• Sonuç bulunamadı

Militarist Güvenlik Algısından Enerji Güvenliğine: Güvenlik Algısının Tarihsel

Güvenlik kavramı günümüzde birçok alanı içine alan bir başlık haline gelmişse de, geldiği bu noktanın başlangıç aşamasına bakıldığında askeri bir bakış açısından değerlendirildiği kabul görmektedir. 20. yüzyılda gerçekleşen iki büyük küresel ölçekli savaş, güvenlik kavramını doğal olarak askeri eksene koymuş, 2. Dünya Savaşı'nın son bulmasıyla beraber ortaya çıkan yeni dünya düzeni kapsamında iki kutuplu bir uluslar arası sistemin vücut bulması güvenlik kavramında kökten bir değişim yaratabilecek etkiye sahip olmamıştır.

19.yüzyılın ilk çeyreğinde kıta Avrupa’sında meydana gelen savaş neticesinde Viyana düzeni kurulmuş ve 1856 Kırım Savaşı’na kadar geçen sürede barış ortamı hakim olmuş; bununla beraber 1. Dünya Savaşı’na kadar geçen periyod genel olarak barış ortamının hüküm sürdüğü ve yaşanan ihtilafların da nitelik ve kapsamları bakımından sınırlı olduğu görülmüştür.57 Bununla birlikte, nüfusunun

fazlalığı, teknoloji alanında sahip olduğu üstünlük ve makine gücü hesaba katılarak

57 Anthony Best, ‘’Büyük Devletlerin Rekabeti ve Dünya Savaşı’’, 1900-17, 20.Yüzyılın Uluslararası

36

Avrupa’nın dünya üzerinde bir üstünlüğe sahip olduğu genel kabul görmekle beraber, Avrupa ülkelerinin kendi aralarında yaşadığı güvenlik bunalımları ve rekabet ortamına paralel olarak Dünya Savaşlarına giden yol açılmıştır. 1.Dünya Savaşı sonrasında tesis edilen barış ortamının, çok taraflı bir işbirliğinden ziyade, savaşta kazanan tarafın lehine büyük avantajlara dayanarak tesis edilmesi neticesinde 2.Dünya Savaşı’na giden yol da açılmış ve dünya üzerinde henüz bir benzeri görülmemiş iki topyekün savaş 20. yüzyılın ilk yarısında patlak vermiştir.

Dünya savaşlarının Avrupa’da yarattığı yıkıcı etki neticesinde Avrupa devletleri önemli ölçüde güç kaybetmiş, buna karşı ABD ve Sovyetler söz konusu süreçten en kazançlı çıkan devletler olmuştur. İngiltere, Almanya ve Fransa’nın güç kaybetmesi neticesinde dünyadaki hakimiyetini kaybeden Avrupa, mevcut güç boşluğunu doldurmada ABD ve Sovyetlerin rekabetine şahitlik etmiştir. Savaş sonrası Avrupa’nın yeniden inşası ve Avrupa genelinde totaliter rejimlerin önüne geçerek liberal ekonominin işleyişini bozacak etkenlerin önünü kesmek adına, ABD uzun süredir izlediği ‘’izolasyonist’’ politikasını terk ederek Avrupa sorunlarına angaje olmuş; buna karşılık tamamen farklı bir ekonomik, siyasi ve toplumsal bir yapıyı temsil eden ve Savaş esnasında kazandığı gücü Savaş sonrasında da yayılmacı biçimde kullanmak isteyen Sovyetler Avrupa’nın yeniden yapılandırılmasında kendi ideolojisini hakim kılmak adına politikalar izlemiş ve ABD-Sovyetler arasında Soğuk Savaş olarak adlandırılan süreç başlamıştır.58

Soğuk Savaş döneminde iki büyük süper gücün tehdit algıları kapsamında şekillenen güvenlik kavramı, söz konusu süreçte askeri mahiyette şekillenmiş ve özellikle iki rakip devletin nükleer kapasiteleri bu döneme damgasını vurmuştur. ABD ve Sovyetler'in sahip olduğu konvansiyonel ve nükleer güç kapasitelerinden hareketle şekillenen güvenlik algısı, iki devletin de birbirilerine yönelik olarak caydırıcı politikalar izleyerek ulusal güvenliklerini korumaları sonucu doğurmuş ve Soğuk Savaş'ın sonuna kadar bu politika devam etmiştir.

