• Sonuç bulunamadı

Milli Kimlik İle İlgili Kavramların Nitel Bulguları

III. BÖLÜM

4.2. Milli Kimlik İle İlgili Kavramların Nitel Bulguları

Milli değerler, bir toplumun nereden gelip nereye gittiğini gösteren değerlerdir (Çavdarcı, 2002: 33). Ortak değerlere bağlı olmak, milletlerin en büyük özelliğidir. Ortak fikirler, duygu, düşünce ve değerler, o millete ait bireylerin, birbirlerine, milletlerine, geçmişlerine bağlılığını sağlar. Millete bağlı oldukları değerlere verdikleri önem onları diğer milletlerden farklı kılmaktadır (Yücel,1993:136). Bu araştırmada ele

alınan kavramların Tarih ders kitapları içinde hangi anlamlarda kullanıldığı ile ilgili bulgulara yer verilmiştir.

Milli kimlik ile ilgili kavramların tarih ders kitaplarında hangi anlamlarda yer aldıklarını tespit edebilmek amacıyla tarih ders kitaplarından alıntılar yapılarak betimsel analiz yapılmıştır.

4.2.1. Millet Kavramı

Millet, aynı topraklar üzerinde yaşayan, aralarında dil, tarih, duygu, ülkü, gelenek ve görenek birliği olan insan topluluğudur. Millet kavramının ders kitaplarında belirgin bir tanımı olmadığı dikkati çekmektedir. Aşağıda Millet kavramının nasıl ve hangi anlamlarda kullanıldığı ders kitaplarından örnekler alınarak değerlendirmeye çalışılmıştır.

İncelenen tarih kitaplarında sıklıkla Türklerin tarih devirleri açısından yaşayan en medeni millet oldukları ve bu medeniyetleriyle diğer milletlere de örnek oldukları vurgulanmıştır. Bazı ifadeler şu şekildedir: “Alp ırkı Ön Asya’nın birçok yelerinde (mesela Mısır’da, Asur’da )Akdeniz ırkıyla karışıp kaynaşmış ve Ön Asya’nın yüksek medeniyetlerinin doğmasında büyük rol oynamıştır.” (Mansel, Baysun ve Karal, 1945a: 5). “ Orta Asyalı Türkler tarafından Doğuya (Çin) ve Güneye (Hindistan, Afganistan, Bülucistan) ve diğer taraftan Hazar Denizi’nin kuzeyinden Güney Rusya’ya ve Tuna Boylarına kadar yayıldılar ve bütün bu ülkelerin taş devrinden maden devrine geçmelerinde büyük bir rol oynadılar” (Mansel, Baysun ve Karal, 1945a: 8). Ders kitaplarında yer alan bu ifadelerden Türklerin pek çok milleti etkileyerek yüksek medeniyetler oluşturulmasına katkıda bulunacak kadar yüksek ve eski bir medeniyet sahibi bir millet oldukları söylenebilir. Ayrıca bu sayede köken olarak, neredeyse Asya’nın büyük bir kısmı, Afrika’nın kuzeyi, Anadolu ile Avrupa’nın neredeyse tamamının Türk milletinin varlığını sürdürdüğü topraklar olarak dile getirilmektedir.

Orta Asya’dan yapılan göç dalgaları ile dünyanın pek çok yerine giden Türklerin sahip oldukları dönemin en ileri medeniyetlerini gittikleri her yere götürerek başka milletlerin de gelişmesine katkıda bulunan bir millet olduğu ifade edilmektedir. “Aşkabat yakınlarında Türklere ait pek eski bir medeniyetin izleri bulunmuş ve

