• Sonuç bulunamadı

Köşede sessizce oturuyordu. Dikkatler onun üzerindeydi; çünkü sınıfa yeni gelmişti. Pek arkadaş canlısı bir tipi yoktu, gayet soğuk ve kendini beğenmiş bir havası vardı. Sınıfın en neşeli kızı Saliha yanına gitti en sevimli halini takınıp:

Merhaba, dedi.

Kız o kadar soğuktu ki Saliha'yı hiç umursamadan kulaklığını çıkarıp anlamsızca yüzüne baktı müzik dinlemeye devam etti. Saliha bir anda neye uğradığını şaşırdı, kıza sert bir bakış attı ve yanından hışımla kalktı ve yerine oturdu. Herkes başına toplandı heyecanla Saliha'nın. Ne olduğunu merak ediyordu haliyle millet. Kimsenin bir şey söylemesine fırsat

vermeden anlatmaya başladı bizimki:

- “Suratsız şey o kadar sert o kadar umursamaz ki beni takmadı bile, direkt kulaklığını taktı, konuşmama fırsat bile vermedi, ben de kalktım masadan işte sizin yanınıza geldim, sadece tanışmak istemiştim böyle bir tepki alacağımı beklemiyordum, sevimsiz şey hıh!”

dedi.

Bütün bunlar yaşanırken Büşra kendi halinde kendi dünyasında takılıyordu. Etrafındakiler: "Neyse kendi hâline bırakalım belki sonradan bize katılır."

diyerek okuldan çıktılar ve kimi servisle kimi de otobüsle evlerine gittiler. Yalnız Saliha'nın içine dert olmuştu bu olay ne yapıp ne edip bu kızla konuşmanın bir yolunu bulmalıydı. İçi içini yiyordu.

Ertesi gün okullar kar nedeniyle tatil olmuştu. Büşra yine annesiyle birlikte doktorunun yolunu tuttu.

Doktora geldiklerinde ortalıkta küçük çocuklar bağırıp ağlıyorlardı. Tabi Büşra da sinirli bir tip olduğu için dayanamamıştı annesine dönerek:

- Anne ya beni buradan götür ya da ben gideceğim şimdi, diyerek annesine kızmıştı.

Annesi daha sakin bir yere götürdü ve danışmadan doktorun gelip gelmediğini sordu.

Psikolog odasında bekliyordu. Büşra ahşap kapıyı tıklatarak sertçe açtı ve içeri girip oturdu. Genç Doktor Özkan Bey keyifli ve neşeli bir şekilde:

- Büşra'cığım nasılsın bugün, epeydir görüşmüyorduk, dedi.

Büşra, umursamaz bir havayla:

- İyi ne olsun geçinip gidiyorum,yeni ve berbat okuluma alışmaya çalışıyorum, dedi. Doktor sordu:

- Hayırdır bir sıkıntı mı oldu gene bu okulda, gerçi daha yeni başladın; ama hayırdır inşallah, dedi.

Doktorun yine mi demesi eski okullarında da problem yaşadığını bildiği içindi. Yani anlayacağınız bizim Büşra biraz sorunlu bir tipti. Asosyal, dediğim dedik, kendi kurallarına göre yaşayan, ailesini pek dinlemeyen, rahat bir kızdı. Büşra doktoru cevapladı:

- Hayır ne sorunu olacakmış canım, benimle konuşmaya çalışan birkaç tane lüzumsuz vardı onun dışında pek bir şey olmadı,ben de gerekeni yaptım zaten diyerek kestirip attı. Doktor:

- Ne yaptığını dinlemek isterim, dedi ve Büşra'nın gözlerine baktı:

- Sadece kulaklığımı takarak başımdan gitmesini sağladım,bu sayede rahat bıraktılar beni, dedi.

Peki, bu yaptığın doğru bir davranış mıydı, dedi doktor.

