• Sonuç bulunamadı

GEREÇ VE YÖNTEMLER

MOLEKÜLER TEST SONUÇLAR

On dakika 95°C de denaturasyon iĢlemi sonrasında 95°C de 15 saniye, 60°C’de 1 dakika Ģeklinde düzenlenen 40 döngülük Tularemi RT TaqMan PCR testi sonucunda iki adet pozitiflik tespit edildi. Bu sonuçların her ikisi de Kaynarca’dan yakalanan iki adet farenin dalak dokusuna aitti. Bu farelerden birisi Mus macedonicus türüne ait bir diĢi fareydi ve canlı olarak yakalanmıĢtı. Diğeri ise Apodemus flavicollis türüne ait bir erkek fareydi ve ölü olarak yakalanmıĢtı. Bu farelerin karaciğer dokularında ve diğer tüm hayvan dokularında pozitiflik tespit edilmedi (ġekil 16).

36

Şekil 16. Pozitif kontrollerle birlikte pozitif saptanan doku DNA’larının PCR eğrileri (1: 105 cfu/ml pozitif kontrol, 2: 104 cfu/ml pozitif kontrol, 3: 103 cfu/ml pozitif kontrol, 4: 102 cfu/ml pozitif kontrol, 5: 101 cfu/ml pozitif kontrol, 6: Fare dalak doku DNA’sı, 7: Fare dalak doku DNA’sı

Kantitasyon amacıyla PCR testi esnasında çalıĢılan F. tularensis NCTC 10857’in 10 kat dilüsyon sonuçları ile fare dokularından izole edilen DNA sonuçları karĢılaĢtırıldığında Mus macedonicus türüne ait olan canlı diĢi farenin dalak dokusunun 103 cfu bakteri, Apodemus flavicollis türüne ait olan ölü erkek farenin dalak dokusunun 104 cfu bakteri içerdiğitespit edildi (ġekil 16). ÇalıĢmanın baĢında farelerden çıkarılan karaciğer ve dalak dokuları dörde bölünmüĢ, PCR için bu parçalardan sadece bir tanesi çalıĢmaya alınmıĢtı. Bu sebeple canlı diĢi farede 4x103 cfu/dalak, ölü erkek farede 4x104

cfu/dalak bakteri olduğu saptandı.

37

TARTIŞMA

Türkiye’de tularemi ilk kez 1936 yılında Trakya Bölgesi’nde ortaya çıkmıĢtır (6,15). Kırklareli’de Kaynarca’dan baĢlayıp çoğu Kaynarca Deresi mecrası boyunca yer alan Lüleburgaz, Pınarhisar, Ġslambeyli, Yancıklar, Karabayır, Yeniköy, Osmancık, Ceylanköy, Cevizköy, Topçuköy, Yenimandıra, EskitaĢlı, YenitaĢlı, Celaliye, Hamitabat, Kırıkköy, Tatarköy, Turgutbey, Hamzabey, Ayvalı, Umurca, Evrensekiz, KüçükkarıĢtıran, BüyükkarıĢtıran, Karamusul, Çiftlikköy, DüğüncübaĢı köyleri; Tekirdağ’da Servi, Sinanlı, Bahçedere, Beyazköy, Ahimehmet ve KaĢıkçı Köyleri olmak üzere toplam 34 yerde tularemi olguları tespit edilmiĢtir (51,83). Kırklareli’den 28, Tekirdağ’dan 6 yerleĢim yerinde birçok kiĢiyi etkileyen bu tularemi salgınlarından sonra 1945 yılında Lüleburgaz’da salgın tekrarlamıĢtır (9). YaklaĢık 60 yıl sonra 2005 yılında Bulgaristan sınırında bulunan Edirne’ye bağlı Demirköy’de meydana gelen 3’ü asemptomatik 10 kiĢiyi etkileyen salgın (12) ve 2010 yılında Tekirdağ Muzruplu’da 8 çocuğu etkileyen salgın (51) etkenin bölgemizde varlığını sürdürdüğünü göstermektedir (ġekil 17).

