• Sonuç bulunamadı

Melâmeti Yanlış Yorumlayanlar

2.4.2. Yanlış Batinî Anlayışa Götüren Sebepler

2.4.2.3. Melâmeti Yanlış Yorumlayanlar

Tasavvufun bâtın ilmiyle uğraşması ve gerek imani konularda, gerekse ibadetlerle ilgili deruni manalardan bahsetmesi, bu ilmi suiistimal edenlerin, cahil bazı kesimleri etkilemelerine zemin hazırlamıştır. Sûfî kisvesi altında Đbahiliğe pirim verenlerden başka, melâmet gibi, iyi niyetle ortaya atıldığı halde sonradan onu kötü bir vasıf olarak kullananlar da olmuştur. Bu kişiler de sûfîlerin isminin kötüye kullanılmasına sebep olan bu zümreler arasından çıkmıştır.

307

Bkz. Dağıstânî, Tasavvuf ve Tarikatlarla Đlgili Fetvalar, s. 89. 308

Kâdî, Silsiletü’l-Ârifîn, vr. 84a-b. 309

Manevi yolculuğunda nefsinin engellerine takılabilecek olan sûfîye, hallerini gizlemesi, şöhret ve gösterişten kaçınması, sıradan bir insan gibi dolaşmaya çalışarak kerametlerini saklaması, zikir meclislerinde bulunmak ve semâ meclislerinde vecde gelip raks etmekten, kısaca riyaya sebep olabilecek davranışlardan kaçınması gerektiği vb. prensipler sunan310 melâmet düşüncesi, ilk zamanlar tasavvufun, yükselen bir değer olmasında önemli bir rol üstlenmiştir.

Hicrî III. yy. da doğan melâmet düşüncesine sahip olanlar, ilk zamanlarda, zem ve ayıplanmayla karşılanmak için, insanlar arasında “şeriata muhalifmiş” izlenimi verecek davranışlar ortaya koymuşlardır. Bunun sebebi, onların dini, Allah ile kendileri arasında bir ilişki, kimsenin, hatta benliklerinin bile muttali olamayacağı bir sır olarak görmeleridir. Çünkü onlara göre amelleri görmek, o fiilleri batıl yapar. Onlar hiçbir iyiliklerini göstermezler ve taat sahibi olduklarını iddia etmezler. Bundan dolayı Melâmîler, öğreti ve merasimlerinin ekserisinde sûfîlere muhalefet etmişlerdir.311 Ne var ki onların bu zâhiri muhalefeti gerçekte tamamen hakikate ulaşmanın bir yöntemi iken, sonradan bir gurubun bunu kötüye kullanmasına da imkân sunmuştur. Onlar, şeriata gerçekten muhalif davranışlar sergilemeye başlamış ve gerçek Melâmîlerle karıştırılmıştır.

Melâmet, III. asrın sonları ile IV. asrın başlarında ( miladî XII – XIII. asırda ) birbirinden farklı iki ayrı yönde gelişme göstermiş, bunlardan birincisini, meşrep tarikatlar olan Haydariyye ve Cevlakiyye temsil ederken, diğerini dini kurallara sıkı sıkıya bağlı ve melâmeti gerçek anlamda devam ettiren Nakşibendiler temsil etmiştir.312

Gerçekte abid ve zahid kimseler olan Melâmîlerin, nefs terbiyesinin bir yöntemi olarak, halk tarafından fasık bilinmek için çaba sarf etmeleri, sahte Melâmîlerin de ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Durum böyle olunca melâmet

310

Tosun, Bahâeddîn Nakşbend, s. 346; Tasavvufun Melâmî ekolü, özellikle negatif egonun kontrolünde yoğunlaşmıştır. Onların uygulamalarının birisi de ünden ve övgüye veya özel bir tanınmaya neden olabilecek eylemler ve görüşlerden kaçmaktır. Frager, Kalp Nefs ve Ruh, s. 77. 311

