• Sonuç bulunamadı

3. KÜRESELLEME, KAVRAMSAL ÇERÇEVE VE BÜYÜME İLİŞKİSİ

3.4. Küreselleşmenin Aktörleri

Küreselleşme süreciyle birlikte ülkelerin ulusal sınırların ötesinde hareket edebilmesiyle; bölgesel entegrasyonlar, uluslararası kuruluşlar, çok uluslu şirketler gibi öne çıkan yeni küresel ve bölgesel aktörler ulus devletlerin yanı sıra küreselleşme sürecini hızlandırarak sürece yön vermişlerdir (Yüksel, 2001: 136).

3.4.1. Ulus Devlet

Küreselleşme süreci ulus devletlerin yapısında ve işleyişinde değişiklikler meydana getirmiştir. Ulus devlet, tarihsel süreç açısından bakıldığında Avrupa’da başlayan merkantilizm ve sömürgeciliğin ortaya çıkardığı kapitalizm ile gelişen bir olgudur. 20. Yüzyılda savaşlar ve ekonomik krizlerle birlikte devletin ekonomiye müdahalesini haklı gören Keynesyen ekonomi politikaları uygulanmıştır. Sosyalist rejimlerin çöküşüyle birlikte devlet müdahalesini reddeden serbest piyasa ekonomisinin yayılması ulus devletlerin egemenliğinin zedelendiği fikrini ortaya çıkarmıştır. Küreselleşme süreciyle ulus devletler ekonomik, sosyal ve siyasal birçok alanda ulus üstü sorunlarla karşılaşmışlardır. Bu sorunlar uluslararası örgütlenme ihtiyacını zorunlu kılmıştır. Uluslararası örgütlenmenin faaliyet alanının genişlemesi ulus devletlerin egemenliğinin zedelenmesine neden olmuştur. Küreselleşme süreciyle küresel ölçekte ele alınması gereken ekonomik gelişmelerdeki dengesizlik, özellikle güney yarım kürede yaşayan insanların siyasi ve ekonomik nedenlerden kaynaklanan birçok sorunları nedeniyle, gelişmiş batı ülkelerde refah seviyelerinin yüksek olması kuzeyden güneye yaşanan göç sorunlarını meydana getirmiştir. Bu durum ulus devletleri ekonomi ve güvenlik açısından zor durumda bırakmıştır. Sorunların ortadan kaldırılması veya çözüm arayışı ulus devletleri uluslararası örgütler ile işbirliği yapmaya itmiş ve bazı haklarından da feragat etmek durumunda kalmışlardır. Ancak küreselleşme süreciyle ulus devletlerin tamamen ortadan kalkacağını düşüncesi gerçekçi olmamaktadır. Uluslararası düzenin en önemli aktörleri olarak kabul edilen ulus devletler varlıklarını sürdürmektedirler (Bakan ve Tuncel, 2012: 56-62).

Ulus devletler, kapitalizmin temel mantığı çerçevesinde, sermayenin serbestleşmesini ve yayılmasını sağlayan bir unsur olarak küresel kapitalist sistemde yer edinmişlerdir. Küreselleşme süreciyle, ulus devletin egemenliği en çok tartışılan konulardan olmuştur. Hatta bu süreçte devlet kavramının yeniden gözden geçirilmesi gerekmiştir. Küresel kapitalizm devlet kavramının yok oluşu olarak algılanmamalıdır. Sermaye hareketlerinin ve ticari faaliyetlerin ulusal sınırların ötesinde hareket edebilmesiyle ulusal sınırların ortadan kalkarak ulus devletin egemenliğinin zedelendiğimi savunan çalışmaların yanı sıra, ulus devletin kapitalizmin içsel bir dinamiği ve küreselleşmenin ulus devletten bağımsız ilerleyen bir süreç olmadığını kabul eden çalışmalar da

mevcuttur (Şimşek, 2016: 2-3). Kapitalizmin ulusüstü aşamasını temsil eden küreselleşme süreci ile birlikte ulus devletler sermayenin yayılmacı eğilimini güçlendirecek adımlarını atarak, uluslarüstü kuruluşlar ile birlikte ulusötesi devlet aygıtının bir parçası halini almışlardır (Robinson, 2004: 100). 2008 Küresel krizi ile birlikte devletin ekonomi dışında tutulması gerektiği görüşü, kriz sürecindeki devlet müdahalesinin sonucunda kenara itilmiştir. Kapitalizmin mevcut bir aşaması olan küreselleşmenin asli unsuru olarak devlet sadece ekonomiye çeşitli politikaları ile müdahale eden bir mekanizma olmaktan çıkmıştır (Şimşek, 2015: 121).

