• Sonuç bulunamadı

CÜNEYD-İ BAĞDÂDÎ VE SEKİZ ŞARTI:

8- NEFY-İ HAVÂTIR

Sahîh sülûk için son şart nefy-i havâtırdır. Havâtır, hâtır kelimesinin çoğuludur. Kalbe doğan hitap, iç âlemde duyulan ses gibi anlamlara gelir.281 Kâşânî’ye göre, kulun katkısı olmadan kalbine doğan hitaptır.282 Mutasavvıflar hâtırın iç âlemde bir ses olarak işitildiği husûsunda ittifak etmişlerdir.

Havâtır dört kısma ayrılır:

1) Rabbânî hâtır: Buna hâtır-ı Hak da denir. Allah’tan gelen hâtırdır. Sâlikin kalbinde tam bir doyum ve sükûnet hâli meydana getirir. Bu nevi hâtırda tam bir kuvvet ve kesinlik vardır.

2) Melekî hâtır: Melekten gelen hâtırdır ki, buna ilhâm da denir. Melekten gelen hâtırda doğruya, iyiye ve tâate yönelme söz konusudur.

3) Nefsânî hâtır: Nefisten gelen hâtırdır. Buna hevâcis veya hadîsu’n-nefs de denir. Bunun sebebi şehvet ve rahat talebidir. Dünya sevgisinin ve nefsânî arzuların, rûhanî kuvvetlere üstün gelmesi hâlidir. Müridlere gelen havâtırın en şiddetlisi budur.

4) Şeytanî hâtır: Şeytandan gelen vesvesedir. Hakk’a tamamen muhalefet etmeye yöneltir.283

Necmüddin Kübrâ bunlara ilave olarak bir de “hâtır-ı kalp”ten söz eder. Bunun alâmeti ise, kalb hâtırı bulunduğu zaman, vücuttaki bütün organların ve rûhun tatmin olmasıdır. Bu durumda kalb tam bir teslimiyet halini yaşar. Hâtır-ı kalbin muteber olması için; kalb şeytanın hakimiyeti altında olmamalı, nefsin hevâcisinden sâlim olmalı, celâl ve cemâlin müşahedesiyle süslenmiş olmalı ve paslanmasına sebep olacak günahlardan uzak olmalıdır.284Görüldüğü üzere havâtır birbirine çok yakın ve karmaşık bir düzene sahiptirler. Dolayısıyla sülûk esnasında yaşayacağı hâtırları bilmek sâlik açısından önemlidir.

Hak hâtırı son derece güçlü ve etkilidir. Hiç tereddüde ve yanılmaya mahal bırakmayacak şekilde açık ve kesindir. İnsanı uyaran ve ne yapması gerektiğini emreden bu hâtır ile kalpte tam bir itmi’nân hâsıl olur. Melekten gelen hâtır da, insanı hayırlı işlere teşvîk eder. Bu iki hâtırın doğruluğu şer‘î ilme muvâfık olmaları

281 Cürcânî, a.g.e., s. 96. 282 Kâşânî, a.g.e., s. 29.

283 E. Cebecioğlu, a.g.e., s. 331- 332. 284 N. Kübrâ, a.g.e., s. 84.

ile bilinir.285 Hak hâtırı tevhîd nuru ile, melekten olan hâtır marifet nuru ile kabul edilir.286

Nefisten gelen hâtır ise ya bedenin tabiî ihtiyaçlarıyla ya da nefsânî arzularıyla ilgilidir. Nefsin tabiî ihtiyaçları zorunluluktan kaynaklanır ki, karşılanmaları gerekir. Nefsânî arzular ise nefsin hevâsından doğar. Buna imkân verilmemelidir. Şeytandan gelen hâtır ise bir kışkırtmadır. Günah ve haram olan şeyleri çekici göstermeye yöneliktir.287 Nefs hâtırına îmân nuru ile şeytanî hâtıra da İslam nuru ile karşı konulur.288

