• Sonuç bulunamadı

İmâmiyye/İsnâaşeriyye Şiası İle Mücadelesi

3. SELÇUKLULAR ÖNCESİ MEZHEP HAREKETLERİ

1.2. SELÇUKLULAR’IN ŞİÎ OLUŞUMLARLA MÜCADELESİ

1.2.3. İmâmiyye/İsnâaşeriyye Şiası İle Mücadelesi

Selçuklular’ın, İmâmiyye Şiasına toleranslı davrandığı söylenemez. Zira tıpkı diğer Şiî gruplar gibi İmâmiyye de Abbasiler’in gerçek halîfeler olmadıklarına

447 Cüveynî, Târîhi Cihângüşa, c. 3, s. 198; Reşîdüddin, Câmiu’t-Tevârîh, c. 2, s. 249. 448 Geniş bilgi için bkz. Cüveynî, Târîhi Cihângüşa, c. 3, s. 199-201.

449 Bkz. Cüveynî, Târîhi Cihângüşa, c. 3, s. 211. 450 Reşîdüddin, Câmiu’t-Tevârîh, c. 2, s. 258-259.

451 Tûsî hakkında geniş bilgi ve düşünce evreleri için bkz. Agil Şirinov, “Tûsî, Nasîrüddin”, DİA, c. 41,

s. 437-442; Reşîdüddin, Tûsî’yi aklamaya çalışmakta ve onun Alamut’ta kerhen kaldığını, onlardan bıktığını ve Hülagu’ya meylettiğini yazmaktadır. Bkz. Reşîdüddin, Câmiu’t-Tevârîh, c.2, s. 249.

452 Bkz. Cemaleddin, Devletü’l-İsmâîliyye fî Îrân, s. 106.

453 Tûsî, Nasîruddin Ebû Câfer Muhammed b. Muhammed (672/1274), Matlûbü’l-Mü’minîn,

91

inanıyordu. Doğal olarak bu durumda, meşruiyetlerini Abbâsî halîfelerinden alan Selçuklular da gayri meşru oluyordu. Bu nedenle Selçuklular’ın İmâmî Şiîlere kayıtsız kalması düşünülemezdi. Gazneliler’i yenilgiye uğrattıktan sonra Horasan’da bu devletin yerine geçen Selçuklular, onların Şiîlikle olan mücadelesini devam ettirdi. Nitekim İlk sultanları Tuğrul Bey, veziri Amîdülmülk el-Kündûrî’nin tavsiyesi üzerine 445/1053 yılında Horasan minberlerinden Râfizîlere/İmâmîlere lanet okunmasını emretti.454 Tuğrul Bey’in devletin daha kuruluş yıllarındaki bu tutumu, Selçuklular’ın hakim olduğu topraklarda Şiîlik aleyhinde bir siyaset yürüteceklerinin habercisiydi. Büveyhiler’in hakim oldukları İran’ın Cibâl bölgesi ve Irak’ta, onların desteğini alarak mezhebi faaliyetlerini ve merasimlerini rahat bir şekilde icra eden Şiîler için Selçuklular’ın buralara hakim olmasıyla durum tersine dönecekti. Camilerde minberlerde telin edilmeleri, faaliyetlerini en azından kendi toplumlarıyla sınırlayacaktı.455

