• Sonuç bulunamadı

Mü’minin Allah’a Olan Vefâsı (En büyük Vefâ, Kulluk Vefâsı):

Esasen yukarıda değindiğimiz vefâ kavramının ıstılahdak anlamı; en büyük vefâ olan kulun Allah’a karşı olan kulluk vefasıdır, O’na olan en gerekli şey ve sorumluluk olan kulluk akdini/sözünü tamamlamaktır. Benî Âdem’in yani insanın, bezm-i elest’de veya kâlû belâ’da Allah’a verdiği sözü tutmasına; “elestü bi-Rabbikum?”: Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” sorusuna tüm ruhların verdiği “Belâ” (Elbet Rabbimizsin) cevabına uygun olarak insanın, yaşadığı sürece Rabbini zikretmesi ve hatırında tutması, bir gün ona döneceğini bilmesi ve buna inanmasıdır. Fıtrat (yaratılış) ahdi de denilen bu ahit Yaratıcı Kudret’e karşı yapılmış olup, böyle bir ahit, O’na îmân etmeyi ve bu îmânı korumaya özen göstermeyi içermektedir. Kısaca gerçek “vefâ”; kelimenin lüğat anlamında geçen تّ

الله يبفواو كتّمذ فو

7 Râgıb, el-Müfredât, 528-529; İbnü’l-Esîr, en-Nihâye fî garîbi’l-hadîs ve’l-eser, 5/211; İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, 15/398-401; Abdullah Yıldız, Helal Rızık/Kazanç Hikmet ve İlim İlişkisi (İstanbul: Nidâ yay.,2019), 47-49, 257.

8 Buhârî, “Teheccüt”, 6; Müslim, “Sıfat-i müsâfirîn ve kasrihim”, 18.

9 Ebû Dâvud, “Edeb”, 11; Tirmizî, “Birr”, 35.

)كت ّمذ)10 akdi, borcu ve sorumluluğu tamamlamak, sözü yerine getirmek temalarına ilişkin olarak bezm-i eleste Allah’a verilen verilen bu sözü eksiksiz (tam olarak) yerine getirmek, din ve akla uygun olarak gereken şeyi yerine getirip altından kalkmak (üstesinden gelmek) demektir. Nitekim Kur’an terminolojisinde de “vefâ” bu manada kullanılmaktadır:

( ىفولأاءازجلا هيزجي ّمث)“Sonra (insana) çalışmasının karşılığı tastamam verilecektir.”

(Necm 53/41).

Lüğat ve ıstılah anlamlarında, verdiğimiz argümanlarda (âyet ve hadislerde) görüldüğü üzere “Vefâ” aynı zamanda sözünde durmak, ahdine vefa göstermek, verdiği sözlerle yaptığı anlaşmalara, bağlı kalmak anlamlarına da gelmektedir. Bu anlamda vefâ Kur’an ahlâkı ve Nebevî ahlâkın en önemlilerindendir. Çünkü Kur’an’da ve hadislerde;

gerek Allah’a karşı gerekse kullarına karşı Yaratıcı Kudret adına verilen söz ve ahde vafâ (sözünde durmak) doğrudan din ve imanla ilişkilendirilmektedir. Ayrıca ilgili naslarda Allah ve Peygamberi ile yaptığı anlaşmalara ve sosyal hayatta başkalarına verdiği söze ve yaptığı anlaşmaya bağlı kalanlara büyük mükâfâtlar; aksi davrananlara da ağır cezâlar terettüp edeceği belirtilmektedir. Bunlardan Allah’a olan ahdini bozanların ve yerine getirmeyenlerin âhiretteki durumu âyetteki durumu şöyle tasvir edilmektedir: “Şüphesiz Allah’a verdikleri sözü ve yeminlerini az bir karşılığa (değer karşılığında) değişenler var ya, işte onların âhirette bir payı yoktur. Allah, kıyamet günü onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temizlemeyecektir. Onlar için elem verici bir azap vardır.” (Âl-i Imrân 3/77).

