• Sonuç bulunamadı

B. Çalışmanın Sınırları

2.3. Mevlânâ’ya Göre Namaz

2.3.4. Namaz ve İhlas

Her ibadette olduğu gibi namaz ibadetinin de gösterişten uzak, ihlas ve samimiyet ile, yalnızca Allah rızası için yapılması şarttır. Bu konu hakkında şunlar söylenmektedir:

Mevlânâ ibadetini ortaya çıkaran ve ibadetine güvenen kişilere de; "Bu namaz ve oruç ârazlarını Allah'a nasıl ileteceksin ki! Çünkü âraz, iki zaman zarfında baki

488 Top, a.g.e., s. 204. 489 Top, a.g.e., a.y. 490 Alak, 96/9-10.

491 Mevlânâ, Mesnevi, trc. Şefik Can, c. I, s. 35, b. 444; Ken’an Rifâî, a.g.e., ss. 82-83; Tâhiru’l- Mevlevi, a.g.e., c. I, ss. 286-287.

492 Eflaki ,a.g.e., c. I, s. 216. 493 Eflaki, a.g.e., c. I, ss. 216-217.

kalmaz, yok olup gider. Bir anlıktır. Arazları götürmeye imkân yoktur. Fakat cevherden hastalıkları giderirler. Bu suretle de cevher, -perhiz yüzünden hastalığın geçmesi gibi- bu hastalık ârazlarından kurtulur, değişir. Şu halde "Ben ibadette bulundum" deme. O arazlardan elde edileni göster, ürkme!'"494 Diyerek onları

namazdan yararlanmaya, namazın asıl amacı olan manevi zenginliği ve yükselişi elde etmelerini istemektedir. O bir maddi huzur ve mutluluk değil de ebedî huzur ve mutluluğu arayıp ve asıl kazanılması gerekenin o olduğunu ifade etmektedir: "Sevgi, düşünce ve manadan ibaret olsaydı senin oruç ve namazının zahirî suretleri de kalmaz, yok olurdu”495 derken onun anlatmak istediği de bu gerçektir.

“Ahirette ve dünyada iyi ad sâhibi olmak ve emniyette bulunmak niye- tiyle namaz kılıyorsun. Fakat o namazın faydası senin düşündüğün gibi bu kadarcık değildir. Bununla öyle yüzbinlerce faydalar verecektir ki o senin vehmine bile girmez. O faydaları ancak Allah bilir. Kulu bu işi yapmaya sevk eden O'dur" yaklaşımı ancak namaza devam etmek ile o batıni huzur ve doyum hâlinin yakalanabileceğini göstermektedir. Ancak kulun her türlü fenalıklardan kurtulması, “Namaz insanı bütün kötülüklerden alıkoyar.”496 İlahi düsturu ile mümkündür. Yoksa

“Hışım, şehvet ve hırs rüzgârı namaz ehli olmayan kişiyi silip süpürür.”497 Nefsin ve

hevesin aykırı tarafları vardır ki, bu birbiriyle çarpışan rüzgâra direnemeyenler gibi ancak çer-çöp gibi zayıf ve dayanamayan kimselerdir. Kızgınlık, şehvet rüzgârları, ancak ve her zaman Allah’ın huzurunda bulunmayan namaz kılmayan kişileri dallarından kopan kuru yapraklar misali yerde sürüklerler.

Kişileri daima her türlü davranışlarında riya ve gerçekçi olmayan davranışlardan uzak durmaya yönlendiren ve irşadında bu noktayı fazlasıyla önemseyen Mevlânâ; “Vay o namaz kılanların hâline ki onlar kıldıkları namazdan gâfildirler"498 ayetini yorumlarken de, "Vay hâline o namaz kılanların ki, kıldıkları

namazın değerine aldırış etmezler. Gösteriş yaparlar ve sakınılmayacak yardımlıkları

494 Mevlânâ, a.g.e., c. II, ss. 72-73, b. 946-450. 495 Mevlânâ, a.g.e., c. I, s. 211, b. 2625. 496 Ankebût, 29/45.

497 Mevlânâ, a.g.e., c. I, s. 303, b. 3796. 498 Maun, 107/4-5.

esirgerler.”499 Bütün söz bundan ibarettir. Sen de o nur var, fakat insanlığın yok.