Selçuklular’ın Şiîlikle ilgili politikaları Abbâsî hilâfeti üzerinde de ciddi etkileri oldu. Tuğrul Bey 447/1055 yılında Bağdat’a girdiğinde bir Selçuklu askerinin alışveriş esnasında yanlış anlaşılmasından dolayı halk kendisine saldırır. Çıkan olaylarda halk, askerlerle karşı karşıya gelir. Olaylar o kadar ilerler ki Kerh mahallesindeki Şiîler hariç Bağdat halkı tam anlamıyla Selçuklular’a cephe alır. Gelişen olaylarda her iki taraftan birçok kişi hayatını kaybeder. Sonunda Selçuklu askerleri halkı hezimete uğratıp birçok yeri yağmalar. İlginç bir şekilde Kerh mahallesindeki Şiîler ise mahallelerine sığınan Selçuklu askerlerini korumaya çalışır. Kanaatimizce Bağdat’taki İmâmî Şiîler, Büveyhî hakimiyetinin sona erdiğinin farkındaydılar. Bu nedenle de doğu İslam dünyasının yeni hakimi Sünnî Selçuklular’la bu ilk karşılaşmalarında olumlu bir intiba bırakmak istiyorlardı. Zira Büveyhîler döneminde bile fanatik Hanbelilerin saldırılarına maruz kalan İmâmî Şiîler, Büveyhiler’den sonra baskıların daha da artacağından endişe etmiş olmalılar. Muhtemelen bu nedenle de Sünnî halkın Selçuklu askerleriyle kavgaya tutuştuğu bir anda onların tarafında yer almışlardır. Nitekim Tuğrul Bey, çıkan kargaşadaki bu tutumlarından dolayı onlara iyi davranılmasını emretmiş, veziri Amîdülmülk el- Kündûrî de Alevî nakibi İbnü’r-Râdî’yi çağırarak kendisine Sultan adına teşekkür

454 Bkz. İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târîh, c. 8, s. 214; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, c. 15, s. 340. 455 Bkz. Medhalî, el-Meşriku’l-İslâmî, fî Asri’s-Selâcikati’l-Evâil, s. 466.

92

ettiğini söylemiştir. Ama enteresan bir şekilde meydana gelen fitne olaylarından Büveyhî sultanı Melik Rahîm’i sorumlu tutan Sultan, onu hapsederek Şiî-Büveyhî hakimiyetine son vermiştir.456 Böylece İmâmî Şiîleri koruyan, onların mezhebi faaliyet

ve şiarlarını rahat bir şekilde icra etmelerini sağlayan her hangi bir güç kalmamıştır. Tuğrul Bey, Bağdat’ta bulunduğu dönemde Şiîlere karşı herhangi bir baskı politikası izlememiştir. Sadece Kerh Mahallesi sakinlerinden, sabah ezanında Sünnilerin okuduğu şekliyle “es-Salâtu hayrun mine’n-nevm” ibaresini eklemelerini istemiştir.457 Öyle görünüyor ki, Horasan’da minberlerde Şiîlerin te‘lîn edilmesini

emreden Sultan, Bağdat’ta Şiîlerin, beklenenin aksine Selçuklular’ı iyi karşılamalarından dolayı bu ilk karşılaşmasında onlara toleranslı davranmıştır. Her ne kadar İbnü’l-İmâd, Tuğrul Bey’in Irak’ı mülküne kattığında Râfızîleri boyunduruğu altına alıp şiarlarını izale ettiğini söylese de458 kaynaklarda sabah ezanıyla ilgili

müdahalesinden başka bir durum tespit edilememektedir.. İbnü’l-İmâd, muhtemelen Tuğrul Bey’in Bağdat’a girmesinden sonra halîfenin yaptığı icraatları da ona bağlamaktadır. Nitekim onun, Abbasî hilâfetine olan bağlılığı ve desteğinden güç alan Halîfe el-Kâim ve veziri İbnü’l-Mesleme, Şiîler aleyhinde bir dizi kararlar almıştır. Büveyhî tasallutundan kurtulan el-Kâim, Tuğrul Bey’in Bağdat’a girmesinden bir yıl sonra Kerh, Meşhed ve Şiîlerin ikamet ettikleri diğer tüm yerlerde sabah ezanında “es- Salâtu hayrun mine’n-nevm” ibaresini eklemelerini ve diğer tüm vakit ezanlarında Şiîliğin şiarı olan “Hayya ala hari’l-amel” ziyadesini terk etmelerini istemiştir. Yukarıdaki gelişmeleri aktaran İbnü’l-Esîr, Şiîlerin Sultan’dan korktukları için Halîfe’nin bu emirlerini yerine getirdiklerini kaydetmektedir.459 Onun bu sözü, Şiîlere