Büşra soğuk bir tavırla:

- Neden olmasın ki ben tanışmak istesem zaten gidip konuşurdum, beni bu şekilde rahatsız etmeye hakları yok, dedi ve kapıyı çarparak gitti. Annesi endişeli gözlerle ne olduğunu anlamaya çalışıyordu;

ama kız öylece duruyordu annesine dönüp:

- Beni bir daha asla buraya getiremeyeceksin böyle aptalca şeylerle zamanımı harcayamam ben HİKÂYE (ÖYKÜ)

psikologmuş hıh kimin umurunda ki pabucumun psikoloğu neyse bir an önce buradan gidelim, diyerek ayrıldılar arabaya doğru hızlı adımlarla yürüdüler.

Dışarda sulu sepken bir kar yağıyordu. Hiç konuşmadan hareket ettiler. Eve geldiklerinde Büşra odasına kapandı ve o gece dışarı adımını atmadı.

Ertesi gün okula gitmek zorunda olduğu için odadan çıkmak zorundaydı. İsteksizce hazırlandı, tam çıkıyordu ki annesi:

- İnsanlarla iyi geçinmeye bak tatlım, demesiyle kapının kapanması bir oldu. Büşra okula giderken bir yandan da dün olanları düşünüyordu. "Haklı olabilirler miydi acaba; ama hayır kendimden ödün vermemeliyim gardımı düşürmemeliyim." diye söylendi kendi kendine.

Okula geldiğinde sert bakışların üzerinde olduğunu hissedebiliyordu. Geçip yerine oturdu.

Saliha yanına giderek:

- Senin sorunun ne, diyerek çıkıştı.

Büşra:

Benim kimseyle sorunum yok rahat bırakın beni yeter diyerek kestirip attı Saliha bu olana bozulmuştu;

ama belli etmedi kararsızca sırasına geçip oturdu.

Saliha tüm olanları akşam annesine anlattı, annesi:

- Kızım iyi dostluklar sabırla ve zamanla inşa edilir.

Sabreder ve biraz da zaman verirsen bak ne kadar güzel dostların olacak tabi bir de fedakârlık lazım.

Saliha bütün gece annesiyle yaptığı konuşmayı düşündü. Kendisini ölçtü, acaba sabırlı mıyım? Büşra'ya ne kadar zaman tanıyabilirim. Mademki sınıfın en sevilen kızıydı,öyleyse Büşra'ya da bir fırsat vermeliydi. Her şeyin bir bedeli var, diye mırıldandı. O zaman Büşra bu bedele değecekti.

Sonraki günlerde Saliha işi oluruna bıraktı,Büşra'yı uzaktan kimi zaman yakından takip etti. Derslerinde yardımcı oldu, kantinde çay ısmarladı,her şeyden önemlisi Büşra'nın gözlerine hep içten ve sıcak baktı. Son felsefe sınavından 95 alan Büşra kantinde Saliha'nın yanına gelerek karşısına oturdu. Biraz da mahcup bir şekilde Saliha'nın gözlerine baktı ve dedi ki:

- Acaba beni affedebilecek misin Saliha?

- Büşra dostluğumuzun yanında bütün bu küçük şeylerin ne önemi var ki. Zaten seneye mezun olacağız ve ben seni hep gülen gözlerinle hatırlayacağım,dedi ve ellerini tuttu.

Artık ikisi de çok iyi birer dosttu ve ikisi de mutluydu,Saliha bir an durdu ve iyi ki annem var, diye düşündü.

Ravza Vildan OĞRAŞ / 10-A

MUTLULUK SENİN ELLERİNDE

Köşede sessizce oturuyordu. Dikkatler onun üzerindeydi; çünkü sınıfa yeni gelmişti. Pek arkadaş canlısı bir tipi yoktu, gayet soğuk ve kendini beğenmiş bir havası vardı. Sınıfın en neşeli kızı Saliha yanına gitti en sevimli halini takınıp:

Merhaba, dedi.

