• Sonuç bulunamadı

3. SELÇUKLULAR ÖNCESİ MEZHEP HAREKETLERİ

1.2. SELÇUKLULAR’IN ŞİÎ OLUŞUMLARLA MÜCADELESİ

1.2.2. Nizarilerle Mücadelesi

İlk olarak doğu İslam dünyasında ortaya çıkan daha sonra batıda da faaliyetlerde bulunan Bâtınîler, Abbâsî hilâfetini ve Selçuklu Devleti’ni meşgul etmiş, onları yıkmak için her türlü yola başvurmuşlardır.385 XI. Yüzyılda Fâtımiler, Mısır’dan

yoğun bir şekilde gönderdikleri İsmâîlî daîler sayesinde başta İran olmak üzere Hicaz, Yemen ve Irak’a kadar geniş bir coğrafyada yayılmışlardı. Sünnî İslam dünyasının liderliğini Selçuklular alıp Abbâsî hilâfetini himayesine alınca doğal olarak Fâtımî İsmaililerle ve bir süre sonra onlardan bağımsızlığını ilan eden İran-Nizârî

380 Bkz. İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târîh, c. 8, s. 255-256 381 Bkz. İbn Haldûn, Târihu İbni Haldûn, c. 4, s. 81

382 Bkz. İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târîh, c. 8, s. 256; İbn Haldûn, Târihu İbni Haldûn, c. 4, s. 81-82. 383 İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târîh, c. 8, s. 266.

384 Makrîzî, İtti’âzu’l-Hunefâ, c. 2, s. 317-318; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târîh, c. 8, s. 269-270. 385 Bkz. Seyfullah Kara, Büyük Selçuklular ve Mezhep Kavgaları, İz Yayıncılık, İstanbul 2009, s.

79

İsmaililiğiyle mücadele etmek zorunda kalmıştı.386 Selçuklular’a ve Sünnî düşünceye

düşman olan Fâtımî İsmaililerinden ayrılan ihtilalci karektere sahip Nizarilerin, İsfehan başta olmak üzere İran’daki Selçuklu şehirlerinde yaptıkları propagandalar ve eylemler, halkı etkisi altına alarak siyasal ve sosyal asayişi bozacak seviyeye varmıştı.387 Hızlı bir şekilde teşkilatlanmaları ve akabinde sıradışı eylemler

gerçekleştirmeleri Selçuklu devlet ve toplumunda önemli hasarlar meydana getirmiştir.388

Hicri V. yüzyılın ikinci yarısının başında Selçuklular’ın başkenti İsfehan’da gizli karargahı bulunan Abdülmelik b. Attâş, (487/1094) Kirman’dan Azerbaycan’a uzanan Selçuklu Devleti bünyesindeki geniş bir coğrafyada İran-Fars İsmaililerin liderliğini yapmıştır.389 Fakat yürüttüğü faaliyetler, İsfehan fukahasının dikkatini

çekince onu yakalayıp öldürmek istemişlerdir. Durumu fark eden İbn Attâş, Rey’e kaçmak zorunda kalmıştır.390 Abdülmelik b. Attâş’tan sonra baş dâîliği yürütecek olan

Hasan Sabbah, onunla Rey’de bir araya gelmiştir. Abdülmelik b. Attâş, Hasan Sabbah’ın mezhebe girişini burada onaylamış ve örgütlenmede ona görev vermiştir. Hasan Sabbah, İsmaililiği benimsedikten sonra bir müddet Fâtımiler adına İran’da faaliyetlerde bulunmuştu. Ardından İbn Attâş’ın yönlendirmesiyle 479/1086391 yılında

Mısır’a gitmişti.392 Kahire’de bir buçuk yıl kalan Hasan, Fâtımî halîfesi el-Müstansır

ile sadece bir kez bir araya gelmiş ve el-Müstansır (487/1094), bu buluşmada ona kendinden sonraki halîfenin büyük oğlu Nizar (488/1095) olduğunu söylemişti.393

Fâtımiler’de hicri V. asrın son çeyreği, önemli hadiselerin yaşandığı bir dönemdir. Zira bu tarihten itibaren halîfelerin, güçlü vezirlerin etkisi altına girdiği

386 Krş. Ahmet Ocak, Selçukluların Dini Siyaseti (1040/1092), Tarih ve Tabiat Vakfı, İstanbul 2002,

s. 166.

