• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 1: DIŞ TİCARET VE BÜYÜME TEORİLERİ

1.2. Büyüme Teorileri

1.2.8. Neoklasik Büyüme Teorisi

1956’da Solow’un öncülüğünde kurulan Neoklasik büyüme teorisi, 1961’de Denison, 1965’de de Cass ve Koopmans tarafından geliştirilmiştir (Ehrlich, 1990:1). Neoklasik büyüme teorisi, nüfus artışına ve teknolojik değişmeye tasarruf, yatırım ve ekonomik büyümenin nasıl cevap verdiğini açıklamaktadır. Neoklasik büyüme teorisi, Solow – Swan modeli olarak bilinmektedir. Bu teori, Solow ve Swan tarafından geliştirildiyse de, uzun yıllar Solow’un adıyla özdeşleşmiş, daha sonraları Solow – Swan modeli olarak anılmaya başlamıştır. Buna rağmen teoride Solow’un göreceli üstünlüğü olduğu aşikârdır. Bu modellere Neoklasik denmesinin nedeni tam rekabet koşullarını, üretim faktörlerinin marjinal verimliliklerine göre ödeme yapıldığını, tam istihdamı ve değişen bir sermaye çıktı oranını kabul etmelerinden kaynaklanmaktadır (Parasız, 2003:131, 143).

Solow, sermaye ve emeğin ikamesini kabul etmiştir. Harrod da buna benzer görüşleri desteklemektedir. Harrod’un sermayenin derinliği hakkındaki analizi Solow’un görüşleri ile paraleldir (Wan, 1971:33). Harrod – Domar büyüme modelinin bir bıçak sırtı dengeyi tanımladığını ileri süren neoklasikler, üretimin sabit getiri ve değişen

faktör oranlarına göre gerçekleşmesi durumunda aynı karar büyümenin

tutturulabileceğini öngörmüşlerdir (Alkin, 1992:135). Solow, Harrod – Domar modelini iki açıdan eleştirmiştir. İlk olarak, neoklasik iktisatçılar ekonominin devamlı ve istikrarlı bir biçimde büyüyeceğini, denge durumundan ayrılmalar olsa bile ekonominin tekrar eski denge durumuna döneceğini kanıtlamaya çalışmışlardır. Ancak, Harrod’un modelinde, garantili büyüme hızı doğal büyüme hızına eşit olursa istikrarlı bir büyüme

olacağı, aksi takdirde dengesizlik doğacağı belirtilmiştir. Solow’a göre bu hata, Harrod – Domar modelinin varsayımlarından kaynaklanıyordu. İkinci olarak ise, Harrod – Domar tipi büyüme modellerini yanlış analiz araçları kullanmakla suçlamaktadır. Solow’a göre çoğaltan ve hızlandıran gibi kısa dönem araçları, bir uzun dönem olgusu olarak ekonomik büyümeyi açıklamakta yetersiz kalmaktadır (Savaş, 2000:852-853). Solow modeli neden bazı ülkeler yoksulken diğer ülkelerin çok zengin olduğunu anlamamızda önemli bir mihenk taşıdır. Ceteris-paribus varsayıma göre yüksek tasarruf/yatırım oranına sahip ülkeler, daha zengin olma eğilimindedirler. Bu tür ülkeler, daha çok işçi başına sermaye birikimi yapmaktadırlar ve işçi başına daha çok sermayeye sahip ülkelerin de işçi başına çıktı düzeyi daha yüksektir. Buna karşılık, yüksek nüfus artış hızına sahip ülkeler, Solow modeline göre, yoksullaşma eğiliminde olacaklardır. Bu ekonomilerdeki tasarrufların önemli bir kısmı, artan nüfus karşısında sermaye-işgücü oranını sabit tutmaya gitmek zorundadır. Bu sermaye genişlemesi gerekliliği, sermayenin derinleşmesini güçleştirmekte ve bu ekonomiler daha az işçi başına sermaye biriktirme eğilimine girmektedir (Jones, 2001:29).