Trakya Bölgesi’nde önceki tarihlerde salgın bildirilen bu üç ilden en az bir köy olacak Ģekilde toplam dört köy çalıĢma kapsamına alındı. Köylerin seçiminde önceki yıllarda tularemi olgu bildirimi yapılmıĢ köyler tercih edildi. Bu seçimin yapılmasında farelerden tularemi etkenini saptama ihtimalini arttırmak ve etkenin varlığını göstermek amacı etkili oldu. Bu bilgiler ıĢığında Kaynarca Deresi’nin baĢladığı yer olan ve 1936’da salgının olduğu Kırklareli’ye bağlı Kaynarca Beldesi, yine 1936 yılında salgın bildirilen Tekirdağ’a bağlı Sinanlı Köyü, uzun yıllar sonra 2005 yılında Trakya’daki salgın yeri olan Edirne’ye bağlı Demirköy ve 2010 yılında Trakya’da en son salgının tespit edildiği Tekirdağ’a bağlı

38

Muzruplu Köyü çalıĢma için seçilerek etkenin varlığı bu yerleĢim yerlerindeki tarla farelerinde arandı.

Şekil 17. Trakya Bölgesi’nde tularemi görülen yerler 1-İslambeyli, 2-Kaynarca, 3- Pınarhisar, 4-Yancıklar, 5-Karabayır, 6-Yeniköy, 7-Osmancık, 8-Ceylanköy, 9-Cevizköy, 10-Topçuköy, 11-Yenimandıra, 12-Hamzabey, 13-Eskitaşlı, 14- Celaliye, 15-Hamitabat, 16-Kırıkköy, 17-Tatarköy, 18-Yenitaşlı, 19- Turgutbey, 20-Ayvalı, 21-Lüleburgaz, 22-Umurca, 23-Evrensekiz, 24-Servi, 25-Sinanlı, 26-Bahçedere, 27-Beyazköy, 28-Ahimehmet, 29-Küçükkarıştıran, 30-Büyükkarıştıran, 31-Karamusul, 32-Çiftlikköy, 33-Düğüncübaşı, 34- Kaşıkçı. 2005 ve 2010 yıllarında Trakya’da görülen tularemi salgınlarının yeri de haritada işaretlenmiştir (51).

F. tularensis; tavĢan, fare, sincap, kunduz, sıçan, gelincik, tilki, vizon, koyun, kedi, köpek, at, domuz ve daha birçok memeli hayvanı; 25’ten fazla kanatlıyı, birçok soğukkanlı hayvanı ve balık türlerini etkiler. Bu kadar çok hayvanı etkileyen tularemi için Ģu ana kadar yapılan çalıĢmalar ve elde edilen epidemiyolojik verilere göre en büyük rezervuarı kemiriciler (rodentia) (fare, sıçan, sincap) ve tavĢanlar (lagomorphia) oluĢturur. Kemiriciler karasal ve sucul kemiriciler olarak iki ayrı grupta incelenir ancak tularemi açısından bütün kemiriciler rezervuardır ve doğada tulareminin döngüsü içinde yer alırlar. Tulareminin endemik olarak görüldüğü alanlarda doğada bulunan bu hayvanlar arasında sirkülasyon devam etmektedir.

39

Ġnsanlar ve evcil hayvanlar esas konak olmamalarına rağmen doğadaki bu siklusa bir Ģekilde dahil olurlar. Tarih boyunca doğal hayatta yaygın hayvan ölümleri sonunda insanlarda da tularemi epidemileri dikkati çekmektedir. Genellikle insanlardaki tularemili olgu sayısıyla hayvanlarda görülen enfekte hayvan sayısı arasında zamansal paralellik dikkat çekicidir (70,90,95,96). Ġskandinav ülkelerinde ve Rusya’da fare, tavĢan ve yer sincabı gibi kemiricilerin sayısındaki artıĢa paralel olarak tularemi olgusu görülme sıklığı arasında yakın iliĢki saptanmıĢtır (ġekil 18) (2,6,96).