387 Bkz. Ocak, Selçukluların Dini Siyaseti, s. 210.

388 Bkz. Ayşe Atıcı Arayancan, “İsfahan’da Nizarî-İsmâilî Faaliyetleri”, Milel ve Nihal, c. 14, sy.1 s.

272.

389 Bkz. Cüveynî, Alâuddin Atâ Melik (685/1260), Târîhi Cihângüşa fî Târîhi Menkûkâ Ân ve Hülâgu ve’l-İsmâîliyye, Muhammed b. Abdülvehhab el-Kazvînî (Thk.), Muhammed Said

Cemaleddin (Çev.), el-Merkezü’l-Kavmî li’t-Terceme, Kahire 2015, c. 3, s. 172; Ferhâd Defterî,

Târîhu’l-İslâm eş-Şi‘î, Seyfüddin el-Kadir (Çev.), Daru’s-Sâkî, Beyrut 2017, s. 162. 390 Bkz. Râvendî, Râhatü’s-Sudûr, s. 238.

391 Genel kabulün aksine Cüveynî, onun Mısır’a gidiş tarihi olarak 464/1071 yılını vermektedir. Bkz.

Cüveynî, Târîhi Cihângüşa, c. 3, s. 172.

392 Bkz. İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târîh, c. 8, s. 26, 371; Makrîzî, İtti’âzu’l-Hunefâ, c. 2, s. 323;

Braun, Târîhü’l-Edeb fî İrân, s. 249.

80

dönem başlamaktadır.394 487/1094 yılında Fâtımî halifesi el-Müstansır ölünce veziri

Efdal b. Bedrulcemali’nin (515/1121) müdahalesiyle henüz çocuk yaşta olan oğlu el- Müsta‘lî (494/1101)395 yerine geçirildi. Babasının vasiyeti ve büyük oğul olması

hasebiyle halîfe olması gereken Nizar, buna karşı çıkıp isyan çıkarsa da yenilgiden ve öldürülmekten kurtulamadı.396 Öte yandan Hasan Sabbah da bunu kabullenmedi. Onun

bu karşı duruşu İsmaililiğin ikiye bölünmesine neden oldu. Batıda Mısır, Yemen, Hicaz ve bir süreliğine Şam’da hakim olan muhafazakar Fâtımî İsmaililiği olan Musta‘liyye; doğuda ise Hasan Sabbah liderliğinde Alamut merkezli İran ve süreç içerisinde Şam’a uzanan Nizariyye adıyla birbirini düşman telakki eden alt fırkalar oluştu.397

394 Nitekim Mısır’da yaşanan iç kargaşadan dolayı Halîfe el-Müstansır, Ermeni asıllı Akkâ valisi

Bedrulcemali’yi 466/1073 yılında yardıma çağırıp farklı asker grupları arasında yaşanan çatışmalara son vermesini istedi. Kendisine bağlı Ermeni askerlerle birlikte gelen Bedrulcemali, kargaşaları sonlandırdı. Bedrulcemali işleri rayına koyduktan sonra Halîfe tarafından kılıç ve kalem veziri olarak görevlendirildi. Makrîzî, ondan önceki vezirlerin sadece kalem veziri olduklarını, ilk kez onun hem siyasi hem de askeri yetkilere sahip olam kalem ve kılıç veziri olduğunu söylemektedir. Böylece Bedrulcemali ile birlikte Fâtımiler için yeni bir dönem olan güçlü vezirler dönemi başlamıştır. Bu yeni dönemde Halîfe, tüm yetkilerini ona devretmiş oluyordu. Nitekim bu görevlendirme esnasında söylenen “Emîrulmumin, yatağının ötesini sana teslim etmiştir.” ifadesi bunu açıkça göstermektedir. Bu yeni durum, İsmaililik içinde önemli kırılmalara neden olacaktır. Bedrulcemali öldükten sonra yerine oğlu Efdal (515/1121) getirildi. Bkz. Makrîzî, İtti’âzü’l-

