C. Eserin İçeriği:
2. Nakşbendiyye Tarîkatına Dair
Ancak evvelki pîrini inkar etmemeli ve kendisini hayırla yâd etmelidir. Bir diğer mektubunda ise Hazret-i Hâce Ahrâr’dan naklen aktardığı sözlerle şu hususlara değinmiştir: Pîr mahiyeti itibariyle tek değildir, müteaddiddir: pîr-i ta‘lîm, pîr-i sohbet ve pîr-i hırka gibi. Pîr-i ta‘lîm mürîde şeriat ve tarikatı öğretirken, pîr-i sohbet sohbetiyle irşâd eder, pîr-i hırka ise tarikat icâzetini verir. Bu hususiyetler farklı pîrlerde mümeyyiz olduğu gibi tek bir pîrin şahsında da toplanabilir. Bu takdirde bu pîr kâmil ve mükemmil olur ki en arzu edileni budur. Pîr-i ta‘lîm’e intisâb eden bir mürîd, pîr-i sohbetin meclisinde kalbi teskin ve ruhu huzura kavuştuğunda pîrinin ruhsatı olmadan ancak onu da gücendirmeden sohbetinden feyiz aldığı diğer pîre intisâb etmesinde beis görülmemiştir. Şâh-ı Nakşbend Buhara ulemasından bu duruma cevâz veren bir fetvâ almışdır.
13Mazhar Cân-ı Cânân bu konuda selefini te’yîd edici şu ifâdeleri kullanır: “Fakir, seyr-i
sülûk esnâsında kendi meşâyıhıma duyduğum itikad o derece kavi ve mahabbetim büyüktü ki,
Mehdi zuhur etmiş olsa kendi meşayıhıma ittibadan geri dönmezdim. Kim ki bizim
meşâyıhımız gibi kâmil ve mükemmil şeyhe vâsıl olursa diğer bir pîre rucû etmeye. Ancak
pîr-i nâkısdan rücu zarûrîdir. Zira onda sohbete kabiliyet yoktur ve onunla sohbet tutmak
kendi istidâdını zayi etmektir.”
14Rabbine itaat hâlinde ise şükür, ma’siyet hâlinde ise af diler. Aynı şekilde kabz halinde istiğfâr bast hâlinde şükür gerekir. Sûfiyye buna “muhasebe” adını verir.
iv. Hûş der-dem: Nefesin gafletle hurûc etmemesidir. Ubeydullâh Ahrâr, bu tarîkatda
nefesin muhafazasının çok önemli görüldüğünü belirtmiştir. Nitekim Hâce Nakşbend buyururlar ki: Nefesin duhûlünde ve hurûcunda ve iki nefes arasında muhafaza etmelidir.
v. Nazar ber-kadem: Yolda giderken gözünü ayağının üzerinden ayırmamaktır. Zira
nazar ber-kadem olmak nazarı dağınıklıktan ve uygunsuz yerlere bakmaktan alıkoyar.
Böylece nazarı kontrol altına almak aslında gönlü mâsivâdan muhafaza etmek amacına mebnidir.
vi. Sefer der-vatan: Beşerî sıfatlardan melekî sıfatlara sefer etmektir. Nakşbendî
meşâyıhı bilinen anlamda seferi ancak kâmil ve mükemmil bir şeyhi arayıp bulmak koşuluyla izin vermişler başka bir niyetle yapılan seyahate ise cevaz vermemişlerdir.
vii. Halvet der-encümen: Zâhirde halk ile bâtında Hakk ile olmaktır. Bu hâl diğer
tarikatlarda müntehîlere müyesser olurken bu tarîkatda ise mübtedîlere hâsıl olur. Bu durum Nakşbendîliğin “indirâcü’n-nihâye fi’l-bidâye” ilkesiyle alakalı bir durumdur. Nakşî şeyhleri halvetde şöhret, şöhretde âfet vardır diyerek çile bedeline halveti tercih etmişler ve çilede hasıl olan bereketin halvet der-encümende olacağı kanaatini taşımışlardır.
viii. Yâd-kerd: Dil yahut kalb zikriyle meşgul olarak kişinin tekellüfle gafletten
kurtulmasıdır. Sûfîlerin ıstılâhında mutlak zikir kelime-i tevhîd, bu tarîkada ise kelime-i tevhîd ve ism-i Zât’dır.
ix. Bâz-geşt: Zâkirin “Lâ ilâhe illâh” zikrini kalbiyle söyledikten sonra akabinde dil ile
“İlâhî Ente maksûdî ve rızâke matlûbî” yani “İlâhî benim maksûdum Sensin ve ben Senin rızânı isterim” demesidir.
x. Nigâh-dâşt: Zikir ile Allah’dan gayrısından hattâ isim ve sıfatlarından dahi gâfil
olma derecesine ermektir. Bazıları nigâh-dâşt’ın, kelime-i tayyibe’nin zikri esnâsında havâtırı muhafaza etmek olduğunu söylemişlerdir.
xi. Yâd-dâşt: Bahâeddîn Nakşbend yâd-dâşt’ı şöyle tanımlar: “Zevâle ermeyecek
şekilde sürekli Cenâb-ı Hakk’dan âgâh olma hâlidir”.
16
16 Naîmullah Behrâyiçî, a.g.e, vr.41a-43b
b. Zikir
Tarikatların esasını oluşturan en önemli husus zikirdir. Çeşitli tarikatlara göre değişen zikir çeşitleri olmakla birlikte zikrin asıl gayesi kalbin devamlı surette Hakk ile beraber olarak huzur bulması ve unutmaktan kurtulmasıdır.