dünyanın başka bölgelerinin pek iptidai bir durumda olduğu bir zamanda Türklerin medeniyet alanında ilerlemiş oldukları meydana çıkmıştır” (Mansel, Baysun ve Karal, 1945a: 8). “Asya ile Avrupa arasında bir ve ardı arkası kesilmeyen yüksek medeniyetlere kavuşmuştur” (Mansel, Baysun ve Karal, 1945a: 8). “Aşağı Mezopotamya güneyine inen Orta Asyalı Sümerler bataklıklarla örtülü olan bu bölgeyi oturulabilir bir hale sokmak için büyük emekler vermişlerdir.…Bu şehirlerde siyaset, cemiyet, din ve ekonomi hayatı yavaş yavaş ilerlemiş, yazının icadı ve gelişmesi sonunda Sümer medeniyeti tarih öncesi devirlerin karanlıklarından sıyrılıp tarih devrine girmiştir” (Mansel, Baysun ve Karal, 1945a: 32). “Batı Göktürkleri İranla, Bizansla ve Çinle siyaset ve iktisat ilgilerinde bulundular. İranla Bizans saraylarına elçi gönderdiler ve oralardan gelen elçileri kabul ettiler. Bizans kaynakları bu sayede Türk medeniyetinin çok ileri gitmiş olduğunu bildirmektedir. Batı Türklerinin medeniyet tarihi bakımından gördükleri iş pek değerlidir” (Mansel, Baysun ve Karal, 1945b: 16). “Ortaçağ’da büyük devletler kurduğunu ve geniş ülkeler zapt ettiğini gördüğümüz Türk ırkı, medeniyet bakımından da değerli bir varlık gösterdi. Anayurtta başlayan bu medeniyeti Türkler her gittikleri yere götürmüşlerdir” (Mansel, Baysun ve Karal, 1945b: 22). “Türk milleti dünyanın en eski milletidir. En eski medeniyetleri kuran ve yayan Türklerdir” (Karal, E. Z.1945: 142).“Türk milleti tarihin bütün devirlerinde ve dünyanın muhtelif yerlerinde anarşi içinde kalmış insan topluluklarını kurduğu yüzlerce devlet idaresiyle Türk nizam ve düzeninden ve Türk medeniyetinden faydalandırmıştır” (Karal, E. Z.1945: 142). Bu ifadelerden Türklerin kurdukları nizam ve medeniyetleriyle anarşi içinde yaşayan insanların fayda sağlayarak daha iyi koşullarda yaşamalarını sağlayan bir millet olduğu vurgulanmaktadır.

Türk milletinin üstün karakter özelliklerini her zaman taşıdıklarına şu ifadelerde yer verilmektedir. “Türk haysiyet ve izzetinefis sahibidir. Kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür” (Karal, E. Z.1945: 19). “Osmanlı Türkleri….büyüklere saygı, küçüklere sevgi, devlet buyruğuna itaat gösterilerdi” (Mansel, Baysun ve Karal, 1945c: 8). “Türk milleti, karanlık anlarda büyük fedakârlıklara, büyük acı ve ıstıraplara katlanmasını bilmiş milletti” (Karal, E. Z.1945: 19). “Daima hak uğrunda çalışan, hak için varını yoğunu güle güle feda eden Türklük…”(Karal, E. Z.1945: 37 “Azmimiz asla sarsılamayacaktır. Hakkımız teslim edilmedikçe durmayacağız, harp ve darp, zulüm ve kahır, hepsini iman dolu göğsümüzle karşılayacağız” (Karal, E. Z.1945: 37). Bu açıklamalarda Türklerin her zaman adaletli, büyüklerine ve küçüklerine değer veren,

değer verdiği şeyler için her türlü fedakârlığı yapmaktan kaçınmayan, daima hakkı savunan bir millet olduğu vurgulanmaktadır.

Türk milletinin asker ruhunu taşıdığı ve varlıkları boyunca her zaman cesur, onurlu, fedakâr, kahraman ve her konuda kabiliyetli olduklarına ders kitaplarında sıklıkla değinilmektedir. “Hunlar diğer Türkler gibi cenkçiydiler….Hunlar çocuklarını küçük yaşta ata binmeye ve av avlamaya alıştırırlar ve bu suretle bunları tam bir asker olarak yetiştirirlerdi. Böyle bir milletin kuracağı ordunun gerek teşkilat, gerek disiplin bakımından pek mükemmel olacağı kendiliğinden anlaşılır” (Mansel, Baysun ve Karal, 1945a: 17).”İskitler cenkçi insanlardı. İskit erkekleri ata binmekte pek usta idiler; bunlar üzengi kullanmazlardı….Bazen kadınlar bile dövüşürdü. Yunan tarihlerinin yazdığı Amazonlar bu cenkçi İskit kadınları olsa gerektir” (Mansel, Baysun ve Karala,1945a: 13). “ Asker bir millet olan Türklerin…” (Mansel, Baysun ve Karal, 1945b: 65). “Osmanlı Türkleri Türk ırkının öz karakterini taşıyorlardı. Cesur, kahraman ve doğru idiler.” (Mansel, Baysun ve Karal, 1945c: 8). İfadelerinden de anlaşılacağı gibi Türk Milletinin ordularının gönüllü ve cenkçi askerlerden oluştuğu ayrıca kadınların bile asker ruhunu taşıdıklarına vurgu yapılmaktadır.