Hünefâ, c. 2, s. 311-312; el-Mevâ’ız ve’l-İ’tibâr, c. 2, s. 233. 395 Bkz. Cüveynî, Târîhi Cihângüşa, c. 3, s. 173.

396 Bkz. İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târîh, c. 8, s. 371-372; İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, c. 16, s.

144; İbn Tağrîberdî, en-Nücûmü’z-Zâhire, c. 5, s. 142-143.

397 Bkz. Kalkaşendî, Subhu’l-A’şâ, c. 13, s. 237; Braun, Târîhü’l-Edeb fî İrân, s. 245; Bedevî, et- Tarihu’s-Siyasî ve’l-Fikrî, s. 132. Tespit ettiğimiz kadarıyla bu fırkanın oluştuğu dönemde

Nizâriyye ismiyle anıldıklarına dair bir veri bulunmamaktadır. Nitekim fırkanın ortaya çıktığı dönemde yaşayan Gazâlî’nin, zikrettiği isimler arasında Nizâriyye yer almamaktadır. Yine Şehristânî de İsmaililiğin farklı isimlerle anıldığını, Irak’ta Bâtıniyye ve Karmâtiyye, Horasan’da ise Ta‘limiyye ve Melâhide isimleriyle bilindiklerini söylerken Nizâriyye’den söz etmemektedir. Fakat Hasan Sabbah’ı (518/1124) lideri olarak takdim ettiği bu yeni grup için ayrı bir isim zikretmekte, onun fikirlerini “ed-da‘vetü’l-cedîde” adı altında sunmaktadır. Zaten Selçuklular’la olan münasebetleri hakkında başvurduğumuz birincil kaynaklar olan Ravendî’nin Râhâtü’s-Südûr’u İbnü’l-Cevzî’nin el-Muntazam’ı ve İbnü’l-Esîr’in el-Kâmil’i gibi eserlerde Bâtınîyye bazen de Melâhide tabiri kullanılmaktadır. Atâ Melik Cüveynî ise İsmaililerin tarihini ele aldığı Târîhi Cihângüşa adlı eserinde hem Melhâhide tabirini kullanmakta hem de Hasan Sabbah’ı “ed- da‘avetü’l-cedîde”nin kurucusu olarak takdim etmektedir. Nizâriyye ve karşısında yer alan Müsta‘liyye isimleri ise Mısır ve Şam’lı tarihçiler tarafından en erken VII. Asrın ikinci yarısından itibaren kullanılmaya başlamıştır. Muhtemelen Büyükkara, Musta‘liler, ed-da‘vetü’l-kadîme (eski davet) sahipleri olarak isimlendirilirken, Nizârîler, ed-da‘vetü’l-cedîde (yeni davet) taraftarları olarak anılmaya başlandı, derken anlattığımız gerçeğin farkındadır. Bu nedenle genel kabulden dolayı konu başlığında ve fırkayı isimlendirmede Nizâriyye tabirini kullansak da tarihi vakıaları anlatılırken söz konusu döneme yakın kaynaklarda kullanılan Bâtıniyye tabirini esas alacağız. Bkz. Gazâlî, Fedâihu’l-Bâtıniyye, s. 11-12; Şehristânî, el-Milel ve’n-Nihal, s. 212-213; Râvendî,

Râhatü’s-Sudûr, s. 220,235,238; Cüveynî, Alâuddin Atâ Melik, Târîhi Cihângüşa fî Târîhi Menkûkâ Ân ve Hülâgu ve’l-İsmâîliyye, Muhammed b. Abdülvehhab el-Kazvînî (Thk.),

