• Sonuç bulunamadı

Merkez Bankası’nın Asli İşlevlerini Kazandığı Dönem

1.2.2. Krizler Dönemi

1.2.2.4. Merkez Bankası’nın Asli İşlevlerini Kazandığı Dönem

TCMB, para politikası araçlarını geliştirerek, 1986 yılında Bankalar arası Para Piyasası (Interbank)’ı kurmuştur. 1987 yılında açık piyasa işlemlerinin başlaması sayesinde TCMB, para politikasını idare etmenin yanı sıra, iç borçlanma senetlerinin alım-satımını yapma ve Devlet Tahvilleri için ikinci bir pazar oluşturma imkanına da kavuşmuştur. Böylece TCMB, uyguladığı para politikalarıyla piyasa likiditesini daha etkin düzenleme fırsatını elde etmiştir.16

Yine 1988 yılının Ağustos ayında Döviz-Efektif Piyasası, 1989 Nisan ayında ise Altın Piyasası kurulmuştur. Bu piyasaların kurulma amacı; atıl tasarrufların mali

14 Babuşcu ve diğerleri, a.g.e., s.15. 15 Babuşcu ve diğerleri, a.g.e., s.16. 16 Babuşcu ve diğerleri, a.g.e., s.16.

sisteme girişini hızlandırmak, alternatif yatırım alanları yaratmak, fiyatların serbestçe piyasada oluşmasını sağlamak, bunlardan daha önemlisi ise bankalar için fon idare yönteminin oluşturulmasına öncülük edilmesidir. Söz konusu piyasaların kurulması ile birlikte bankalar, alternatif piyasalarda arbitraj imkanı elde etmiştir.

Bankacılık alanında yaşanan tecrübeler, kayıt düzeninin önemini ortaya koymuş ve 1983 yılında çıkarılan Yasa ile 1986 yılından başlamak üzere Türkiye’deki tüm bankaların Tek Düzen Hesap Planı (TDHP)’na dahil olmaları gerekli görülmüştür. TDHP, genel muhasebe prensiplerine uygun bir şekilde hazırlatılmış ve değişen ihtiyaç ve şartlara göre sürekli olarak değiştirilmiştir.

Bankaların daha etkin denetimi amacıyla mali tablolarının bağımsız denetimden geçme uygulaması ise 1987 tarihinde başlamıştır. Uygulamaya konulan liberal politikalar sonucunda yerli bankalar ile yurt dışı bankalar arasındaki işlem yoğunluğunun artması, bankaların bağımsız denetimden geçmesini de gerekli kılmıştır. Bağımsız denetim, TCMB ve Hazine Müsteşarlığı tarafından kabul edilen kurumlara yaptırılmakta ve bu kurumlar raporlarını TCMB’nin istediği formatta hazırlama zorunluluğuna tabi tutulmaktadır. TCMB, denetim raporlarını incelemekte ve gerekirse denetleyici kurumu uyarmaktadır. Bağımsız denetimden gelen raporlar, TCMB’nin, o banka ile görüşleri ile birlikte değerlendirilmekte ve banka yöneticileri gerekirse bankalarının durumunu tartışmak amacıyla TCMB’ye davet edilmektedir.

Bankaların denetiminin artırılması amacıyla 1986 yılında TCMB nezdinde ‘Bankaları Gözetim Müdürlüğü’ kurulmuştur.

Faizlerin serbest bırakılmasının üzerinden altı yıl geçtikten sonra bankaların gelişen şartlara uygun olarak denetlenme işlevinin TCMB tarafından başlatılması, bu işlevin oldukça geç başlatıldığını göstermektedir.

Düşük enflasyon oranlarına paralel olarak 1986 yılından başlamak üzere faiz oranları da kademeli olarak düşürülmüştür. Faiz oranlarının düşmesine paralel olarak ise enflasyon oranı 1986 yılı sonunda düştüğü % 24,5’lik düzeyinden, 1987 yılı sonunda %48,9’a çıkmıştır. Bu gelişmeler sonucunda, 1987 yılının sonundan başlamak üzere faiz oranları negatife dönmeye başlamıştır. 1988 Şubat ayında TL’den kaçışı durdurmak ve

enflasyonu kontrol altına almak amacıyla faiz oranları tekrar yükseltilmiştir. Enflasyonun hızlanma dönemine girmesi nedeniyle reel faiz oranları negatif düzeyini bir müddet daha devam ettirmiştir.