Neoklasik büyüme modelinin çeşitli varsayımlar vardır. Bunları aşağıdaki gibi özetleyebiliriz:

• Üretim faktörleri arasında ikame mümkündür. Üretim faktörleri için ölçeğe göre azalan getiri, üretim fonksiyonu için ise ölçeğe göre sabit getiri vardır. • Dünyada aynı özelliklere sahip homojen mal üretilir ve tüketilir. O yüzden

emek (L) ve sermaye (K) olarak iki üretim faktörü vardır ve üretim fonksiyonu 1. derece homojendir.

• Ekonomide tam rekabet koşulları geçerlidir ve tam istihdam vardır. Üretim faktörleri için azalan verimler yasası geçerlidir ve ekonomi Pareto optimaldir.

• Sermaye – hâsıla veya sermaye – emek oranı sabit olmadığı için Cobb – Douglas üretim fonksiyonu kullanılmaktadır.

• Ülkeler dış ticarete kapalıdır. Bu yüzden de yatırımları tasarruf miktarı belirlemektedir. (S=I=sY) Tasarruf oranı sabittir ve tasarruf oranındaki artış, büyüme hızına etki etmemektedir.

• İşgücüne katılım oranı ve nüfus artış hızı sabittir. Nüfus artış hızı ve emek dışsaldır. Emek, nüfus artışına bağlı olarak artmaktadır.

• Devletin ekonomiye müdahalesi minimum düzeydedir.

• Üretim fonksiyonu Y= f (K,L) biçimindedir ve Cobb – Douglas üretim fonksiyonu kullanıldığından aşağıdaki şekilde ifade edilmektedir:

Y= f (K,L) = Kα L(1-α) …….. 0 < α < 1 (1.1)

• Teknolojik gelişme dışsaldır. Teknoloji, Ar-Ge’den etkilenmemektedir ve teknolojik ilerleme hızı sabittir.

• Beşeri sermaye kabul edilmediğinden beşeri sermayedeki üretkenlik değişmeleri de dikkate alınmamaktadır.

Bu varsayımlar altında kurulan model, fert başına sermayenin yine fert başına üretim veya tüketim ile aynı oranda artış gösterdiği bir dengeli büyüme çizgisi tanımlamaktadır. Denge durumuna erişildiğinde fert başına gelir ve tüketimdeki artış oranı teknolojik gelişme hızıyla eşit hale gelmektedir. Diğer bir deyişle, modelde dışsal bir değişken olan teknoloji, fert başına gelirdeki artışı sağlayan yegâne faktördür ve denge durumundaki büyüme hızı tasarruf eğiliminden bağımsız olarak ortaya çıkmaktadır (Özsağır, 2008:7).

Neoklasik teorinin iki temel öngörüsü bulunmaktadır. Bu modelde tasarruf oranı ile durağan olan sermaye işgücü ve kişi başına gelir değerleri doğru orantılıdır. Yani göreli olarak daha çok tasarruf eden bir ülke daha az tasarruf edene oranla durağan halde sermaye yoğun ve daha zengin olacaktır. Ancak tasarruf oranındaki artış durağan haldeki büyüme hızına etki etmemektedir. Model, azalan verimlerle ifade edildiğinden, model durağan hale geldiğinde ekonomik büyümeyi belirleyen temel unsur teknolojideki değişme ve nüfus artış hızıdır. Diğer yandan, bu iki unsur model içerisinde belirlenmemekte ve dışsal olarak katılmaktadır. Bu nedenle teknolojik gelişme iktisadi büyümenin temel kaynağı olmakla birlikte, teknolojik gelişmenin

kaynağı modelde içsel olarak açıklanamamakta ve dışsal olarak kabul edilerek gökten yeryüzüne inen bir lütuf olarak tanımlanmaktadır. Teknoloji kara bir kutu olarak kaldığı için teknolojik gelişmenin doğasının anlaşılmasında, teknolojik gelişmeye etki eden faktörlerin analizinde neoklasik iktisat yetersiz kalmaktadır (Tuncel, 2009:6).