58 E. Kristen Schulze, ‘’Avrupa’da ‘’İlk’’ Soğuk Savaş’’, 20.Yüzyılın Uluslararası Tarihi, çev. Taciser

37

Soğuk Savaş döneminde ABD ve Sovyet eksenli şekillenen güvenlik algısının ABD tarafından köklerine inildiğinde, tehdidin askeri boyutundan ziyade ekonomik ve toplumsal boyutları göz önünde tutulduğu ve buna yönelik olarak askeri tedbirler alındığı görülmüştür. ABD’nin mevcut küresel sistemin başat aktörü olarak rol aldığı ve bireysel mülkiyeti ön planda tutan özgürlükçü ve rekabetçi ekonomik sistemine karşılık, komünist Sovyetlerin bireyler arasındaki eşitliğe vurgu yapan Devlet egemen sisteme sahip olması, Sovyetlerin ABD tarafından tehdit olarak algılanması sonucunu doğurmuştur. ABD’nin liberal sistemi ‘’medeni’’ olarak değerlendirerek, Sovyetleri bu düzlemde tam karşı kutup olarak ‘’barbar’’ lığa oturtması Soğuk Savaş güvenlik algısının da temelini teşkil etmiştir.59 Buradan

hareketle, Sovyetlerin Medeni Batı’nın ekonomik ve toplumsal düzenini kendi sistemini yaymaya çalışarak tehdit etmesi, ABD tarafından tehlikeli olarak algılanmış ve Soğuk Savaş boyunca güvenlik algısı bu temele dayanan ve ABD’nin hem askeri, hem ekonomik olarak açık ara önde götürdüğü bu çekişmenin askeri önlemlerle şekillenmesini sağlayan bir görünüme sahip olmuştur. Neocleus’un da belirttiği gibi, Soğuk Savaş süresince güvenlik kaygılarının temelini esas olarak askeri endişeler değil, ekonomik ve toplumsal endişeler oluşturmuştur.60

Dönemin iki kutuplu sistemi süresince ABD ve Sovyetlerin başını çektiği Batı ve Doğu Blokları farklı zaman ve coğrafyalarda birçok kez sıcak savaşın eşiğine gelmişse de, olası bir savaşın yaratacağı tahribatın da hesaba katıldığı yönündeki gerçek, bu iki oluşumu bir sıcak çatışmadan uzak tutmuştur. Bununla birlikte, Soğuk Savaş devam ederken dünya geneline hakim olan algı, dünya üzerindeki hiçbir devletin ABD ve Sovyetler arasında vuku bulan çekişmeye taraf olmamanın mümkün olmadığı yönündeydi. Ancak; Asya ve Afrika’nın bağımsızlığını yeni kazanan ülkeleri için ABD ve Sovyetler arasında yaşanan bu çekişmeden uzak kalmak ve önceliği iki kutuplu sistemin güvenlik kaygılarından ziyade kendi devletlerinin güvenlik kaygılarına vermek yaygın kanıydı.61 Böylelikle, 50'lerden itibaren dünya

59 Mark Neocleus, a.g.e., s.97. 60 Mark Neocleus, a.g.e., s.98.

61 A. Joseph Maiolo, ‘’Tarafsızlık, Kalkınma ve Üçüncü Dünyanın Yükselişi’’, 20.Yüzyılın

38

genelinde sömürge düzenine yönelik olarak başlayan hareketlerde birçok ulusun bağımsızlıklarını kazanması ve buna paralel olarak ileriki on yıllarda iki kutuplu sistemin bir parçası olmayı reddedip nötr bir duruşu tercih etmeleri neticesinde küresel ölçekte 3. bir kutbun ortaya çıkması sonucunu doğurmuş ve söz konusu durum iki kutuplu sistemin zayıflamasına yol açmıştır. Batı’nın sömürgeleri tasfiye süreci ve ekonomik azgelişmişlik nedenlerin ele alınmasını hızlandıran bu süreç, 3. Dünya ülkelerinin kendi sorunlarını odak noktalarına alıp, iki kutuplu sistemin sorunlarının geri plana itildiği bir süreç olarak dikkat çekmektedir.62