Sonuçta TCMB, mevduat faiz oranlarını bir kez daha serbest bırakmak zorunda kalmıştır. Ancak faizlerin kontrolsüz yükselişi, TCMB’nin piyasalara müdahalesini tekrar gerekli kılmıştır. TCMB, bu defa faizlere üst limit getirmiş, bankalardan ileriye dönük faiz oranlarını açıklamaları beklenmiştir. Tedbirler sadece faizlerle sınırlı kalmamış, zorunlu karşılık ve disponibilite oranları yükseltilirken, zorunlu devirlerin gecikme cezaları artırılmıştır. Buna rağmen reel faiz oranları 1987 Aralık-1990 Haziran döneminde çoğunlukla negatif seyrini sürdürmüştür.

1988 yılında ortaya çıkan bu mini kriz atlatılmış; fakat mali liberalleşmeyle beraber yanlış faiz politikalarının sistemi nasıl kolayca krize taşıyabileceği de açıkça görülmüştür.

Finansal reform döneminde bir diğer önemli gelişme ise döviz işlemleri ile ilgilidir. 1988 yılında TCMB, Döviz ve Efektif Piyasalarını faaliyete geçirmiş, 1989 yılında döviz işlemleri ve sermaye hareketleri serbest bırakılmıştır. 1990 yılında TL’nin konvertibilitesinin ilan edilmesiyle de reformun yabancı para işlemleriyle ilgili bölümü tamamlanmıştır.17

1980’li yıllarda başlayan finansal liberalizasyon, TBS’nin gelişmesinde ve bugüne gelmesinde büyük rol oynamıştır. Bu sürecin bankacılık sistemine getirdikleri şu şekilde özetlenebilir:

 Finansal liberalizasyon sürecinde faizlerin, döviz işlemlerinin, sektöre yerli yabancı yeni banka girişinin ve sermaye hareketlerinin serbest bırakılması finansal sistemin sınırlarını genişletmiştir.

 Banka bilançoları büyümüş, toplam aktiflerin GSMH içindeki payı artmıştır. Banka aktiflerinin GSMH’ye oranını 1980’de % 28’den 1987

de % 54’e ulaşmıştır. Ancak, 1987’den sonra bu süreç tersine dönmüş ve 1990 yılında % 43 seviyesine inmiştir.18

 Bu düşüşün sebebi 1985’de yürürlüğe giren Bankalar Kanunu’nun getirdiği sıkı denetim ve yükselen enflasyonun neden olduğu ekonomideki belirsizlik olarak açıklanabilir.

 Sektöre banka girişine izin verilmesi, mevduat ve kredi faiz oranlarının serbest bırakılması rekabeti artırmıştır. Sisteme toptancı bankacılık yapan az şubeli küçük ve orta ölçekli bankalar girmiş, büyük ölçekteki özel bankaların pazar payı gerilemiştir. Diğer taraftan sektörde kamu sermayeli bankaların sayısı azalırken, özel sermayeli ve yabancı sermayeli bankaların sayısı artmıştır.

 Türk bankaları yurt dışında banka kurma ve şube açma yoluyla dışarıya açılmışlardır.

 Artan rekabetle bankalar klasik mevduat bankacılığından, yeni kaynak ve plasman alanlarına yönelmişlerdir. Dış ticaretin finansmanı, leasing ve factoring gibi işlemler, tüketici kredileri ve kredi kartları gibi hizmetler sunulmaya başlanmıştır.

 Bilgisayar sistemleri ve diğer teknolojik yeniliklerden yararlanılmaya başlanılmış ve nitelikli personelin bulundurulması önem kazanmıştır.  Liberalizasyonun sağladığı diğer bir gelişme ise, yabancı para ağırlıklı

finansal varlıkların gündeme gelmesidir. Bankalarda yabancı para cinsinden mevduat bulundurulmasının serbest bırakılması ile bankalar bu önemli bir tasarruf enstrümanını da yaygın olarak kullanmaya başlamıştır.

