• Sonuç bulunamadı

2. EKONOMİK BÜYÜME GENEL ÇERÇEVESİ VE TEORİLER

2.4. Büyüme Teorileri

2.4.3. Neoklasik Büyüme Teorisi

Neo-Klasik büyüme teorisinin temelini oluşturan Solow (1956) ve Swan (1956)’ın çalışmaları ekonomik büyüme sürecinin anlaşılmasında büyük öneme sahiptir. Solow (1956)’un öncü çalışmasına dayanan Neo-Klasik Büyüme Teorisi, Neo-Klasik büyüme modellerinin temelini oluşturmaktadır. Solow (1956) ve Swan (1956) çalışmalarında uzun dönemli ilişkileri incelemişlerdir (Kibritçioğlu, 1998a: 209-210). Modelin bazı temel varsayımları şunlardır:

 Tek sektörlü ve tek mal üretilmekte,  Kapalı ekonomi,

 Kamu sektörü modele dâhil edilmemiştir,  Yapılan tüm tasarruflar yatırıma dönüşmektedir,  Tam fiyat esnekliği,

 Paranın yansız olması,

 Ekonomide potansiyel çıktı seviyesinde üretim gerçekleşmektedir,

 Teknoloji, nüfus artışı ve sermaye birikiminin aşınma payı reddedilmiştir,  Harrod-Domar’ın sabit sermaye-çıktı oranı ve sabit sermaye-emek oranı

varsayımı reddedilmektedir (Snowdon ve Vane, 2005: 603).

Nüfus ve teknolojik gelişmeler, modelde dışsal olarak kabul edilmektedir. Solow modelinde, tasarruflar yatırıma aktarılarak sermaye stokundaki artış ekonomik büyümeyi sağlayacaktır. Teknolojinin değişmediği varsayımıyla ekonominin kendi yapısı kişi başına düşen sermaye kişi başına düşen geliri uzun dönemde belli bir seviyeye taşıyacak ve kişi başına düşen gelirin bu seviyeyi korumasını sağlayacaktır. Sermaye birikimi nüfustaki artışı dengeleyecek oranda artarak ve kişi başına düşen gelir veri durumda olacaktır. Ayrıca kişi başına düşen gelirdeki artışı sağlayan faktör teknoloji olmaktadır (Umutlu vd., 2011: 353-354).

Solow modeline göre, sermaye ve işgücü kolaylıkla birbirinin yerine ikame edilebilmektedir. Ekonomide dengeden sapma durumuyla karşılaşıldığında, sermaye hasıla oranında gerçekleştirilebilecek bir değişimle yeniden denge sağlanabilir. Solow, üç ayrı üretim fonksiyonunu inceledikten sonra, Cobb-Douglas üretim fonksiyonunun

gerçeğe daha uygun olduğu ifade etmiştir. Harrod-Domar modelinin ekonomik dengeyi bıçak sırtında görmesini işgücü sermaye oranının sabit olduğu varsayımının sonucu olarak kabul eden Solow, bu varsayımı reddetmiştir (Solow, 1956).

Cobb-Douglas üretim fonksiyonu kullanılarak Solow modeli şu şekilde ifade edilebilir:

𝑌 = 𝐹(𝐾, 𝐿) = 𝐾𝛼𝐿1−𝛼 (2.9)

Fonksiyonda yer alan K kullanılan sermaye miktarını, L işgücü miktarını, Y çıktı üretim miktarını, (α) sıfır ile bir arasında bir sayı olup toplam gelirden sermayeye ödenen pay, (1- α) ise toplam gelirden işgücüne ödenen payı ifade etmektedir. Fonksiyon ölçeğe göre sabit getirilidir. Yani girdilerin iki katına çıkması durumunda üretim de iki katına çıkacağı anlamına gelmektedir (Salur, 2012: 101). Solow modelinde, sermaye işgücü oranı (K/L) değişebilir. Sermaye artışının, işgücündeki artış oranından büyük olması durumunda, işgücü başına düşen sermaye miktarı artacağından daha yüksek verimlilik seviyesine ulaşılır. Solow büyüme modeli, sermayenin, işgücünün ve toplam çıktının aynı oranda arttığı ve dolayısıyla faktör verimliliklerinin ve K/L oranının sabitlendiği bir durağan durumu ifade eder (Akbaş, 2012: 24) :

𝐾/𝐾 = 𝐿/𝐿 = 𝑌/𝑌 (2.10) Durağan durumda sermayenin ve emeğin ortalama verimlilikleri, dolayısıyla kişi başına hasıla ile sermaye-işgücü oranı sabit kalır. Bu durumda, tasarruf oranlarında meydana gelen artış, ekonomik büyüme üzerinde geçici olarak etkili olacaktır. Yüksek sermaye birikimi gerçekleştikçe, sermayenin marjinal verimi daha yüksek oranda bir azalış gösterir (Aydın, 2008: 19).