Ders kitaplarında Türklerin askeri açıdan sistemli ordulara ve üst düzey askeri manevra kabiliyetine sahip olduklarına vurgu yapılmaktadır. “Tarihin bütün devirleri boyunca Türk milleti, dünyanın birçok yerlerinde muhtelif isimlerle devletler kurmuştur. Bütün bu devletlerin mukadderatı Türk’ün askerlik ruhu ile sıkı sıkıya ilgilidir. Türk milleti askerlik ruhu en ileri bir millettir” (Karal, E. Z.1945: 169). “Türk askeri, yorulmaz, kanaat edici, ateş karşısında benzersizdi. Usta bir general onlarla dünyanın bir kutbundan öbür kutbuna zaferler kazanarak gidebilirdi” (Mansel, Baysun ve Karal, 1945c: 121). “Karahanlılar’da ordunun pek olgun bir teşkilatı vardı” (Mansel, Baysun ve Karal, 1945b: 59). “Türk milleti Birinci Cihan Harbinin sonunda, en bitkin sanıldığı bir anda topraklarını taksim ve kendisini mahvetmeye kalkışan büyük devletlere İstiklal Savaşı’nı açmakla dünyaya bir Türk mucizesi göstermiştir” (Karal, E. Z.1945: 143). Ayrıca Türk askeri teşkilatlarının; disiplin ve düzeni ile kurdukları her devlette ön plana çıktığı, askerlik ruhunu doğuştan barındırdıkları ve Türk milletinin bu özellikleri ile diğer milletlerden ayrıldıkları da ders kitaplarında vurgulanmaktadır.

Kurulan her Türk devletinde vazgeçilmez unsur Türk ordusu konu edilmekte, onu oluşturan Türk askerleri ve onların eşsiz özellikleri ifade edilerek adeta taçlandırılmaktadır. Bu şekilde de Türk ordusuna milli bir kimlik kazandırılmaktadır. Bu özellikler Türk milletini diğer devlet ve milletlerden ayıran temel niteliklerdir. Bu durumun sürekli olarak kitaplarda yer aldığı ve bu yönüyle de işlendiği görülmektedir. “Bu titizlik 1579 yılına kadar Osmanlı ordusunu Avrupa’nın model ordusu durumuna getirmiştir. Avrupa tarihçileri bile bu ordunun teşkilat ve disiplin bakımından XX. asır orduları derecesinde olduğunu açıklar” (Mansel, Baysun ve Karal, 1945c: 59). “Osmanlıların Mısır’ı almaları ordunun disiplini, silah üstünlüğü ve Selim’in kahramanlığı sayesinde oldu” (Mansel, Baysun ve Karal, 1945c: 50). “Yeniçeri ordusu disiplinli idi. Harpten başka bir işi ve düşüncesi olmayan kudretli güçlü bir ordu oldu” (Mansel, Baysun ve Karal, 1945c: 10). “Yeniçeriler asker olduktan sonra kışlalarda otururlardı, bekârdılar ve askerlik dışında başka bir işle uğraşmaları yasaktı” (Mansel, Baysun ve Karal, 1945c: 10). Ayrıca Türk ordusunun her dönemde örnek alınacak kadar mükemmel bir disiplin ve teşkilatı olduğu, başarılarının da bu özellikleri sayesinde gerçekleştiği belirtilmektedir.