Kur’ân, insanlardan Allah’a verdikleri ahdi bozmamalarını ve Allah adına verdikleri sözden ve akitden caymamalarını, ahitlerine ve verdikleri söze sadık kalmalarını, hem Yaratıcı Kudret’e hem de insanlara güven vermelerini istemekte ve şöyle buyurmaktadır:

“Allah’a verdiğiniz ahdi/sözü az bir karşılığa (hiçbir değere) değişmeyin. Eğer bilirseniz şüphesiz Allah katında olan sizin için daha hayırlıdır.” (Nahl 16/95). Ayrıca Kur’ân, gerek Allah’a verdiği ahdini gerekse insanlar verdiği sözünü yerine getirmeyen kimseleri bozguncu, yeryüzünde fesat çıkaran dostluk, barış ve güveni tehlikeye sokan la’netli kimseler olarak nitelemekte ve şöyle buyurmaktadır: “Allah’a verdikleri sözü, kuvvetle pekiştirdikten sonra bozanlar, Allah’ın korunmasını emrettiği şeyleri (akrabalık bağlarını) koparanlar ve yeryüzünde fesat çıkaranlar var ya; işte la’net onlar içindir: yurdun kötüsü olan (cehennem) de onlar içindir.” (Ra’d 13/25). “(Allah adına/adıyla) Antlaşma yaptığınız zaman Allah’a karşı verdiğiniz sözü yerine getirin. Allah’ı kendinize kefil kılarak (üzerinize şâhid tutarak) pekiştirdikten sonra yeminlerinizi bozmayın. Şüphesiz ki Allah, yaptıklarınızı bilir.” (Nahl 16/91).

Allah Teâlâ, Ahdi ve yemini bozma yasağının aksi tutum ve davranış olan hulfetme ve ğadretme eyleminde bulunanların yani Allah adına olan ahitlerini ve yeminlerini

10 Râgıb, el-Müfredât, 528-529; İbnü’l-Esîr, en-Nihâye fî garîbi’l-hadîs ve’l-eser, 5/211; İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, 15/398-401.

Abdullah Yıldız | 119

XV Uluslararası Mevlid-i Nebî Sempozyumu “Kur’an ve Sünnet’te Vefa” (04-05 Kasım 2021 – Şanlıurfa)

bozanların ruh halleri ve karakterlerini de bir örnekle şöyle betimler: “İpliğini sağlamca büktükten sonra, çözüp bozan kadın gibi olmayın. Bir topluluk diğer topluluktan (sayı ve malca) daha kuvvetli olduğu için (sakın) yeminlerinizi, aranızda bir hile ve fesat âleti (aracı) edinmeyin. Çünkü Allah, bununla sizi ancak imtihan etmektedir. Hakkında ihtilâfa (ayrılığa) düştüğünüz şeyleri kıyamet günü O size elbette açıklayacaktır.” (Nahl 16/ 92).

Kur’ân-ı Kerîm, Allah adına yaptıkları ahit ve yeminlerini az bir değere değişenlerin (gel-geç arzuları ve dünyevî çıkarlarına) tercih edenlerin âhirette nasipsiz olacaklarını belirtmektedir. “Allah’a karşı verdikleri sözü ve ve yeminlerini az bir paraya satanlara/az bir karşılığa değişenlere gelince, işte bunların âhirette bir payı/nasibi yoktur. Allah, kıyamet günü onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temizlemeyecektir.

Onlar için elem verici bir azap vardır.” (Âl-i Imrân 3/77). Bir önceki âyette de şöyle buyurulmaktadır: Bu durumun aksine, “Kim de vefâ gösterir ahdini/sözünü yerine getirir ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsa, bilsin ki Allah (vefasızlıktan/ahdi bozmaktan) sakınanları sever.” (Âl-i Imrân 3/76). Allah’ın has kulları olan gerçek mü’minleri de; ““Onlar ki, emânetlerine ve verdikleri sözlere riâyet ederler.” (Mü’minûn 23/8; Meâric 70/32) şeklinde tanıtmaktadır.

Yer kürede; insanlar arsı ilişkilerde, küresel barış ve dostlukta güven unsurunun önemi sosyal hayatta elbette hayatî bir değere sahiptir. İnsanlar arası ilişkilerde güven unsurunun hâkim olması, sağlıklı ve temiz bir toplumun oluşması ancak vefâ ile mümkündür. Belki de bu nedenledir ki, insanlara dünya ve âhiret saâdeti va’d eden İslâm’ın temel kaynakları Kur’ân ve onun mübelliği/mübeyyini olan Hz. Peygamber’in ilkesel tutum, davranış ve alışkanlıkları olan sünnet, toplum hayatı ve bekâsı için bu denli önemli olan ahde vefâ konusunda oldukça titiz ve duyarlı bir tutum sergilemektedir.