17Nakşbendiyye tarikatında üç çeşit zikir vardır:
Murâkabe, Nefy u İsbât ve Râbıta.
Bu zikir yollarının her birinden murâd, zikir esnâsında bütün zâhirî ve bâtınî güç ile kalbe teveccüh etmek ve havâtıra gelen mâsivayı def etmek suretiyle kalbe vâkıf ve âgâh olmaktır ve bu sayede makam-ı müşâhedeye ve tecelliyât-ı zâtiyye’ye erişmektir. Aşağıda bu zikir çeşitleri hakkında eser çerçevesinde bilgiler verilmeye çalışılacaktır.
i. Murâkabe
Muhammed Ma‘sûm bir mektubunda murâkebe kelimesini şöyle açıklamıştır:
Murâkabe, muhâfaza manasında rekâbetden yahud intizâr manasında rukûbetden alınmıştır.
Nakşbendiyye-Müceddidiyye ıstılâhında murâkabe, “gözleri yumup latîfe-i aşere’den bir latîfe tarafına müteveccih olarak Mebde-i Feyyâz’dan bir feyzin erişmesini beklemekdir.”
şeklinde tabir olunur. Sa‘deddîn Kâşgârî’den rivâyetle Cüneyd Bağdâdî şöyle buyurur:
Murâkabe babında benim üstâdım kedidir. Şöyle ki vaktiyle bir kedi gördüm; bir fare deliğinin önünde oturmuş ve avına öylesine yönelmişti ki âdetâ kılı dahi kıpırdamıyordu.
Şaşkınlıkla ona bakarken ansızın sırrıma şöyle nidâ olundu: “Ey düşük himmetli! Ben senin maksudun olmakta bir fareden aşağı değilim sen de beni taleb etmekte bir kediden aşağı olma!” o hadiseden sonra murakabeye çalışırım.
18ii. Nefy ü İsbat Zikri
Nefy ü isbât zikrinden kasıt “Lâ ilâhe illa’llâh” kelime-i tayyibesidir. Zâkir, “Lâ”
kelimesiyle bütün muhdesâtı hattâ kendi varlığını dahi nefyeder. “İlla’llâh” kelâmıyla da sadece Zât-ı A‘lâ’nın baki olduğu gerçeğini izhâr eder. İmâm-ı Rabbânî kelime-i tevhid zikrinin ehemmiyetini şöyle beyân eder: Lâ ilâhe illa’llâh olmasaydı Cenâb-ı Hakk’a kim yol gösterirdi? Tevhîd çehresinden nikabı kim açardı? Cennet kapıları nasıl açılırdı? Bu kelime, tecelliyât-ı zılâlden tecelliyât-ı sıfâta tecelliyât-ı sıfâtdan tecelliyât-ı Zât’a erişdirir.
Müceddidiyye yolunun rehberi İmâm-ı Rabbânî’nin zikri geçen ifâdeler ve daha ziyadesiyle önemine işaret ettiği Nefy ü İsbât zikrinin uygulanış biçimini Senâullah Pânîpetî
Kitâbü’n-necât an-tarîkı’l-guvât’ın mulahhasında şöyle anlatır: Sâlik abdestli olarak kıbleye yönelmişbir vaziyette bağdaş kurarak yahut iki dizi üzerinde oturur. Ellerini uylukları üzerine koyar ve
17 Zafer Erginli (editör), Metinlerle Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Trabzon 2006, s.1259
18 Naîmullah Behrâyiçî, a.g.e, vr.46b-47b
kalb tarafına yönelerek havâssını cem eder. Gözlerini yumup nefesini göbeği altına habseder ve “Lâ” kelimesini göbeği tarafından yukarıya doğru tâ dimağa kadar çeker ve dimağdan yukarıya doğru yükseldiğini tasavvur eder. Ve “İlâhe” lafzını sağ kolu tarafına omuz hizasına indirir ve “İlla’llah” sözünü kuvvetli bir şekilde kalbi üzre darb eder. Öyle ki onun harareti bütün bedene ulaşır. Ancak kelime-i tevhidin zikrinde zikir sayısının tek olmasına riâyet eder ve zikir esnasında yanındaki kişi ne ile meşgul olduğunu anlamayacak derecede zikrini gizler, sesini yükseltmez.
19iii. Râbıta
Râbıta; Mürîdin, ruhaniyetinden feyz alacağına inanarak şeyhinin sûretini (şeklini) zihninde tasavvur etmesidir.
20Mürşid, kendisi görüldüğünde Yüce Allah’ın zikredildiği ve Cenâb-ı Hakk’ın meclis arkadaşı olan kimsedir. Böyle bir zâtın dîdârından ve sohbetinden istifâde etmek ve onun meclisinde hâsıl olan keyfiyeti muhâzafa etmek kibrit-i ahmer’den daha evlâdır. Ancak bu pîrin gaybeti zamanında elde edilen melekenin muhâfazası yahut da arzu edilen hâlete erişmek için Nakşbendiyye meşâyıhı “Sâdıklarla birlikte olun” (Tevbe 9/119) gibi âyetler ve “Kişi sevdiğiyle berâberdir” gibi hadislere dayanarak râbıtaya cevâz vermişlerdir.
21Bu itibârla râbıta Nakşbendiyye ıstılahlarındandır.
223. Müceddidiyye’ye Dair