Kız o kadar soğuktu ki Saliha'yı hiç umursamadan kulaklığını çıkarıp anlamsızca yüzüne baktı müzik dinlemeye devam etti. Saliha bir anda neye uğradığını şaşırdı, kıza sert bir bakış attı ve yanından hışımla kalktı ve yerine oturdu. Herkes başına toplandı heyecanla Saliha'nın. Ne olduğunu merak ediyordu haliyle millet. Kimsenin bir şey söylemesine fırsat

vermeden anlatmaya başladı bizimki:

- “Suratsız şey o kadar sert o kadar umursamaz ki beni takmadı bile, direkt kulaklığını taktı, konuşmama fırsat bile vermedi, ben de kalktım masadan işte sizin yanınıza geldim, sadece tanışmak istemiştim böyle bir tepki alacağımı beklemiyordum, sevimsiz şey hıh!”

dedi.

Bütün bunlar yaşanırken Büşra kendi halinde kendi dünyasında takılıyordu. Etrafındakiler: "Neyse kendi hâline bırakalım belki sonradan bize katılır."

diyerek okuldan çıktılar ve kimi servisle kimi de otobüsle evlerine gittiler. Yalnız Saliha'nın içine dert olmuştu bu olay ne yapıp ne edip bu kızla konuşmanın bir yolunu bulmalıydı. İçi içini yiyordu.

Ertesi gün okullar kar nedeniyle tatil olmuştu. Büşra yine annesiyle birlikte doktorunun yolunu tuttu.

Doktora geldiklerinde ortalıkta küçük çocuklar bağırıp ağlıyorlardı. Tabi Büşra da sinirli bir tip olduğu için dayanamamıştı annesine dönerek:

- Anne ya beni buradan götür ya da ben gideceğim şimdi, diyerek annesine kızmıştı.

Annesi daha sakin bir yere götürdü ve danışmadan doktorun gelip gelmediğini sordu.

Psikolog odasında bekliyordu. Büşra ahşap kapıyı tıklatarak sertçe açtı ve içeri girip oturdu. Genç Doktor Özkan Bey keyifli ve neşeli bir şekilde:

- Büşra'cığım nasılsın bugün, epeydir görüşmüyorduk, dedi.

Büşra, umursamaz bir havayla:

- İyi ne olsun geçinip gidiyorum,yeni ve berbat okuluma alışmaya çalışıyorum, dedi. Doktor sordu:

- Hayırdır bir sıkıntı mı oldu gene bu okulda, gerçi daha yeni başladın; ama hayırdır inşallah, dedi.

Doktorun yine mi demesi eski okullarında da problem yaşadığını bildiği içindi. Yani anlayacağınız bizim Büşra biraz sorunlu bir tipti. Asosyal, dediğim dedik, kendi kurallarına göre yaşayan, ailesini pek dinlemeyen, rahat bir kızdı. Büşra doktoru cevapladı:

- Hayır ne sorunu olacakmış canım, benimle konuşmaya çalışan birkaç tane lüzumsuz vardı onun dışında pek bir şey olmadı,ben de gerekeni yaptım zaten diyerek kestirip attı. Doktor:

- Ne yaptığını dinlemek isterim, dedi ve Büşra'nın gözlerine baktı:

- Sadece kulaklığımı takarak başımdan gitmesini sağladım,bu sayede rahat bıraktılar beni, dedi.

Peki, bu yaptığın doğru bir davranış mıydı, dedi doktor.

Büşra soğuk bir tavırla:

- Neden olmasın ki ben tanışmak istesem zaten gidip konuşurdum, beni bu şekilde rahatsız etmeye hakları yok, dedi ve kapıyı çarparak gitti. Annesi endişeli gözlerle ne olduğunu anlamaya çalışıyordu;

ama kız öylece duruyordu annesine dönüp:

- Beni bir daha asla buraya getiremeyeceksin böyle aptalca şeylerle zamanımı harcayamam ben HİKÂYE (ÖYKÜ)

psikologmuş hıh kimin umurunda ki pabucumun psikoloğu neyse bir an önce buradan gidelim, diyerek ayrıldılar arabaya doğru hızlı adımlarla yürüdüler.