İnsanlık dile; istenilen budur, geri kalan sözü uzatmaktan başka bir şey değildir. Sözü çok söyledikleri için, onunla ne demek istenildiği unutuluyor, kayboluyor500

demektedir ve yine aynı ayeti bir başka yerde açıklarken de, "Vay hallerine o namaz kılanların, öylesine namaz kılanların ki, onlar namazlarını unuturlar; bütün işlerini gösteriş için yaparlar"501 şeklinde yorumlamaktadır.

“Kur'ân-ı Kerim'de iki yerde zikredilmekte olan, "Namaza kalksalar da üşenerek kalkarlar"502 ayetini okusana”503 diyerek kişilerin nazarını bu noktaya, yani

bu ibadeti yerine getirmekte tembellik edenlere çeker ve “Hz. Peygamber'in, "Acele edin, ibadetleri vakti geçmeden yapın" buyurdu.”504 Dediğini önemli bir uyarı olarak

hatırlattığını söylemektedir. Mesnevi’de Muaviye ile Şeytan arasında geçen uzun bir hikâye505 ile konuyu anlatmaya çalışan Mevlânâ, irşadına güzel bir örnek

eklemektedir: Vaktinde kılınan namazın önemini ortaya koyması bakımından da mühim ayrıntıları içeren bu hikâyede Şeytan Muaviye’ye; "Eğer namaz fevt olsaydı, vakit geçseydi bu cihan, sana nursuz, kapkaranlık kesilecekti. Bu ziyandan, bu dertten dolayı ağlayacak, gözlerinden âdeta kâselerle yaş dökecektin. Herkes ibadetten bir zevk alır, bu yüzden de bir an bile sabredemez, ibadette bulunur. Fakat o dert, o gussa, yüzlerce namaza değer. Nerde namaz, nerde o niyazın ışığı?"506

demektedir. Bunları bildiği halde neden kendisini namazının geçmemesi için uykusundan uyandırdığını soran Muaviye’ye Şeytan bu kez de; "Eğer namazının vakti geçseydi gönlüne dert düşecek, ah ü figana başlayacaktın. O teessüf, o figan, o niyaz, yüzlerce zikirden, namazdan üstün olacaktır. Böyle bir âh, hicapları yakmasın diye korktum da seni onun için uyandırdım "507 der. Bu hikâyeye dikkat edilecek

olursa, şeytanın insan ile kıyamete kadar devam edecek olan düşmanlığına ve doğru yoldan saptırıcılığına rağmen onu bile farklı bir yaklaşımla ele almaktadır. O yine

499 Maun, 107/4-7.

500 Mevlânâ, Fihi Mâ Fîh, s. 134. 501 Mevlânâ, Mecâlis-i Seb’a, s. 40. 502 Nisa, 4/142; Tevbe, 9/54.

503 Mevlânâ, Mesnevi, trc.: Şefik Can, c. VI, s. 177, b. 2234. 504 Mevlânâ, a.g.e., c. II, s. 200, b. 2613; Ali Yardım, a.g.e., s. 73. 505 Mevlânâ, a.g.e., c. II, ss. 200-214.

