• Sonuç bulunamadı

KUR’ÂN’DA SEB’E MELİKESİNİN ÖYKÜSÜ

Fakat sıra Sebe' Melikesine gelince, ona Hz. Süleyman'dan vad ve vaîdi iç içe olan bir mektup geldiğinde Hakkı kabule amade olmuştur. Hâlbuki o kadının gücü, diğer sultanlardan az değildi. Fakat o, diğer erkeklerden daha akıllıydı. (Önceki bahislerde aydınlandığı gibi kadının, düşüncede erkekten daha zayıf olduğu, yani düşünce ve kelam yolunun, burhan ve teorik akıl yolunun erkek için, kadından daha açık olduğu ispat edilse bile gönül, irfan, kalb ve öğüt yolunda erkeğin kadından daha güçlü olduğu ispatlanamamıştır. Görünürde gönül, irfan, kalb vb. yolunda erkekten daha güçlüdür. Münacat ve öğüt kadında erkekten daha çok etki bırakmaktadır. Bu, daha genel, daha işlevsel, daha etkin ve kullanım yönünden daha geniş bir yoldur. Dolayısıyla insanın daha çabuk ve daha iyi hedefe eriştiği yolda kadın ya kesinlikle erkekten daha başarılı, ya da erkekle eşittir.

Süleyman (a) tarafından gönderilen mektup, bu hanıma ulaşmıştır. Süleyman ki her türlü imkânlara sahip olup Filistin'de hüküm sürmektedir. O dönemde eksik araç ve imkânlarla ondan biraz uzak bir mesafede Yemen'de bir hanım saltanat sürüyordu. Kur'ân'da bu olay anlatılırken Yemen Melikesinin saltanatını Hüdhüd'ün dilinden şöyle betimlenmektedir:

"Gerçekten ben, onlara hükmetmekte olan bir kadın buldum ki, ona her şeyden verilmiştir ve büyük bir tahtı vat. Onu ve kavmini Allah'ı bırakıp da güneşe secde etmektelerken buldum..." (Nemi suresi, 27/23-24)

Yemen melikesinin raporu Hüdhüd tarafından Hz. Süleyman'a eriştikten sonra o Hazret kısa bir mektup yazmıştır:

"Gerçek şu ki bu, Süleyman'dandır ve şüphesiz Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla (başlamakta)dır; bana karşı büyüklük göstermeyin ve bana Müslüman olmuşlar olarak gelin diye" (Nemi suresi, 27/30-31)

Mektup, hanımın sarayına varınca, o, öncelikle mektubu, kerim vasfıyla övmüştür:

"... Gerçekten bana oldukça önemli (kerim) bir mektup bırakıldı." (Nemi suresi, 27/29)

Mektubun kerameti, sadece mühründe değildi. Onun içeriği, kerametinin kaynağı idi. Elbette bunda, mektup yazma ve mektubu postalama adabının rolü yok değildi. Fakat mektubun kerimliğinde etkin pay mektubun mazmunudur. Melike, mektubu alınca, "gerçekten bana kerim bir kitap bırakıldı." Süleyman tarafından

gönderilen bu mektubun içeriği, İslâm'a davettir. Hanımın saray bağlıları, mektub haberini aldıklarında meşveret etmişler ve şöyle demişlerdir:

"Biz kuvvet sahibiyiz ve zorlu savaşçılarız" (Neml suresi, 27/33) Yani siyasal ve askerî alanlarda güçlüyüz ve eksiğimiz yok.

"İş konusunda karar senindir, artık sen bak, neyi emredersen (biz yaparız)."

(Neml suresi, 27/33)

"Ülkenin sorumlusu sensin; dolayısıyla nihaî karar senindir." Bundan sonra tehevvürün (ansızın öfkelenme) ne olduğunu, cesaretin hangisi olduğunu; korkunun ne olduğunu, ihtiyatın hangisi olduğunu; cehaletin ve olduğunu, akim hangisi olduğunu görmek gerek. Hakkın karşısında teslim olmamak cesaret değil, tehevvürdür. Hakka boyun eğmeyen, hakkın karşısında tevazu göstermeyenlerinki güç değil, yırtıcılıktır.