Dışarda sulu sepken bir kar yağıyordu. Hiç konuşmadan hareket ettiler. Eve geldiklerinde Büşra odasına kapandı ve o gece dışarı adımını atmadı.

Ertesi gün okula gitmek zorunda olduğu için odadan çıkmak zorundaydı. İsteksizce hazırlandı, tam çıkıyordu ki annesi:

- İnsanlarla iyi geçinmeye bak tatlım, demesiyle kapının kapanması bir oldu. Büşra okula giderken bir yandan da dün olanları düşünüyordu. "Haklı olabilirler miydi acaba; ama hayır kendimden ödün vermemeliyim gardımı düşürmemeliyim." diye söylendi kendi kendine.

Okula geldiğinde sert bakışların üzerinde olduğunu hissedebiliyordu. Geçip yerine oturdu.

Saliha yanına giderek:

- Senin sorunun ne, diyerek çıkıştı.

Büşra:

Benim kimseyle sorunum yok rahat bırakın beni yeter diyerek kestirip attı Saliha bu olana bozulmuştu;

ama belli etmedi kararsızca sırasına geçip oturdu.

Saliha tüm olanları akşam annesine anlattı, annesi:

- Kızım iyi dostluklar sabırla ve zamanla inşa edilir.

Sabreder ve biraz da zaman verirsen bak ne kadar güzel dostların olacak tabi bir de fedakârlık lazım.

Saliha bütün gece annesiyle yaptığı konuşmayı düşündü. Kendisini ölçtü, acaba sabırlı mıyım?

Büşra'ya ne kadar zaman tanıyabilirim. Mademki sınıfın en sevilen kızıydı,öyleyse Büşra'ya da bir fırsat vermeliydi. Her şeyin bir bedeli var, diye mırıldandı. O zaman Büşra bu bedele değecekti.

Sonraki günlerde Saliha işi oluruna bıraktı,Büşra'yı uzaktan kimi zaman yakından takip etti. Derslerinde yardımcı oldu, kantinde çay ısmarladı,her şeyden önemlisi Büşra'nın gözlerine hep içten ve sıcak baktı.

Son felsefe sınavından 95 alan Büşra kantinde Saliha'nın yanına gelerek karşısına oturdu. Biraz da mahcup bir şekilde Saliha'nın gözlerine baktı ve dedi ki:

- Acaba beni affedebilecek misin Saliha?

- Büşra dostluğumuzun yanında bütün bu küçük şeylerin ne önemi var ki. Zaten seneye mezun olacağız ve ben seni hep gülen gözlerinle hatırlayacağım,dedi ve ellerini tuttu.

Artık ikisi de çok iyi birer dosttu ve ikisi de mutluydu,Saliha bir an durdu ve iyi ki annem var, diye düşündü.

ATEŞTEN BİR YOLCULUK

Hüda HAJJAJ / 9 - B

Ben Filistin uyruklu olup babam, annem ve üç kardeşimle birlikte Ankara'da yaşıyoruz. 2013'ün Haziran ortasında Filistin'deki akrabalarımızı ziyaret etmek için Filistin'e gitmeye karar verdik. O zaman küçük kardeşim doğmamıştı ve babam bizden bir ay sonra gelecekti. Ankara'dan İstanbul'a özel arabamızla gittik. Oradan da Mısır'ın başkenti Kahire'ye uçtuk. Kahire'den Filistin'e ise karayoluyla ulaştık. Akrabalarımız bizi Filistin ve Mısır arasındaki Refah sınırında karşıladı. Akrabalarımızı gördüğümüz için çok sevinçliydik; çünkü en son yedi sene önce görmüştük.