Neo-klasik büyüme kuramında, Azalan Verimler Kanunu işlediğinden, model durağan hale geldiğinde iktisadi büyümenin belirleyicileri, teknolojik gelişmelerdeki değişme ve nüfus artış hızı olarak ortaya çıkmaktadır. Uzun vadede büyüme hızının dış gelişmeler tarafından belirlenmesi, ülkelerin uzun dönemde kişi başına sermaye ve gelir seviyelerinin birbirine yakınsayacağı anlamına gelmektedir. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki gelişmişlik farkının uzun dönemde ortadan kalkacağı şeklindeki bu yaklaşıma “yakınsama hipotezi” denilmektedir. Bu hipoteze göre, sermayenin işgücünden daha hızlı arttığı bir ekonomide faiz hadlerinin düşeceği ve yoksul ülkelerin zengin ülkelerden daha hızlı büyüyüp er ya da geç onları yakalayacakları savunulmaktadır (Bulut, 2009:26).

Solow, neo-klasik büyüme modelinde, emek hacmindeki değişmeleri dikkate alarak emek ve sermayenin birbirlerine ikame olabileceklerini ifade etmektedir. Solow, büyümenin değişken faktör oranları ve esnek faktör fiyatları nedeni ile istikrarsız olamayacağını kanıtlamaktadır. Bu modele göre, nüfus artışı ve teknolojik ilerleme büyümenin kaynağını oluşturmaktadır (Yılmaz, 2005:66). Neoklasik büyüme modeli, teknolojik gelişmenin yokluğu nedeniyle geçici bir büyüme öngörür. Solow modelinde tek ürün varsayımı olduğundan ve yeni ürünlerin üretimi olmadığından model, uzun dönem büyümeyi açıklayamamaktadır.

Neoklasik büyüme modeline göre, uzun dönem büyüme oranı tamamen dışsal (exogenous) bir faktör olan teknolojik ilerlemeye bağlıdır. Bu modele göre, kişi başına gelir denge seviyesini aştığında, fiziki sermaye stoku daha yavaş büyürken, fert başına gelir denge seviyesinin altında kaldığında, fiziki sermaye stoku daha hızlı büyür (Deliktaş,2001:7).

Üretim faktörlerinin miktarındaki değişmeye bağlı olmayan ve sadece teknolojik değişmeye bağlı olan mal ve hizmet miktarındaki artışlara Solow artığı denir. Solow

tarafından açıklanamayan kısmını oluşturur. Solow artığında, büyüme, dışsal teknolojik yeniliklerden kaynaklanmaktadır.

Neo-klasik büyüme modeli, büyümenin dışsal Solow artığındaki gelişmelerden kaynaklandığını vurgulamakta ve ülkelerin sermaye başına gelirlerinin yakınsayacağını ifade etmektedir (Çetinkaya ve Şahin,2009:113). Neoklasik teoride, kişi başına uzun dönem büyümenin tek belirleyicisi dışsal teknolojik gelişmedir. Bu nedenle diğer ülkelerle olan ticari ilişkiler ekonominin uzun dönem büyümesi üzerinde herhangi bir etkiye sahip olamayacaktır (Türker, 2007:47-48). Solow, 1957‛de sunduğu araştırmada ABD‛deki büyümenin yaklaşık yüzde 80‛lik kısmının klasik anlamda emek ve sermaye malları artışından değil, teknolojik değişimden kaynaklandığını tespit etmişti. Bu çalışmadan sonra büyümenin, gerçekleşen büyümenin tasarruf oranıyla belirlenen yatırımlardan ziyade, teknolojik yeniliklerden kaynaklandığı görüşü, iktisatçılar tarafından daha çok rağbet görmeye ve büyüme modellerinde daha sık yer almaya başlamıştır. Ancak, değişimin neden olduğundan ziyade hangi sonuçları olduğu konusuyla ilgilenen Neoklasik öğretide teknolojik yenilikler dışsal bir etken olmaktan öte yer edinememiştir (Gürak, 2006b:16).