Eski Türklerde çocukların küçük yaşlarda asker olarak eğitilmesine büyük önem verildiği “Türklerde savaş ve kahramanlık geleneği çok ileri gitmişti. Çocuklara daha küçükken bir savaş eri için gerekli terbiye verilir, ata binmek ve silah kullanmak öğretilirdi” (Mansel, Baysun ve Karal, 1945b: 24) ifadelerinde vurgulanmaktadır. Ayrıca bu uygulamanın Cumhuriyet tarihinde de devam etmiş olduğu şu ifadelerle belirtilmektedir: “Türk, askerlik terbiyesini okul sıralarından başlattı. Erkek ve kız çocuklarımız ortaokuldan itibaren askerlik dersleri görmektedirler. Bu suretle askerlik terbiyesi vatan çocuklarımızın hayatında esas olmuş ve okul, ordulaşmıştır” (Karal, E. Z.1945: 171). Bu ifadeden de anlaşılacağı gibi yeni nesillerin asker ruhu ile yetiştirilmesinin vazgeçilmez bir millet özelliği olduğunun ve Türklük tanımı içerisinde önemli bir yere sahip olduğunun belirgin bir göstergesidir. Bunun da erkek ve kız çocuklarının eğitimlerinde asker terbiyesi verilerek yetiştirilmesi ile sağlandığı belirtilmektedir.

Ders kitaplarında milli birliğin sağlanmasının Türk milleti için her zaman esas hedef olduğu konusuna da sıklıkla değinilmektedir. “Selçuklu İmparatorluğu’nun parçalanması ile yerinde birçok müstakil Türk Beylikleri kurulmuştu. Bu beyliklerden

çoğu, Anadolu’daki Türkleri tekrar bir idare altına almak politikası güdüyordu….Yavaş yavaş Osmanlılar Anadolu Türk birliğinin önderi gibi görünmeye başladılar” (Mansel, Baysun ve Karal, 1945c: 7).“XIV. asırda Osmanlı siyasetinin başlıca amacı, Anadolu’da Selçuklular İmparatorluğunun göçmesiyle parçalanan Türk birliğinin tekrar kurulmasıdır” (Mansel, Baysun ve Karal, 1945c: 5). “Mustafa Kemal, Türk kurtuluşunun milli birlikten doğacağını çok evvelden görmüş, söylemiş ve o yolda çalışmıştı” (Karal, E. Z.1945: 109) “Fakat hür, müstakil ve büyük Türkiye, başka bir tabirle Türk mucizesi bu cemiyetlerin dağınık çalışmasından doğamazdı. Ancak müşterek duygu ve müşterek hedeften doğabilirdi” Karal, E. Z.1945: 7). İfadelerinde Türk birliğinin sağlanması ve korunmasının kurulan her Türk devleti için başlıca hedef olduğu belirtilmektedir. En güç şartlarda milli birliktelik ile her türlü zorluğun üstesinden gelinebilineceği ve bununla birlikte yeni nesillerin en önemli vazifelerinden birinin bu birliği korumak olduğu vurgulanmaktadır.

Ders kitaplarında Türk milletinin doğru, adaletli, hoşgörülü olmalarına da sıklıkla yer verildiği görülmektedir. “Romanos esir düşerek Alparslan’ın karşısına götürüldü. Yüce Türk hükümdarı, yenilmiş imparatorun gönlünü alarak onu misafir gibi tuttu” (Mansel, Baysun ve Karal, 1945b: 93). “Türkler kendi dinlerinden olmayanlara karşı iyi davranmak âdetinde olduklarından diğer dinlerin törenlerine ilişmemişlerdi” (Mansel, Baysun ve Karal, 1945b: 108). “Müslüman Türklerin, Hindistan gibi birbirine aykırı dinlerin ve toplulukların arasında azlık olarak yaşayabilmesi onların idare ve medenileştirme kabiliyetlerine pek güzel bir örnektir” (Mansel, Baysun ve Karal, 1945b: 141). “Türklerin Rumeli’de tutunması kolay oldu. Çünkü önceden de imparatorun yardımcısı olarak Rumeli topraklarında halkla temasa gelmişler ve doğrulukları ile kendilerini sevdirmişlerdi” (Mansel, Baysun ve Karal, 1945c: 3). “Türklerin imparatorlukta Hıristiyan halka verdikleri haklar devri aşan büyük ve olgun bir siyasetin eseridir. İstanbul’un alınmasından bir asır sonra bile aynı dinin iki mezhebinden başka bir şey olmayan Katolik ve Protestan kiliselerine bağlı insanlar birbirlerini diri diri gömüyorlar ve yakıyorlardı” (Mansel, Baysun ve Karal, 1945c: 28). İfadelerinde Türk milletinin başka milletlere ve onların inanış ve yaşayışlarına saygı duyacak kadar üstün bir millet olduğu ve diğer milletlere eziyet etmediği gibi her zaman üstün medeniyetlerini onlara aktarmaya gayret ettikleri belirtilmektedir. Bunun dışında, düşman milletlere bile saygı ile yaklaşıldığı ve her zaman üstün karakter özelliklerine

sahip oldukları ayrıca bu özelliklerin milli özellikleri olduğu ve diğer milletlerden üstün olan yönleri olduğu vurgulanmaktadır.

