• Sonuç bulunamadı

4.1. Bağımsızlık Sonrası Dönemde Kazakistan’ın Karşılaştığı Sosyal Meseleler ve

4.1.1. Milli Tarih Bilinci, Dil ve Kimlik Meseleleri

Bağımsızlık sonrası dönemde karşılaşılan meselelerden üzerinde durulacaklardan ilki, tarih bilinci ve tarih yazımına ilişkindir. Daha önce bahsedildiği üzere N. İlminskiy ve A.E. Alekterov gibi misyoner, dil ve din bilimci ve tarihçiler rehberliğinde başlatılan asimilasyon politikaları Sovyet dönemi boyunca şiddeti artırılarak devam ettirilmiştir. Tarihi ve tarih yazımını “siyasi bir mücadele” olarak benimseyen Komünist Akademisi Tarih Enstitüsü, bu amaç doğrultusunda Kazak Türkleri dâhil olmak üzere bütün Türk ve Müslüman halkların uygar tarihinin Çarlık Rusya ile başladığı, proleter ve internasyonel

96

anlayış ve ateizm propagandası ile bir Sovyet ulusunu inşa etmek üzere katı politikalar uygulamıştır.

Kazakistan özelinde bu politikaların temel amacı önce Rusya karşısında Kazak tarihi geçmişini değersiz kılmak,54 İslam’ın Kazak Türklerini geri bıraktığı teziyle Hıristiyanlığın

daha üstün bir din olduğu propagandasını yapmak55 (Adilbayeva, 2002, s. 71-80) bir taraftan

da Rus idaresinde Selefi düşünce yapısına sahip din âlimleri tarafından yazılan kitapları tercüme ettirip kendi hâkimiyetleri altındaki Müslümanların kullanımına sunmaktı. (Naumkin, 2005) Bu doğrultuda bozkırdaki Rus hâkimiyeti, Kazakların modernleşmesi için zorunlu bir süreç olarak gösterilip Kazak aydınlardan daha seküler olduğu ifade edilen Çokan Velikhanov ve İbrahim (İbıray) Altınsarin gibi isimleri ön plana çıkarılırken yüzlerce Kazak aydını da Milliyetçi (Alaş Ordacı) diye baskı altında tutulmuştur. Bir yandan Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarında Ruslarla aynı cephede bulunmaya zorlanan Kazaklarla birlikte nasıl bir mücadele verildiği ve ortak bir tarih yazıldığı vurgusu yapılırken aynı zamanda Kazak halkının elinde avucunda ne varsa el konulmakta, Kazak toprakları iskân edilmekte ve buralara yerleştirilen Rus nüfusu karşısında kendi topraklarında azınlık konumuna getirilmekte ve onların kültürlerini kabul etmeye zorlanmaktaydılar. En nihayetinde Müslüman Kazakların, çocuklarının isimlerini “Yuri”56 koymaları beklenmekteydi. Sovyet

tarih yazımı açısından A.Nurkhanov’un 1957 tarihli Büyük Rusya ile Sonsuza Kadar Kazaklar ile T.Şayınbayev’in yazdığı (yazdırıldığı) “Rusya’nın Kazakistan’ı İlhakının İlerici Yönleri” (Özdemir, 2016, s. 141-150) adlı eserleri hem Sovyet mantalitesini hem de bu mantaliteyi benimseyen bir kısım Kazak aydınının bugünkü duruşunu göstermesi açısından önemlidir. Rus ve Sovyetlerin Kazak Türklerinin sosyal yapısında neden olduğu hasarlara rağmen yine Sovyet dönemi Kazak aydınlarından ve Kazakistan’ın ilk tarih profesörü olan Ermukhan Bekmakhanov’un kovuşturma geçirme, sürgün edilme ve hatta

54 Örn. Küçük Cüz’ün hanı Ebu’l Hayr’ın Rus hâkimiyetini gönüllü kabul ettiği, Cungar saldırıları karşısında zor durumda bulunan Kazaklara Rusya’nın yardım ettiği şeklinde anlatılmaktadır. Bkz. Emin Özdemir, “Sovyetler Birliğinde İdeolojik Tarih Eğitimi”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Aralık,1999