uygulanan baskıya rağmen itaat etmelerinin, dolaylı olarak Selçuklular’dan kaynaklandığını göstermektedir. Halîfe’nin bu emirlerini, veziri İbnü’l-Mesleme’nin bazı uygulamaları takip etmiştir. İbnü’l-Mesleme, Abbâsî hilâfetinin şiarı olan siyah sancakların Kerh mahallesine dikilmesini emretmiş ve Şiîlerin yaşadığı mahallelerde duvarlara nakşedilmiş “Muhammed ve Ali, insanların en hayırlılarıdır” ibarelerini kaldırtmıştır. Onun bu emirleri Sünniler tarafından olumlu karşılanmıştır. Hanbelilerin

456 Bkz. İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târîh, c. 8, s. 159-161. 457 Bkz. İbnül-Esir, el-Kâmil fi’t-Târîh, c. 8, s. 161. 458 İbnü’l-İmâd, Şezerâtü’z-Zeheb, c. 5, s. 233. 459 Bkz. İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târîh, c. 8, s. 176.

93

ikamet ettiği Bâbu’l-Basra sakinleri, Kerh mahallesine girip sahabileri öven şiirler okumuş ve herhangi bir karşı koymayla da karşılaşmamıştır.460

Selçuklular’dan çekindikleri için genel itibarıyla boyun eğen Şiîlerde bazen muhalif sesler de yükselmiştir. İbnü’l-Cevzî, Halîfe el-Kâim’in veziri İbnü’l- Mesleme’nin emriyle Bâbü’t-Tak’taki kumaş tüccarlarının şeyhi/başı Abdullah b. Cellâbî’nin 448/1056 yılında gâlî Şiî fikirlerin propagandasını yaptığı için idam edilerek cenazesinin dükkanın kapısına asıldığını kaydetmektedir. Ertesi yıl ise muhtemelen aynı iddialarla İmâmî Şiîlerin fakih ve kelamcısı Ebû Cafer et-Tûsî’nin evi talan edilmiştir. Vaaz kürsüsü ve kitapları da ateşe verilmiştir. Baskını daha önceden haber alan Tûsî, evden ayrılarak kurtulabilmiştir.461 Öte yandan yaklaşık bir

asır boyunca siyasi dayanakları olan Büveyhiler’in yerini, Sünnî Selçuklular’ın alması ve akabinde oluşan baskılar sonucunda, ilk kez Büveyhî sultanı Muizzüddevle tarafından ihdas edilen Kerbela/Âşûrâ Matemi, Gadir-i Hum vb. münasebetlerle tertiplenen merasimler kaybolmaya yüz tuttu. İmâmî Şiîler, ancak Tuğrul Bey’in vefatından üç yıl sonra Âşûrâ Matemi’ni tekrar icra etmeye cesaret edebildiler. Muharrem’in onunda dükkanlarını kapatan Şiî Kerh Mahallesi sakinleri, kadınlarını bir araya getirip onların Hz. Hüseyin için ağıt yakmalarını istediler. Bu durum karşısında öfkelenen Halîfe el-Kâim, Tâlîbîlerin/Alevîlerin nakîbi Tahir Ebü’l- Ganaim’i huzuruna çağırarak sert bir şekilde azarladı. Ebü’l-Ganaim, Âşûrâ Matemi’ni ancak başladıktan sonra öğrendiğini, öğrendikten hemen sonra da duruma müdahele edip bu işi sonlandırdığını söyleyerek özrünü dile getirdi. Fakat yaşanan gelişmelere öfkeli olan Bâbü’l-Basra başta olmak üzere Bağdat’ın birçok mahallesinden yürüyen muhtemelen Hanbelî olan kalabalık, sarayın kapısına dayanıp Halîfe için dahi galiz ifadeler kullandılar. Halîfe, onların yanında olduğunu söyleyerek kalabalığın dağılmasını sağladı. Ardından birçok Şiîyi tutuklattı. Bir süre sonra özür beyan etmeleri üzerine, sahabeye sövenlerin ve bidatları açıktan işleyenlerin tel‘în edildiği bir ferman yazıldıktan sonra serbest bırakıldılar.462