Modelin varsayımlarından biri olarak gelir düzeylerinde farklılık olan ülkelerin gelir düzeylerinin birbirlerine yakınsayacağını kabul etmektedirler. Düşük gelire sahip ülkelerde yatırımların hasılaya sağladığı katkı daha büyük olmasıyla birlikte yüksek gelirli ülkelere göre gelirin daha fazla artmasına imkân oluşturmaktadır (Akbulut, 2013: 15). Yakınsama hipotezine göre, ekonomiler arasında gelir farklılıklarının

zaman içinde azalmasıyla birlikte bir noktadan sonra yüksek gelire sahip ülkelerin büyüme artış hızı yavaşlayacaktır (Umutlu vd., 2011: 355).

Gelişmişlik düzeyi farklı olan ekonomilerin büyüme oranlarında görülen farklılığın başlıca nedenleri; ülkelerin faktör donanımlarının aynı olmaması ve sermayenin marjinal verimliliğinin azalması olarak ifade edilebilir. Başlangıçta faktör donanımlarının aynı olmaması sebebiyle, az gelişmiş ülkedeki hasılayı zengin ülkelere göre daha hızlı artırır. Bu şekilde, ülkeler arasında büyüme oranları farklılaşır, böylece az gelişmiş ülkeler zengin ülkelerin reel hasıla seviyesine yetişirler. Fakat neoklasiklerin yakınsama ile ilgili bu temel varsayımları, dünya ekonomilerinde gözlenen sonuçlara uymamaktadır (Kibritçioğlu, 1998b: 8-9). Farklı politik ve sosyal yapıya sahip olan ülkelerin ekonomik büyüme oranları da farklılık göstermektedir. Fakir ülkelerin hızlı büyüme yaşaması, ekonomik ve politik istikrarın sağlanması ve devam ettirmesi, iç ve dış tasarruf açıklarının sürdürülebilir düzeylerde gerçekleştirmesi, doğurganlık oranlarının kontrolü gibi koşullara bağlanabilir (Aydın, 2008: 20).

Neo-Klasik büyüme teorisyenleri, Harrod- Domar modelini iki noktada eleştirmişlerdir. İlk olarak, hızlandıran ve çoğaltan mekanizmaları kısa dönem analiz araçlarıdır ve ekonomik büyümenin uzun dönemli olması nedeniyle, ekonomik büyümeyi açıklamada yetersiz kalmaktadırlar. İkinci eleştirileri ise, üretimin sabit faktör oranları varsayımı altında yapılmasıdır. Ancak, üretim faktörleri arasında ikame söz konusudur ve bu sayede bıçak sırtı denge durumu ortadan kalkarak, büyüme dengesinin istikrarlı bir durum seyretmesi mümkün olabilmektedir (Gürel, 2012: 30- 31).

Neoklasik büyüme teorisi sanayi toplumunun hüküm sürdüğü dönem olması nedeniyle, sermaye birikimi ekonomik büyümenin temel kaynağı şeklinde kabul edilmiş ve üretim fonksiyonunun yapısı bu yaklaşıma göre oluşturulmuştur. Neoklasik büyüme teorisine getirilen eleştiriler aslında sanayi toplumunun yerini bilgi toplumuna bırakması ve böylece dünya ekonomik düzeninde meydana gelen değişimler olduğu görülmektedir. Bilgi toplumunun temelinde, bilgi ekonomisine dayalı yani temel

üretim faktörlerinin sermayeden ziyade bilgi olduğu bir düzenin var olması, neoklasik büyüme teorisini tartışılabilir hale getirmiştir (Yardımcı, 2006: 24).

Robert Solow ve Tresor Swan (1956) tarafından geliştirilen modellere göre, girdilerin azalan verimlere sahip olması ve ölçeğe göre sabit getirilerin olması neoklasiklerin üretim fonksiyonunun temel varsayımları olmaktadır. Solow modeli, dönemi için çok büyük gelişmelere temel oluşturmuş ancak 1980’li yıllarda pek çok eleştiri ile karşılaşmıştır. Çünkü Solow modelinde büyümenin kaynağı teknoloji olmakla birlikte model dışında tutulmuştur. Sonrasında ise Paul Romer ve Robert Lucas tarafından yapılan çalışmalar ile büyüme için yeni bir dönem söz konusu olmuştur. Bu dönemde büyüme, model içerisine dâhil edilen dinamikler ile açıklanmaya çalışılmıştır (Gürel, 2012: 204-25). Teknoloji, beşeri sermaye, kamu yatırımları, Ar-Ge harcamaları, modele dâhil edilerek, dışsallıklar yoluyla uzun dönem ekonomik büyüme açıklanmaya çalışılmıştır.

Benzer Belgeler