Mü’minlerce ma’rûf (bilinen) bir sünnet olarak Hz. Peygamber’in (s.a.v.) duâlarında

“seyyidi’l-istiğfârda” sık sık: )... تعطتساام كدعوو ك دهع لىع اناو كدبع اناو.)“Allah’ım!

Ben,senin kulunum, gücüm yettiği kadar (ölçüde) senin ahdin (sana olan ahdim) ve sana olan va’dim (sözüm) üzereyim, bunlara sadakat gösteriyorum..”11 tavaf ve Allah ile akdi yenileme hikmeti de içeren Haceru’l-Esved’i selamlama esnasında (İstilâm’da) söylediği ( ... كدهعب ءافوو… كب اناميا ّمهللا.) dularıyla vefâ Peygamberi, sürekli Allah’a olan ahdini tazeler, sadâkat ve kadirşinaslığını ifade ederdi.

Bu durumda en büyük vefâ, insanın Yaratanı’nı tanıması; kul olduğunun bilincinde olmasıdır. Vefâkârlık ise, ona olan kulluk görevlerini hakkıyla yerine getirmesi, O’nun verdiği nimetlerin kıymetini bilmesidir. Âriflerin dilindeki şu söz de bu anlayışa teşvik etmektedir:

“Az ni’meti az sanma kimden gelir ona bak; az günahı az sanma, kime karşı ona bak”

11 Buhârî, “Daavât”, 16.

Kavramsal çerçevesinde belirttiğimiz üzere, “sözünde durmak, verdiği söze ve ahde, yaptığı anlaşma ve antlaşmalara bağlı kalmak, özü ve sözü doğru olmak anlamlarına gelen”

vefâ, Kur’ân ahlâkı olan Nebevî ahlâkda; ayrıca sosyal hayatta vazgeçilmez, prensibel/ilkesel bir davranıştır. Yukarıda verdiğimiz naslarda (âyet ve hadislerde) görüldüğü üzere mü’min kişi için ahdine uygun davranması, çoğunlukla doğrudan îmanı ve diniyle ilişkilendirilmektedir. Allah ile yaptıkları sözleşmeye, bîatlarına bağlı kalanlara büyük mükâfatlar va’d edilirken,12 aksine sözlerini yerine getirmeyenler ise hüsrân ve elem verici azapla cezalandırılmaktadır.13 İlgili hadislerde belirtildiği üzere Hz. Peygamber (s.a.v.) de, emânete riâyeti îmân ile; ahde vefâyı din ile ilişkilendirmektedir. Bu nedenle îmânı, şükür ve teşekkürle ilişkilendirilen “vefâ” nın i’tikat ve düşüncel anlamda karşıt kavramları; “küfr”, küfrân”,”inkâr”, “münkir”, “küfrân-ı ni’met” kavramlarıdır.

Bahse mevzû “vefâ”’ kelimesinin amelde (ibâdet, ahlâk ve muâmelâtda) zıtları ise

“ğadr” ve “hulf” etmek yani caymak, sözünde durmamak, verilen sözü yerine getirmemektir. İslâm’da yerilen ve yasaklanan bu eylemlerin, aynı zamanda mü’minler için Yaratıcısına (Allah’a) ve insanlara karşı şükür ve teşekkür şeklindeki sorumluluklarını/akitlerini tam yerine getirmeyi ifade eden vefâya muhâlif tavır ve tutumlar olduklarını, haram ve zulûm ifâde ettiklerini de belirtmek sanırım isâbetli olacaktır.

Hayatı boyunca, Peygamberlikten önce ve sonrasında ahde vefânın, sözünde sadâkatin, emânete riâyetin en güzel örnekliğini temsil eden Allah’ın Elçisi, bu hususlara, ahde vefaya riâyetsizliğin nifâk ve münâfıklık alâmeti olduğuna mü’minlerin dikkatini çekmektedir.

3. Va’dinden/Ahdinden Caymak ve Sözünde Durmamak ( Hulfetmek ve