Türkiye'ye ağustosun ortasında dönecektik; fakat 3Temmuz 2013'te Mısır'da darbe olunca Refah Sınırı kapandı ve ne babam Filistin'e gelebildi ne de biz ağustos'un ortasında oradan çıkabildik. Mısır yönetimi Refah Kapısını bazen haftada bir defa bazen de haftada iki defa açıyordu. Filistin'den çıkmak isteyenlerin sayısı gittikçe artıyordu ve çıkışlar da zorlaşıyordu. Biz dört defa akrabalarımızla vedalaşıp çantalarımızı ve valizlerimizi alıp sınıra gittik. Sabah beşten öğleden sonra üçe kadar kötü şartlarda Refah Sınırının girişinde beklememize rağmen yola çıkamadık. Havalar da çok sıcaktı. Bekleye bekleye bunalıyorduk. En son beşinci defada çıkmayı başardık. Refah sınırından Kahire'de bulunan hava

alanına kadar kara yoluyla yolculuk ayrı bir hikâye altı saatlik yolu on saatte ilerleyebildik. Yolda 50 km.de bir kontrol noktası vardı. Yol hiç güvenli değildi ve her an bir şeyler olacağı korkusuyla… En önemlisi akşam 21.00'dan önce hava alanına varmış olmalıydık;

çünkü 21.00'da sokağa çıkma yasağı başlıyordu.

Yollar hem çok kötüydü hem de hiç güvenli değildi.

Allah'a şükür 21.00'dan önce hava alanına ulaştık.

Hangi saatte ulaşacağımızı bilmediğimiz için uçak bileti almamıştık. Tabi ki evden çıktığımız andan itibaren İstanbul'da bulunan babamla iletişim içindeydik. Hava alanına ulaştığımızda babam bizim için bileti aldı ve numaraları bize verdi. Uçak sabah 03.00'da kalkıyordu. Hava alanında altı saat bekledikten sonra uçakla İstanbul'a üç saatte ulaştık.

Hava alanında babam bizi karşıladı, o anları hiç unutamıyorum. Hem akrabalarımızdan ayrılmanın üzüntüsünü hem de babamızla kavuşmamızın sevincini ve de bunların arasında geçen çok yorucu, tehlikeli ve ateşten bir yolculuğun yorgunluğunu hissediyorduk. Hava alanında özel arabamıza binip direk Ankara'ya gittik. İstanbul'dan Ankara'ya gelene kadar babama yaşadıklarımızı anlattık,o da bıkmadan dinledi.

Yolculuk çok yorucu geçmişti; fakat Ankara'daki evimize girdiğimizde yorgunluğumuzu attık ve rahat, güvenli, güzel bir Filistin'e tekrar gitme ümidi ile

Babam: ''Güzelliğinizi görmek için aynaya ihtiyaç duymayın.'' derdi. Dört yıl önce evi terk ettikten sonra da odamdaki kırmızı renkli dolabımın tam ortasındaki oval aynam bu görevi üstlenmişti. Zihnimdeki harikalar dünyasında, imkânsıza yer yoktu. Eşyalar da konuşabilirdi. Onlarla limonata bile içtiğimizi hatırlıyorum. Aynamın bana söylediklerinin en can yakıcısı ise: ''Baban seni izliyor, Almila.'' idi. Tek bir kelimenin eksikliğiyle her şeyi uçuruma sürükleyen cümle. Eski Türklerin elmaya verdikleri isim: Almila. O bendim, eksik ise ablamdı. Ablamı unutmuştu. Babamı hemen suçlamak istemiyorum; belki de, Biricik'in aynası da kendisiyle konuşmaya çalışmıştı; fakat Biricik aynasını duyamayacak kadar sağırdı.