Muhammed Said Cemaleddin (Çev.), el-Merkezü’l-Kavmî li’t-Terceme, Kahire 2015, c. 3, s. 105,170; İbnü’l-Adîm, Kemâlüddin Ömer b. Ahmed b. Hibbetullah el-Halebî (660/1262),

81

İsmâîlî cenahta bunlar olurken siyasi alanda çok önemli gelişmeler gerçekleşmişti. Selçuklular Horasan’da hakimiyetini kurduktan sonra Büveyhiler’in İran’daki topraklarını ele geçirmiş, ardından Irak’a ulaşıp geri kalan Büveyhî nüfuzunu sonlandırmıştı. Büveyhiler her ne kadar İsmâîlî olmasa da daha önce de görüldüğü üzere bu mezhebin dâîlerinin faaliyetlerine göz yummuştu.398 Fakat İsmaililer,

kendilerini kollayan bu devletin yıkılması ve yerine Abbâsiler’in hamiliğini üstlenen Sünnî Selçuklular’ın gelmesiyle stratejilerini değiştirmek zorunda kaldılar. Abbâsiler’i yıkmak isteyen İsmaililer, Selçuklular gibi güçlü bir devletin bölgedeki hakimiyetinden sonra korunmak ve faaliyetlerini yürütmek için artık kendilerine ait korunaklı kalelere çekilmeden, güç ve silaha başvurmadan bunun mümkün olamayacağını düşünmüş olmalılar. Ancak bu şekilde muhaliflerine karşı geliştirdikleri planları faaliyete sokabileceklerdi.399 Nitekim Hasan Sabbah Mısır’dan

döndüğünde, Rey hariç İran’ın tüm şehirlerini gezdi. Nizar adına faaliyet yürüten Hasan Sabbah,400 en son Kazvîn’e ulaştı. Burada 483/1090 yılında401 basit bir hileyle

ulaşılması son derece zor olan ünlü Alamut Kalesi’ni ele geçirdi.402 Öte yandan Hasan

Sabbah’ı mezhebe kazandıran İbn Attâş’ın oğlu Ahmed de 488/1095’te403 başkent

İsfehan’da Melikşah’ın inşa ettiği Alamut benzeri bir konuma sahip olan Şahdiz Kalesi’ni istila etti.404 Ardından Bâtınîler, birçok kaleyi peş peşe ele geçirdiler.405

Elbetteki Bâtınîlerin Selçuklular’ın gelmesiye yaptıkları tek şey sağlam kalelere çekilmek değildi. Gizli faaliyet ustaları dâîler, orduya, vergi toplayıcığı vazifesine hatta vezirliğe dahi sirayet ettiler. Nitekim Muhammed Tapar’ın veziri

Buğyetü’t-Taleb fî Târîhi Haleb, Süheyl Zekkar (Thk.), Daru’l-Fikir, Beyrut trz., c. 1, s. 423;

Zehebî, el-‘İber fî Haberi men Gaber, c. 2, s. 371; Safedî, el-Vâfî bi’l-Vefeyât, c. 15, s. 285; Yâfi’î, Ebû Muhammed Abdullah, Es’ad b. Ali b. Süleyman (768/1367), Mir’atü’l-Cinân ve

İbretü’l-Yakzân, Halil Mansur (Thk.), Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1997, c. 3, s. 121;

Kalkaşendî, Subhu’l-A’şâ, c. 13, s. 236; M. Ali Büyükkara, “İsmâilî Dâî ve Fâtımî Da’vet”, İLAM, c. 3, sy. 1, s. 30.

398 Hatta İran Büveyhileri hükümdarı Ebû Kâlîcâr, dönemin Fâtımî baş dâîsi el-Müeyyed fi’d-Dîn’in

çabasıyla İsmaililiği benimsemiş ve onun faalitleri için alan açmıştır. Bkz. eş-Şirâzî, Sîretü’l-

Müeyyed fi’d-Dîn, s. 43-44.