55 Çarlık döneminde Kazakların Hıristiyanlaştırılması için yine kendileri tarafından geri bırakılmış Kazak ve diğer Rusya Müslümanları gözünde ilk olarak İslamiyet’in, Hristiyanlığa nazaran “daha düşük ve gerici bir din olduğu” sözde tezini ispata yönelik kitaplar bastılar ve bunları Müslüman Türklerin eğitim aldığı mekteplerde okuttular. 19. asrın sonuna kadar bu çerçevede sipariş üzerine yazılan ve bastırılan kitapların sayısının 40’ın üzerinde olduğu ifade edilmektedir. Bkz. (Adilbayeva, 2002)

56Sovyet politikalarında Rus-Kazak birlikteliğindeki uyumu göstermek üzere Kökşetau Komünist Partisi sekreteri M.Fazılov’un ifadesi “…Kazaklar artık kendi çocuklarına Rus kardeşlerinin isimlerini vermektedir. Keskat köyünde oturan Bayas Kaliyev, oğluna dünyanın ilk kozmonotu olan Yuri’nin adını vermiştir.” Bkz. Emin Özdemir, “Sovyetler Birliğinde İdeolojik Tarih Eğitimi”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Aralık,1999, s. 120.

97

öldürülme tehlikesine rağmen “Kenesarı Hanın Milli Mücadele Yolundaki İsyanı” adlı doktora tezinde savunduğu milli duruş ve benzer aydın duruşları (Musagaliyeva, 2016) Sovyet sonrası Kazak kimliğinin yeniden inşasında kritik bir basamak olmuştur.

Tarihi bilincinin hızlı bir şekilde inşası, bağımsız Kazakistan’ın ilk ve en önemli gündemlerinden birisi olmuştur. N. Nazarbayev, (19. ve 20. asır boyunca) Kazakların tarihinin özellikle de dini tarihinin ciddi bir asimilasyon ve imhaya maruz bırakıldığını, İslami kültürün yok sayılması ile “Kazakların geçmişi, kültürü olmayan cahil bir halk olarak gösterilmeye çalışıldığı” Rus ve Sovyet bakışının yanlışlığını belirterek “tarihin yeniden ele alınıp gözden geçirilip tekrar yazılması gerektiği” . (Nazarbayev N. , 2012, s. 47) kabulü ve milli tarih bilincinin kimlik inşasında diğer bir ifadeyle tarihi hafızanın güncellenmesinde başlangıç noktası olduğu gerçeğinden yola çıkarak 1995 yılında “Kazakistan Cumhuriyeti Tarih Bilincini Oluşturma Belgesi” ile yeni tarih yazımını geliştirmeyi amaçlamıştır. Yapılan çalışmalarda Kazak Hanlığının kurucuları Kerey ve Janıbek Hanlar, üç cüzün temsilcisi Kazibek Bi, Töle Bi, Ayteke Bi ortak ata miti sayılırken Göktürk Kağanları da büyük atalar olarak kabul edilmektedir. (Yapıcı, 2009, s. 260-265) Bu tarih, Altın Adam arkeolojik kazıları ile MÖ. 5. asra (Sakalar) kadar götürülmektedir. Günümüzde şehirlerdeki sembol binalar ve arkeolojik kazılarla (Astana’daki Bayterek Anıtı, Akorda Sarayı, Altın Adam, Almatı’daki tarihi şahsiyetlere ait heykeller ve cadde isimleri ile) bu bilinç oluşturulmaya ve aynı zamanda canlı tutulmaya çalışılmaktadır.

N. Nazarbayev’in insiyatifi ile 2004 yılında başlatılan “Kültürel Miras” programı felsefe, etnoğrafya, dil, edebiyat, müzik vb. alanlarda altyapı oluşturma, tarihi eserleri koruma, geliştirme ve gün yüzüne çıkarma amacıyla bir dizi çalışmayı kapsamaktaydı. Bu kapsamda Hoca Ahmed Yesevi, Arslan Baba, Ayşa Bibi, Karaman Ata, Şolpan Ata, Abılay Han, Kenesarı Han gibi ulusal/yerel önemde 25 bin abide yapılmış ya da onarılmıştır. (Usta, 2007, s. 108-110) Aynı program kapsamında 200 binin üzerinde kitap modern tekniklerle restore edilmiş, 73 arkeolojik çalışma neticesinde onlarca tarihi eser günyüzüne çıkarılmıştır. Tarih, etnoğrafya ve edebiyat alanında ise 440 adet kitap ve ansiklopedi yazılarak baskısı yapılmıştır. Bütün bu çalışmalar için 2017 yılı itibari ile 10 milyar Tenge üzerinde bütçe harcanmıştır. (Karamanov, 2006)