Afîfî, Tasavvuf, s. 112. 312

Tosun, a.g.e., Aynı yer; Kalenderiye ve bunların uzantısı niteliğindeki zümrelerin ibadetlerle ilgili yorumları bir sonraki başlıkta ele alınacaktır.

perdesi altında pek çok fısk-u fücûr işlenmiştir. Bunu sonucu olarak da melâmet, bu kimselerin şahsında, kötülenen bir vasıf haline gelmiştir.313 Yani sahte Melâmîler, gerçek Melâmîlerin “şeriata muhalifmiş” izlenimlerini şeriata gerçekten muhalefet etmekle, bir izlenim olmaktan çıkarmış ve melâmet anlayışına zarar vermişlerdir.

Gerçek anlamda melâmetle diğerini karıştırmamak için melâmetin tasnifini yapan Hucvirî, onun üç şeklinden bahseder: Biri istikamet üzere olmak, ikincisi kasd, üçüncüsü de terk etmektir. Birincisi amele devam ettiği için halkın kınadığı, ama buna aldırış etmeyen kimsenin hali; ikincisi de halk arasında parmakla gösterilebilecek kadar makam kazanmış, nefsi de bu makama meyleden ancak Hakk ile meşgul olmak için kendini zorlayıp melâmetin prensiplerini uygulayan ve sonunda halkın kendisi ile ilgilenmediği kişidir. Terk suretiyle melâmet olan üçüncü gurup ise küfür ve dalaleti ile şeriatı terk etmeyi dahi tabii bir şekilde söyleyecek kadar ileri gidenlerdir. Onların melâmetten anladıkları, şer’i hükümleri terk etmektir. Melâmeti, sadece buna bir vasıta olarak kullanırlar.

Bu anlayışa sahip olanlara “Đki rekât namazı uzun olarak kıl veya dini vazifelerini kâmil olarak yerine getir” denildiğinde, böyle diyen kişiye mürai ve yalancı derler.314 Bu tavırlarından dolayı Câmî, eserinde bu zümrelerle ilgili şu uyarıyı yapar: “Günümüzde Melâmetî oldukları halde melâmet ehlinden olmayan bir taife vardır. Bunlar ihlâs davasında bulunurlar ama fısk ve fücûrda da ileri gider sonra da: Bizim maksadımız halkın bizi kınamasını sağlamak, onların verecekleri hükümlere göre hareket etmemektir. Hakk Teâlâ’nın, halkın ibadetine ihtiyacı yoktur. Onların işledikleri günahların da kendisine bir zararı dokunmaz. Bunlar günahı, insanları incitmekten, taatı da onlara iyilik yapmaktan ibarettir, derler.”315

Melâmet anlayışından yola çıkarak ortaya çıkan Melâmetîlik anlayışı, tasavvuf tarihinde bazı aşamalardan geçmiştir. Bazılarına göre meşrep, bir kesime göre de tarikat olan Melâmîlik, tarihi seyir içerisinde üç önemli safhadan geçmiştir:

313

Konur, Đbrahim Gülşenî, s. 202. 314

Hucvirî, Keşfü’l-Mahcûb, s. 145–147; Kuşeyrî, Risâle, s. 314. 315

1. Kassâriyye Melâmetîliği: Hamdun Kassâr (ö.271/884)’ın kurduğu ilk ve yaygın Melamîlik

2. Bayramiyye Melâmetîliği: Hacı Bayram-ı Veli’nin halifelerinden Ömer Sikkinî (ö.880/1475)’nin geliştirdiği Melâmîlik

3. Nûriye Melâmîliği: Şeyh Muhammed Nûru’l-Arabî (ö.1305/1887) tarafından geliştirilmiştir.

Bunlardan Bayramiyye Melâmîliği Osmanlı topraklarında yaygınlaşmış, fakat Sünnî akide ile bağdaşmayan düşünce ve zihinleri bulandırıcı taşkın hareketleri sebebiyle medrese âlimleri ve devlet ricalinden şiddetli tepki almışlardır. Nuriye Melâmîliği de XIX. asırda Batı Trakya’da ve Batı Anadolu’da yaygınlaşmıştır. Ancak onlar da amel hususunda titiz davranmamışlardır.316

Melâmet kavramını yanlış kullananlar da Đbâhîler gibi, tasavvufi yaşantıyı olumsuz etkilediği için mutasavvıflar tarafından yoğun tepki almışlardır. Sûfîler, özellikle böyle kişilerin durumları ile ilgili fetvalar vererek halis niyetli kişileri onlara karşı dikkatli olmaya davet etmişlerdir.