Farklı milletlerin bile Türk yönetimini isteyecek kadar Türklerin güvenilir ve adaletli olduklarına ders kitaplarında ; “Halk, Rumeli ve Anadolu’da cemiyet ve iktisat şartlarının ağırlığı altında ezilmekte idi. Doğru ve müsamahacı bir idare halkın başlıca isteği idi. Osmanlı Türkleri ise böyle bir idareyi kuracak insanlardı” (Mansel, Baysun ve Karal, 1945c: 8). “Bugün şarkın en büyük bir İslam hükümeti, dünyanın en adil bir milleti kâinatın en masum ırkını teşkil eden bizler…”(Karal, E. Z.1945: 20). “Biz adalet düsturlarını gaye etmiş bir milletiz” (Karal, E. Z.1945: 21) ifadeleriyle vurgu yapılmaktadır.

Türklerin gittikleri yerlerde Türkleştirme politikaları uygulayan bir millet olduklarına; “Osmanlı Türkleri aynı asırda Anadolu’da ve Rumeli’de Hıristiyanlardan aldıkları yerleri dil, din, kültür ve şehircilik bakımlarından Türkleştirmeye önem vermekle Türk ordularının girdiği yere Türk medeniyetini de sokmuşlardır” (Mansel, Baysun ve Karal, 1945c: 4) ifadelerinde yer verilmektedir.

Ayrıca ders kitaplarında Türk milletinin geçmişten beri ilime ve fenne çok önem verdiği de sıklıkla vurgulanmaktadır. “Mezopotamya’da ilk medeniyeti yaratan Sümerlerdir. Bu medeniyetin en önemli izi yazının icadıdır” (Mansel, Baysun ve Karal, 1945a: 37).“Sümerler ve Samiler rakamları altışar altışar, yahut on ikişer on ikişer sayan ve saatlerimizin üzerindeki 12 bölümünde veyahut düzine ile saymada zamanımıza kadar gelen bir aritmetik usulü çıkartmışlardır” (Mansel, Baysun ve Karal, 1945a: 45). “Aynı asırda Avrupalılar, Asyalılardan ve en çok Türklerden öğrendikleri pusula, matbaa, barut ve kâğıttan geniş ölçüde faydalandılar” (Mansel, Baysun ve Karal, 1945c: 39). “Araplar Türk memleketlerine girdikleri zaman orada kâğıt yapıldığını görmüşler, kâğıtçılık bütün Müslüman memleketlerine yayılarak ilim ve öğretimin yayılmasına hizmet etmiştir “(Mansel, Baysun ve Karal, 1945b: 55). İfadelerinden de anlaşılacağı üzere Türklerin yalnız bilim ve fenni geliştirmekle kalmadıkları çevrelerindeki pek çok milleti ve medeniyeti etkileyerek ilim ve fende ilerlemelerine katkıda bulunduklarına da yer verilmiştir.

Ayrıca güçlü millet olmanın yolunun ilim ve fenden geçtiğinin belirtildiği şu ifadelerde; “Türk cemiyetini çağdaş cemiyetlerden ayıran unsurlar arasında takvim, saat, rakam ve tatil günü vardı. 1926’da hicri takvim bırakıldı ve yerine bütün devletlerin kabul etmiş olduğu miladi takvim alındı. Aynı zamanda alaturka saat yerine bugünkü saat kullanılmaya başlandı. Bundan sonra da milletler arası rakam sistemi alındı ve Cuma günü yerine Pazar günü hafta tatili olarak kabul edildi” (Karal, E. Z.1945: 130) belirtilerek Türk milletinin bilimsel ve çağdaş ilkelere sahip, gelişmelere açık ve daima yeniliklerin peşinde olan bireylerden oluşması gerektiği vurgulanmaktadır.