1.3. 1980-1988 DÖNEMİNDE MAKRO EKONOMİK GÖSTERGELERDE MEYDANA GELEN GELİŞMELER

1.3.1. 1980-1988 Dönemi Konsolide Bütçe Dengesi

Ekonomide oluşan tüm olumsuz gelişmelerin temelinde kuşkusuz yıllardır kronik bir şekilde artış eğilimi gösteren bütçe açıkları gelmektedir. İnceleme dönemi olan 1980 ve 1988 yılları arasında bütçe dengesine ilişkin veriler Tablo 1’de yer almaktadır. Buna göre, inceleme dönemimiz itibari ile bütçe gelirleri ile bütçe giderlerinin dalgalı seyrine bağlı olarak, gerçekleşen bütçe açıkları da dalgalı bir seyir izlemiştir. Bu dönemde bütçe dengesinin tutturulamaması nedeni ile her yıl açık verilmiş ve en yüksek bütçe açığı 3.038 milyon dolar ile 1987 yılında gerçekleşmiştir. 1980 ile 1988 yılları arasında ise toplam olarak 17.738 milyon dolar düzeyinde bütçe açığı verilmiştir. Rakamlardan da anlaşılacağı üzere, bu dönemde bütçe disiplini sağlanamamıştır.19

Aynı dönemde bütçe gelirleri ile bütçe giderlerinin GSMH’ye oranları genel olarak azalma eğilimi göstermiş olsa da yıllar itibari ile bütçe gelir ve giderlerinde de olduğu gibi dalgalı seyrini korumuştur.

Her iki rasyoda azalma eğilimi gösteren bu gelişim, bütçe gelirlerinin GSMH’ye oranı açısından olumsuz değerlendirilmekle birlikte, şüphesiz ki bütçe giderlerinin GSMH’ye oranı bakımından olumlu bir gelişmedir.

Öte yandan yıllar itibari ile bütçe açıklarının GSMH’ye oranlarına bakıldığında ise burada da dalgalı bir seyir izlendiği görülmektedir.

Tablodan da görüleceği üzere, en yüksek oran % 4.4 ile 1984 yılında gerçekleşmiştir.

Tablo 1 : Konsolide Bütçe Dengesi (1980-1988)

Kaynak: Aydın Üzeyir, Türkiye’de 1980 Sonrasında Yaşanan Ekonomik Krizlerin Analizi,

İstanbul, 2006, s.109.

1.3.2. 1980-1988 Döneminde İç Borçların Gelişimi

Yaşanan tüm ekonomik problem ve krizlerin en temel nedeni olan bütçe açıklarının finansmanı amacıyla, 1985 yılında DİBS’lerin ihale yöntemi ile satışına başlanmış ve böylece, kamu finansman ihtiyacı için iç borçlanma süreci başlatılmıştır.20

İç borçların gelişimine ilişkin veriler Tablo 2’de yer almıştır. Tablodan da görüleceği üzere, iç borç stoku ve dolayısıyla da iç borçlar nedeniyle ödenen faizler yıldan yıla ciddi montanlarda artış göstermiştir. Bu bağlamda, 1980 yılı itibari ile 9.678 milyon dolar olan iç borç stoku, 1980-1988 döneminde % 104.6 gibi önemli bir oranda artarak 1988 yılı itibari ile 19.799 milyon dolara yükselmiştir. Yine tablodan görüleceği üzere, aynı dönemde iç borç stokundaki artışa paralel olarak ödenen anapara ve faizlerin toplamında da ciddi montanlarda bir artış görülmektedir. İç borç stokunda kaydedilen söz konusu artışlara paralel olarak inceleme dönemi olan 1980-1988 yılları arasındaki 8 yıllık dönemde iç borçlara ödenen anapara ve faiz toplamı da artmış ve toplamda 30.642 milyon dolar olarak gerçekleşmiştir. İç borçların GSMH’ye oranına bakıldığında ise, artış eğilimine bağlı olarak olumsuz bir seyir göze çarpmaktadır.