399 Bkz. Bedevî, et-Tarihu’s-Siyasî ve’l-Fikrî, s.129.

400 Bkz. Cüveynî, Târîhi Cihângüşa, c. 3, s. 173-175; Braun, Târîhü’l-Edeb fî İrân, s. 249. 401 Bkz. Makrîzî, İtti’âzu’l-Hunefâ, c. 2, s. 326; Şehristânî, el-Milel ve’n-Nihal, s. 213.

402 Bkz. İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târîh, c. 8, s. 329; Cüveynî, Târîhi Cihângüşa, c. 3, s. 175-176. 403 Kalenin Muhammed Tapar tarafından 500/1106 yılında fethedildiğini anlatırken İbn Attâş’ın bu

kalede on iki yıl hüküm sürdüğünü ifade etmektedir. Buna göre Şahdiz Kalesi 488/1094 yılında istila edildiği anlaşılmaktadır. Bkz. İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, c. 17, s. 101-102.

404 Bkz. İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târîh, c. 8, s. 428; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, c. 17, s. 101. 405 Kalelerin bulunduğu yerler ve isimleri için bkz. İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târîh, c. 8, s. 428-430.

82

Sa‘dülmülk ve Berkyaruk’un veziri Mecdülmülk Bâtınî oldukları iddialarıyla idam edildiler.406 Öte yandan Melikşah’ın Berkyaruk, Muhammed Tapar, Sencer ve Mahmud adlı oğulları arasında yaşanan hakimiyet mücadelesi esnasında ordunun içine de sızdılar. İbnü’l-Esîr, Berkyaruk’un ordusuna sızan Bâtınîlerin birçok askeri kendi mezhebine bağladıklarını, onlara muvafakat etmeyenleri ölümle tehdit ettiklerini ve sayıca çok kalabalık hale geldiklerini kaydetmektedir.407 İbnü’l-Cevzî ise Sencer’in,

yeğeni Mahmud’la savaşmak için Rey’e gelen ordusunda, binlerce Bâtınî olduğundan söz etmektedir.408 Muhtemelen Bâtınîler, bu tutumlarıyla Selçuklu sultanları

arasındaki mücadeleleri kışkırtarak onları zayıflatmayı ve kendileriyle savaşmayı düşünmekten alı koymayı hedeflemişlerdi.

Devletin mali işlerinde de önemli yerlere sızan Bâtınîler,409 emirler ve sultana

ağır vergiler koymalarını tavsiye ederek bir yandan artan gelirlerle onların güvenini kazanıyor410 diğer yandan da halkta devlete karşı nefreti körüklüyorlardı.411 Bu sayede

adaletsizlik hissini güçlendirerek “İmamlar, yeryüzü zulümle dolduğu gibi onu adaletle dolduracaktır,” sloganlarına inandırabileceklerdi.

Selçuklu sultanları, Bâtınîlerin bu faaliyetlerine sessiz kalmadılar. Nitekim Hasan Sabbah, Alamut Kalesi’ni ele geçirdikten sonra fedaileri yoluyla gerçekleştirdiği suikastlerle çevreye korku salmaya başlayınca, Sultan Melikşah, Eşarî alim Ebû Yusuf el-Hâzin’i onunla münazara yapması için gönderdi. Melikşah, askeri müdahaleye geçmeden önce bu yolla onları ikna etmeyi denedi.412 Fakat anlaşılan bu

münazaranın pek etkisi olmamıştı. Nitekim Melikşah, Emir Arslantaş komutasında gönderdiği askerler, 485/1092 yılında Alamut Kalesi’ni kuşattı. Fakat bu kuşatma başarılı olamadı. Aynı yıl içinde bir başka Nizârî kalesi olan Dîre’yi almaları için Kızıl Sarık komutasında bir birlik göderdi. Bu girişim de tıpkı Alamut’ta olduğu gibi

406 Bkz. Râvendî, Râhatü’s-Sudûr, s. 224, 245. 407 İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târîh, c. 8, s. 432. 408 İbnü’l-Cevzî, Muntazam, c. 17, s. 172.