Yukarıdaki çalışmalar uzun vadeli olarak devam ettirilmektedir. 2014 yılında yaptığı ulusa sesleniş konuşmasında N. Nazarbayev, Göktürklerin bilge veziri Tonyukuk’un bütün Türk toplumlarındaki “devlet-i ebed müddet” düşüncesinin esas olduğunu ifade ederek, tarihi köklere işaret etmiş ve Kazakların da diğer Türk milletleri gibi bu düşünceyi temerrüz

98

ettiren bir millet olduğunun altını çizmiş (2014) ve kendisine ait olan “Tarihin Akışında” adlı eserinde bu bakışını destekler mahiyette 1471 de kurulan Kazak Hanlığı’nın Orta Asya’da, Türk halkları tarafından kurulan ilk ulusal devlet olduğunu belirterek (2012, s. 174) bundan sonraki çalışmalarla ortak Türk tarihi bakışının destekleneceğinin işaretlerini vermiştir.

İkinci önemli mesele ise din, tarih, kültür, düşünce ve yaşam tarzının aynası ve bir topluma/ millete/medeniyete ait maddi ve manevi değerlerin hem bir parçası hem de aktarımında (Akdoğan, 2012, s. 437) anahtar role sahip olan dildir. Çarlık döneminde başlatılan Ruslaştırma projesinin en önemli ayağı olan Rusça’nın hâkim dil olmasına yönelik çalışmalar Sovyet döneminde de devam ettirilmiştir. Bu dönemde her türlü eğitim öğretim materyalinin Rusça olmasına özel önem gösterilmiş, Kazakça eğitim veren okulların sayısı düşürülürken Rusça eğitim veren okulların sayısı artırılmış, yükseköğretimde Rusçanın eğitim dili olarak kalmasına özel önem gösterilmiştir. Rusça eğitim veren okullarda okumayanların üniversite okumak dâhil, yüksek bir kariyer planlaması yapması imkânsız hale getirilmiştir. (Burkhanov, 2017, s. 1-13) Bu politikalar, bağımsızlık öncesinde Kazakların (özellikle kentli nüfusun) %40’ının kendi dilini konuşamadığı ancak %30’unun Kazakça yazıp okuyabildiği (Garibova, 2012) buna karşın %90’ının Rusça’yı iyi düzeyde bildikleri, Rus nüfusunun ise ancak %1 oranında Kazakça konuşabilidiği bir sonucunu doğurmuştur. Sebep sonuç ilişkisi gereği bu durum Kazak aydınının eğitimini Rusça görmesi ve eserlerini Rusça vermeleri sonucunu getirmiştir. (Aydıngün & Tüfekçioğlu, 2012, s. 94-97)

Dil alanındaki bu sorunlara yönelik yeni yönetim, ilk olarak 1993 yılında Kazak Türkçesini devlet dili olarak kabul etmiş ancak Rus kökenli toplumdan gelen tepkiler üzerine 1995 yılında Rusçaya da resmi dil statüsü verilmiştir. 1997’de yapılan değişiklikle ise “her vatandaşın devletin resmi dilini (Kazakça) iyi düzeyde kullanma” görevi verilmiştir. Daha sonra da 2010 yılından geçerli olmak üzere kamuda Kazakça bilme zorunluluğu getirilmiştir. Bugünlerde Kazakça ve Rusça’nın yanına İngilizce’nin eklemlendiği üç dilli bir eğitim sistemi tartışmaları devam etse de Rusça günlük hayatta en yaygın iletişim dili olma özelliğini korumaktadır. Nazarbayev, 2011 yılı ulusa sesleniş konuşmasında Kazakça konuşma oranının %95’e çıkartılmasının hedeflendiğini ifade etmiştir. (2011) Kazakistan 2050 Sratejisi Belgesinde ise latin harflerine geçerek Kazak Türkçesinin modernize edilmesi hedeflenmektedir.