Şekil 18. İsveç’te insan ve hayvanlar arasında görülen tularemi sayılarının birbiriyle olan ilişkisi (96)

Her ne kadar bilimsel sayılarla ortaya konamasa da yukarıda bahsedildiği gibi tularemi için insan olguları ile hayvan olguları arasındaki paraleliğe benzer bir durum ülkemizde de görülmüĢtür. Ülkemizde 1930-1936 yılları arasında Kırklareli’nin köyleri ve onun ilçesi Lüleburgaz’da çok sayıda su sıçanı ve diğer kemiricilerin öldüğü görülmüĢtür. Dr. Talat Vasfi Özel’in bu dönemde bölgede yaptığı araĢtırmada Kırklareli’ye bağlı 28 köyde ve Tekirdağ’a bağlı 6 köyde onlarca hasta tespit edilmiĢtir. Bunlarla ilgili yaptığı gözlemlerde tularemi ile fareler arasında kuvvetli iliĢki olduğuna dair bilgilere ulaĢılmıĢtır. Örnek vermek gerekirse Özel, Kırklareli’ye bağlı Kırıkköy’de bir köylünün evindeki kavunları farelerin kemirdiğini,

40

ev halkının bu sebeple kavunları yemek istemediği ancak kendisinin atamadığını ve kavunları yemesinden birkaç gün sonra ateĢ, boyunda ĢiĢlikler meydana geldiğini, aylarca yatakta yattığını ifade etmiĢtir. Köylülerin fare ölü veya atıklarının sulara karıĢtığı ve suların etkenin bulaĢmasında önemli rol oynadığına dair hikayeleri de çarpıcıdır. Kırklareli’ye bağlı baĢka bir köy olan Hamzabey Köyü’nde köylülerin etkenin sudan geçtiğine inanmamaları üzerine bir köylünün ve bu köylünün çocuklarının dere suyunu içtikten 2-3 gün sonra lenf bezlerinin ĢiĢtiği, ateĢlerinin yükseldiği ve ağır bir Ģekilde hastalandıkları gözlenmiĢtir (83). Bu gözlemlerden sonra bölgede pirinç tarımı yasaklanmıĢ, kemirici sayısı belirgin bir Ģekilde azalmıĢ ve bunun üzerine tularemi salgınının sonlanması sağlanmıĢtır. Bu dönemden sonra 1945’te Lüleburgaz’da bir salgın daha görülmüĢ, bundan sonra çok uzun bir süre tularemiyle karĢılaĢılmamıĢtır ya da tularemi tanısı konulamamıĢtır (6).