Döneminde böyle kişilerin arttığını fark eden ve bundan rahatsızlık duyduğunu ifade eden Hucvirî (469/1076) ’ye göre melâmette, terk yolunu tutarak317, şeriata muhalefet eden tercih eden, sonra da, “Ben melâmet yolunu seçtim” diyenlerin durumu açık bir sapıklık, aşikâr bir afet, tam manasıyla bir heva ve hevestir. Nitekim o dönemde Melâmetîlerin birçoğu bu hal ve hareket biçimini benimsemişlerdir. Aslında, bu gibilerin halkın merdudu olmaktan maksatları, halkın makbulu olmaktır. Çünkü bir kimse önceden makbul ve muteber saydığı bir zat olacak ki sonra halkın kendisini reddetmesinin bir manası olsun; ortaya koyacağı bu davranış şekli sebebiyle halkın onu ret ve levm etmeleri bahis konusu edilsin. Halkın kabulüne mazhar olmamış birisinin reddedilmiş durumuna düşmek için kendini zorlaması bahaneden başka bir şey değildir. Hucvirî, melâmette terk yolunu tutup, şeriata

316

Türer, Ana Hatlarıyla Tasavvuf Tarihi, s. 154–155. 317

Hucvirî, terk suretiyle melâmeti açıklarken şu ifadelere yer verir: Küfür ve dalalet, şeriatı terk etmeyi ve ona uymayı söyleyecek kadar tabi bir şekilde şahsı hâkimiyeti altına alır. Ve bu şahıs, yaptığının melâmet olduğunu söyler. Melâmette onun tuttuğu yol bu olur. Hucvirî, Keşfü’l-Mahcûb, s. 145.

muhalefet etmeyi tercih ederek bunu melâmet adına yapan bu tür kişilerin, heva ve hevesine mübtela, sapık kimseler olduğunu belirtir.318

Melâmetiyye adı altında ortaya çıkıp sûfîler gibi giyinen ve onların nüfuzunu kullanmak isteyen bu tür kişilerin gaflet ve aldanış içinde olduklarını vurgulayan Sühreverdi (ö.632/1234)’ye göre de bu kimselerin yöntemi ile Đbahilerinki arasında benzerlik vardır. Zira Đbâhîler de bunlar gibi içlerinin Allah’a ulaştığını iddia etmekte ve bunun da ulaşılması gereken hedef olduğunu söylemektedirler. Onlara göre zâhiri hükümler, avam için geçerli iken kendileri bunlardan muaftır. Đbâhîlerin fikirleri ilhad, zındıklık ve Hakk’tan uzaklaşmak olduğuna göre melâmet fikrini bu şekilde değiştirenler aynı durumdadır. Aldatılmış olan bu kimseler şeriatın, kulluğun gerektirdiği bir Hakk ve vecibe; Hakikatın da kulluk görevlerinin inceliklerine vakıf olmak demek olduğunu bilememişlerdir.319

O halde, nefs-i emmârenin tuzaklarından kurtulup, nefsin tüm mertebelerini geçmeyi ve nefs-i mutmainne makamına ulaşmayı hedefleyen tasavvuf yolunda, Melâmet iddiasıyla ortaya çıktığı halde, henüz birinci basamağı dahi geçemeyen sözde Melâmîlerin yöntemleri, kişiyi dinî uygulamalardaki derûnî manalara ulaştıramayacaktır.