1980’li yıllarda başlayan ve özellikle de 1990’lı yılların sonlarına doğru hız kazanan bütçe açıklarının en önemli finansman aracı haline gelen kamu iç borçlanma 20 Nurgül Chambers, Kriz Dönemi ve Sonrasında Bankaların Finansal Yapısının Analizi, Avcıol Basım

politikası sonucunda, kaynakların önemli bir bölümü bankacılık sektörü kanalı ile kamuya aktarılmaya başlanmıştır. Kamu kesiminin yüksek borçlanma ihtiyacının bankacılık sektöründe ağırlığının artması ve dolayısıyla kaynakların önemli bir bölümünün iç borçlanma yolu ile kamu sektörüne aktarılması Dışlama Etkisi (Crowding out) yaratarak özel sektöre aktarılacak kaynakları sınırlandırmıştır. Diğer bir deyişle, kamu sektörü borçlanma gereği, özel sektör borçlanma gereklerini dışlamıştır.21

İktisat ve finans literatüründe “Ponzi” önemli bir fiyaskonun adı ile anılır. Bu fiyasko daha sonra ‘Ponzi Game’ diye bilinen teorik bir modelin de kurulmasına yol açmıştır. Ponzi Game aslında bir saadet zinciridir. Sisteme ilk girenlerin parası son girenlerden alınarak ödenir. Yeterli sayıda yeni yatırımcı veya girişler olduğu sürece sistem tıkanmadan işler. Ancak belirli bir süreden sonra yeni girişlerde yaşanan bir yavaşlama veya duraklama sistemi sonlandırır. Kısacası Ponzi Game serveti son girenlerden ilk girenlere transfer eder. Ülkemizde iç borç stoku ve iç borçların yıllar itibari ile gelişimine bakıldığında maalesef ülkemizin bir Ponzi Game sarmalına girdiği görülmektedir.22

Gerçekten de Tablo 2’de yer alan iç borçların gelişimine bakıldığında, iç borç stokunun ve iç borçlar nedeniyle ödenen faizlerin yıllar itibari ile ve ciddi bir oranda arttığı görülmektedir. Şüphesiz ki asıl olan iç borç stokunun ve bu borçlara ödenen faizlerin, ülke içerisinde yaratılan kaynaklarla ve gelirlerle ödenerek yıllar itibari ile azaltılmasıdır. Ancak sadece iç borçları değil, ileriki bölümlerde de belirtileceği üzere vadesi gelen dış borçların da vadeden önce yeni bir ihale yapılarak ve/veya vadesinin uzatılarak kapatılması, daha doğrusu konsolide edilmesi, Ponzi Game’e uygun bir model oluşturmaktadır.

Öte yandan iç borçlanma nedeniyle verilen reel faizlere bakıldığında, 1980 ve 1987 yılları dışında negatif olan reel faizlerin inceleme dönemi içerisinde kalan diğer yıllarda ciddi bir oranda artarak pozitife döndüğü görülmektedir. Son olarak iç borçlanmanın vade yapısına bakıldığında ise, vade yapısının yıllar itibari ile olumsuzluk arz ettiği ve vadelerin kısalmakta olduğu görülmektedir. Buna göre, 1980 yılında 389 21 Yavuz Akbulak, Emre Kavaklı ve Ayça Tokmak, Kayıp Yıllar, Beta Yayınları, İstanbul, 2004, s.95. 22 A.İhsan Karacan, Bankacılık ve Kriz, 1996, s 215-216.

gün olan iç borçların ortalama vadesi 1988 yılında 257 güne gerilemiştir. Reel faizlerin artmasına karşın iç borçlanma vade yapısında görülen azalma, tasarruf sahipleri nezdinde beklenti ve güvenin yeterince tesis edilememesinden kaynaklanmaktadır. Tablo 2 : İç Borçların Gelişimi (1980-1988)

Kaynak: Aydın Üzeyir, Türkiye’de 1980 Sonrasında Yaşanan Ekonomik Krizlerin Analizi,

İstanbul, 2006, s.115.

