• Sonuç bulunamadı

2. BÖLÜM

2.4. Mizacı

Doğuştan kamburu ve bir bacağı diğerine göre kısa olan Ahmet Şerif Şerefli, kısa boylu ve zayıf biridir.132 Bedensel özelliklerinin etkisiyle içe kapanık, utangaç,

ürkek, insanlar tarafından incitilmekten kendini esirgeyen bir mizaç geliştirmiştir. Daha çocukluk yıllarında incindiğinde sıkıntılarını insanlarla paylaşmak yerine, kendi içine dönerek kendi kendini onarmaya gayret etmiş, sıkıntılarının yarattığı ruhsal buhranla tek başına mücadele etmeye çalışmıştır.133 Söz konusu durum

yetişkinlik yıllarında, yaşadığı yalnızlığın ve içinde bulunduğu güvensiz sosyal ortamın da etkisiyle giderek artmıştır.

Romantik bir yapıda olması, yaşadığı aşklardan derinden etkilenmesine ve acı çekmesine neden olmuştur.134 Ahmet Şerif Şerefli, insanın yaşadığı anıların her

birinin değerli olduğunu ve bunların birer hazine gibi korunup saklanması gerektiğini savunmakla birlikte135 -utangaç ve çekingen oluşunun da etkisiyle- âşık olduğu

130 Ahmet Şerif Şerefli, Giderayak…, s. 41. 131 Ahmet Şerif Şerefli, Giderayak…, s. 98.

132 Buradaki bilgileri yazarın kardeşi Hasan Şerefli’den öğrendik. 133 Ahmet Şerif Şerefli, Türk Doğduk..., s. 510.

134 Ahmet Şerif Şerefli, Giderayak…, s. 13. 135 Ahmet Şerif Şerefli, Türk Doğduk..., s. 125.

kadınların kimliğine dair herhangi bir bilgiyi ne yakın dostlarıyla paylaşmış ne de anılarında böyle bir bilgiye yer vermiştir.136

Ahmet Şerif Şerefli, özgür bir ruha sahip olmasının etkisiyle emir almaktan ve baskı altında tutulmaktan rahatsızlık duymuş, utanmış137, kişilerin kendi çıkarları

için insani değerlerinden taviz vermelerini eleştirmiştir.138 İnsanın onurlu yaşaması

onun önceliği olmuş, kişinin bireysel ve millî onurunu koruması gerektiğine inanmıştır.139

Asimilasyon yıllarında kendini aşmak ve varlığını ispatlamak istemiş, yaşadığı baskıdan bunalmış ve varoluş sıkıntısı yaşamıştır.140 Zaman zaman kimlik

arayışlarına giren Şerefli, komünizmin Türk azınlığa uyguladığı ötekileştirme politikasının etkisiyle kimliğini sorgulamış ve bunun neticesinde “varlığının esas anlamının millî Türk kimliği, dilinin Türkçe, anavatanının Türkiye, ata toprağının Bulgaristan, bayrağının ise ay yıldız” olduğu sonucuna ulaşmıştır:

“(…) Kimsin sen Ahmet Şerif? Rumeli Türklerinin bir bireyisin? Bu doğru. Ortaçağda XIV. yüzyılda Anadolu topraklarından sökülüp gelmişsin yurt tutmak için Rumeli illerine. Beş bin yıllık ağaç sabanla bu toprakları sürmüş, şehit, gazi olmuş ve Rumeli illerini vatan yapmışsın. 500 yıl adalet, eşitlik ve kültür yaymışsın. Yaşamış, ölmüş ve yeniden doğmuşsun isyan yangınlarını söndürmüş, kan dökmüşsün. Vatanın tapuları şehit kemikleri, kültür abidelerin olmuş. Göklere açılan bayrağın rengini akan kanlardan almış, göklerden üzerine bir de ay, yıldız kondurulmuş.” 141

Ahmet Şerif Şerefli’ye göre insan olmanın gereği okumak, düşünmek, onurlu bir hayat sürüp sorgulamaktır. Babasının da etkisiyle okumayı seven, bilgiye önem veren, araştıran bir kişilik geliştirmiş olan Ahmet Şerif Şerefli, öğreten insanı el

136 Ahmet Şerif Şerefli, Sen İstanbul’a Gelme, Goren Dunav Vakfı Yayınları, Bursa 2003, önsöz. 137 Ahmet Şerif Şerefli, Türk Doğduk..., s. 61.

138 Ahmet Şerif Şerefli, Türk Doğduk..., s. 120. 139 Ahmet Şerif Şerefli, Türk Doğduk..., s. 510. 140 Ahmet Şerif Şerefli, Türk Doğduk..., s. 92. 141 Ahmet Şerif Şerefli, Türk Doğduk..., s .2-3.