409 Râvendî zulümle mal toplayanların Râfızîler olduğunu söylerken Nizamülmülk ise bunların

kendilerini sultana Râfızî olarak lanse eden İsmaililer olduklarını dile getirmektedir. Bkz. Ravendî,

Râhatü’s-Südûr, s. 74; Nizamülmülk, Siyâsetnâme, s. 227.

410 Nizamülmülk’ün bu konuyla ilgili Melikşah’a yaptığı uyarılar için bkz. Nizamülmülk, Siyâsetnâme,

s. 228.

411 Bkz. Bedevî, et-Tarihu’s-Siyasî ve’l-Fikrî, s. 134.

412 Adı geçen alimin söz konusu münazaradan sonra kaleme aldığı Bâtınîlerin sorularına cevap verdiği

83

başarısızlıkla sonuçlandı.413 Bu yaşananlardan sonra tehlikenin büyüklüğünün farkına

varan Melikşah, Hasan Sabbah’a gönderdiği bir elçi vasıtasıyla alimleri ve emirleri öldürmeleri için fedailerini göndermesini kesmesini ve aksi bir durumun yaşanmaması hususunda onu sert bir şekilde tehdit ettiyse de sonuç alamadı.414 Aynı yıl içinde önce

Bâtınîlerle amansız mücadele eden Nizamülmülk’ün Hasan’ın fedaileri tarafından düzenlenen bir suikast sonucu şehit olması415 ve kırk gün gibi kısa bir süre sonra

Melikşah’ın vefat etmesi416 üzerine Nizarilere karşı girişimler kesintiye uğradı.

Melikşah’ın gücüne yaraşır bir şekilde onlarla mücadele etmediği görülmektedir. Ayrıca Nizamülmülk’ün zamanında yaptığı ısrarlı uyarıları da417 dikkate almadığı

anlaşılmaktadır.418 Belki de Alamut Kalesi’nin ele geçirilmesi ve Nizarilerin

güçlenmesinden kısa bir süre sonra vefat etmesi, onlara karşı planladığı mücadeleye engel olmuştu.

Melikşah’ın vefatı Nizarilere ele geçmez bir fırsat sunmuştu. Zira oğulları Berkyaruk, Mahmud, Muhammed ve Sencer arasında yaşanan uzun süreli taht kavgaları onlara rahat bir hareket alanı sağlamıştı.419 Selçuklular’da yaşanan iç

413 Cüveynî, Târîhi Cihângüşa, c. 3, s. 181-183.

414 Bunun da ötesinde söz konusu tehditlere aldırış etmeyen Hasan Sabbah, güç gösterisi yapmaktan da

geri durmadı. Elçinin yanında bazı fedailerini çağırdı. Onlara: Sizi bir iş için mevlanıza göndermek istiyorum. Kim bunu yapmak ister? diye sordu. Gelen fedailerin tümü de bu görevi yapacaklarını söyledi. Ardından onlardan birine işaret eden Hasan Sabbah, kendisini öldürmesini istedi. Bu kişi hiç çekinmeden hançerini çekip gırtlağına sapladı ve oracıkta öldü. Diğer bir fedaiye de kaleden atlamasını söyleyince aynı şekilde o da tereddütsüz atlayarak intihar etti. Bu güç gösterisinden sonra elçiye dönen Hasan Sabbah, bu fedailerden yirmi bin kişinin emrinde olduğunu söyleyerek tehditler savurdu. Elçi, Melikşah’ın huzuruna gelip gördüklerini anltınca hayret eden Sultan, onlarla diyaloğu kesti. Bkz. İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, c. 17, s. 64.

415 Bkz. İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târîh, c. 8, s. 348; Cüveynî, Târîhi Cihângüşa, c. 3, s. 183-184. 416 Bkz. İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târîh, c. 8, s. 352.