1.3.3. 1980-1988 Yılları Arasında Enflasyonun Gelişimi

Bu dönemdeki enflasyonun gelişimi Tablo 3’de verilmiştir. Buna göre, 1980- 1988 yılları arasında enflasyon oranında göreceli olarak bir gerileme yaşanmıştır. 1979 yılında % 78.9 olan ve 1980 yılında % 93.7’ye yükselen enflasyon oranı, 1981 yılından itibaren alınan kararların etkisini göstermesi ile birlikte % 27.1’e gerilemiş ve izleyen yıllarda genel olarak bir artış göstererek 1988 yılında % 75.2’ye yükselmiştir. Ancak dönem başına göre bir azalma söz konusudur. 1980-1988 yıllarını kapsayana 9 yıllık dönemde enflasyon ortalama olarak % 48.8 oranında artmıştır. Bu dönemde fiyat istikrarını hedefleyen bir para politikasının da uygulamaması sonucu23 yaşanan 23 50.Yılında TBB ve TBS, s.7.

enflasyon oranlarındaki bu yüksek seyir, aynı zamanda 1980 sonrasında alınan kararlar doğrultusunda ekonominin içine girmiş olduğu yüksek faiz düşük kur politikasının da doğal bir sonucudur.

Serbest piyasa ekonomisine dayalı bir yapılanma politikasının belirlendiği 1980 sonrası finansal liberalizasyon döneminde, önceki dönemlerde de olduğu gibi, kamu finansman açıklarının artması sonucu yaşanan söz konusu yüksek enflasyon, bankacılık sektörünü de olumsuz yönde etkilemiştir.24

Tablo 3 : Enflasyonun Gelişimi Yıllar 1980 1981 1982 1983 1984 1985 1986 1987 1988 TEFE Yıllık % 93.7 27.1 26.3 37.1 50.0 44.2 30.8 55.1 75.2

Kaynak: 50. Yılında Türkiye Bankalar Birliği ve Türk Bankacılık Sistemi, 1958-2007, s.185. 1.3.4. 1980 ve 1988 Yılları Arasında Dış Borçların Gelişimi

Yukarıda da bahsedildiği üzere, yıllar itibari ile artan bütçe açıkları, kamu gelir ve giderleri ile ilgili alınan önlemlerle giderilmeye çalışılmamış, iç ve dış borçlarla finanse etme daha yaygın bir uygulama haline getirilmiştir. İnceleme dönemimiz itibari ile iç borçlara ilişkin bilgiler daha önce verilmiştir. Dış borçlara ilişkin kaydedilen gelişmeler ise şöyledir:

Dış borçlara ilişkin verilerin yer aldığı Tablo 4’te de görüleceği üzere, inceleme dönemimiz olan 1980-1988 yıllarında, iç borç stokunda olduğu gibi, dış borçlarda da ciddi bir artış söz konusudur. Buna göre; 1980-1988 yılları arasında dış borç stoku % 159.2 gibi oldukça ciddi bir oranda artarak, 15.709 milyon dolardan 40.722 milyon dolara yükselmiştir. Keza, bu gelişmeye paralel olarak dış borçların

GSMH’ye oranı da yıllar itibari ile ciddi bir artış göstermiş ve bu oran 1980-1988 döneminde ortalama olarak % 34.2 olarak gerçekleşmiştir. Tablodan da görüleceği üzere, 1980 yılında kısa vadeli dış borç stokunun toplam dış borç stoku içerisindeki oranı % 15,4, uzun vadeli borç stokunun, Kamu borçlanmalarının da etkisi ile yüksek düzeyde gerçekleşen toplam dış borç stoku içerisindeki oranı ise % 84.6 iken, bu oranlar inceleme dönemimiz sonu itibari ile fazla değişmeyerek,1988 yılında sırasıyla % 15.8 ve % 84.2 olarak gerçekleşmiştir.

Tablo 4 : Dış Borçlar (1980-1988)

Kaynak: Aydın Üzeyir,Türkiye’de 1980 Sonrasında Yaşanan Ekonomik Krizlerin Analizi,

İstanbul, 2006, s.107.

Benzer Belgeler