• Sonuç bulunamadı

Mekân Algısının Kırılması/Dönüşmesi

1. BÖLÜM

1.2. Mekân Kavramına Genel Bakış

1.2.3. Mekân Algısının Kırılması/Dönüşmesi

Endüstri devrimine kadar mekân kavramı matematiksel, geometrik bir şey ve boş alan düşüncesi uyandıran bir kavram olarak algılanmaktadır (Kurtar, 2013: 350). Endüstri devrimiyle birlikte geleneksel kentin görünümü değişmiş ve estetik değerler taşıyan modern kentler ortaya çıkmıştır (Demirkaya, 1999: 36). Geleneksel toplumlarda toplumsal ve gündelik yaşam; yaşanılan bölgenin coğrafi ve kültürel özelliklerine, iklim koşullarına göre şekillenirken endüstri devrimiyle birlikte ortaya çıkan modern toplumlarda mekân kavramı kapitalist anlayışla soyut bir olgu olarak ele alınmış ve gündelik yaşamın sürekliliğini ekonomik olgular belirlemiştir (Yırtıcı, 2003: 54). Kargı (2014: 230), kapitalizmin yeni bir zaman-mekân tanımlamasını gerekli kıldığını ve kapitalizm ile yeniden biçimlenen toplumlarda insanlar arasındaki iletişimin maddi koşullar ve zaman- mekân tanımı üzerinden gerçekleştiğini söylemektedir. Lefebvre (1991: 10) de kapitalizmin mekân oluşumlarını her alanda etkilediğini, kapitalizm sayesinde her şeyin alınabilir ve satılabilir metalar halini aldığını belirtmektedir. Bu süreç kaçınılmaz olarak emeğin, bilginin ve toprağın sömürülmesiyle sonuçlanmaktadır.

Her tikel üretim tarzı ve bununla beraber gerçekleşen toplumsal biçimlenme kendine özgü yeni zaman-mekân tanımlamaları getirmektedir. Bu tanımlamalar kapitalizmin üretim tarzlarını tekrar tekrar değiştirmesi sebebiyle sürekli değişen ve kendini yineleyen biçimde olmaktadır. Kapitalizmle gerçekleşen toplumsal ilerleme mekânın fethine, tüm mekânsal engellerin yıkılmasına ve sonuç olarak da mekânın zaman aracılığıyla yok edilmesine neden olmaktadır (Harvey, 1999: 230-232).

23

Mekân kavramının kapitalist sistemde ne anlama geldiği farklı ölçeklerde cevaplanabilmektedir. En küçük ölçek birimi olan üretim yeri yani fabrikalar tarihi süreç içerisinde bir dizi önemli değişimler geçirse de hiçbir zaman tamamen ortadan kalkmamıştır. 18. ve 19. Yüzyıl başına kadar üretimin yeri küçük atölyeler iken, endüstri devrimiyle birlikte üretim yeri fabrikalara taşınmış, teknolojiye bağlı olarak hızını arttıran üretim; özellikle evlerden kadın ve çocuk emeği ile desteklenmesini gerektirmiştir (Yılmaz, 2008: 162). Bu durum yine yukarıda bahsettiğimiz kapitalist sistemin kendini örgütleyerek emeği sömürmesi ile ilişkilidir.

Kapitalizm üretken ve dinamik yapısı gereği mekâna yayılma eğilimindedir. Kendi birikim koşullarını oluşturmak için coğrafi mekânlar yaratmakta ve birikimlerinden kâr etmek için nüfuz edebildiği her coğrafyaya yayılmak zorundadır. Bu yayılmanın ölçeği 18. Yüzyıl‟dan beri yerkürenin kendisi olmuştur. Küreselleşme adı altında yatan düşünce, bütün dünyanın bütünleşmiş bir şekilde tek bir ekonomik mekân olarak işler hale gelmesidir (Yırtıcı, 2003: 38). Kapitalist sistem bir kez işler hale gelmeye başladığında sürekli kâr arayışını sürdürmeye çalışacak ve yerküreyi tamamen kaplayana kadar kendini gelişmeye zorlayacaktır. Kapitalizmin sürekli sermaye birikimi arzusu, üretimin büyümesini devamlı kılmak için çalışma üzerinde baskı kurması, emeği ve toprağı sömürmesi, dünya piyasalarının hızlı değişimine cevap vermeyi kolaylaştırıp optimize etme eğilimi gibi özelliklerinden dolayı toplumu belli kalıba sokarak tek biçimciliğe zorlamaktadır. (Kargı, 2014: 228).