Bu yüzden Sebe' melikesi şöyle demiştir: Ben, hedefinin dünyevî güçler mi yoksa peygamberlerin yolunu mu izlemek olduğunu görmek için onu deniyorum.

Denememe de öncelikle ekonomik yolla başlıyorum:

"Ben onlara bir hediye göndereyim de bir bakayım elçiler neyle dönerler."

(Neml suresi, 27/35)

Bu durumda eğer onlar malî şeyler isterlerse, haraç isterlerse, kendilerine verdiğimiz mallar karşısında bizi davet etmekten vazgeçerlerse, onların okulunu kabul etmemiz gerekmez. Ama böyle değilse, bu malî hediyelerle de kanaat etmezlerse, o takdirde başka bir karar alırız. Hz. Süleyman (a), "... Hayır siz hediyenizle övünmektesiniz." (Neml suresi, 27/36) diyerek hediyeleri reddettiğinde o hanım, Süleyman'ın düzeninin, mal düzeni olmadığını, dolayısıyla onu böyle selb etmenin mümkün olmadığını, ülkenin çıkarlarını, güç ve iradesini vermekle razı edilebilecek bir düzen olmadığını ve dolayısıyla İslam'a davetten sarfınazar etmeyeceğini anlayınca şöyle demiştir:

"Gerçekten hükümdarlar, bir ülkeye girdikleri zaman orasını bozguna uğratırlar ve halkından onur sahihi olanları hor ve aşağılık kılarlar; işte onlar böyle yaparlar." (Neml suresi, 27/34)19

Daha sonra hanım, Süleyman ile görüşüp konuşmaya karar vermiş; fakat Süleyman'ı ziyarette müşerref olmadan önce, O'nun tahtını, o hazretin önerisiyle huzuruna getirmişlerdir:

"Cinlerden ifrit: 'Sen daha makamından kalkmadan önce, ben, onu sana getirebilirim...' dedi." (Neml suresi, 27/39); "Kendi yanında kitaptan ilmi olan biri, dedi ki: "Ben, gözünü açıp kapamadan onu sana getirebilirim..." (Neml suresi, 27/40)

Şüphesiz bu konunun çerçevesini tahkik etmek ayrı bir konu olup bizim şu

anki konumuzla bir ilgisi yoktur. Sebe' melikesi, geldiğinde Hz. Süleyman, zeka testi yapmak, yani hanımın dikkat ve zekasını tartmak ve denemek için onun tahtında küçük bir değişiklik yapılmasını emretmiş ve sonra taht ona gösterildiğinde

"sanki o" (Neml suresi, 27/42) yani sanki o, benim tahtım demiştir; "Kesinlikle o, benimdir" dememiştir. Bir dizi münazara, tartışma, karşılıklı konuşma, soru ve cevaplardan sonra melike şöyle demiştir:

"Rabbim, gerçekten ben kendime zulmettim; (artık) ben Süleyman'la birlikte âlemlerin Rabbi olan Allah'a teslim oldum." (Neml suresi, 27/44)

Gerçi putperestlik huyu, hakkı daha çabuk kabul etmesine engeldi:

"Allah'tan başka tapmakta olduğu şeyler onu alıkoymuştu (saddetmişti).

Gerçekte o küfre sapan bir kavimdendir." (Neml suresi, 27/43)

Yani cahiliyet ve putperestlik ahlakı onu saptırıp uzaklaştırmış ve yolunu kapatmıştı. "Sâd" harfiyle "Sadd", "sarf demektir. Sârif olan ve başkalarının hak yola girmesine engel olan insan, "Allah yolundan sâdd (yüz çeviren) "dir. Örneğin suud ailesinin Allah yolundan saddetmiş olduğunu söylediklerinde, onların hem kendilerini saptırdıkları, hem de başkalarının hakka gelmesini önledikleri anlaşılır.

"Kendi nefislerini ve kendilerinin dışındakileri saddederler" yani "kendilerini insiraf ederler ve başkalarını sarf ederler" demek kendilerini döndürüyor ve başkalarını engelliyor demektir. Allah yolundan sâdd olan hem sarf, hem de insiraftadır. İnsiraf, sarfı, önceler. Kendisi hak yoldan münsarif (insiraf eden) olduğu için hak kûy'unun sâliklerini de münsarif ediyor. Hak semtinin yolcusu olan kimsenin, Hak köyünün diğer sâliklerini haktan döndürmeleri mümkün değildir.

