• Sonuç bulunamadı

Masallarının çoğunun başında Keloğlan’ın belirli bir işi yoktur. Masallar Keloğlan’ın iş bulup para kazanmak için yollara düşmesiyle başlar, bu ayrılış bazen Keloğlan’ın isteği ile olurken bazen onun tembelliğinden bunalan anasının evden kovmasıyla başlar.

Keloğlan Para Kazanıyor masalı bu türdendir. Miskinliği ve aptalca

saflığı yüzünden anasının zengin olmadan gelmemek üzere evden kovduğu Keloğlan, uzun bir gurbet yolculuğu sonunda bir çiftliğe ulaşır. Çiftliğin sahibi karı-kocanın yanına boğaz tokluğuna ‘yanaşma’ durur. Artık onun bir işi vardır. Yoksul ve kimsesiz bir hayatın içinde miskinliği ve uykuculuğu yüzünden anası tarafından zengin olmadan gelme(mek) üzere kovulmuştur. Keloğlan gurbette geçen uzun yolculuk sonunda zenginlik sembolü olan bir çiftliğe ulaşmıştır. Nitekim Keloğlan, ahlak normuna tutunarak kocasını aldatan çiftlik sahibinin karısından suçunu gizlemesi karşılığında ne kadar takısı, altını, birikmiş parası varsa alır ve yanaşmalıktan kurtulur. Bu yönüyle masalın başında karşımıza çıkan yanaşmalık, Keloğlan’da var olan yoksunluklara eşlik eden meslekten yoksunluk anlamına gelmektedir.

Aynı şekilde Keloğlan ile Köy Ağası masalında da anadan öksüz, babadan yetim, bir köyde kıt kanaat geçimini sürdüren Keloğlan mesleksizdir ve öteki

berikinin işine, köylünün malını, davarını gütmeye koşulur. Kışın iş

bulamayınca çaresiz kalıp yanında çalışanlara vicdansızca davranan cimri ağanın kapısına gider ve ondan kendisini boğazı tokluğuna, yanaşma almasını ister. Ağa da yanında adam dayanmadığı için geleni geri çevirmez, Keloğlan’ı ağır şartlar koşarak işe alır. Yanaşmalık, köyde yetişmiş fakir ve mesleksiz bir gencin, dönemindeki sosyal statüsünü işaret eder. Keloğlan, zengin ağadan iş talep ederken bu statüyü vurgulamak ister. Bu, sadece masalın mantıksal kurgusu açısından gerekli değildir. Keloğlan’ın başarısını arttırmak ve ağa ile hesaplaşmasını derinleştirmek bakımından gerekli görülmüştür. Namı yedi iklime yayılmış ağaya hayatının dersini veren Keloğlan, yanaşmalığın kendine özgü avantajını kullanarak oyununu icra eder ve ağanın sırtını yere getirir.

Bu masalda, yanaşmalık üzerinden işverenin işçisinden aşırı beklentisi öne çıkarılır. Ağa, kapısında çalışacak Keloğlan’ın çaresizlikten kayıtsız şartsız teslimiyetini anlayınca kendisini bağlayacak resmi ya da örfî hiçbir müeyyide olmadığı için bütün hatları ile beklentilerini sıralar: Günde iki öğün aş, ne

olduğunu sorma, karıştırma. Gün doğmadan tarlada, gün batınca ahırda iki bölük iş, ne olduğunu sorma araştırma. Ambara, mutfağa dolanma, bostanda ve de bahçede hiç dolaşma. Oruç tut, ama namaza niyaza hiç yanaşma. Bayramlarda davula ve de oyuna, düğünlerde de yarenliğe halaya koşulmayacaksın. Đşten yılmayacaksın, yoruldum ve de usandım demeyeceksin.