417 Nizamülmülk yaptığı uyarılarda Bâtınîlerden daha uğursuz, kötü ve tahripkar bir fırkanın olmadığını;

Selçuklu Devleti’nin dara düştüğü bir anda saklandıkları yerlerden çıkıp devleti Şiîlik maskesi altında yıkmaya hazır olduklarını; kötülüğü, fesat çıkarmayı, adam öldürmeyi ve sapkın fikirler ortaya koymaktan geri durmayacaklarını ileri sürmektedir. Yine Batınileri kafir olarak görmekte, kendilerini Müslüman olarak gösterseler de batında kafirlerin yolunu tuttuklarını, sözleriyle eylemlerinin, dışlarıyla içlerinin asla bir olmadığını ısrarlı bir şekilde dile getirmektedir. Ayrıca devletin önemli kademelerinde görev alan birçok Bâtınînin bulunduğunu, kendilerini Sultan’a Şiî olarak takdim ettiklerini fakat esasında bunların İsmâîlî olduklarını söylemektedir. Bkz. Nizamülmülk, Siyâsetnâme, s. 227-228.

418 Nitekim Nizamülmülk bizzat kendisi bu durumu Melikşah’a söylemekte ve onu dinlememesinden

yakınmaktadır. Bkz. Nizamülmülk, Siyâsetnâme, s. 228.

419 İlk olarak Berkyaruk ve henüz beş yaşında olan oğlu Mahmud’un sultanlığını ilan eden Melikşah’ın

eşi Türkan Hatun arasında çatışmalar yaşandı. Taraflar arasındaki çatışmalar ancak 487/1094 yılında Türkan Hatun’un ve bir ay sonra da oğlu Mahmud’un ölmesiyle son bulabildi. Berkyaruk bu olayların ardından bu kez amcası Tutuş’un isyanıyla karşı karşıya kaldı. 488/1095 yılında Tutuş’un öldürülmesiyle isyan hareketi bastırıldı. Rakiplerinin ortadan kalkmasıyla Berkyaruk, Selçuklular’ın tek lideri oldu. Fakat bu uzun sürmedi. Zira 492/1099 yılında bu kez kardeşi Muhammed Tapar’ın

84

karışıklığı fırsat bilen Nizariler, birçok kaleyi daha ele geçirdi. Öte yandan Selçuklular’ın hakimiyetindeki şehirlere de inen Nizariler, Selçuklu askerlerinin arasına girmeyi de başardı. Nitekim Berkyaruk’un askerleri arasında ciddi sayıda Bâtınî bulunmaktaydı.420 Berkyaruk da yaşanan taht kavgalarından dolayı Bâtınîleri

karşısına almıyordu. Fakat Bâtınîliğe meylettiği iddia edilince421 oluşturdukları tehlike

telafi edilemeyecek seviyeye ulaşmadan önlem almak isteyen Berkyaruk, 494/1101’de Bâtınîlerin öldürülmelerini emretti.422 Çadırlarından alınıp bir meydanda toplanan

sekiz yüzden fazla Bâtınî öldürüldü ve tüm mal varlıklarına el konuldu. Ayrıca Sultan, Abbâsî halîfesinden de bu konuda tedbirler almasını isteyen bir mektup yazdı. Bunun üzerine Bâtınîliğe mensubiyetinden şüphe duyulan birçok kişi tutuklandı. Bâtınîliğe meyilli olduğu ithamına maruz kalmamak için hiç kimse şüphe üzerine tutuklanan bu kişilere aracı olmadı. İbnü’l-Cevzî, avam halkın bu durumu istismar ettiğini, hoşlanmadıkları kişileri Bâtınîlikle itham ederek mallarına el koyduğunu kaydetmektedir.423 Aynı şekilde İbnü’l-Esîr de birçok masum kişinin kendilerine

düşman olan kişilerin iftirasına maruz kaldıkları için katledildiklerini ifade etmektedir. Hatta bu kargaşa ortamında Bağdat Nizamiyesi müderrisi Keyâ el-Herrâsî’nin (504/1110) bile Bâtınî diye itham edilmesi üzerine Sultan Muhammed tarafından tutuklatıldı. Fakat duruma müdahele eden Hâlîfe el-Müstazhir’in (512/1118), Keyâ el- Herrâsî’nin sağlam bir itikada ve engin bir ilme sahip olduğuna şahitlik etmesinden sonra serbest bırakıldı.424

