• Sonuç bulunamadı

2.1 Mekân Kavramı ve Kullanıcı İlişkisi

2.1.2 Mekânın Algısını Etkileyen Öğeler

Mekânın fiziksel ve algısal yönlerine dair farklı tanımlamalar bulunmasına rağmen, algı söz konusu olduğunda mekân, bütünsel yapısıyla ele alınmaktadır. İnsanın fizyolojik ve psikolojik yapılardan oluşması algı ve anlam aşamasında birbirinden bağımsız düşünülemeyeceği gerçeği gibi, binalar da fiziksel ve psikolojik içeriklerden oluşan bir bütündür. Mekânsal uyarıcı fiziksel, sosyal ya da psikolojik niteliklere sahip olsa da, algı sürecinde bu faktörlerin birbirinin içine geçebildiği görülmektedir. Günal (2006, s. 58) bu süreci şöyle açıklamaktadır:

“Bir algılama sürecinde, birbirini etkileyen dış etkenler (bizi etkileyen çevresel uyarıcılar) ve iç etkenler (uyarıcılardan gelen duyusal işleyişimizdeki psikolojik süreçler) bir algı ürünü oluştururlar. Nesnenin ya da davranışın içinde yer aldığı sosyal durum ve bağlam algılamamızı etkilemektedir.”

Mekânsal algı, çevreden bilgi edinme sürecidir. Lynch „in (1960) şehir ölçeğinde vardığı yargılar, düzenlilik, yolların netliği, nirengi noktalarının görünebilir olması gibi öğelerin mekân algısını artırdığını ortaya koymaktadır. Bunun sonucunda organizasyon düzeyi arttıkça hız da artacak, hatalar azalacaktı. İç mekânlarda algıyı ve yön bulma davranışını etkileyen faktörler ise dört başlıkta sıralanmaktadır.

 İşaretler ve numaralandırma sistemlerinin varlığı

 Varış noktasının görünürlüğü ve dışarının görünmesi

 Farklılaşma, yapının farklı bölümlerinin ayırt edilebilmesi

 Yapısal Düzenleme (yapının yerleşim planının biçimlenmesi)

Mekânın bileşenlerinin dışında, mekân kullanıcısının cinsiyet, yaş, kültür, deneyim gibi özellikleri de mekânın algılanmasında etkin bir rol oynamaktadır. Yıldırım ve diğerleri (2008), otel yatak odalarında mekân kullanıcılarının algı- davranışsal performansı üzerine yaptığı araştırmada, yaş artışına bağlı olarak olumlu düşünceden olumsuz düşünceye doğru değişen bir ilişkiden söz etmektedir. Bu durumu, kullanıcıların yaşam sürecine bağlı olarak değişen deneyim ve tecrübeleri, daha önceden edinilmiş olan bilgi birikimleri, kuşak farkına bağlı olarak zamanla oluşan sosyo-kültürel birikimleri ve yeniliklere karşı gösterdikleri dirençle açıklamaktadır. Memnuniyeti etkileyen cinsiyet farklılıklarında ise, erkek kullanıcıların, yatak odası mekânını bayan kullanıcılara oranla mekânsal kalite açısında daha olumlu algıladığını saptamışlardır.

2.1.2.1 Mekânın Algısını Etkileyen Fiziksel Öğeler

Mekân algısını etkileyen fiziksel öğeler, mekânın subjektif olarak ölçümlenebilen öğelerinden oluşmaktadır. Mekânın fiziksel öğelerine dair uyarıcıya ilişkin fiziksel algı türleri görsel, boyutsal, dokunsal, ısıl, kokusal ve işitsel algı türleri olarak sıralanabilmektedir. Boyut ve mesafe, ölçek, form, düşey elemanlar (duvarlar), yatay elemanlar (döşeme, tavan), plan tipi, renk, doku, malzeme, ışık, ses, koku gibi uyarıcılar yolu ile meydana gelen mekânsal algı sürecinde duyuların birçoğu birlikte çalışabilmektedir. Örneğin kişi bir mekânı, aynı zamanda görüp, koklayıp, dokunabilmektedir; kısaca bu davranış, mekânı deneyimlemek terimi ile ifade edilmektedir (Hall, 1966). Baker (1996), fiziksel mekânı üç bileşene bölmektedir:

1. Görsel ve dokunsal olarak sunulan tasarım elemanları (renk, malzemeler, iç düzen, doku ve mekânın yerleşim planı)

2. Genelde soyut olan ve sıklıkla arka planda biliçaltınca algılanan ambiyans elemanları (hava, ısı, ses, sıcaklık, gürültü, koku, müzik ve aydınlatma vb.) 3. Kişisel olan, hizmet mekânlarında sunulan sosyal elemanlar (müşteriler,

personeli mekân kullanıcıları).

Mekânın görsel niteliği, mekânı oluşturan renk, doku ve form gibi yapı elemanlarının özellikleri ile belirlenmektedir. Mutluluk ve haz verici, aynı zamanda insanla bütünleşen mekânlara, ekonomik sınırları zorlamaya gerek kalmadan, mekânsal yapı elemanlarının etkinliklerinin bilincinde olunarak yapılan dikkatli tasarımlar sonucunda ulaşmak mümkündür. Heyecan, huzur, ihtişam, gizem, karmaşıklık gibi duygusal gereksinimleri de karşılamak üzere mekân yaratma yolunda, hangi elemanların ve ilkelerin göz önüne alınması gerektiği tartışlırken, yapısal bazda mekânı salt giydirmenin ötesindeki çabaların önemi yadsınamaz (Zengel ve Kaya, 2007).

Mekânı bir sahne olarak görürsek, sahnenin hangi fiziksel özelliklerinin o sahnenin algılanışını etkilediği geniş bir konudur; bunu bir örnekle açıklamak yerinde olacaktır. “Bir odayı kapalı bir mekân olarak gösteren nedir?” sorusuna cevap: bir oda duvara, zemine ve tavana sahip olduğu zaman -ki mekânı yaratan

bunlardır- kapalılık algılanır (Proshansky, 1970). Kapalılık aynı zamanda sahnenin ne kadar aydınlık ya da karanlık olduğu, görüş açısının derinliği ve görüntünün biçimi ile de ilgilidir (Stamps ve Smith, 2002). Hâlbuki bu elemanlardan hangisinin diğerinden daha önemli olduğu, her elemanın algıya neler eklediği ya da kombinasyonlar halinde çalışıp çalışmadıkları bilinmemektedir. Örneğin Gifford‟a (2007) göre, tavanlar kapalılık algısını oluşturmada zeminlerden üç kat, duvarlar ise iki kat daha fazla önem taşımaktadır. Duvarlar, zeminler ve tavanlar her biri algılamaya kendi bağımsız katkısını yapmasına rağmen, kapalılık algısını geliştirmekte birlikte çalışmamaktadırlar.