Ağa, işçisi Keloğlan’ın iş alanını, yemek düzenini, ibadet ve eğlence şeklini ve yasak bölgelerini inceden inceye tarif eder. Bütün bu sınırlandırmada tek taraflı bir hak ve sorumluluk söz konusudur. Haklar ağanın lehine iken sorumluluklar yanaşma Keloğlan aleyhine hazırlanmıştır. Masalda özellikle vurgulanan bu çatışma düzeni Keloğlan için de özel bir hareket alanı olacaktır. Masalcının önemle altını çizdiği bu sömüren iş veren tipi, Keloğlan’ın hüneri ile alt edilecektir.

Keloğlan ile Üç Cambaz masalında Keloğlan’ı, köyün birinde çifti çubuğu peşinde koşan bir ‘çiftçi’ olarak görürüz. Tarlasından azığını, ineğinden

ağartısını ve dağdan odununu denkleştirerek kıt kanaat yaşamaktadır. Keloğlan, yaşamını asgari hayat standartlarında sürdürürken bir gün harçlıksız kalır ve eşeğini satmaya karar verir. Yani sermayesinin önemli bir kısmını gözden çıkarmak zorunda kalır. Sıradan ve kıt kanaat geçinen bir çiftçi için bu değerleme, içinde bulunulan şartların hayatiyetini göstermeye yönelik olmalıdır. Bu bakımdan Keloğlan ile Üç Cambaz masalında bir meslekli olarak karşımıza çıkan çiftçi oğlanın durumu aslında hiç de olumlu değildir. Yani tipolojisi açısından Keloğlan’a yaraşır bir yoksunluğa uyum göstermektedir.

Ayrıca masalın devamında Keloğlan, bir satış-pazarlama dersine örneklik etmek üzere boy gösterir. Kıt kanaat geçinen bir çiftçi iken bir gün iyice zorlanır ve en değerli sermayesi olan eşeğini satmaya karar verir. Bu girişim, biraz da köylülüğün üzerine yapışmış bir duygunun, tersi ile dışavurumu olmalıdır. Ürünü bir türlü para etmeyen ya da kendisi öyle inanan köylü, soluğu pazarda

alarak şehirli ile alışverişinde tarihî hesaplaşmayı icra eder. Akıllı ve yaman köylü, aynı zamanda pazarda iyi tüccarlık yapan köylü olmalıdır. Hatta bu ticaret kentliyi veya uyanığı kandırmak şeklinde olursa efsanevi bir destana da dönüşebilecektir. Bu masal, fakir bir çiftçi olan Keloğlan’ın eşeğini satmak zorunda kalışını dramatize ederek bam telini yoklarken aslında köylünün şahin pazarlığını teşhir etmek ister. Köylü oğlan, namlı üç cambazı, hem de dersini vererek, alışveriş meydanında öylesine tuşa getirir ki köy meydanını dolduracak kahkahalarla anlatılır. Masal, çiftçi köylüden yaman bir tüccar yaratmış olur.

Keloğlan ile Padişah masalında Đstanbul’a çalışmaya giden Keloğlan, işsiz

güçsüz olduğu için yaşlı bir kadının yanında kalmaktadır. Kadın, kocasından kalan av hayvanlarını pişirip satmaktadır. Kadın bir gün hastalanınca bunları Keloğlan’ın satmasını ister. O da bu işi daha önce hiç yapmadığı halde Aman

anacığım, sen rahatına bak, ördek satmak da bir iş mi? diyerek çarşıya çıkar.

Keloğlan kendine olan güveniyle Nar gibi kızarmış ördekler, besili semiz

ördekler diye diye kıyı köşe çarşıyı dolanır. Köyden gelen utangaç ve tembel

oğlan birden girişken ve uyanık bir satıcı olur. Bu masalda Keloğlan’ın mesleksizliği, masalcının onu istediği işe yönlendirebilmesi için gerekli bir durumdur. Aksi takdirde meslek sınıfları konusunda masallarda yaşanan hızlı geçişler mantıksal çatışmalar doğuracaktır.