O gece annem masal okumak için, duvarlarını pastel boyalarımla mahvettiğim odama gelmemişti. 6 yaşındaydım ve kulaklarımı masallarla doldurmadığım sürece de uyuyamazdım. Winnie the Pooh'lu pofuduklarımı ayağıma geçirip hızlıca odamdan çıkmıştım. Hızlı olmalıydım; çünkü kim karanlıktan korkmazdı ki? Eşyalar da korkardı, geceleri beni yalnız bıraktıkları için onlara çok kızardım; fakat sabaha kadar kızgınlığımı çoktan unutmuş olurdum. Koridorun duvarlarına ellerimi sürerek üst kata çıktım. Biricik'in odasının ışığı kapısının altından geçen ışık hafifçe beyaz halıyı sarıya boyuyordu. Baktıkça büyülendiğimi hissederek izliyordum. Gözlerimi kırpmama Biricik'in öksürüğü sebep olmuştu. Kapısının koluna rengârenk boyanmış tırnaklarımı geçirdiğimde, Biricik'in hıçkırıklarını duyuyordum. Vazgeçmiştim. Tekrar karanlığa karışarak odama kapanmıştım. Yorganla uzun siyah saçlarımı da örttükten sonra da kendimi uyumak için zorlamıştım. Biricik’i merak ediyordum, en çok da annemin neden gelmediğini. Biricik'e yaklaşmaktan korkardım; çünkü o her zaman bağırırdı. Elliye kadar sayabiliyordum ve Biricik günde elliden fazla kez bağırıyordu. Ertesi sabah, Biricik okula gitmek için evin kapısını sertçe kapattığında odasına koştum. Gözlerimi kamaştıracak kadar temiz odasını karıştırmak için ellerimi harekete geçirdiğimde yatağının hemen karşısında duran çamaşır çekmecesinde üçü açılmış, yedi tane pamuk paketi vardı. Giysi dolabında da bir şeyler bulabileceğimi umuyordum. Giysi dolabının üzerindeki oval aynaya döndüm: ''Benimle konuşacak mısın?'' diye sordum. Aynadan yanıt gelmiyordu, beş dakika öylece aynaya bakarken gözüme Biricik'in yatağının yanında duran pembe tartı takıldı. Üzerinde kahverengi minik yuvarlaklar vardı. Aynaya el sallayıp odasından çıktım. Annem, masal okuyamayacak kadar yorgun olduğunu söylemişti. Ona sarıldım. Babam gideli neredeyse bir yıl oluyordu. Biricik okuldan döndüğünde ise Barbie bebeklerimin saçlarını yıkıyordum. Gözleri