Ülkemizde tulareminin kaynağı olabilecek hayvanlarla ilgili araĢtırmalar az sayıdadır. Tokgöz ve Golem (97) 1936’da meydana gelen tularemi salgınlarından sonra 1938 yılında yaptıkları laboratuvar çalıĢmalarında bir koyunun etkeni sindirim yoluyla aldığında öldüğünü, deri altından aldığında antikor geliĢtirdiğini ortaya koymuĢlardır. Keçilerde yaptıkları benzer çalıĢmalarda da koyunlara benzer sonuçlar elde etmiĢlerdir. Aynı araĢtırmacılar bir eĢek yavrusuna F. tularensis enjekte ettikten 4 gün sonra hayvanın öldüğünü, baĢka bir eĢeğe ise sonda ile tularemi kültürü içirilmesini takiben 1/80 oranında antikor oluĢtuğunu belirlemiĢlerdir. Mac Coy besiyeri kullanarak ölmüĢ kobay ve tavĢanların idrarlarından ve safra sıvılarından F. tularensis’i izole edebilmiĢlerdir. Gebe kobaylara da etkeni enjekte ettikten sonra fetüsten etkeni izole etmeye çalıĢmıĢlar ancak baĢarılı olamamıĢlardır. Kirpiler ve kır fareleri üzerinde yaptıkları çalıĢmalarda bu hayvanların etkene duyarlı olduklarını bildirmiĢlerdir. Etkenin nakli konusunda yaptıkları araĢtırmalarda tahtakurularının (Cimex lectularis) etkeni taĢıdığını göstermiĢlerdir. Ayrıca kenelerin deney hayvanları arasında tulareminin geçiĢinden sorumlu olduğunu gözlemlemiĢlerdir. Enfekte kenelerin tuzlu suda ezilerek hazırlanan süspansiyonlarını kobaylara derialtından vermiĢler, bu yolla enfekte edilen kobayların öldüğünü gözlemlemiĢlerdir. Golem (98) soğukkanlı hayvanlarda yaptığı çalıĢmalarında kaplumbağalara etkeni vermesine rağmen herhangi bir hastalık tablosu oluĢmadığı ancak dıĢkı ve idrar örneklerinin etkeni taĢıdığı, kobayların bu dıĢkı ve idrarla enfekte olabildiklerini göstermiĢtir. Kurbağalarda da benzer çalıĢmalar yapmıĢ ancak onlar enfeksiyona duyarlı oldukları için ölmüĢlerdir. Kurbağaların dıĢkı ve idrar örneklerinde de etkenin var olduğunu tespit etmiĢ, bulundukları suları kirleterek etkeni etrafa yaydıkları sonucuna varmıĢtır. Özsan ve ark. (99) 1976 yılında Ankara, Konya, Urfa ve NevĢehir’de

41

kırsal alanlardan yakalanan 1379 yabani hayvanı incelemiĢler, bu hayvanlardan alınan doku örneklerini kültüre ekmiĢler ancak hiçbirinde F. tularensis’i izole edememiĢlerdir. Yaptıkları serolojik incelemelerde Ankara’dan yakalanan bir adet tarla sincabında 1/40 aglütinasyon gözlemlemiĢlerdir. Yakaladıkları bu hayvanların organlarını süspanse edip 264 kobay faresine enjekte etmiĢler, 1/40 aglütinasyon veren tarla sincabının dokularının enjekte edildiği kobayda da 1/40 aglütinasyon tespit etmiĢlerdir. Yine Ankara’nın farklı köylerinden yakalanan diğer farelerin organ süspansiyonlarının enjekte edildiği baĢka iki kobayda da 1/40 ve 1/80 titrede tularemi antikorlarında pozitiflik görülmüĢlerdir. Kars’ta 1996 yılında yapılan bir tez çalıĢmasında 1412 koyundan kan alınarak F. tularensis’e karĢı oluĢmuĢ antikorlar taranmıĢtır. Koyunlarda insidans %0.14 olarak bulunmuĢtur (100). Yine Kars’ta 2008-2010 yılları arasında yapılan bir çalıĢmada, Kars’tan 171 çoban köpeği ve Ankara’dan 99 pet köpeğinden serolojik olarak F. tularensis antikorları aranmıĢ, çoban köpeklerinde %5.3, pet köpeklerinde %2 oranında pozitiflik saptanmıĢtır (101). Edirne’ye bağlı Demirköy’de 2005 yılında meydana gelen salgında Gürcan ve ark. (12) bölgedeki koyun, sığır, fare ve tavĢanlarda etkeni aramıĢlardır. AraĢtırdıkları 25 tavĢanın birinde, 27 sığırın 19’unda 1/20 ile 1/80 arasında değiĢen düĢük titrelerde F. tularensis’e karĢı oluĢmuĢ antikorlar tespit etmiĢler, araĢtırılan 19 koyunun hiçbirinde antikor bulamamıĢlardır. Hayvanların üzerinde bulunan üç kenenin ezilmiĢ süspansiyonunu ve köyde ölü olarak tespit edilen bir tavĢanın ve 8 Rattus rattus’un karaciğer ve dalak dokularının hiçbirinde F. tularensis izole edilememiĢtir. Claus ve ark. (102)’nın taylar üzerinde yaptığı tularemi araĢtırmasında atların enfeksiyona kısmi dirençli olduklarını saptamıĢlardır. Enfekte olanlarda ateĢ, ataksi, bacaklarda ödem, inkoordinasyon, solunum depresyonu gözlemlenmiĢtir. Enfekte olan bu atlarda antikor oluĢumu da meydana gelmiĢtir. Yaptıkları çalıĢmalarda tularemi sadece 6 atta bildirilmiĢ bunlardan ikisi ölmüĢtür. Bourque ve Higgins (103) 1984 yılında sığınlarda (taç boynuzlu Kanada geyiği) yaptıkları araĢtırmada 203 geyiğin 15’inde F. tularensis antikorları belirlemiĢlerdir. Amerika’nın Ġllinois eyaletinde 1983-1984 yıllarında Lepitzki, Woolf ve Cooper (104)’ın Sylvilagus floridanus türü tavĢanlarda yaptıkları serolojik incelemede, 118 tavĢanın %6’sında çabuk lam aglütinasyon testiyle, 119 tavĢanın % 16’sında ELISA ile F. tularensis antikorlarını pozitif bulmuĢlardır. Bu çalıĢmada ilginç olan baĢka bir bulgu ise serolojik olarak negatif bulunan bir tavĢanın doku kültüründen F. tularensis subsp. tularensis izole etmiĢlerdir. Almanya’da 1992 ile 2007 yılları arasında yapılan bir çalıĢmada, hayvanat bahçelerinde bulunan hayvanlarla vahĢi doğadan yakalanan toplam 2475 hayvanın serolojik olarak incelemesi yapılmıĢ, doğadan yakalanan 1353 vahĢi hayvandan (Vulpes vulpes,