Bozuk yoldan giden kimse, yolcuların (sâliklerin) yolunu keser. Yoksa yolcu insan yol kesmez, aksine yolcuları destekler. "Saptılar ve saptırdılar" denildiğinde de durum aynıdır. İdlâl (saptırma), daima dalaleti önceler; yani sapan (dâll) insan, başka bir sapıklığın ve kaymanın (dalalet) nedeni olur. Aynı şekilde hidayette her zaman ihtidayı önceler. Yani Hidayet bulan (mühtedi) kimse, başkalarının hadisidir.

Bu, bütün durumlarda böyledir. Nitekim Ayeti kerimede de bu şeklide gelmiştir.

"Allah'tan başka tapmakta olduğu şeyler onu alıkoymuştu. Gerçekte o küfre sapan bir kavimdendi." (Neml suresi, 27/43) Yani veseniyet ve sanemiyeti o'nu münsarif kılmıştır. Çünkü putperest nefis, Hak yoldan insiraf etmiştir. Bundan dolayı buyurmaktadır ki bu bozuk yoldan gitmek, onu doğru/hak yoldan alıkoymuştur.

Fakat aynı zamanda fıtrat, düşünce ve karar verme yolu ona açılmıştır. Bu yüzden Kur'ân, putperestlik bu kadının iman etmesini engellemiştir buyurduktan sonra onun Süleyman ile konuşurken şöyle dediğini söylemektedir:

"Rabbim gerçekten ben kendime zulmettim; (artık) ben Süleyman'la birlikte âlemlerin Rabbi olan Allah'a teslim, oldum. "(Neml suresi, 27/44)

Demek istemektedir ki ben Süleymanî (Süleyman'a ait) Müslüman değilim, bilakis Süleyman'la Müslüman’ım. Müslüman’la birlikteyim. Dolayısıyla o,

"Süleyman'a teslim oldum" dememiş, tersine "Süleyman'la birlikte âlemlerin Rabbi olan Allah'a teslim oldum" demiştir. Bu nedenle Yüce Allah, bu olaydan, büyük ve

ibret verici olarak bahsetmektedir.

Bu kıssanın mukabilinde başka birçok kıssa da vardır. Bu kıssalara da bakarak kişi, Firavun ailesinin mi yoksa bu kadının mı daha akıllı olduğunu, Nemrud ailesinin mi yoksa bu kadının mı daha akıllı olduğunu, Mesih'in (a) yüz yüze geldiği sultanların mı yoksa bu hanımın mı daha akıllı olduğunu anlamak isterse, -Kur'ân kültüründe aklın anlamının ortaya konulduğunu da dikkate alarak- saltanat süren, büyük Yemen ülkesinin lideri olan bu kadının, bir çok erkek lider ve yöneticiden daha akıllı olduğunu görür. O hanım, cesaretin hakkın karşısında tehevvür değil teslim olmak olduğunu biliyordu. O, cesareti, tehevvürden ayırmıştır. O, biz yabancı peygamberlerin yönetimi altına girmeye yanaşmayız.

Çünkü böyle bir yol, vahşilik yoludur" dememiş, aksine mesajı ve daveti kabul etmiştir. Çünkü ortada bir yabancı yoktur. Süleyman, tanıdık biridir. O, dost mesajı getirerek hak sözü gösteren bir peygamberdir. Dolayısıyla Kur'ân-ı Kerim, bunu da bir örnek olarak ortaya getirmektedir. Bir takım erkekler salaha ve felaha erişmişlerse de bir takım erkekler de fesada, ifsada, insanların neslini ve harsını yok etmeye girişmişler, günahsız insanlardan birçoğunu öldürmüşlerdir. Fakat bu kadın, böylesi kanlardan birçoğunu tutmuştur. Bunun için Kur'ân ondan azametli bir olay olarak bahsetmektedir. Bu olaya dayanarak Sadr-ı İslâm'da pek çok kadın şöyle demiştir: "Rasulullah ile birlikte âlemlerin Rabbi olan Allah'a teslim oldum."