Küresel ölçekteki bu gelişmelerin yanında, Sovyetlerin küresel sisteme ayak uydurmak yönünde izlediği politikalar bağlamında ABD'yle olan rekabeti hem kendisini siyasi, ekonomik ve toplumsal olarak zayıflatmış; özellikle güvenlik politikaları bağlamında askeri harcamalara ayırdığı bütçeler bütünü Sovyetlerin sonunu hazırlayarak, iki kutuplu küresel düzeni zayıflatan bir başka etmen olarak göze çarpmıştır. Bununla beraber, ‘’Glasnost ve Prestroyka’’ politikaları63,

Politbüro’nun Sovyet ideolojisinden yavaş yavaş kopması, ABD’yle rekabetin yarattığı ekonomik kriz ve Sovyet topraklarında meydana çıkan milliyetçi akımlar Sovyetler’i zayıflatan diğer unsurlar olarak göze çarpmış ve iki kutuplu sistemden tek kutuplu sisteme geçişin ayak sesleri olarak algılanmıştır.64

20.yüzyılın son çeyreğine kadar askeri yönde şekillenen güvenlik politikaları, özellikle 70'lerle beraber birbirinden farklı birçok başlığı da kapsar hale gelmiştir. Doğu Bloku'nun siyasi, ekonomik ve toplumsal açıdan Batı'yla rekabet edebilecek güce sahip olmaması neticesinde, Doğu Bloku’nu içine alan coğrafyalarda kökten değişimler meydana gelmeye başlamıştır. Sosyalist düzenin otoriter mahiyetli yönetimi karşısında bireyler sahip olduğu konumu sorgulamaya

62 A. Joseph Maiolo, a.g.e., s.348.

63 Glasnost(açıklık) ve Prestroyka(yeniden yapılandırma) Sovyetler’in Gorbaçov döneminde

açıklanan ve ifade özgürlüğü, şeffaflık gibi ilkelerle beraber ülke ekonomisini yeniden yapılandırma sürecine verilen ad. Daha fazla bilgi için: https://www.thoughtco.com/glasnost- and-perestroika-1779417.

64 Norwich University, Exploring the 5 Reasons of the Collapse of the Soviet Union, 2016,

https://online.norwich.edu/academic-programs/masters/military-

39

başlamış ve geri döndürülemeyecek siyasi ve toplumsal ölçekli değişikliklerin fitili böylelikle ateşlenmiştir. 80'lere doğru gelindiğinde ise insan hakları, demokrasi, hukuk devleti gibi Batı menşeili evrensel kavramlar bu coğrafyalarda kapsamlı bir biçimde tartışılmaya başlamış ve Sovyetlerin çöküş süreci böylelikle geri dönülemez ölçüde başlanmıştır.

Doğu Blok'unda yaşanan bu gelişmelerin güvenlik kavramının devletler düzeyinden bireysel ve toplumsal düzeye inmesi güvenlik kavramının kapsamını da önemli ölçüde genişletmiş ve farklı başlıkların da güvenlik ekseninde değerlendirilmesi sürecini başlatmıştır. İki kutuplu uluslararası sistemdeki militarist güvelik anlayışının haricinde, güvenlik kavramı birçok konuyla ilişkili hale gelmiş; diğer bir deyişle küresel çapta yaşanan siyasi, ekonomik ve toplumsal dönüşümler devlet merkezli militarist güvenlik anlayışının yanında farklı başlıklarında su üstüne çıkmasına neden olmuştur.

Güvenlik kavramının kapsamını genişleten en önemli gelişmelerden bir tanesi şüphesiz küreselleşmenin üçüncü evresiyle meydana gelen ve uluslararası etkileriyle sistemi radikal biçimde etkileyen ekonomik gelişmeler olmuştur. Teknolojik gelişmeler paralelinde, ulusal ekonomilerin birbirleriyle kurduğu etkileşimler uluslar arası bağımlılığı yaratmış ve farklı coğrafyalarda lokal düzeyde yaşanan ekonomik sorunların küresel sonuçlar doğurarak hem ulusal hem de uluslararası güvenlik algılarında ekonomik başlıkların da dahil edilerek ‘’ekonomi güvenliği’’ kavramının ortaya çıkması sonucunu doğurmuştur. Bununla birlikte, küreselleşme bağlamında çok uluslu şirketlerin de birer aktör olarak küresel sistemde etki yaratması, hem küresel siyasetin hem de küresel ekonominin seyrini değiştiren bir gelişme olarak göze çarpmıştır. Kapitalist sistemin rekabetçi ve risklere dayanan doğası gereği mutlak bir güvenlik halinin yaratılmasının imkansızlığıyla beraber, izafi bir güvenlik ortamının tesis edilebileceği, daha açıkça kapitalist sistemin doğasını ve işleyişini güvenli haline getirecek bir anlayışın hüküm sürebilmesi özellikle 2. Dünya Savaşı sonrası dönemin temel gayesi olmuştur.65 Tüm bu