42

Nyctereutes procyonoides ve Sus scrofa) 101 tanesi (%7.5), hayvanat bahçelerinde bulunan 1122 hayvandan 3 tanesi (%0.3) seropozitif olarak saptanmıĢtır. Hayvanat bahçesinde pozitif bulunan bir su aygırı ilginç bulunarak yayınlanmıĢtır. VahĢi doğadaki hayvanlarda seropozitiflik, hayvanat bahçelerinde bulunan hayvanların seropozitifliğinden daha yüksek olması istatistiksel olarak anlamlı bulunmuĢ, etkenin doğada yaygın olarak bulunduğunu göstermiĢtir (105).

Kosova’da 1999-2000’de meydana gelen salgınlarda olduğu gibi Türkiye’deki tularemi salgınlarında da en olası kaynak olarak en çok suçlanan hayvan farelerdir. Bursa Karacabey’de 1998 yılında meydana gelen salgında, Edirne Demirköy’de 2005’te meydana gelen salgında, 2010’da KırĢehir’de meydana gelen salgında ve daha birçok salgında, salgından önceki dönemde bölgede fare sayısında dikkati çekecek derecede artıĢ olduğu gözlemlenmiĢtir (12,35,95,106). Ülkemizde farelerin tularemi etkenini taĢıdığını ortaya çıkarabilmek için yapılan çalıĢmalar çok sınırlı sayıdadır. Gürcan ve ark. (12) Demirköy’deki salgında köyde ölü olarak yakalanan 8 Rattus rattus’un karaciğer ve dalak kültürlerinde etkeni izole edememiĢlerdir. Kaygusuz ve ark. (106) Orta Anadolu’da salgın olan bölgelerden topladıkları 42 Microtus socialis’in karaciğer ve dalak örneklerinde kültür ve moleküler yöntemlerle etkeni saptayamamıĢlardır. Ülkemizde farelerle tularemi olguları arasında bir iliĢki olduğu düĢünülmesine rağmen bu güne kadar bu tez kesin olarak ispat edilememiĢtir (11,12,99,106). Sunulan bu çalıĢmada farelerin tularemi etkenini taĢıdığı ve tularemi için bir potansiyel tehlike oluĢturduğu Türkiye’de ilk kez kesin olarak gösterilmiĢtir.