Mekânsal elemanların her birinin algıdaki etki düzeyleri birbirlerinden farklı olabilmektedirler. Bir mekândaki yapısal elemanlar, objektif ölçümlerle ifade edilebilir özelliklere sahip olsalar dahi, algı düzeyindeki etkileri somut değerleriyle paralel olmak zorunda değildir. Renk, form ve doku gibi yardımcı öğeler, fiziksel yapı elemanlarının mekâna yansımalarının, dolayısıyla mekânın niteliklerinin etki sıralamasını değiştirme gücüne sahiptirler. Örneğin, renkler, duvarların geniş yüzeyleri üzerinde göründüğünde, küçük ölçekli kartların üzerinde göründüklerinden farklı bir etki yaratmaktadırlar. Rengin anlamı onu tek başına gördüğümüzde, başka bir renkle birleştirildiğinde gördüğümüzden farklıdır. Farklı tasarımlar farklı renklerle uyum sağlarlar; bir rengin kendi anlamı, bir tasarımın içerisinde yer aldığında ya da başka tasarımlarda kullanıldığında aynı anlamı taşımamaktadır (Lloyd, 1989). Fiziksel mekânın gerçek boyutu arttırılmasa bile, mekânın görünüşündeki özelliklerini uygun bir mekân tasarımı yardımı ile değiştirerek algısal boyutu artırmak mümkün olabilmektedir. Nitekim yatay şeritlerin bir objeyi olduğundan daha geniş gösterdiği bilinen bir algılama illüzyonudur; aynı strateji mekânlarda da kullanılmaktadır. Aynı şekilde, dikey şeritler ve elemanlar, yataydan farklı olarak daha yüksek algılanmaktadır (Finger ve Spelt, 1947). Mekân tasarımında algıyı etkileyen bileşenlerinin görüntüsünü, rengini, vb. özelliklerini değiştirerek kullanıcının algısı farklı yönde etkilenebilmektedir. Fiziksel olarak aynı değere sahip olmalarına rağmen, algıda yaratılan farklılıklara bir diğer örnek de aynı mesafelere sahip iki yoldan, yol boyunca dönüşlerin ve kavşakların fazla olanın tahmini uzunluğunun, gerçek uzunluğundan fazla olması ile ilgilidir (Sadalla ve

Staplin, 1980). Başka bir örnek ise, kent simgelerine algılanan uzaklık, gerçek uzaklıktan daha kısadır (Sadalla ve Ordey, 1984).

Şekil 2.11 Dönüş sayısının uzaklık algısına etkisi: Dönüş sayısının artışı ile yolun tahmini uzunluğu arasında doğru orantılı artış bulunur. Şekil üzerindeki bar, hata payını göstermektedir (Gifford, 2007).

2.1.2.2 Mekânın Algısını Etkileyen Psiko-sosyal Öğeler

Mekân algısını etkileyen psiko-sosyal öğeler kullanıcının ruhsal (psikolojik) ve sosyal gereksinmelerinin bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Mekânın psiko-sosyal etkileri, kullanıcının aidiyet, mahremiyet, güvenlik, statü, sosyalleşme, bireysel mesafelere duyarlılık yönündeki beklentileri ile ilişkilidir. Kullanıcının kapalı bir mekân içinde psikolojik ve sosyal gereksinmelerinin karşılanması için bu mekânın psiko-sosyal boyutlarıyla bir bütün olarak ele alınması gerekmektedir. Mimari, beğenilme amacına yönelik form yaratma çabasından öte, duygusal etkilere sahip mekânların yaratılmasıyla önem kazanmaktadır. Psikolojik güdüler, biyolojik güdülerin aksine öncelikle öğrenme tarafından belirlenmektedirler. Bunlar, gelişimin daha sonraki aşamasında ortaya çıkar ve temel ihtiyaçlar karşılandıktan sonra önemli hale gelmektedir. Birer psiko-sosyal ihtiyaç olarak güven ve aidiyet insanın asli ihtiyaçlarındandır. İnsanın kendisini emniyette hissetmesi, mekânı güven ve başarıya götürürken; korku da başarısızlığa yol açmaktadır. Psiko-sosyal ihtiyaçların tatmini kişinin toplumda bir yer ve değer kazanması açısından da önemlidir. Söz konusu bu ihtiyaçları belirli ölçüde giderilmeyen insanlarda bazı davranış bozuklukları kendisini göstermektedir. Kullanıcı mekândan fiziksel olduğu kadar psikolojik beklentilerine de yanıt vermesini istemektedir. Kullanıcının kapalı bir mekân içinde psikolojik gereksinmelerinin karşılanması için, bu mekânın değişik boyutlarıyla bir

bütün olarak algılanması sonucu ortaya çıkan olguların göz önüne alınması gerekmektedir (Aydınlı,1986).

Benzer Belgeler