• Sonuç bulunamadı

CÜNEYD-İ BAĞDÂDÎ VE SEKİZ ŞARTI:

5- DEVÂM-I SAVM

İsmâil Hakkı devamlı oruç tutmayı özellikle halvet çerçevesinde ele alır. Ona göre halvet zamanı, diğer zamanlar gibi değildir. Manevî ve rûhî bir yoğunluk olduğundan, bunu melekler mertebesi olarak görür. Nûrdan yaratılmış olan melekler ise, yeme- içmeden ve şehvetten arîdirler. Mutasavvıflar arasında şöyle meşhur bir söz vardır: “Acıkırsan Hakk’ı görürsün, nefsânî şehvetlerden uzak durursan Hakk’a ulaşırsın.” .190Bu söz gereğince Hakk’a yakınlık sağlaması için sâlike lazım olan, yemeği azaltıp, şehevî duyguları terk etmesidir.191

Seyyid Şerif Cürcânî Tarifât’ında orucu şöyle tanımlar: “Oruç, imsâkten güneş batana kadar ibâdet niyetiyle kişinin yeme-içme ve cinsel ilişkiden uzak durmasıdır.”192 Fıkıh ve ilmihâl kitaplarında da oruç bu şekilde tarîf edilir. Sûfîler de orucu böyle kabul etmekle birlikte; daha çok orucun amacı, hikmeti, rûh ve beden üzerindeki etkileri ve ahlâkî açıdan önemi üzerinde dururlar.193

Kur’ân-ı Kerîm’de orucun farz kılınışının amacı takvâ olarak gösterilir. (Bakara 2/ 183) Takvâ, sorumluluğunun bilincinde dindâr ve dürüst bir müslüman olmaktır. Hz. Peygamber bir hadîs-i kudsîde şöyle buyurur: “Yüce Allah buyurur ki: Oruç Benim içindir, onun sevâbını ancak Ben veririm.”194 Böyle denilmesinin sebebi orucun riyâdan uzak, gizli bir ibâdet olmasındadır. Nitekim Cüneyd: “Oruç, yolun yarısıdır.” demiştir.195

Sûfîler orucu bir ibâdet olduğu kadar, nefsi temizlemenin bir aracı olarak görmüşlerdir. Nitekim oruçtan maksat, Allah’a kurbiyet sağlamak, nefsi zabt ederek ahlâkı güzelleştirmektir. Gıda bedeni beslediği gibi ibâdet de rûhu besler. Bundan dolayı sûfîler sadece Ramazan orucu ile yetinmemiş, bunun dışında da oruç tutmuşlardır.

Hucvirî şeyhlerin oruç konusunda farklı tavırlar takındıklarından bahseder. Bir kısım şeyhler sevabına nail olmak için devamlı oruç tutarlarken, diğer bir kısım da riyâyı terk etmek için Ramazan hârici oruç tutmamışlardır. Bunlardan başka hiç kimseye sezdirmeden oruca niyetlenip kendisine yiyecek ya da içecek ikrâm

190 Vesîletü’l-Merâm, vr. 20b. 191 Vesîletü’l-Merâm, vr. 20b. 192 Cürcânî, a.g.e., s.14.

193 S. Uludağ, a.g.e., s. 49; Orucun bâtınî yönü hakkında bkz. Mehmet Demirci, İbadetlerde Mânevî

Boyut, İstanbul 2004, s. 55-67.

194 Buharî, Tevhîd, 35; Müslim, Sıyam, 64-65. 195 Hucvirî, a.g.e., s. 461.

edildiğinde orucunu bozanlar da vardır. Yine eyyâm-i bîz (her ayın 13, 14, 15. günlerinde), aşûre günlerinde, üç aylarda oruç tutanlar da vardır. Bir de Hz. Peygamber’in savm-i Dâvûd dediği ve “En hayırlı oruç budur.”196 diye nitelendirdiği, gün aşırı oruç tutanlar da vardır.197

Yüce Allah: “Biz sizi biraz korku, biraz açlıkla sınarız.” buyurmuş, “Sabredenleri müjdele!” (Bakara 2/ 155) demiştir. Dolayısıyla açlığın sıkıntısına sabredenlere müjde vardır. Bu sebeple açlık sûfîlerin ana vasfı haline gelmiştir. Ebû Süleyman Dârânî bu konuda şöyle der: “Dünya amelinin anahtarı tokluk, ahiret ehlinin anahtarı ise açlıktır.” Ebû Süleyman ve çevresinde toplanan sûfîler açlığı temel ilke haline getirdiklerinden, onlara cûiyye (açlar) denmiştir.198

Oruç nefse ve şeytana karşı bir kalkandır. Şeytanı tanımak (mârifet) açlıkla hâsıl olur. Açlıkla şeytanın meskeni olan damarlardaki kan eksilir. Böylece meskeni daralan nefis ve şeytanın insan üzerindeki tahakküm kabiliyeti zayıflar.199 Sehl b. Abdullah et-Tüsterî’nin bu konudaki sözü aynı zamanda tasavvufî hayatın temel ilkesini oluşturur. “Abdalı abdal yapan kıllet-i taam, kıllet-i menâm, kıllet-i kelâm ve inzivâdır.” 200) (Az yemek, az uyumak, az konuşmak ve inzivâ)