Ders kitaplarında Türk milliyetçisi olmanın temel koşulunun kendini Türk gibi hissedilip Türk kültürü ile yetişilmesine bağlanarak “Türk milliyetçisiyiz, fakat memleketimizde ırkçılık prensibinin düşmanıyız” ifadeleri ile tanımlanmıştır. “Türk kültürü içinde yetişerek Türk milliyetçisi olmak isteyen her vatandaş için imkân kapıları açıktır” (Karal, E. Z.1945: 187) ifadeleri ile de bu durum özetlenmeye çalışılmıştır.

4.2.2. Devlet Kavramı

Devlet kavramının tarih ders kitapları içerisinde nasıl kullanıldığı büyük önem taşımakla birlikte ders kitaplarında belirgin bir tanımı olmadığı dikkati çekmektedir. Aşağıda araştırmada kullanılan ders kitaplarında bu kavramın nasıl ve hangi anlamlarda kullanıldığı ile ilgili örneklere yer verilmiştir.

“Gerek ümmet tarihinde gerekse devlet tarihinde Türk milletinin geçmişte yaptığı büyük işlerin ve yarattığı parlak medeniyetlerin hiçbirisi gösterilmiyordu” (Karal, E. Z.1945: 141). İfadelerinden de anlaşılacağı üzere ders kitaplarında eskiden Türk devletlerinin büyük başarılarının dile getirilmemiş olmasının büyük bir eksiklik olduğu belirtilerek, ders kitaplarında Türk devletlerinin üstün başarılarına sıklıkla değinilmektedir.

Türklerin dünyada en eski, en medeni ve en büyük devletleri kurdukları ifade edilerek bir övünç kaynağı olarak gösterilmiştir. Ayrıca devletin büyüklüğü ve geçmişten günümüze devletin önemini hep koruduğuna vurgu yapılmaktadır. “Türklerin

anayurtta çok eski zamanlardan beri müstakil varlıkları görüldüğü gibi Ortaçağ’da da üstün devletleri vardır” (Mansel, Baysun ve Karal, 1945b: 14). “Ortaçağ’da büyük devletler kurduğunu ve geniş ülkeler zapt ettiğini gördüğümüz Türk ırkı, medeniyet bakımından da değerli bir varlık gösterdi ” (Mansel, Baysun ve Karal, 1945b: 22) Türklerin Orta Asya’da kurdukları ve geliştirdikleri medeniyetlerini göç dalgalarıyla dünyanın pek çok yerine beraberlerinde taşıyarak dünya medeniyetinin kuruluşunda büyük rol oynadıkları ifade edilmektedir. Orta Asya’da, Anadolu’da, Mezopotamya’da, Mısır’da, Ege adalarında, Orta, güney ve doğu Avrupa’da kurulan devletlerin temellerinin de Türkler tarafından atıldığı belirtilmektedir.

Türklerin tarihten beri sürekli olarak bağımsız yaşayabilmek adına devlet kurma ihtiyacını hissettikleri vurgulanmaktadır. Bu his ve duyguyu alarak önemsemenin ve içselleştirmenin üzerinde durulduğu, örneklerle benimsetilmeye çalışıldığı görülmektedir. “Çinliler tarafından birçok defalar yenilen Kuzey Hunları milattan sonra 150 senesine doğru Siyenpi’lerin boyunduruğu altına girdiler. Bu boyunduruğu kabul etmeyen Hunlar dağıldılar” (Mansel, Baysun ve Karal, 1945a: 16). “Doğu Göktürkleri, ayrılıştan yarım asır sonra Çinlilerin boyunduruğu altına girdi. Türk milleti yabancı üstünlüğüne dayanmazdı. Kutluk Kağan ile veziri Tonyukuk, memleketi Çinlilerden kurtardılar” (Mansel, Baysun ve Karal, 1945b: 16). “Memleketin bütün verimi İlhanlıların hazinesine gidiyor, memuriyetler rüşvetle alınıp satılıyor, halk sefalet içerisinde eziliyordu....Anadolu’nun Türkmen Beyleri arasında istiklal kımıldanışları görülüyordu” (Mansel, Baysun ve Karal, 1945b: 100). Tarihin bütün devirleri boyunca Türk milleti, dünyanın birçok yerlerinde muhtelif isimlerle devletler kurmuştur” (Karal, E. Z.1945: 169). “Alınan tek karar; Milli hâkimiyete dayanan kayıtsız ve şartsız müstakil yeni bir Türk devleti kurmaktı” (Karal, E. Z.1945: 18). Milleti zor zamanlarda koruyan, gözeten ve bağımsızlığını kazandıran devlet adamlarından ya da milletin içinden çıkan herhangi biriden lider örnekleri verilmektedir. Bu örneklerle de devletin zor zamanlarında onu koruyup kurtarmak ya da yıkılsa bile hemen yerine yeni bir devlet kurmak gerektiği fikri genç nesillere benimsetilmeye çalışılmıştır.