Keloğlan ile Devler Ağası masalında Keloğlan ‘orakçı’dır. Orak, icra

ettiği mesleğe ait bir sembol olarak kullanılır. Kırk çocuklu baba, yetmiş yaşına gelince çocuklarının geleceklerini kazanmaları için her birinin eline bir orak verir ve iş bulup çalışmaları için onları köy dışına yollar. Harman zamanları köylere orakçı duracak, kazandıkları parayı da harcamadan biriktirip getireceklerdir. Masal başında babanın tavrından ve yönlendirmesinden çocukların bu işi ilk kez yapmadıklarını her birine meslekli bir işçi gibi güvenildiğini anlarız. Nitekim iş başa düşünce de şiirsel bir ritim ve orkestral bir ahenkle çalıştıklarını görürüz. Zaten babaları da imece ile işe girişip,

kardeşçe kenetlen(melerini) tavsiye etmiştir. Şu halde orakçılık, köylü

Keloğlan’ın ihtiyaç olduğunda icra edebileceği mesleki becerilerinden biri olarak karşımıza çıkarılır.

Keloğlan ile Devler Ağası masalının devamında Keloğlan, karşısına çıkan

ve kötülük sembolü olarak kabul edilen devle mücadele eder ve kazanır. Tesadüf eseri padişah da o dev üzerine üç ödül koyar. Keloğlan, bu üç zorlu yarışa talip olur. Üçünü de beklenmedik büyük başarı ile kazanınca hem çok para kazanır hem de kaftan giyip vezir olur. Çünkü köyden çıkan ve akademik eğitim görmemiş Keloğlan kaba güce dayalı bir meslek olan orakçılığı icra etmektedir. Fakat zaman ve şartlar onun bilişsel kapasitesinin yüksek olduğunu gösterir. Nitekim daha masalın başlarında dev bile, kırk kardeşin en tedbirlisinin Keloğlan olduğunu anlamıştır. Keloğlan’ın devle ilk galibiyetinden sonra kardeşleri onun manevi derecesine tanık olmuş, önce gözü tutmasa da sonunda tecrübe ile padişah da teslim olur, ona aklı tedbiri yüce oğlan diye hitap etmeye başlar. Keloğlan da nice yıllar, akılla tedbirle, olmayınca da oyunla, düzenle

hüküm sür(er).

Bazı masalarda da Keloğlan yaşadığı yer olan köye ve yoksulluğuna uygun olarak başkalarının sürülerini otlatan bir çoban olarak karşımıza çıkar.

Keloğlan ile Kardeşi masalında anası, ağabeyi ile Keloğlan’ı kendilerine bir iş

bulup geçimlerini sağlamaları için yollar. Đki kardeş günlerce yol yürüdükten sonra bir kasabaya ulaşırlar. Sonunda adamın biri keçilerini otlatsın diye bunları yanına ‘çoban’ alır. Dolayısı ile çobanlık Keloğlan’ın ve ağabeyinin yapmak zorunda kaldıkları bir iş gibi görünse de köyden gelen Keloğlan imajı için de uygun düşmektedir. Bu bakımdan çobanlık mesleği, Keloğlan’ın taşıdığı yoksulluk ve yoksunluk çağrışımları için imaja katkıda bulunmaktadır.

Keloğlan ile Kötü Hasan masalında ise yaşlı anası ile yaşayan Keloğlan

başından beri dağda bayırda sığır davar güder, köylüye çobanlık eder. Yetim büyümüş olan Keloğlan’a meslek olarak çobanlık seçilerek köyün en fakirlerinden biri olarak gösterilmiştir. Zaten masal girişinde de bu fakr u zarûretten bahsedilir.

Keloğlan Defineci masalında Keloğlan, babası ve ağabeyi hayvancılıkla

geçimlerini sürdürürler. Keloğlan evin en küçüğüdür ve koyunları, sığırları yayma işini ona yaptırırlar. Zaten ağabeyi, babasının sağlığında da ona çok eziyet etmiştir. Keloğlan’ın ağabeyinden dayak yiyip çobanlık yapması evin en

küçüğü olmasından değil onun biraz ve yoksun tabiatından kaynaklanıyor olmalıdır.