Tabîatın hükmü yemek, içmek, uyumak, konuşmak ve cinsî münâsebette bulunmaktır. Kâmil riyâzat bunları azaltarak tabîatı ıslahtır. Fakat açlık diğerlerinden daha tesirlidir. Açlık nefsin tüm arzularını kılıç gibi keser, ona haddini bildirir.201

Orucun hakîkati imsâk (kendine hâkim olma, nefsin kontrolünü elinde tutma) tır. Zaten sâlikin temel maksadı da nefsi kontrol altına alıp kalbi kirlerden ve bulanıklıktan kurtarmak ve cemâlullâha nazar etmektir. Nitekim tarîkat pîrleri demiştir ki: “Her kim dış görünüşünün üzerine korkarsa Allah’ı göremez.” Rü’yet-i Hak (Allah’ı görme) basîretin (kalb gözünün) açık olmasıyla olur. Hisler kuvvetli oldukça da basîretin açılmasına imkân yoktur. İşte sûfîler, basîretin açılıp, rü’yete nâil olabilmek için açlığa büyük ehemmiyet verirler.202

Savm-ı visâle gelince, bu orucu tutan bir kişi iki, üç, dört ya da daha fazla zaman zarfında hiç iftâr etmez. Hz. Peygamber’in böyle oruç tuttuğu zamanlar olurdu.

196 Müslim, Sıyam, 173. 197 Hucvirî, a.g.e., s. 461. 198 Kuşeyrî, a.g.e., s. 230- 231.

199 Abû Talip el-Mekkî, a.g.e., I, s.326. 200 S. Uludağ, a.g.e., s. 52.

201 A. Namlı, a.g.e., s. 322. 202 Vesîletü’l-Merâm, vr. 20b.

Kendisini bu konuda taklit eden sahâbeyi uyarmış, O’na “ Sen de böyle yapıyorsun” diyenlere; “Ben sizin gibi değilim. Rabbim beni yedirir ve içirir.” buyurmuştur.203 Bazı ulemâ Hz. Peygamber’in bu hadîsine dayanarak savm-ı visâlin kerâhatine hükmederler. Mücâhede ehli ise, “Bu yasaklama sebebi şefkattir, haram değildir” demişlerdir. Dolayısıyla gücü yeten için herhangi bir yasaklama söz konusu değildir. İnsanların mizâcı farklı farklıdır. Bazılarının mizâcı kuvvetlidir. Savm-ı visâl etse zarar görmez, dengeyi kaybetmez. Bazılarının mizâcı zayıftır. Bunlar için i’tidâl olan, oruç tutacaklarsa iftar ederek oruç tutmalarıdır. Nitekim Sehl b. Abdullah’a göre günde bir öğün yemek sıddîk olanların yeme tarzı, iki öğün yemek mü’minlerin yeme tarzıdır. İnsanların çoğu günde üç öğün yerler ki, buna taâm-ı hayvanî denir.204

Unutulmamalıdır ki, savm-ı visâl ilâhî bir lütuf, bir kerâmettir. Kerâmet ise özel bir durumdur, genele müteallik değildir. Bu orucun hükmü husûsî olduğundan, herkese emredilmesi doğru görülmemiştir. Şimdi, Rasûlullâh (s.a.v.) mucize sahibi olduğundan âşikâr olarak visâl orucu tuttu. Ümmet kendilerine bunu farz telâkkî ederler endişesiyle genele yayılmasını engelledi ve kerâmet ehli olanları bunu izhâr etmekten men etti. Çünkü kerâmetlerde şart olan gizli tutmaktır. Mucizede ise asl olan açıklamaktır. Nitekim kendileri hakkında günlerce yemek yemezlerdi denen ehlullâh, bunu ilâhî bir meşrep (destek) ile yapmışlar ki, bu da gıdanın aynıdır.205

Gazâlî’ye göre oruç tutanlar üç sınıftar:

1- Avâmın (halk yığınlarının) orucu: Bu oruç mideyi yemekten içmekten, üreme organlarını da cinsel ilişkiden uzak tutmaktır.

2- Havâssın (seçkin insanların) orucu: Bunların orucu avâmın orucunun şartlarını taşımakla birlikte, başka husûsiyetleri de vardır. Bunlar karnı ve mideyi yemek içmekten koruduğu gibi, gözü harama ve şehvete bakmaktan, dili yalandan, boş laflardan ve kötü sözlerden, kulağı gıybetten ve abes şeyleri dinlemekten, bedeni ise dünyaya tâbi olup şerîata muhalefet etmekten korumaktır. Yine iftârda ve sahurda az yemek, iftardan sonra kalbin korku ile ümit arasında olması bu hususiyetlerdendir.