Trakya Bölgesi’nde 1936 ve 1945 yıllarında iki tularemi salgını tespit edildikten sonra bölgede 60 yıl boyunca baĢka tularemi olgusu bildirilmemiĢtir. Tularemi olgusunun bu süre boyunca bildirilmemesinin nedeninin, etkenin doğadan eradike mi olduğu yoksa insanların hijyen alıĢkanlıklarında iyiye giden değiĢikliklerin mi meydana geldiği açık değildir. Bu soruların cevabını bulmak amacıyla planlanan bu çalıĢmada, doğadan yakalanan farelerde tularemi etkeni araĢtırılarak Türkiye’de her zaman tulareminin kaynağı olarak düĢünülen farelerin tularemi bulaĢı açısından potansiyelinin ortaya çıkarılması ve etkenin bölgede varlığının açıklığa kavuĢturulması amaçlanmıĢtır. Sunulan bu çalıĢmada Kaynarca Deresi’nin baĢlangıç noktasındaki Kaynarca Beldesi’nde yakalan farelerin ikisinde tularemi etkeni moleküler yöntemlerle gösterilerek tularemi için farelerin kaynak olabileceği ve etkenin bölgemizde halen varlığını sürdürdüğü kesin olarak gösterilmiĢtir. Dolayısıyla tularemi için bu bölgede her zaman tehlikenin var olduğu ortaya çıktığından hijyenik tedbirlere taviz vermeksizin uymanın gerekliliğinin bölgede yaĢayanlara, sağlık kurumlarına ve diğer

43

yetkililere anlatılmasının ve gerekli tedbirlerin alınmasının önemi herkesçe bilinmelidir. Nitekim 2010 yılında Tekirdağ’ın Muzruplu Köyü’nde meydana gelen salgında da etkenin yıllardır potansiyel tehlike olarak bölgede bulunduğu düĢünülmüĢtür. Bu potansiyel tehlike, klorlama yapılmayan dere suyuyla doldurulmuĢ havuzda yüzme sonucunda sadece bu havuza giren sekiz çocukta tulareminin tespit edilmesiyle sonuçlanarak kendini göstermiĢtir. Bu salgın hijyenik Ģartlar ortadan kalktığında tulareminin nasıl ortaya çıkabileceğini göstermesi açısından çok çarpıcıdır (51).

Türkiye’deki tularemi salgınlarının fare sayılarındaki anormal artıĢ dönemlerinden sonra oluĢması tularemi salgınlarının önceden tahmin edilmesinde önemli olabilir. Özellikle fare sayılarında artıĢ olan dönemlerden sonra tularemi için önlemlerin arttırılması halk sağlığı açısından yararlı olabilir. Bu öngörü için fare popülasyonlarının takibi yapılmalıdır. Sunulan çalıĢmada fare popülasyonlarından ziyade etkenin farelerde bulunup bulunmadığının araĢtırılması yapıldığından tularemi salgın öngörüsü için sonraki çalıĢmalarda fare popülasyon takiplerinin de yapılması gerekliliğini sonucunu doğurduğu düĢünülebilir. Sunulan çalıĢmada her ne kadar fare popülasyon değerleri ortaya konamasa da popülasyonla ilgili bazı öngörülere ıĢık tutabilir. Bizim çalıĢmamızda her köye kurulan fare kapanı sayısı, bu yerlerden yakalanan fare sayısına oranlandığında en yüksek fare yakalama oranının Kaynarca’da saptanması bu bölgede fare sayılarının daha yüksek olduğunu düĢündürür (Tablo 1). Tularemi etkeninin yine Kaynarca’daki farelerde saptanmıĢ olması, bu bölgede hijyenik kurallara uyulmadığında yakın bir zamanda tularemi salgınının baĢlayabileceğinin delili sayılabilir.