460 Bkz. İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, c. 16, 6-8.

461 Bkz. İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, c. 16, s. 16; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târîh, c. 8, s. 180. 462 Bkz. İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, c. 16, s. 94-95.

94

Aslında yukarıda bahsettiğimiz Şiî merasimlerin terkedilmesinin olumlu sonuçları da oldu. Nitekim söz konusu merasimlerden ötürü Büveyhiler döneminde Şiîler ile Hanbeliler arasında gerçekleşen kanlı çatışmalar Selçuklular’la birlikte kesildi. Şiî egemenliğin bittiğinin göstergesi olan ezanın Şiî versiyonunun Bağdat’ta yasaklanmasından (448/1056) sonraki otuz yıl sükunetle geçti. Bu sükunet döneminden sonraki ilk Şiî-Hanbelî çatışması can kaybı yaşanmadan 478/1085’te gerçekleşti.463 479/1087464 ve 481/1088465 yıllarında taraflar arasında fitne olayları

vuku bulsa da asıl patlama 482/1089 yılında gerçekleşti. Hanbelilerin merkezi konumundaki Bâbü’l-Basra’da oturan halkın, Şiî Kerh mahallesine saldırmasıyla başlayan ve aylarca devam eden olaylar, yaklaşık iki yüz kişinin hayatını kaybetmesine ve çok büyük maddi hasarın meydana gelmesine neden oldu. Olaylar ancak Bağdat dışından gelen askeri destek sonucunda bastırılabildi.466 Ardından 483/1090,467

486/1093468 ve 487/1094469 yıllarında çatışmaların tekrar patlak vermesi üzere birçok

kişi hayatını kaybetti. Sadece bir yıl sonra ise taraflar birbiriyle barışarak ziyaretleşmeye başladı. İbnü’l-Cevzî, yaşanan bu gelişmeyi görülmemiş bir şey diye nitelemekle yetinmekte, ne o ne de olayı aktaran bir diğer tarihçi olan İbn Kesîr, bu durumun neden kaynaklandığı hakkında bilgi vermemektedir.470 Ondan sonra

502/1108 yılına kadar harhangi bir çatışma yaşanmadı. Söz konusu yılda taraflar birbirinin mahallesinden geçmelerine rağmen karşılıklı hoşgörü sergilemiş ve herhangi bir kavga meydana gelmemiştir. İbnü’l-Esîr, yaşanan sulhun herkesi şaşırttığını zira halîfelerin ve sultanların çabalarına rağmen bir türlü gerçekleşmeyen sulhun aracısız kendiliğinden gerçekleştiğini söylemektedir.471 Tespit ettiğimiz

kadarıyla 488/1095’te ilki yapılan ve 502/1108’de ikincisiyle perçinlenen sulhtan sonra Büyük Selçuklular’ın yıkılışına kadar herhangi bir çatışma yaşanmamıştır.

463 Bkz. Zehebî, Târîhu’l-İslâm, c. 32, s. 27.

464 Bkz. İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, c. 16, s. 256; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târîh, c. 8, s. 314; Zehebî, Târîhu’l-İslâm, c. 32, s. 32.

465 Bkz. İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, c. 16, s. 112.

466 Bkz. İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, c. 16, s. 281-284; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târîh, c. 8, s. 328-

329; İbn Kesîr el-Bidâye ve’n-Nihâye, c. 16, s. 113.