203 Müslim, Sıyâm, 1102.

204 Kuşeyrî, a.g.e., s. 231; Vesîletü’l-Merâm, vr. 22a. 205 Hucvirî, a.g.e., s. 467.

3- Havâssu’l-havâssın orucu: Kalbi nefsânî arzulardan ve dünyaya yönelik fikirlerden uzaklaştırmak, Yüce Allah’tan başka her varlıkla olan irtibatını kesmektir. Bu peygamberlerin, sıddîklerin ve velîlerin orucudur.206

Ehl-i tasavvuf açlığı ilim ve hikmetin kaynağı olarak kabul ederler. Onlara göre açlığın şerefi büyüktür. Çünkü: “Açlık nefs için hudû ve kalb için huzûdur.” Yani açlık, nefsi zelîl kılıp, zayıflatmakla onu zabt u rabt altına almayı sağlar. Böylelikle de kalbi ihyâ eden Allah korkusu yerleşir.207 Nitekim oruçlu için iki bayram vardır. Biri iftar vaktinde, diğeri de lika-i ilâhî halindedir.208 İsmâil Hakkı sâlikin halvetle hubb-i sivâdan kurtulacağını ve savm-ı sivâ ile likā-ı ilâhî bayramına ereceğini söyler:

Halvete gir tâ derûnundan çıkıp hubb-i sivâ, Âkibet aşk-ı Cenâb-ı İzzete şâyân ola.

Tuta gör savm-ı sivâyı tâ ki îde eresin,

Kim tecellî-i ilâhîden dilin şâdân ola.209

Açlığın îtidâl (denge) noktası, yemekten doymaksızın kalkılması ve tokluktan çok açlığın hissedilmesidir.210 İsmâil Hakkı’ya göre Hz. Peygamber’in: “Bir gün acıkır, bir gün doyarım.” 211hadîsi îtidâle işaret eder. Zirâ iki gün ardarda aç ya da tok olmak îtidâlden hâriçtir. İnsanın hâli ruhsat ve azîmete bağlıdır. Bu duruma göre sâlikin tokluk hissi (iftâr) ruhsat, açlık hissi (oruç) azîmettir. Azîmet, ruhsattan üstündür. Yani aslolan kişinin tokluktan çok açlık hissetmesidir.212

Açlık bütün millet ve din mensuplarına aklen ve şer’an medh ü senâ edilmiş, buna karşılık tokluğa fazla önem verilmemiştir. Nitekim tokluk hayvanların hâli, açlık ise insanların ilacı olarak kabul edilmiştir. Şöyle ki açlık bâtını ma‘mûr hale getirir, tokluk ise batnı (mide) ma‘mûr hale getirir.213 Gazâlî açlığın faydalarını ve tokluğun zararlarını on maddede özetler:

1- Açlık kalbi saflaştırır, tokluk kalbi katılaştırır ve basîrete engel olur.

2- Açlık kalbi inceltir, tokluk kalbi hassasiyetten uzak kaskatı bir hale getirir.

206 Gazâlî, a.g.e., I, s. 554- 558. 207 Hucvirî, a.g.e., s. 467. 208 Vesîletü’l-Merâm, vr. 22a. 209 Vesîletü’l-Merâm, vr. 23b.

210 Ebû Tâlib el-Mekkî, a.g.e., I, s. 335. 211 Tirmîzî, Zühd, 35.

212 Vesîletü’l-Merâm, vr. 22a. 213 Hucvirî, a.g.e., s. 467.

3- Açlık tevâzuya, tokluk kibirlenmeye sebep olur.

4- Açlık merhamet ve şefkat duygularını geliştirir, tokluk vurdumduymazlığa,

başkalarının halinden neme lâzımcılığa sebep olur.

5- Açlık günah işleme arzularını kırar, tokluk ise bedensel arzuları besler ve

güçlendirir.

6- Açlık uykuyu azaltır, tokluk uykuyu getirir.

7- Açlıkla kul Rabb’ine daha fazla ibâdet zamanı bulurken, tokluk zamanın

çoğunu nefis için hebâ etmeye sebep olur.

8- Aç bedence daha sağlıklıdır, tok ve obur kişiler kiloları dolayısıyla

rahatsızlıktan kurtulmaz.

9- Aç olanın geçim sıkıntısı az, tok olanın çok olur.

10- Açlık cömertliğe teşvîk eder, tokluk başkalarına yardımda bulunmaya imkân

vermez.214

Açlık ve oruç sâliklerin nefsini kontrol altında tutmaları, kalbi berraklaştırmaları ve rü’yetullâha ermeleri için tesirli bir araçtır. Ancak bunu bir amaç gibi telâkki etmek yanlıştır. Yani nâfile orucu tutup, farzları edâ etmekten geri duran ve günahlardan kendini muhafaza etmeyen kişi dalâlettedir. Onun kendini hidâyette addetmesi, hiçbir şeyi değiştirmez. Nitekim Hz. Peygamber bu kişiler için, “Onlar oruç tutmak için helal şeyleri ağızlarına almadılar ama haramla oruçlarını bozdular.”215 buyurmuş ve bu gibi kişileri oruçları kendilerine açlık ve susuzluktan başka hiçbir şey kazandırmayan kimseler olarak nitelemiştir.216

Benzer Belgeler