Aynı yıl içinde Berkyaruk adına Horasan valiliğini yürüten Sencer de onlarla mücadeleye girişti. Düzenlediği seferlerde birçok Bâtınî öldürüldü. Ayrıca Sencer’e bağlı en büyük emir olan Emir Bozguş, Bâtınîlerin önemli bir sığınağı olan Tabs Kalesi’ni kuşattı, fakat kale düşmek üzereyken Bâtınîlerin Emir Bozguş’a rüşvet vermeleri neticesinde kuşatma kaldırıldı.425 497/1107 yılında Emir Bozguş, çoğu

sultanlığını ilan etmesiyle tekrar bölünen Selçuklular 497/1104 yılına kadar beş yıl boyunca kendi aralarında şavaştı. Bkz. İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târîh, c. 8, s. 353-356, 359-378, 408-409, 432, 463; İsfehânî, Devletü Âli Selçûk, s. 76-81; Cüveynî, Târîhi Cihângüşa, c. 3, s. 185.

420 Bkz. İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târîh, c. 8, s. 432.

421 İbnü’l-Esîr, 494/1101 yılında Berkyaruk ve Muhammed’in karşı karşıya geldiği savaşta Sultan

Muhammed’in askerlerinin Berkyaruk ve askerlerine sövdüğünü ve Batıniler! Batıniler! Diye slogan attıklarını kaydetmektedir. Bkz. İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târîh, c. 8, s. 424.

422 Bkz. İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târîh, c. 8, s. 426, 432. 423 İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, c. 17, s. 62-63.

424 İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târîh, c. 8, s. 432-433. 425 Bkz. İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târîh, c. 8, s. 433.

85

gönüllülerden oluşan bir ordu ile tekrar Tabs Kalesi’ni kuşattı. Yaşanan çatışmalarda birçok Bâtınî ölüdürülürken çok fazla sayıda da esir alındı. Bu üstün duruma rağmen ilginç bir şekilde Sencer’e yakın bazı kişiler, kale inşa etmemeleri, silah almamaları ve başkalarını mezheplerine davet etmemeleri karşılığında onlara eman vermesini tavsiye edince Sencer bu anlaşmayı kabul etti. Fakat uzun süre Bâtınîlerin katliam ve yağmalamalarına maruz kalan halk varılan bu anlaşmadan dolayı çok tepkiliydi.426

Zira halk, Bâtınîlerin güçlendiklerinde tekrar saldırıda bulunacaklarını düşünüyordu. Nitekim sadece bir yıl sonra onları haklı çıkaracak bir gelişme yaşandı. 498/1105 yılında Beyhak’ta bulunan Turaysis Kalesi’nden çıkan büyük bir Bâtınî kalabalık, civarda bulunan Sünnî köyleri yağmaladı. Ayrıca orada yaşayan çok sayıda kişiyi katletti ve kadınlarını cariye olarak esir aldı. İbnü’l-Esîr, aynı yıl içinde Selçuklu sultanları arasında yaşanan kavgalardan istifade eden Bâtınîlerin çok güçlendiklerini ve istedikleri kişiyi öldürmekten geri durmadıklarını ifade etmektedir. Yine o, 498/1105 yılında cereyan eden olayları zikrederken, Bâtınîlerin Horasan, Maveraünnehir, Hindistan ve diğer bazı beldelerden gelen hacı kafilelerine Rey civarında baskın yaptıklarını; tüm hacıları katledip mallarını yağmaladıklarını

Benzer Belgeler