467 Bkz. Zehebî, el-‘İber fî Haberi men Gaber, c. 2, s. 345; İbnü’l-İmâd, Şezerâtü’z-Zeheb, c. 5, s.

353.

468 Bkz. İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, c. 17, s. 5; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târîh, c. 8, s. 363; Zehebî, Târîhu’l-İslâm, c. 33, s. 32.

469 Bkz. İbn Kesîr el-Bidâye ve’n-Nihâye, c. 16, s. 142.

470 Bkz. İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, c. 17, s. 18; İbn Kesîr el-Bidâye ve’n-Nihâye, c. 16, s. 147-148. 471 İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târîh, c. 8, s. 528-529.

95

Aslında Şiîlerle çatışan ve genellikle kavgayı çıkaran ilk taraf Hanbelilerdi. Hilâfet merkezinde hakim oldukları sürece de bu çatışmalar devam etti. Fakat Selçuklular’ın ve dolayısıyla halîfelerin desteklediği Nizamiye medreseleriyle Eşarilerin Bağdat’ta üstünlük göstermesi, muhtemelen Hanbelilerdeki düşman algısını değiştirmişti. Zira bu kez rakip halîfelerin de tanımadığı Şiîler değil, Ehl-i Sünnet’i temsil etme hususunda onlarla fikri mücadeleye giren ve güçlü argümanlara sahip bir yapıydı. Bu nedenle çoğu kez kaba kuvvete başvuran Hanbelilerin Eşarilerle bazı çatışmaları oldu.472 Fakat sonuçta Eşariler, Bağdat’ta daha etkin oldu. Muhtemelen bu yeni gelişmeler, etkinliğini yitiren Hanbelilerin Şiîlerle olan çatışmalarına da yansımış, bu nedenle de 488/1095 yılından itibaren tespit ettiğimiz kadarıyla herhangi bir kavga gerçekleşmemiştir. Sonuç olarak vasat hareket eden Eşarilerin Ehl-i Sünnet’in temsiliyetini ele almasıyla birlikte, fikri alanda Sünnî itikat güçlü bir şekilde savunulsa da Hanbelilerin aksine çatışmacı bir tavır sergilenmedi.

Dönemle ilgili bilgi veren genel tarih kaynaklarımız yukarıda aktardığımız gibi hilâfet merkezi olmasından ötürü daha çok Bağdat’taki Şiî faaliyetlerine yoğunlaşmıştır. Fakat Selçuklular’ın İmâmî Şiîlerle olan münasebetleri hakkında söz konusu genel tarih kitapları dışında üç kaynağımız daha bulunmaktadır. Bunların ilki, Tuğrul Bey döneminde devlette görev almış, Alparslan ve Melikşah’ın da vezirliğini yapmış Büyük Selçuklular’ın tartışmasız en büyük devlet adamı Nizamülmülk’ün Siyasetnâme adlı eseridir. Bir diğeri ise Abdülcelil el-Kazvînî’nin (556/1160’ta hayatta) kaleme aldığı Ba‘du Mesâlibi’n-Nevâsıb fî Nakdi Ba‘du Fedâihi’r-Revâfıd adlı eserdir. Söz konusu kitapta Selçuklu sultanlarının İmâmî Şiîlere karşı tutumu ve İmâmîlerin faaliyetleri hakkında önemli bilgiler yer almaktadır. Adından da anlaşılacağı üzere eser, İmâmî Şiîlerin aleyhinde Şâfiî alim Şihabuddin er-Râzî et- Tevârihî’nin (555/1159’da hayatta) yazdığı üçüncü eserimiz olan Ba’du Fedâihi’r- Revâfıd/Râfizîlerin Bazı Rezillikleri adlı risaleye karşı bir anti tez olarak kaleme alınmıştır. Kitabın muhakkikinin tespitlerine göre söz konusu risale yazıldıktan kısa

472 Taraflar arasında yaşanan çatışmalar için bkz. İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, c. 16, s. 181-183, 224-

225; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târîh, c. 8, s. 270, 288-289; İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, c. 16, s. 59-61; Zehebî, Siyerü A’lâmi’n-Nübelâ, c. 18, s. 561-562.