Ulusötesileşen devlet kapitalizminin unsurlarını ulusal varlık fonları ve devlet mülkiyetli şirketler oluşturmaktadır. Ulusal varlık fonları, küresel para ve finans sisteminde büyük öneme sahip özel amaçlı devlet mülkiyetli fonlardır. Devletin yönetiminde olan bu fonlar stratejik yatırımlar için kullanılmaktadır (Uluslararası Pana Fonu [IMF], 2008: 4-5). Devletin doğrudan sahip olduğu ve kontrol altında tuttuğu şirketler devlet mülkiyetli şirketlerdir. Devlet kapitalizmi küreselleşme ile bütünleşerek ulusötesi bir hale gelmiştir. Petrol ve doğalgaz, iletişim ve bankacılık gibi sektörler üzerinden yükselen bu şirketler devletin ulusötesileşmesinin temel kaynağını oluşturmaktadır. Bu şirketler büyük olanı elinde tut, küçük olanı bırak ve küreselleş stratejisi ile stratejik sektörlerdeki şirketlerini küresel ekonomiye açarak ulusötesi yatırımlar gerçekleştirmişlerdir (Şimşek, 2016: 118). Devlet kapitalizmine en iyi örnek Çin’dir. Huawei, Lenovo gibi büyük telekomünikasyon ve bilgisayar firmaları devlet kapitalizminin önemli bir unsuru olarak hem ulusal ekonomide hem de ihracat piyasalarında giderek güçlenmektedirler (Bremmer, 2009: 43).

3.4.2. Çokuluslu Şirketler

Çokuluslu şirketler, bir ülkede merkezi bulunmakla birlikte farklı ülkelerde üretim faaliyetini merkeze bağlı olarak gerçekleştiren birimlere sahip şirketlerdir (Seyidoğlu, 2015: 671). Çok uluslu şirketler, dünya çapında dağıtım yaparak gittikleri ülkenin yabancı sermayeyi düzenleyen mevzuatına uygun olarak direkt yatırım yapan, örgüt yapısı ve denetim süreçleri açısından bir bütünlük gösteren ve uluslararası faaliyetleri bulunan firmalardır. Küreselleşmenin itici gücü olarak değişen talep ve maliyet koşullarına göre faaliyetlerini değiştirebilen çok uluslu şirketler dünya toplam ticaretin

büyük bir kısmını gerçekleştirmektedirler. Çokuluslu şirketlerle birlikte üretim dünyanın farklı noktalarında aşamalara bölünecek ve daha sonra montajlanarak nihai ürün elde edilecektir. Gelişmiş ülkeler için üretimdeki aşamaların maliyetleri nerede en az ise üretim oraya kaydırılmaktadır (Gürbüz, 2018: 37).

Küreselleşme süreci ile birlikte işletmeler yapıları ve üretim biçimleri gibi pek çok alanda kendilerini geliştirmekte veya büsbütün yenileşme sürecine girmektedirler. Şirketlerin bu yeni anlayışının temelinde evrensel bir pazar alanında faaliyet gösterebilme çabası yatmaktadır. Dolayısıyla gümrük tarifelerinin daha geçirgen bir yapıya sahip olması beklenilmektedir. Ticari serbestlik sonrasında küresel alanda mal, hizmet, bilgi ve sermaye hareketleri hızla artmıştır. Böylece işletmeler dünyada farklı yerlerde kolaylıkla ticari faaliyet bulunabilme imkânı kazanmıştır. Kendi sınırları içerisinde faaliyette bulunan küçük şirketlerin önceden yerel pazar içinde yer alan müşteriler ile karşı karşıya iken, küreselleşme süreciyle direkt olarak küresel alanda faaliyette bulunan çokuluslu şirketlerin rekabeti ile karşılaşmışlardır. Bu durumda söz konusu küçük işletmelerin rekabet etmeleri oldukça güçtür. Küreselleşeme süreciyle birlikte önemi daha da artan çokuluslu işletmeler, sermaye yapılarının güçlü olması, kullandıkları ileri teknoloji ve faaliyet alanlarının genişliği neticesinde, küresel alanda rekabet edebilmektedir. Çokuluslu şirketlerin sergilediği bu güçlü yapı, küreselleşme sürecinin hız kazanmasıyla yakından ilgilidirler (Tağraf, 2002: 35).