Kapitalizmle birlikte modern toplumlarda baskıcı ve özgürleştirici güçler bir arada bulunmaktadır. Kapitalist sistemde maddi ve teknolojik olarak özgürlüğün gerçekleşebileceği seçenekler devamlı artmakta ya da yeni biçimleri üretilmektedir. Ancak üretimin devamlılığının getirdiği baskılar beraberinde yabancılaşma sorununu açığa çıkarmaktadır. Yabancılaşmanın toplum yaşamında etkisini giderek şiddetlendirmesi, kapitalizmin en temel gerilimini oluşturmakta ve toplumsal yaşamı dönüştürmektedir (Kurtar, 2013: 352). Urry (1995: 10-11), toplumun zaman içinde dönüşüme uğradıkça anlamının da değiştiğini belirtmektedir. Mekânlar; kapitalizmin bir sonucu olarak tüketilmeye devam ettikçe, insanların bir yere ilişkin anlamlı buldukları şeyler de zaman içinde azalarak yok olacak, bu durum da yukarıda bahsettiğimiz yabancılaşmanın etkisini artırmasına sebep olacaktır.

24

Her toplum zamansal ve mekânsal olarak bulunduğu coğrafyanın karakteristik özelliklerini yansıtmaktadır. Teknolojinin getirdiği kısıtlamalar toplumsal hareketliliği de sınırlamaktadır. Ulaşım ve teknolojinin düzeyi her toplumu kendi bölgesine hapsetmektedir (Yırtıcı, 2003: 61). Bugün modern toplumlar ile modern olmayan toplumlar arasındaki ayrım doğanın kutsallığını kabul edip yaşayan insanlar ile doğa üzerinde egemenlik kurmaya çalışan ekonomik ve teknolojik gelişmelerle toplumu sınırlandıran, zamanı mekândan bağımsız hale getiren modern insanlar arasındadır (Özçınar, 2009: 90). Soja (1989: 17), kapitalizmin hayatımıza kazandırdığı modernleşme kavramının mekânı gölgede bırakan, yok eden bir imaja sahip olduğunu söylemektedir.

Mekânın fethi ve kontrolü, tüketilebilir ve şekillendirilebilir dolayısıyla insan emeğiyle kontrol edilebilir olarak düşünülmesi Foucault (1992)‟nun “Hapishanenin Doğuşu” adlı metninde eleştirilmektedir. Florenski (2007: 10), denetlenebilir mekân anlayışının iktidarın uzantısı olduğunu ve bu egemenlik sayesinde dünyanın ehlileştirilmekte ve denetlenebilir bir uzama dönüşmekte olduğunu söylemektedir. Toplumun olduğu kadar bireyin de kurucu öğesi olan mekân ideolojik ve politiktir. Gündelik yaşamın masum görünen mekânsal hareketleri altında soyut iktidar ilişkileri gizlidir (Kaba, 2009: 17). Lefebvre, mekânın üretimi ile ilgili Foucault‟nun mekânı güç/iktidar sorunsalı olarak gördüğü düşüncelerinden hareketle üçlü bir yapı geliştirerek toplumsal ve iktidar ilişkileri eksenindeki çalışmaların tamamlayıcı çerçevesini oluşturmuştur (Ertürk, 2013: 11-12).

Henri Lefebvre (1991: 39-41)‟nin mekân ve şehir felsefesinin devrimsel niteliğini belirlediği mekân üçlemesi yani sorgulamadan yaşadığımız mekânsal hareketlerimizi ve alışkanlıklarımızı yönlendiren algılanan mekân, mekânın tasarımını ve düzenlemeyi, soyut kavramları biçimlendiren tasarlanan mekân ve aykırı, devrimsel ve köktencilikten uzak sadece belirsizlik ve akıl dışı olanı yansıtan yaşanılan mekân, modern kent gerçeği ve insan varoluşu hakkındaki düşünceleri anlamada yeni imkânlar yaratmıştır. Endüstrileşmeyle şehirlerin parçalanması ve hızla kentli yaşama geçiş, farklı zaman-mekân deneyimlerinin oluşmasını sağlamıştır (Hubbard, 2006: 12). Bu yüzden mekânın dönüşümü insan varoluşunun, toplumun, iktidarın ve tüm yaşamın dönüşümünü oluşturmaktadır. Tüm bu oluşumları bir arada tutan aynı ideolojiler etrafında toplanmasıdır. Bu durum insanı ayrıcalıklı olmaktan çıkarmış ve insan tarihteki tüm anlamını kapitalizmin hızlı gelişimiyle yitirmiştir (Kurtar, 2013: 354).

25

Kapitalist üretim tarzını ve toplumun mekân üretimini anlamlandırması açısından Lefebvre‟nin mekân deneyimlemesini oluşturan üçlü diyalektiği algılanan, tasarlanan, yaşanan mekân daha ayrıntılı ele alınılmaya çalışılacaktır.

1.2.4. Henri Lefebvre’nin Üçlü Diyalektiği: Algılanan, Tasarlanan, Yaşanan