kıpkırmızıydı. Gözlerinin koyu yeşilinin açık yeşile dönmesine hayretle bakıyordum: ''Ne bakıyorsun öyle?'' diye sormuştu, elinin tersiyle burnunu silerek. ''Neden üzgünsün?'' diye sormuştum. Omuzlarını silkerek odasına doğru koşmaya başlamıştı. Okul kıyafetlerinden kurtulup üzerine kısa kollu mavi bluzunu geçirdiğinde her baktığımda gözlerimi acıtan köprücük kemiklerinden tiksinmiştim. Geceleyin annem gelmiş ve bana belki de bu yıl ellinci kez okuduğu Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler'i okumuştu. Pamuk Prenses'i bana benzediği için çok seviyordum. Günlerimi Barbielerim, masallarım, çizimlerim ve harfleri öğrenmekle doldururken, eşyalarım da bana eşlik ediyorlardı. Onlara da alfabeyi yumuşak g harfine kadar öğretmiştim. Limonata yapmak istiyordum bizim için. Mutfağa gidip buzdolabından altı tane limon çıkartmıştım. Kesme işini ben yapamadığım için Biricik için tepsiye limonları doldurup tutarken elimin titrediği kırmızı bıçağı koydum. Böylece onu aşağıya çağırdığım için kızmayacaktı. Odasının kapısına geldiğimde tepsiyi yere koyup merdivenlerden düşürdüğüm üç limonu almak için koştum. Kapıyı açtığımda ise, Biricik odada yoktu. Bu sabah evden çıkmamıştı. Annem işe giderken, hoşça kal öpücüğü vermek için odasından çıktığını görmüştüm. Odasına girdiğimde kırmızıyla ıslanmış bir sürü pamuk çoraplarıma da bulaştığını fark ettiğimde çok geçti. Aynanın beni banyoya yönlendirmesiyle, kanatlarımla adeta havalanmıştım. Aynanın karşısında sol eliyle burnunu kapatan ablam, sağ eliyle ağzına pamuk tıkıyor sonra da lavaboya tıpkı bir yavru köpeğin arabanın altında ezilmesiyle -eğer hala yaşıyorsa- çıkardığı iniltiler eşliğinde tükürüyordu: ''Kusamıyorum artık!'' diye bağırmıştı. Gerçi bunu bağırmak olarak sayamazdım; çünkü ağlıyordu: ''Ben çirkin, aptal ve bir patatesten başka bir şey değilim!'' diyordu elini burnundan çekerken: ''Kanasın umrumda değil, kendimden iğreniyorum Almila.'' Bacaklarım uyuşmuştu. Bunlar babamızın bize söyledikleriyle uyuşmuyordu. Yanlıştı. Biricik ne zaman babamızı unutmuştu? Terleyen ellerimi toz pembe pijamama sürerek Biricik’e yaklaştım. Bağırmasından korkmuyordum. Kollarımı yumuşacık beline doladım. Tepki vermiyordu, iç çekişleri dışında. O gün annem işten döndükten sonra bir daha evimizin eskisi gibi olmayacağını anlamıştım. Babam gittiğinde bu hissin yakınlarında bile değildim. Doktorlar Bulimia koymuşlardı ablamın hastalığına. Hastaneden çıktıktan sonra bile, annem yıllarca Biricik'in yanında uyumuş, Biricik'in yediği yemekleri kusmadığından emin olana kadar yanından ayrılmamıştı. Biricik iyi miydi, bunu kendisinden başkası bilemezdi. Fakat o benden annemi çalmıştı. Ona kızmıyorum en azından şimdi; çünkü o kardeşinin kırılışını da duyamayacak kadar sağırdı.

AYNALAR

HİKÂYE (ÖYKÜ)HİKÂYE (ÖYKÜ)HİKÂYE (ÖYKÜ)HİKÂYE (ÖYKÜ)HİKÂYE (ÖYKÜ)HİKÂYE (ÖYKÜ)HİKÂYE (ÖYKÜ)HİKÂYE (ÖYKÜ) Gülnihal KAFADAR / 11 AND - B

ATEŞTEN BİR YOLCULUK

Hüda HAJJAJ / 9 - B

Ben Filistin uyruklu olup babam, annem ve üç kardeşimle birlikte Ankara'da yaşıyoruz. 2013'ün Haziran ortasında Filistin'deki akrabalarımızı ziyaret etmek için Filistin'e gitmeye karar verdik. O zaman küçük kardeşim doğmamıştı ve babam bizden bir ay sonra gelecekti. Ankara'dan İstanbul'a özel arabamızla gittik. Oradan da Mısır'ın başkenti Kahire'ye uçtuk. Kahire'den Filistin'e ise karayoluyla ulaştık. Akrabalarımız bizi Filistin ve Mısır arasındaki Refah sınırında karşıladı. Akrabalarımızı gördüğümüz için çok sevinçliydik; çünkü en son yedi sene önce

Ben Filistin uyruklu olup babam, annem ve üç kardeşimle birlikte Ankara'da yaşıyoruz. 2013'ün Haziran ortasında Filistin'deki akrabalarımızı ziyaret etmek için Filistin'e gitmeye karar verdik. O zaman küçük kardeşim doğmamıştı ve babam bizden bir ay sonra gelecekti. Ankara'dan İstanbul'a özel arabamızla gittik. Oradan da Mısır'ın başkenti Kahire'ye uçtuk. Kahire'den Filistin'e ise karayoluyla ulaştık. Akrabalarımız bizi Filistin ve Mısır arasındaki Refah sınırında karşıladı. Akrabalarımızı gördüğümüz için çok sevinçliydik; çünkü en son yedi sene önce

Benzer Belgeler