Cüneyd-i Bağdâdî’ye göre, dalâlet ve sapıklığa yönelten nefsî ve şeytanî hâtırı şöyle ayırt edebiliriz. Nefisten gelen hâtırın iki alâmeti vardır. Birincisi, şehveti ve rahatı talep etmesidir. İkincisi de ısrarlı olması ve kesilmemesidir. Nefis tıpkı bir çocuk gibidir. Bir şeyi elde etmek için arzu eder, ne kadar men edilse de ısrar eder. Bu iki alâmeti haiz hâtır nefsî hâtırdır. Devâsı da, arzu ettiği şeyden nefsi men etmektir.289

Şeytanî hâtırın da iki alâmeti vardır. Biri, rahatlık ve şehvet arzusuyla insanı günah olan şeylere teşvîk etmesidir. Diğeri de şeytandan çıkıp insana musallat olmasıdır. Şeytanî hâtır bir insanın başka bir insanla konuşması gibi vukû bulur. Tek farkla ki, insan görünür, fakat şeytan görünmez. Böylece şeytanî hâtırla nefsanî hâtır arasındaki fark belli oldu. Şöyle ki, şeytan sâliki bir günaha davet ettiğinde eğer sâlik ondan yüz çevirirse başka günahlara yönelir. Oysa nefis inatçı ve ısrarcıdır. İlla ki istediğini elde etmeye çalışır.290

Necmüddin Kübrâ başlangıç halindeki mürîde bütün havâtırı kovmasını emreder. Ona göre, tarîkate giren mürîd hangisinin doğru, hangisinin yanlış olduğunu ayırt edemez. Dolayısıyla en doğru ve güvenilir yol her ikisini de kovmaktır. Şayet hâtır melek veya kalbe ait ise kovmakla gitmez, sabit kalır. Nefs ve şeytana ait ise kaybolur gider.291

İsmâil Hakkı da bu konu üzerinde durur. Sâlike (özellikle halvet halinde) hayır olsun şer olsun bütün havâtırı kovmasını tavsiye eder. Çünkü kalbine ilâhî feyz taleb

285 Süleyman Uludağ, “Havâtır”, DİA, XVI, s. 526.

286 Kelâbâzî, Ta’arruf, (Haz. Süleyman Uludağ), İstanbul 1992 (2. baskı), s. 135. 287 S. Uludağ, a.g.m., s. 526.

288 Kelâbâzî, a.g.e., s. 135. 289 S. Ateş, a.g.e.,s.278. 290 A. Ateş, a.g.e., s. 278. 291 N. Kübrâ, a.g.e., s. 87.

edenin kalbini ağyârdan ve her türlü düşünceden boşaltması ve gerçek amacına tamamen yoğunlaşması (teveccüh-i küllî) lazımdır. Nitekim Yuşâ b. Nûn gâzâ etmeyi murâd ettiğinde evlenecek olanlar, ev yapıp bitirmemiş olanlar ve hayvanları olup doğumlarını bekleyenler gibi geriye çekinceleri olan kimseleri götürmezdi. Yine Hz. Peygamber (s.a.v.) de geriye dönmek istediğinde tüm vücuduyla dönüp bakardı. İşte bunlar teveccüh-i küllî (amaca yoğunlaşma)nin gerekliliğini göstermektedir.292

İşte buradandır, hayır ya da şer herhangi bir hâtır sâlikin kalbinde bulunursa onu gerçek maksadına yoğunlaşmaktan alıkoyar. Böylece de sâlik sülûkünün ana mecrâsından sapar. Nitekim İmam Râzi, Şeyh Necm Dâye’nin hâlvetine girdiğinde, öğrenciler dersten geri kaldılar diye havâtır-ı fâsideye mağlûb oldu ve halvetten çıktı. Böylece hâlvetin nimetlerinden mahrûm oldu.293

İlhâm ile vesvesenin farkını anlayabilmek için haram yemekten sakınmak lâzımdır. Havâtırın çoğalması ve hevâcisin ağır basması haram olan gıdaları yemekten veya buna benzer şeylere ilgi göstermekten kaynaklanır. Nitekim dengeli olarak helal yiyecekler yenir ve devamlı zikrullâh edilirse havâtır azalır ve giderek tamamen zâil olur. Onun yerine ilâhî vârid ve tecellîler zuhûr etmeğe başlar.294