506 Mevlânâ, Mesnevi, trc.: Şefik Can, c. II, s. 212, b. 2767-2770. 507 Mevlânâ, a.g.e., c. II, s. 213, b. 2781-2783.

Mesnevi' de Hz. Peygamber'in (sav) arkasında akşam namazı kılmak hevesiyle mescide giden bir sahâbînin, namazın kılınmış olduğunu anladığı andaki âh ü figanını da bunun gibi değerlendirerek, az önce ifade edilen şeytanın Muaviye’ye söylediği "Eğer namazının vakti geçseydi gönlüne dert düşecek, âh ü figana başlayacaktın. O teessüf, o figân, o niyâz, yüzlerce zikirden, namazdan üstün olacaktı" temel düşüncesi bağlamında değerlendirmektedir. Namazın geçmesiyle ilgili hüzün ve üzüntünün kıymetini bilen bir sahâbînin, o namazı vaktinde kılan bir sahâbî ile namaza karşılık bu üzüntüyü değiştiklerini, fakat kazançlı olanın namazı verip bu üzüntü ve kederin sevabını alan kimse508 olduğunu ifade etmektedir. Özetle

Mevlânâ, batıni ibadet ve namaz isteğinin ve insanın bu ibadetleri yerine getiremediği veya kaçırdığı vakit yaşamış olduğu keder ve üzüntünün de son derece mühim olduğunu, çünkü bunun ibadet iştiyak ve arzusuna delâlet ettiğini ortaya koymaktadır.

Namazda kişinin kendini yaptığı kulluk vazifesinin tam manasına vermesini ve kalbini sadece ona yöneltmesini bir gazelinde Mevlânâ şu şekilde dile getirmektedir; “Allah’ım! Namazda gönlümü tam manasıyla Sana vermezsem, ben bu namazı namaz saymam. Ben yüzümü Sen’in aşkından ötürü kıbleye çevirdim. Yoksa bana Sensiz usanç veren namazı ve kıbleyi ben ne yapayım? Ben bu riyalı namazdan öyle utanıyorum ki, utancımdan gönlüme inemiyorum, Sen’i bulamıyorum! Aslında gerçekten namaz kılanın melek sıfatlı, melek huylu olması gerekir. Halbuki ben hala nefse uymuş yırtıcı canavar huyundayım. Bir kimse üzerindeki elbisesin bir köpeğe değdirirse, orasını temizlemedikçe namaz kılamaz.509

Ben ise nefs köpeğini koltuğumda taşıyıp duruyorum, benim namazımı kim kabul eder? Benim namaz kılmaktan maksadım odur ki, ayrılık derdinden artık hiç bahsetmeyeyim. Yoksa bu nasıl namaz olur ki? Seninle oturayım da, yüzüm mihrapta, gönlüm çarşıda pazarda olsun!”510 Burada kıblenin Allah’ın huzuru

olmasından anlam kazandığından, gösteriş için kılınan namazdan, hakiki manada

508 Mevlânâ, a.g.e., c. II, s. 212-213, b. 2771-2779.

509 Bu konuda domuz ve köpeğin fıkhi konumunda ayrılık bulunmakla beraber, canlı olan hayvanların vücutları pis olmayıp, salya, idrar ve dışkıları, etinin hükmüne tabi olarak ağır veya hafif olarak isimlendirilir. Şafilerin bu konuda köpeğin necaseti hükmüne bağlı olarak abdestin sıhhati konusunda köpeğe karşı dikkatli davranmaktadırlar. Bkz. Ali Bardakoğlu, “Temizlik”, Türkiye diyanet Vakfı

İslam ansiklopedisi, İstanbul, T.D.V., 1998, c. I, s. 190.

namaz kılan kişinin, hem yüzünün hem huyunun güzel olmasından, gösteriş için kılanın ise canavar huyunda olduğundan bahseder. Gerçek manada üzerine köpeğin değdiği elbise ile namaz kılınmazken, batıni manada ise nefs köpeği ile dolaşıldığından ve bu şekilde kılınan namazın kabul olmayacağından bahseder. Asıl kılınan namazın Allah’ın huzurunda olduğu bilinciyle kılınacağı olduğundan, yoksa yüzü mihrapta, kıblede kalbi gönlü başka yerde olanın namazının kabul edilmeyeceğinden bahseder.