96

bir süre sonra 556/1160 yılında Kazvînî’nin eline geçmiştir.473 Buna göre her iki eser

de 552/1157’de vefat eden Büyük Selçuklular’ın son sultanı Sencer’den kısa bir süre sonra yazılmıştır. Fedâihi’r-Revâfıd adlı eser, müstakil olarak elimizde bulunmamaktadır. Bu nedenle onu, pasajlar halinde Kazvînî’nin eserinin içinde takip etmek durumundayız.

Tevârihî, Selçuklu sultanlarının daima İmâmîlerin aleyhinde tutum sergilediklerini vurgulamakta, onların medrese veya hankah açmalarına izin vermediklerini söylemektedir. Bunun doğru olmadığını savunan Kazvînî, İmâmî önderlerin Horasan, Mazenderan, Halep’ten Harran’a kadar olan Şam şehirleri, Kum, Kaşan ve Abeh’te birçok medrese ve onlara tahsis edilen vakıflar olduğunu iddialı bir dille ileri sürmektedir.474 Ardından, bu iddialarını desteklemek ve örnek olması için

Selçuklu sultanları döneminde faaliyet gösteren bir kaç medrese ve hankah hakkında bilgi verir.475 Bununla da Selçuklular döneminde İmâmîler hakkında olumsuz bir

tutumun olmadığını göstermeye çalışır. Fakat bu iddialarından sadece bir kaç sayfa sonra Şiîlere uygulanan bazı baskıları aktarır. Onun aktardıklarına bakılırsa söz konusu dönemde Rey’de Şiîleri tahkir etme zirveye ulaşmıştır. Minarelere çıkarılıp ölümle tehdit edilen Şiîlerden iman etmeleri istenmiştir.476 Yani halk onları Müslüman olarak

görmemeye başlamıştır. Yine söz konusu kaynak, Melikşah döneminde Şiî itikadı içeren şiirler ve menkibeler anlatan bazı Şiî kıssa anlatıcıları, sahabilere sövdükleri iddia edilerek dillerinin kesildiği477 rivayetini kaydeder.478 Ayrıca Selçuklular

döneminde Şiî camilerine Ehl-i Sünnet itikadını yansıtan “Resulullah’tan sonra en hayırlı kişi Ebû Bekir’dir” ibaresinin yazıldığını da doğrular.479

Kazvînî, Tevârihî’nin aktardığı bu olayların vuku bulduğunu inkar etmez. O, Şiîlerin bu derece alçaltılmasının Şiîliğin eksik veya yanlışlığına delalet etmeyeceğini söylemekle yetinir. Yine Tevârihî’den şu pasajı aktarmakta ve doğru olarak kabul

473 Kazvînî, Nasîrüddin Ebü’r-Reşîd Abdülcelil er-Râzî (556/1160’ta hayatta), Ba‘du Mesâlibi’n- Nevâsıb fî Nakdi Ba’du Fedâihi’r-Revâfid, Celalüddin Muhaddis (Tsh.), Çaphane-i Zer, Tahran

1358, (Tashih Edenin Mukaddimesi), s. 22.

474 Kazvînî, Ba’du Mesâlibi’n-Nevâsıb, s. 34. 475 Kazvînî, Ba’du Mesâlibi’n-Nevâsıb, s. 34-38. 476 Bkz. Kazvînî, Ba’du Mesâlibi’n-Nevâsıb, s. 41.

477 Şunu belirtelim ki yukarıda aktardıklarımız Sultan’ın emriyle gerçekleşmemiştir. Fakat yöneticilerin

buna müdahele ettiğine dair bir veri de bulunmamaktadır.