Tularemiyle karĢılaĢan hayvanların kliniği hayvandan hayvana değiĢiklik göstermektedir. Kedi ve köpeklerde subklinik olarak seyreden tularemi, genellikle köpeklerde daha hafif seyrederken kedilerde daha ağır tablolarda görülebilmektedir. Koyun, sığır gibi hayvanlarda genelde kene ile ısırılma sonrası görülür. Koyunlarda daha ağır bir klinik ile seyreden tularemi, sığırlarda daha hafif klinik tablo meydana getirir hatta bazen sadece serokonversiyon meydana getirir. Tularemi daha pek çok evcil hayvanda daha görülebilmektedir (14). Rodentler ve lagomorflar da tularemiye duyarlıdırlar. Enfeksiyona yakalanan bu hayvanlarda tularemi genellikle ölümle sonuçlanır. Deneysel olarak tularemi ile enfekte edilen kemiricilerde 3. günde belirtiler görülmeye baĢlar. Lenf nodlarında büyüme, ateĢ, zayıflama, güçsüzlük, iĢtahsızlık, depresif durum ve abseler görülür. Hayvan 5-14 gün içinde ölür (90,107). Sunulan çalıĢmada yakalanan 19 farenin 8’inin ölü olarak saptanması ve ölü farelerin birinde moleküler yöntemlerle F.tularensis tespit edilmesi bu farenin tularemi

44

nedeniyle ölmüĢ olabileceğini akla getirmektedir. Diğer taraftan ölü olarak yakalanan diğer farelerde ne kültür ne de moleküler yöntemlerle tularemi etkeninin tespit edilememesi ölümlerin tularemiden ziyade diğer nedenlere bağlı olabileceğini de düĢündürmektedir. Farelerin kıĢ aylarında toplandığı, bazı çalıĢma günlerindeki sıcaklık değerlerinin geceleri sıfırın altına indiği ve ölüm aĢamasına gelmiĢ bir farenin besin arama giriĢiminde bulunamayacağı göz önüne alınacak olursa ölümlerin soğuk nedeniyle olması daha muhtemeldir. Her ne kadar kapanlar içine farelerin soğuktan ölmesini engellemek için yemle birlikte pamuk konmuĢ olsa da geceleri –5°C’lere inen soğuk hava dolayısıyla ölümlerin engellenmesi mümkün olamamıĢtır. Farelerde genellikle tularemi ölümcül seyredebilmesine rağmen bazen nefrit gibi lokalize enfeksiyon tablosu Ģeklinde görülebilir ve ölümle sonuçlanmayabilir (108). Bu çalıĢmada tularemi etkeninin saptandığı canlı farenin sağ kalımının bir nedeni böylesine lokalize bir enfeksiyon tablosu olabilir. Bir diğer olasılık ise etkenin moleküler yöntemlerle saptandığı farelerin henüz enfeksiyonun ilk aĢamasında olma ihtimalleridir. Moleküler yöntemlerin çok az sayıdaki bakterileri de saptayabildikleri, canlı farede bakteri miktarının 4x103

cfu/dalak, ölü olanda 4x104 cfu/dalak olduğu dikkate alınacak olursa enfeksiyon etkeninin öldürücü düzeylerde bulunmadığı sonucuna varılabilir. Tularemide öldürücü seyreden klinik tablolardaki etken sayısı hakkında yapılan literatür taramasında çok az yayına rastlanabilmiĢtir. Bunlardan birinde F. tularensis ile kontamine olmuĢ bir su kaynağı ile o bölgedeki rodentlerin yarısının enfekte olabileceği belirtilmiĢtir. Tularemi tablosu için enfeksiyon dozunun 102