3.4.3. Uluslararası Kuruluşlar

Küresel sürecinin meydana getirdiği sorunları çözmek için oluşturulan araçlar olarak görülebilen uluslararası kuruluşlar toplumsal ilişkilerin hız kazanmasıyla sayıları da giderek artmaktadır. Küreselleşme sürecini yönlendiren öncelikli kurumlar arasında İkinci Dünya Savaşı sonrasında ABD önderliğinde 1944 yılında kurulan Bretton Woods kurumları olarak da anılan Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Bankası (WB), Dünya Ticaret Örgütü (WTO) gibi uluslararası kuruluşlar yer almaktadır. Dünya Ticaret Örgütünün serbest ticaretin düzenleyici ve denetleyici kurumu olarak örgütlediği çok taraflı anlaşmaların ve uluslararası ticaretin gelişimini desteklediği böylece küreselleşme olgusuna hız kazandırdığı bilinmektedir. Ayrıca çevre ülkenin uymadığı kurallar ise IMF veya Dünya Bankası kredi şartlarına koşul olarak öne

sürülmektedir. Neoliberal politikalar uluslararası kurum ve kuruluşların eşgüdümlü çalışmasıyla güçlenmekte ve Dünya Bankası, IMF gibi kurumlarda sermaye katkısına dayalı oy gücüyle karar alma mekanizmasının belirlenmesi bu kurumların merkez ülkeler lehine karar alınmasına neden olacaktır (Gebeşoğlu, 2014: 10).

Günümüzde çok sayıda uluslararası ve ulus üstü örgütlenme bulunmakta ve giderek bunlara yenileri eklenmektedir. Ulusal devletlerin kendi halklarına karşı olan başta barış ve güvenliği sağlama gibi temel sorumluluklarının yerine getirmesinde yetersiz kalmaları, bu tür küresel yapıların kurulmasında etkili olduğu görülmektedir (Kıvılcım, 2013: 48). IMF uluslararası sistemde parasal istikrarı sağlamak amacıyla, Dünya Bankası gelişmekte olan ülkelerin kalkınma politikalarını finanse etmek amacıyla, Dünya Ticaret Örgütü ise dünya ticareti önündeki engellerin kaldırılması amacıyla uluslararası ticari işbirliğini sağlamak için kurulmuşlardır. Küreselleşme sürecinde serbest pazarın öncülüğünü yapan gelişmiş ülkeler uzun dönemler boyunca kota ve gümrük tarifeleri uygulamışlardır ve hala uygulamaktadırlar. Küreselleşme IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü politikaları tarafından yönlendirilmekte ya da dayatılmaktadır. Uluslararası ticaretin geliştirilmesi amacıyla kurulan bu kuruluşlar sağlayacakları finansal desteği belirli koşullara bağlamışlardır (Gallino, 2007: 12).

IMF stand by anlaşmaları aracılığı ile üye ülkelere yapısal uyum programları veya istikrar paketleri sunmakta ve kendine başvuran borç altına girmiş ülkelerin ekonomi politikalarını doğrudan etkileyebilmektedir. Ticari alanda bazı kısıtlamalara giderek bunu aşmak isteyen borç yükü altındaki ülkeye kısıtlamaların tersine ticari serbestleşme talep etmektedir. Ancak daha önceki uygulamalarda görüldüğü üzere ticari serbestleşme ülkenin rekabet koşullarında korumasız kalmasına ve fakirleşmesine sonuçta IMF’ye daha çok bağımlı kalmasına yol açmaktadır. Dünya Bankası ve IMF’nin 1980’den sonra izlenilmesini istediği programların genel çerçevesini; ücretlerin düşürülmesi, serbest ticaret, gümrük tarifeleri ve kotaların kaldırılması, mali piyasaların serbestleştirilmesi, özelleştirmeler, vergilerin artırılması ve kamu harcamalarının kısılması şeklinde özetlemek mümkündür (Gürbüz, 2018: 51- 54).

Küresel entegrasyonun sağlanması amacıyla Dünya Ticaret Örgütü, Avrupa Birliği, OECD gibi kuruluşların yürürlüğe koyduğu anlaşmalarda küreselleşme süreciyle işletmelerin dünya üzerinde herhangi bir kısıtlamaya maruz kalmadan, tek bir pazar anlayışıyla faaliyet gösterebilmeleri için ülkelerin gümrük tarifelerini daha geçirgen bir yapıya sahip olmaları beklenir. Böylelikle gelişmiş ülkelerin kurduğu kuruluşlar ve onların yaptığı düzenlemeler uluslararası ticareti gün geçtikçe daha da serbest hale getirmektedir (Tağraf, 2002: 34).

Küreselleşme bağımsız ve kendiliğinden işleyen bir süreç olmayıp başta ABD olmak üzere gelişmiş ülkelerin ve IMF, Dünya Ticaret Örgütü gibi belirli uluslararası kuruluşların politikaları sonucu hız kazanmaktadır. Çok boyutlu bir süreç olan küreselleşmenin teknolojik, siyasal, sosyo-kültürel ve ekonomik boyutları bulunmaktadır (Seyidoğlu, 2003: 189).

Benzer Belgeler