478 Bkz. Kazvînî, Ba’du Mesâlibi’n-Nevâsıb, s. 108. 479 Kazvînî, Ba’du Mesâlibi’n-Nevâsıb, s. 146.

97

etmektedir: “Sultan Muhammed Tapar döneminde emirlerden biri işlerini idare etmesi için istihdam ettiği kişi Râfizîlerden biri olduğunda, bu kişi Sünnî alimlerden birine rüşvet vererek Türklerin yanında Râfızî olmadığını, Sünnî veya Hanefî olduğunu dile getirmesini isterdi. Malesef bu sayede Türklerin işlerini yürüten kâhya, hacib vb. vazifelerin çoğu Râfızîlerle dolmuştu.”480 Şiîlere uygulanan bu baskıların tarihi

vakıalar olduğunu kabul etmesine rağmen Tevârihî’nin, Melikşah ve Nizamülmülk’ün ileri gelen Şiî alimleri tahkir ettikleri yönündeki iddialarının asılsız olduğunu, bilakis Sultan ve Nizamülmülk’ün onlara hediyeler verip hürmette bulunduklarını ileri sürer.481 Fakat Şiî alimlerle iyi ilişkilerinin olduğunu iddia ettiği Selçuklular’ın

idaresinde, yukarıda geçen ve kendisinin de doğruladığı olayların nasıl yaşandığına dair yorumda bulunmaz.

Doğrusu Selçuklular döneminde Şiîlerin baskı altına alndığı tarihi bir gerçekliktir. Bu durumu, Kazvînî’nin “Şiî alimlere hediyeler verir ve hürmet gösterirdi” dediği Alparslan ve Melikşah’ın veziri Nizamülmülk’ün bizzat kendisi Siyâsetnâme adlı eserinde Şiîlere uygulanan baskı ve dışlamaları dile getirmekte ve hararetle savunmaktadır. Nizamülmülk, Tuğrul Bey ve Alparslan’ın, bir emirin veya Türk’ün bir Râfızînin önünü açmaya çalıştığı hakkında en ufak bir duyum aldıklarında buna çok öfkelendiklerini ve o kişiyi sert bir şekilde azarlarlardıklarını ifade etmektedir.482 Onun Alparslan’dan aktardığı bir olay ise Sultan’ın Şiîlere karşı tutumunu çarpıcı bir şekilde ortaya koymaktadır. Sultan, Erdem adlı bir emirini, Şiî bir katip edinmesinden ötürü “Bana düşman olan birine nasıl vazife verirsin?” diyerek azarlamıştır. Ardından söz konusu şahsın huzuruna getirilmesini emretmiştir. Huzuruna gelince de onu tahkir eden bir ifadeyle “Ey adamcık! Sen Allah’ın halîfesinin (Abbâsî halîfesinin) hak sahibi olmadığını iddia eden bir Bâtınîsin.” diye azarlamış, adam ise “Ey mevlam, ben Bâtınî değilim, Şiîyim, yani Râfızîyim.” cevabını vermiştir. Bunu duyan Sultan daha da öfkelenerek “Sen Râfızîliği, seni Bâtınîlikten koruyacak iyi bir şey mi addediyorsun?” demiş ve kırbaç cezasına çarptırılmasını emretmiştir. Daha sonra etrafındaki emirlerine dönerek “Suçlu bu adamcık değildir. Asıl suçlu bu kafiri hizmetine alan Erdem’dir. Ben defalarca size

480 Kazvînî, Ba’du Mesâlibi’n-Nevâsıb, s. 113. 481 Kazvînî, Ba’du Mesâlibi’n-Nevâsıb, s. 141-146. 482 Bkz. Nizamülmülk, Siyâsetnâme, s. 197.