İncelenen ders kitaplarında devlet adamlarının kişisel ve üstün özelliklerine ayrıca yer verilmektedir. “Pek cesaretli ve iyi huylu, yüksek bir hükümdar olan Alparslan’ın saltanat devri baştanbaşa parlak başarılar ile doludur” (Mansel, Baysun ve Karal, 1945b: 64). “Timur soyca Türk’tü. Semerkant yakınlarında doğmuştu. Zekâ ve iş

becerirliği ile Türkistan, İran, Irak, Hindistan ve Suriye’yi nüfuzu altına almaya muvaffak olmuştu….Bütün bu sebepler ve Timur’un becerikli bir kumandan oluşu yüzünden Yıldırım Ankara muharebesini kaybetti” (Mansel, Baysun ve Karal, 1945c: 19). “Selçuklu hükümdarları kendilerini başka insanlardan üstün görmezlerdi. Halka karşı birtakım ödevleri bulunduğunu bilirlerdi. (Mansel, Baysun ve Karal, 1945b: 65). “Yavuz Selim, çelik iradesiyle seferi idare etti. Bir aralık geri dönmek için isyan eden ve çadırına kurşun atan askerlere ‘Mert olanlar benimle gelir, içinizde er yoksa ben kendim giderim’ sözü ile isyanları yatıştırdı” (Mansel, Baysun ve Karal, 1945c: 48). “Telaşsız ve iman dolu bir sesle:’Geldikleri gibi giderler’ dedi” (Karal, E. Z.1945: 13). “Mustafa Kemal’in İstanbul’da vatanın selameti için mütemadiyen çırpınan ve çare arayan çalışmaları esnasında…”(Karal, E. Z.1945: 14). “Zekâsı, çalışkanlığı, açık gönüllülüğü gibi kuvvetli meziyetleri daima takdir ve dikkat çekti” (Karal, E. Z.1945: 10).“Mustafa Kemal; düşmana karşı yapılacak her taarruzda subay ve askerlere düşen ödevleri heyecan dolu günlük emirlerle bildiriyordu” (Karal, E. Z.1945: 11). İncelenen kitaplarda devlet adamlarının; güçlü, dirayetli, cesur, akıllı, azimli, zeki, becerikli, yılmaz… vb. gibi özelliklere sahip olduklarında devleti çok iyi yönettikleri, kitleleri arkalarında çok rahat sürükledikleri, bir aile reisi gibi görüldüklerine vurgu yapılmaktadır.

Türk devletlerinin sadece iç karışıklıklarla değil ayrıca ayrılıkları fırsat bilen düşman oyunları ile parçalandığı ve yıkılması “Hunları içeriden çökerten Çinlilerdir” ifadesi ile belirtilmektedir. Bu ifadelerden güçlü ve birlik olmanın devletin bütünlüğünün korunması için ne kadar önemli olduğuna dair vurgu yapıldığı görülmektedir. Bir diğer nokta da milletin güçlü bir bireyi olmanın devletin güçlü ve kuvvetli olabilmesi için ihtiyaç duyulan önemli bir özellik olduğu da belirtilmektedir. Böyle bireylerden oluşan millet ve onun sonucunda oluşan devlet, düşmana karşı birlik ve beraberlik içinde bir bütün olmasına vurgu yapılmaktadır.

Ayrıca ders kitaplarında devlet adamlarının olumsuz özellikler gösterdikleri örneklere de yer verilmiştir. “Padişahlar sade hayatı bırakarak gevşetici ve uyuşturucu israflı hayata dadandılar” (Mansel, Baysun ve Karal,1945c: 66).” XVIII. asırda memleketi idareye çağırılan sadrazamlar birkaçı bir kenara bırakılırsa, çoğu değersiz ve

Benzer Belgeler