-103 cfu/ml gibi çok düĢük düzeyde olduğu belirtilmiĢ, tularemiden ölen bir farenin dalağının ise 1010

cfu bakteri içerdiği ifade edilmiĢtir (108). Farelerde dalakta, karaciğerde ve akciğerdeki ölümcül bakteri dozunun 109-1010 cfu/organ olduğu, bakteriyemi dozunun ise kanda >108 cfu/ml olduğu baĢka bir çalıĢmada gösterilmiĢtir (109). Sunulan çalıĢmada henüz fare vücudunda etken öldürücü dozlara ulaĢmadığından (canlı farede bakteri miktarının 4x103

cfu/dalak, ölü olanda 4x104 cfu/dalak) bunlardan birinin canlı kalabildiği, diğerinin de baĢka nedenle öldüğü düĢünülmüĢtür. Diğer bir olasılık da bölgemizdeki F. tularensis kökenlerinin farelerde öldürücü tablolara neden olmamasıdır. Böylece etken fare vücudunda daha uzun süre bulunacak ve farelerin idrar ve diğer salgılarıyla etkenin doğaya yayılma süresi uzayacaktır. Üzerinde yaĢayan kenelere de etkeni bulaĢtırmaya devam edecektir. Tüm bunların sonucu olarak farelerin tularemi bulaĢındaki rolü daha da önemli hale gelecektir. Belki de ülkemizde hep farelerin suçlanmasındaki faktörlerin temelinde bu neden yatmaktadır.

45

Rodentler arasında tularemi açısından dikkati çeken türler Arvicola terrestris (su sıçanı), Rattus cinsi sıçanlar, Microtus arvalis (adi tarla faresi), Microtus epiroticus (tarla faresi), Marmota monax (dağ sıçanı), Apodemus agarius (çizgili tarla faresi), Apodemus sylvaticus (orman faresi), Apodemus flavicollis (sarı boyunlu orman faresi), Mus musculus (ev faresi), Mus macedonicus (sarı ev faresi), Sciurus vulgaris (kızıl sincap), Tamias, Citellus ve Spermophilopsis cinsi diğer sincaplar, Castor cinsi kunduzlar; lagomorflar arasında da en çok Sylvagus, Lepus ve Oryctolagus cinsi yabani tavĢanlar sayılabilir. Özellikle Kuzey Amerika’daki salgınlardan ve F. tularensis tip A biovarın bulaĢmasında etkili olan hayvan Sylvagus cinsi tavĢanlardır. Avrupa’da ise Arvicola terrestris, Rattus rattus, Microtus arvalis bulaĢtan en çok sorumlu olan kemiricilerdir. Rusya’da ve Orta Asya’da ise Arvicola terestris, Mus musculus, Microtus arvalis türlerine ait kemiriciler ve Lepus cinsi yabani tavĢanlar en sık sebeptir (14). Bulgaristan’da yapılan bir çalıĢmada doğadan 169 tarla faresi yakalanmıĢ, bunların 37’sinin F. tularensis ile enfekte olduğu moleküler testlerle tespit edilmiĢtir. Bu farelerin 32’sinin Rattus rattus, 5’inin Mus musculus olduğu ifade edilmiĢtir. Yakalanan 9 Apodemus agrerius türüne ait farelerin hiçbirinde F. tularensis gösterilememiĢtir (110). Kosova’da yapılan çalıĢmada ise 64 rodent yakalanmıĢ, bunların 26’sı Apodemus agrarius, 2’si Apodemus flavicollis, 2’si Apodemus sylvaicus, 23’ü Mus musculus, 11’i Rattus rattus olduğu tespit edilmiĢtir. Bunların içinde 2 Apodemus agrarius’un F. tularensis ile enfekte

Benzer Belgeler