98

şunu söyleyip durdum: Siz Türkler, Horasan ve Maveraünnehir ordusu, buralarda yabancısınız. Buraları kılıçlarımızla aldık ve hepimiz tertemiz Müslümanlarız. Oysaki Deylem ve Irak ahalisinin çoğu sapık inançlara sahiptir. Türkler ve Deylemliler arasında öteden beri ihtilaf vardır.” Sultan Alparslan’ın en yakın adamı, veziri Nizamülmülk’ün bu aktardıkları Sultan’ın Şiîlere hiçbir şekilde müsamaha göstermediğini, hatta onları inançsız kafirler addettiğini göstermektedir. Öte yandan Nizamülmülk, Şiîlere karşı sert tutum takınanların sadece Selçuklu sultanlarıyla sınırlı olmadığını; Gazneli Mahmud, oğlu Sultan Mesud, Tuğrul Bey ve Alparslan dönemlerinde Zerdüşt, Hiristiyan ve Râfızî birinin kendini açığa vurmaya ve bir Türkün yanında görev almaya cüret edemediğini, tüm vazifeleri tertemiz olan Hanefî ve Şâfiilerin idare ettiğini söylemektedir. Onun aktardıklarına göre görev talebi için Türklerin yanına biri geldiğinde ilk olarak nereli olduğu ve hangi mezhebe mensup olduğu sorulurdu. Hanefî, Şâfiî, Horasanlı, Maveraünnehirli veya Sünnî bir beldeye mensup olduğunu belirttiğinde kabul edilir; Şiî olduğunu, Kaşan, Abeh, Kum veya Rey’den olduğunu söylediğinde ise “Biz yılanları beslemeyiz, onları öldürürüz.” denilerek geri çevrilirdi.483

Yukarıda aktarılanlar, Selçuklular’ın İmâmî Şiîlerden hiç hazzetmediklerini açıkça göstermektedir. Kazvînî’nin, Melikşah ve veziri Nizamülmülk’ün ileri gelen Şiî alimlere atıyyeler verip saygı gösterdikleri iddiası doğru olsa bile bunun belirli bir zamandaki siyasi bir tutum olduğu ortadır. Muhtemelen İsmaililer gibi devleti yıkmaya yönelik siyasi amaçlar gütmemeleri, Sultan Muhammed Tapar’ın veziri Ahmed b. Fadl’da olduğu gibi484 İsmaililerle mücadele etmeleri,485 sultanların, devletin tebeası olan İmâmîlere bir nebze daha toleranslı davranmalarına neden olmuştur. Hatta Tuğrul Bey ve Alparslan dönemlerinde bile devlet işlerine alınmamaları ve bireysel sayılabilecek az sayıda şiddet olayının dışında fiili baskı görmemişlerdir.

Yukarıda aktardıklarımızdan da anlaşılacağı üzere Tuğrul Bey ve Alparslan, İmâmîlere karşı sert bir tutum sergilemiş, genel olarak onları resmi vazifelerden uzak tutmuşlardır. Fakat Melikşah’ın son dönemlerinde durum değişmiş ve Şiîler devlet

483 Nizamülmülk, Siyâsetnâme, s. 196-197.

484 Bkz. İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târîh, c. 8, s. 662. 485 Bkz. Kazvînî, Ba’du Mesâlibi’n-Nevâsıb, s. 311-312.

99

kademelerinde etkinlik kazanmıştır. Nitekim Nizamülmülk, Tuğrul Bey ve Alparslan dönemlerinin aksine Melikşah zamanında artan bu etkinliği Sultan’a sitem dolu sözlerle dile getirmektedir.486 Melikşah’tan sonra ise İmâmî Şiîliğe mensup birçok kişi

vezirlik payesini elde etmiştir. Nitekim bazı çağdaş araştırmalar, devletin en üst kademelerinde görev almış yedi isim kaydetmektedir.487 Bunların ilki Ebü’l-Fadl

Mecdülmülk el-Kummî (492/1099) Berkyaruk’un vezirliğini yapmıştır.488 İbnü’l-Esîr,

Benzer Belgeler