Büyüme literatürüne son yıllara kadar hâkim olan Solowcu Neoklasik model iktisadi büyümenin kaynağını teknoloji olarak ele alırken, teknolojinin bizahati kendisini model içinde açıklama becerisini gösterememiştir. Diğer yandan, bu modeller ülkeler arasındaki gelir farklılıklarını açıklamada başarısız kalmışlardır (Tuncel, 2009:3). Neoklasik büyüme modeli, ekonomik büyümeyi iki temel üretim faktörü arasındaki karşılıklı etkileşimin bir sonucu olarak açıklamaktadır. Bu iki temel üretim faktörünü ise teknoloji ve geleneksel girdiler oluşturur. Geleneksel girdiler; emek ve topraktır. Beşeri sermaye ise emek faktörü içerisinde ele alınıp ayrı bir faktör olarak değerlendirilmez. Modern üretim yaklaşımında ise beşeri sermaye ayrı bir faktör olarak ele alınmakta ve büyümenin temel unsurunu oluşturmaktadır (Deliktaş, 2001:6).

Solow-Swan’ın dinamik modeline göre; durağan hale (uzun dönem) ulaşıldığında kişi başına üretimin (ve dolayısıyla gelirin) büyüme hızının sıfır olacağı ortaya çıkmaktadır. Bu öngörü, Batı Avrupa ve Amerika’da yaklaşık iki yüz yıldır gözlenen büyüme performansı ile çelişmiştir. Neo-Klasik iktisatçılar bu durumda büyümeyi ekonomiye dışsal olan teknolojik gelişmeler/verimlilik artışları ile açıklamışlardır. Yani

teknolojinin ilave edildiği Geliştirilmiş Solow Modelinde kişi başına kalıcı büyümenin kaynağını oluşturan teknoloji, cennetten düşen bir meyve gibi kabul edilmiştir (Bulut, 2009:25-26). Neoklasik büyüme modellerinde, bağımsız bir yatırım fonksiyonu yoktur ve tasarruflar, yatırımlar tarafından belirlenmektedir. Bağımsız yatırım fonksiyonu olmadığı için, tam istihdam dengesinde büyüme kaçınılmazdır. Örneğin, tabii büyüme haddi gerekli büyüme haddinden büyükse, reel faiz haddindeki yükseliş yatırımları düşürmez, fakat kapital/hâsıla oranını düşürür ve gerekli büyüme haddini yükseltir (Kazgan, 2002:252).

Solow, modelinin yatırımların önemini yeterince yansıtmadığı ve teknolojik gelişmenin büyük kısmının üretilen mallarda cisimleştiği düşüncesindedir. Hatta bir çalışmasında teknolojik yeniliklerin üretim surecine sadece üretim tesisi ve araç-gereçlere yapılan yatırım ile uygulanacağını varsayar. Ancak daha sonraları, cisimleşme kavramını bir kenara bırakmayı tercih etmiştir. Çünkü Denison içselleşme yaklaşımının fazla açıklayıcı niteliği olmadığı düşüncesindedir (Gürak, 2006a:101).

Neo-klasik büyüme teorisi daha ziyade fiziki ve hatta beşeri sermaye birikimlerinin modellemesine önem vermiştir. Bunun yanında da, uzun dönemde büyümeye teknolojik ilerlemenin sebep olduğunu belirtmiştir. Kısacası, neo klasik teori kendi eksiğini kendisi ortaya çıkarmıştır (Jones, 2001:72). Neoklasik teoride teknolojinin dışsal bir değişken olarak alınması, aktif politikalar olmaksızın ülkelerin yakınlaşacağı tezi ve üretim faktörleri için ölçeğe göre azalan, üretim fonksiyonu için ise sabit getiri varsayımları içsel büyüme teorisi tarafından sorgulanmıştır (Atamtürk, 2007:91).