Şehâbüddin Sühreverdî’ye göre, yakînin zayıf olması, nefsin nitelik ve huyları konusundaki bilgisizlik, hevâ ve hevese uyma, mal ve makam hırsı havâtırı birbirine karıştırmanın başlıca sebepleridir. Bunları ortadan kaldırmanın yolu zühd, takvâ ve zikirle kalb aynasını cilâlamaktır. Bunu yapamayanlar, havâtırı dini ölçülere vurmalı, bunlara uygun düşene göre davranıp aykırı olana itibâr etmemelidir.295

Sâlike belâ ve musîbetler özellikle vesvese kapısından yol bulur. Şöyle ki, sâlik zikir yaptığı sırada özellikle Allah hakkında kötü vesveseler gelir. Sâlikler yakînen bilirler ki, Allah Teâlâ bu gibi şeylerden münezzehtir. Lâkin bu gibi şeylerle çok çetin bir mücâdele içine girerler. Öyle ki bu vesvese en ağır sövme, en çirkin söz ve âdî hâtır raddesine ulaşır. Sâlik bunu kendine bile söylemekten çekinir ve bunun sıkıntısı içinde kıvranır. İşte burada sâlikin yapacağı en doğru şey, bu gibi hâtırlarla ilgilenmemek, zikre sarılmak ve içinde bulunduğu sıkıntının tesiriyle bu durumdan kurtarması için gönülden Allah’a duâ etmektir.296

292 Vesîletü’l-Merâm, vr. 31a- b. 293 Vesîletü’l-Merâm, vr. 31b. 294 Vesîletü’l-Merâm, vr. 30b- 31a.

295 Ş. Sühreverdî, Avârifü’l-Maârif, (Ter. Dilâver Selvi), İstanbul 2005(4.Baskı), s. 601. 296 Kuşeyrî, a.g.e., s. 486.

Havâtırın en belirgin özelliği, insanın hiçbir dahli olmadan gelmesi ve geçici olmasıdır. Mutasavvıflar sâlikin gönlüne gelecek iki hâtırdan birincisine mi yoksa ikincisine mi uyulması gerektiği hususunda ihtilâf etmişlerdir. Cüneyd’e göre birincisi daha kuvvetlidir. Çünkü ilk hâtır illetsiz olarak Allah’tan gelir. Bu devam ederse sahibini düşünce hâli alır. Düşünme ise ilim şartına bağlıdır.297

İbni Atâ’ya göre ise, ikinci hâtır daha kuvvetlidir. İkinci hâtır birinciden aldığı destekle daha kuvvetli hale gelir. Sonraki sûfîlerden Ebû Abdullah b. Hafîf’e göre ise her ikisi de Hak’tan olduğuna göre her ikisi de eşittir.298

Böylece Cüneyd-i Bağdâdî’nin sahîh sülûk ve halvetten faydalanmak için gerekli gördüğü sekiz şart tamamlanmış oldu. İsmâil Hakkı’ya göre bu sekiz şart zevk-i hakîkatın nişânlarıdır. Bunlar bulunmadıkça sahîh sülûkten söz edilemez. Nitekim sekiz şart, cennetin sekiz kapısının anahtarıdır. Şöyle ki, insanın cennete girmesi için sırattan geçmesi lazımdır. Kalbe ulaşıp huzûr haline erebilmek için de tabîat ve nefsi ıslah lazımdır. Yani rûhânî kuvvetlerin nefsânî arzulara hakim olması gerekir. Bu da ancak sözü edilen şartları yerine getirmekle mümkündür. Bu şartları yerine getiren sâlikin kalbi ilâhî feyz ve tecellîlerle tam bir itmi’nâna erecektir. Dünyada nefis ve tab’ engellerini aşıp, Rahmet-i Rahmân’a nail olacaktır.299 İşte İsmâil Hakkı bu olgunluğa erip cemâlullâh’ı seyre şöyle davet eder:

Geliniz keşf-i hicâb eyleyelim, Seyr-i didâr-i cenâb eyleyelim…

Yakalım ateş-i aşk içre dili,

Varlığı cümle harâb eyleyelim.300

297 Kuşeyrî, a.g.e., s. 177; Hucvirî, a.g.e., s. 568. 298 Kuşeyrî, a.g.e., s. 177.

299 Vesîletü’l-Merâm, vr. 32b. 300 Vesîletü’l-Merâm, vr. 33a.

Benzer Belgeler