Keloğlan ile Ali Cengiz masalında yaşlı anasından başka kimsesi

olamayan Keloğlan, yaşadığı ücra bir köyde köylünün malına, davarına

çobanlık eder(ek) geçimini sağlamaya çalışır. Aylar, yıllar boyunca dağlarda,

bayırlarda sabahın erinden akşamın karanlığına kadar bu şekilde çalışır. Bu masalda çobanlık, onun köylülüğüne ve fakirliğine uygun bir mesleksizlik göstergesi iken aynı zamanda Keloğlan’ın yetişkinliğine kadar geçen süreyi de ifade etmektedir. Yani diğer masallardan farklı olarak bir süreklilik söz konusudur. Bu süre zarfında Keloğlan çalışkan ve istikrarlı bir çobandır. Onun çobanlığı çok kısa bir sürede fakirliğine ve düşkünlüğüne teğet geçmez.

Eloğlu masalında Keçel oğlan ünlü bir seyis olarak karşımıza çıkar.

Eloğlu, kılıç ustası babasının öldürülmesinden sonra yedi yaşında yetim kalır. Sığınacak yeri olmadığı için ahırlarda yatmaya başlar. Atları da sevdiği için sabaha kadar onun bunun atını tımar eder, yemler. At sahipleri de ona hürmet etmeye başlar. Eloğlu zaman içerisinde at bakımı konusunda ün kazanır ve ünü ülkenin vezirine kadar ulaşır. Vezir, Eloğlu’nu atlarına mehter tayin eder. Vezirin atları her geçen gün daha iyi olur. Eloğlu, usta seyisliği sayesinde vezirin gözünde itibar kazanır ve at bakımı dışındaki yerlerde de kendisine iş verilir. Keçel oğlan, sanat sahibi babasından bir eğitim almamış olsa da aklı, yeteneği ve azmi sayesinde imkânsızlıklar içerisinde bir meslek kazanır ve ilk yükselişini bu meslekteki hüneri ile elde eder.

Keloğlan ile Padişah masalında başına açtığı büyük belalardan sonra

memleketinde duramayan Keloğlan, hamallığın para ettiğini duyarak Đstanbul’a gider. Bir süre aylak aylak gezdikten sonra bir küfe bulup işe başlar. Gündüzleri kazandığı üç beş kuruş ile yağsız yavan bir şeyler tıkıştırır, geceleri de dul bir yaşlı kadının evinde kalır. Köyde mesleksiz yaşayan cahil ve eğitimsiz bir genç olan Keloğlan’ın şehirdeki işi, kaba güçle yapılan hamallık olmuştur. Bu meslek onun sosyal zeminine uygun düşse de Keloğlan kentteki hayatını bu yolla

kazanmaya kanaat etmeyecektir. Çünkü o köyden sadece ekonomik rahatlama için çıkmamıştır. Hamallık onun şehre intisabına mantıksal bir aracılık etmiştir.

Sonuç olarak Keloğlan yetimlik, fakirlik gibi maddi ve manevi yoksunlukları ile köyünde çalışırken ya da köyünden ayrılıp bulduğu işlerde bu misyonuna uygun olarak pek emek ve beceri gerektirmeyen meslekleri icra eder. Çobanlık, yanaşmalık, çiftçilik, orakçılık, amelelik gibi meslekler aralarında birtakım farklar olsa da Keloğlan’a en yakışan meslekler olarak seçilmiştir. Tipi yaratan kültür, Keloğlan’a yaraşan her şeye ait gösterdiği özeni mesleği konusunda da göstermiştir. Onun maddi ve manevi yoksunluğuna değersiz meslekler uygun görülerek tipin genel imajına katkıda bulunulmuştur. Bu seçim yükselerek yücelecek Keloğlan’ın kat ettiği yolculuğun abartılması için de uygun bir zemin hazırlamıştır. Masalcı güçlü karşıtlıklar üzerinden kahramanını öne çıkardığı için onun mesleki yükselişleri de aynı oranda ifrat ve tefrit düzeyinde olmuştur. Köyden çıkan orakçı Keloğlan, şehirde padişahın has veziri olacaktır.

Belgede Türk masallarında Keloğlan tipi (sayfa 114-120)

Benzer Belgeler