99

Bunun yanında Kazak Türkçesinin çağın gereklilikleri doğrultusunda terminolojik olarak geliştirilmesi amacıyla dünya çapında kullanılan 7000 terim Kazak Türkçesine çevrilmiştir. (Nazarbayev N. , 2017; 2018) Bu çalışmalara rağmen, latin alfabesine geçiş için günlerin sayıldığı günümüzde eğitimde, bilimde ve iletişim kanallarında Kazakça’nın kullanım oranları hala arzu edilenin gerisindedir. Bugün Kazak devletinin aldığı çeşitli tedbirlere rağmen Rusça yayın yapan kanalların ve eğlence programlarının izlenme oranları hala yüksek düzeylerdedir. (Burkhanov, 2017, s. 1-13)

İlk iki mesele ile yakından ilgili üçüncü bir mesele de bölgesel aidiyet meselesidir. Türklerin İslamiyeti kabul etmesinden Rus hâkimiyetine kadar olan dönemde bugünkü “Orta Asya” olarak adlandırılan coğrafyayı da içine alan Türkistan’da, kısa bir dönem hariç, siyasi olmasa da57 kültürel anlamda ortak bir aidiyet bulunduğu önceki bölümlerde izah edilmeye çalışılmıştı. N. Nazarbayev de “Tarihin Akışında” adlı kitabında “…1920’li yılların ortalarına kadar Orta Asya’daki kimlik din, bölge ve boy aidiyeti üzerine oturmuştu, Sovyetler bu dinamiği kökünden değiştirdi. …” (2012, s. 213) İfadesiyle bu aidiyete vurgu yapmıştır.

Rus hâkimiyeti ile birlikte tarihi hafıza sıfırlanmaya çalışılarak tarih yeniden yazılmış, halklar üzerinde uygulanan etnogen çalışmaları, lehçe çalışmaları, milliyetler politikası, kolonizasyon ve iskân politikaları ile coğrafya parçalanmış, kiril alfabesi ile hafızanın taşıyıcısı dil birliği Rusya lehine bozulmuş, dindaşlar arasına demirparmaklıklar çekilerek aralarındaki bilgi birikimi ve aktrarımı engellenmiş, din aleyhtarı politikalar ve uydurulmuş yayın ve kitaplarla dini alan zayıflatılmış ve halk nazarında itibarsızlaştırılmış ve ateizmle sosyal hayatın dışına itilmiş, tarihi eserler çürümeye terkedilmiş, ortak değerler etnik kimliklere indirgetilmiş, bir birlerine rakip ya da hasım gösterilmiş ve nazarlardan uzaklaştırılmaya çalışılmıştır.

Ancak, Kazak Türklerindeki bölgesel hatta bölgeler ötesi Türk ve İslam aidiyeti, Ceditçilik’le, Alaş Orda’yla Mağcan Cumabayoğlu’nun düşünce ve mısralarında görüldüğü üzere 20. asrın başlarına kadar varlığını korumuştur. (Kırımlı, 2002, s. 364-368) Bağımsızlık sonrası dönemde Türk Keneşi, Uluslararası Türk Akademisi, Türksoy, TÜRKPA vb. kurum ve kuruluşlarla yeniden canlandırılmaya çalışılan bu sürecin Kazakistan da aktif olarak içerisinde yer almaktadır. Her ne kadar Avrasya bütünleşmesi, bugünkü anlamda, N. Nazarbayev tarafından telaffuz edilen bir kavram olsa da, Rusya’nın

100

eski hâkimiyet sahalarına yeniden dönme çağrışımı yaptığından Türk dünyasından bazı çevrelerde karşılık görmese ve ihtiyatla karşılansa da, Nazarbayev için bu kavramın Türk dilli konuşan halklar olduğu anlaşılmaktadır. Çeşitli stratejik ve politik sebeplerle açıkça ifade edilmese de özellikle son yıllardaki latin alfabesine geçiş, Kazak Türkçesinin geliştirilmesi, Uluslararası Türk Akademisi, Türk Keneşi uhdesinde yürütülen Türk dili ve kültürü çalışmalarına aktif destek sağlanması bu çerçevede yorumlanabilir. Türk dünyasının “aksakalı”, “lideri” olarak adlandırılan Kazakistan devlet başkanı N. Nazarbayev’in bugüne kadar ki söylemlerinde, kendisi tarafından kaleme alınan kitaplarında ve son olarak 2017 tarihli “Manevi Diriliş” ve 2018 tarihli “Ulu Bozkırın Yedi Karakteri” adlı makalelerindeki vurgular, yaklaşımımızı pekiştirmektedir. (Nazarbayev N. , 2012, 2017, 2018)