üstünde tutmakta, okuyup sorgulayan insana saygı duymaktadır.142 Kendi varlığıyla

insanların varlığını beslemeyi, bilgi ve sanatını insanlarla paylaşmayı görev olarak görmüş, aksinin mümkün olamayacağını düşünmüştür.143

Sanatçı, yazarlarla dostluk etmeye özen göstermiş, aydın çevreden uzak kalmamaya dikkat etmiştir. Ancak tutuklandıktan ve “komünizme ihanet” ile suçlandıktan sonra çevresi onu yalnız bırakmıştır. Bu durum karşısında derin bir üzüntü duyan Ahmet Şerif Şerefli, sıklıkla yaşadığı yalnızlık hissini dostlarının yanında olmayışına bağlamıştır.144

Sağduyulu tavrını, toplumsal sıkıntının doruğa çıktığı zamanlarda bile asla elden bırakmayan Ahmet Şerif Şerefli, baskı ve asimilasyon yıllarında herkesi aynı kefeye koymamıştır. Jivkov’un yıkıcı politikalarını kendi çıkarları için destekleyenleri sadece Türk olduğu için sorgulamadan kabul etmemiş, Jivkov yönetiminin yanılgısını gören Bulgarlara karşı ise minnetini ifade etmekten geri durmamıştır.145

Ahmet Şerif Şerefli, yaşamayı tüm zorluklarına rağmen sevmiş ve “düşmana inat” yaşamak gerektiğini savunmuştur.146 Hayata bağlılığının ve olumlu bakış

açısının bir neticesi olarak aşırı milliyetçilikten kaynaklı zulüm ve sömürünün bir gün son bulacağına dair umudunu hiç kaybetmemiştir.147

Sanatçı, doğa ile insanı bir bütün olarak değerlendirmiş, hem insana hem doğaya saygı ile yaklaşmıştır. Son derece hümanist bir mizaca sahip olan Ahmet Şerif Şerefli, sadece insan olmanın ve doğayla iç içe olabilmenin mutluluğunu her daim yaşamıştır:

142 Ahmet Şerif Şerefli, Türk Doğduk..., s. 30. 143 Ahmet Şerif Şerefli, Türk Doğduk..., s. 516. 144 Ahmet Şerif Şerefli, Türk Doğduk..., s. 237. 145 Ahmet Şerif Şerefli, Giderayak…, s. 6. 146 Ahmet Şerif Şerefli, Türk Doğduk..., s. 325. 147 Ahmet Şerif Şerefli, Giderayak…, s. 19.

“İnsanım şükür! Seven acı çeken, yanılan, düşler kuran, düşüp kalkan, dünyasında Doğa’ya yolculuklarını sürdüren insan. Keşfetmek, mermeri yontmak, toprağı sürmek, ağacı budamak yeteneğim, hünerimdir. Gönlümde devrim düşleri yaşatıyorum. Dilediğim kötülükleri iyiliklere dönüştürmek, dikenin sabrında gül açtırmaktır. Güzellikler iyiliklerin güneşi. Doğanın bahçesinde vahşi güzellikler bilemediğimiz kadar çok. İyilikler yoktur fakat. İyilikler yoldur. İyilikler insan yüreğinin ürünleri. Denizin dibindeki iyilikler de bizden-ecdadımızdan. İyiliklerimi ben de denize atıyorum.

Doğa’nın da, insanın da koruyucusu ürettiği, sanatlaştırıp bilimselleştirdiği iyiliklerdir.”148

Kaybedilmiş topraklar olarak nitelediği Bulgaristan’da kalan bir Türk olmanın yaşattığı acıyı derinden hissetmiştir. Ruhunu yaralayan asimilasyon ve baskı süreci Ahmet Şerif Şerefli’nin kimliğinin bir parçası olmuştur.149 Kendini 2 milyon

Türk azınlığıyla bir bütün olarak gören Ahmet Şerif Şerefli, Bulgaristan Türklerini “kılıç kaçkını”, “kılıç artığı” olarak nitelemekte ve Osmanlının Bulgaristan’dan çekilmesinden sonra kendini Bulgaristan’da kalanların temsilcisi olarak görmektedir.150

Ahmet Şerif Şerefli, bir dava adamıdır ve Recep Küpçü’den sonra Bulgaristan’daki zulme başkaldıran ikinci sanatçıdır.151 Düşünen, sorgulayan,

tarihinin ve halk kültürünün kıymetini bilen, bilim ve sanata önem veren bir aydın olmasının yanında Türk kimliğine ve Türk geleneklerine karşı duyarlı, tarihî bilinç ile harmanlanmış bir millet sevgisine de sahiptir:

“Eğer sorun ulusal kimliğimizi korumaksa veya vatanla, bayrağı savunmaksa, bu yaşam, tüm sıkıntılarına karşın, kesinlikle yaşamaya değer. Benim görüşüme göre gerçek yaşamın anlamı yara almadan, gerektiğinde ölmeden

148Ahmet Şerif Şerefli, Yer Yeşil Gök Mavi Kalsın, Balkanlarda Türk Kültürü Yayınları, Bursa 1994,

Arka kapak.

149 Ahmet Şerif Şerefli, Türk Doğduk..., s. 45-46. 150 Ahmet Şerif Şerefli, Türk Doğduk..., s. 3.

anlaşılmaz. Bizler artık bu vatanı, insan haklarımızı bilimle, sanatla savunmasını öğrenmeliyiz.”152

Şerefli, çevresinde olup bitenleri son derece dikkatli ve hassas bir gözlemle ele almış, içinde yaşadığı toplumun sorunlarına karşı duyarsız kalmamış, nazımlarında ve nesirlerinde bunlara yer vermiştir. Yaşadıklarını büyük bir titizlik içerisinde şair, yazar ve gazeteci kimliğiyle eserlerine aktarırken özellikle şiirleri, çevresine karşı ne denli duyarlı olduğunu gözler önüne sermektedir.