40

gelişmeler, askeri güvenlik anlayışının yanında ekonomi-güvenlik kavramının doğmasına yol açmıştır.

1970’li yıllarda ABD ve Sovyetler arasında yaşanan ve küresel gerilimin hafiflediği dönem olarak kabul edilen ‘’yumuşama’’ dönemiyle beraber güvenlik algısında da önemli ölçüde değişiklik meydana gelmiştir. Yumuşamaya paralel olarak iki kutup arasında görüşmelerin sıklaşması ve işbirliğine yönelik istekli ve kararlı adımlar atılması neticesinde 1973 yılında Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı (AGİT-CSCE) kapsamında yapılan ve 1975’te Helsinki Nihai Senedi’nin imzalanmasıyla son bulan süreç sonucunda ekonomik ve insan haklarına yönelik başlıklar da ajandaya dahil edilmiştir.66 2. Kategori olan Ekonomik Sepet’te, bilim

ve teknolojiden ticarete, tarımdan enerjiye, çevresel sorunlara; 3.kategori olan İnsani Sepet’te ise eğitimden sosyal ilişkilere bir çok alan ele alınarak izlenecek kapsamlı politikalar üzerinde mutabık kalınarak müspet gelişim kaydedilmiştir.67

Enerji hususu da kapsamlı olmasa da 1975 Helsinki Nihai Senedi’yle beraber ele alınmıştır:

‘’Hidroenerji kaynaklarının ve var olan yakıtların kullanımının geliştirilmesi adına üretim, taşıma ve dağıtımda yeni teknolojilerle birlikte nükleer, güneş ve jeotermal enerji gibi yeni enerji kaynaklarının araştırılması hedeflenmiştir;…’’68

Enerjinin bir güvenlik meselesi olduğu algısı 20.yüzyıl boyunca gerçekliğini korusa da, detaylı bir algının oluşması şüphesiz 1973 yılında yaşanan kriz neticesinde olmuştur. OAPEC ülkelerine cevap olarak kurulan OECD (Organisation of Economic Co-operation Development) adlı örgüt de kontrolü sağlamayı başaramamış; bununla birlikte 90’ların hemen başında Körfez Savaşı

66 Office of Historian, Helsinki Final Act 1975, USA State Of Department Web Sitesi,

https://history.state.gov/milestones/1969-1976/helsinki, (20.07.2018).

67 OSCE, Conference on Security and Co-operation in Europe Final Act, Helsinki, 1975, ss.14-58,

https://www.osce.org/helsinki-final-act?download=true, (20.07.2018), s.23.

41

yaşanmış ve enerji alanında güvensizlik ortamı hakim olmuştur.69 Bununla birlikte,

Sovyetler’in dağılması ile sona eren Soğuk Savaş’ın hemen sonrasında ekonomi alanında küresel ölçekli bir işbirliği sağlanabileceği yönünde oluşan yaygın pozitif algıya paralel olarak Enerji Şartı Anlaşması’na giden süreç başlamıştır.70

2000’li yılların hemen başında yaşanan 9/11 terör saldırıları neticesinde Afganistan ve Irak’ın işgal süreci başlamış ve enerji alanında hakim olan güvenlik ortamı söz konusu gelişmelerle beraber yeniden baltalanmıştır. Bununla birlikte, Ukrayna 2006, 2009 ve 2014 krizlerinin yanında Arap Baharı, IŞİD tehdidi ve İran’ın nükleer programı üzerindeki ihtilaflar nedeniyle ortaya çıkan durum neticesinde uygulanan ambargolar enerji güvenliği hususunu küresel siyasi ajandanın öncelikli maddelerinden biri haline getirmiştir.71