bir örneklemde tekrarlanmasında fayda vardır.