• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM II: İSTANBUL SANAT EDEBİYAT‟TA DÜŞÜNCE HAYATI

2.1. Mehmet Kaplan

İstanbul dergisinde zengin ve çeşitli bir fikir ortamının oluşmasında en büyük pay sahibinin Mehmet Kaplan olduğu söylenebilir. Mehmet Kaplan bilindiği gibi, ciddi bir edebiyat uzmanı ve eleştirmendir. Ancak bu sıfatlar onun için yeterli sayılmaz. O yıllarda yeni edebiyat alanında öğretim üyesi olan Kaplan, ilgi duyduğu konu ve alanlara ilişkin yüzlerce yazı kaleme almaktadır. Onun fikir dünyasındaki zenginliği daha iyi kavramak için talebeliğinde edebiyatın yanı sıra felsefe, sosyoloji ve psikoloji alanlarında derslere devam ettiğini ve bu konulara olan ilgisinin meslek ve fikir hayatı boyunca sürdüğünü bilmek gerekir. Bu hususlara dönük ilgisini ve birikimini fark edebilmek için edebiyat alanında, şiir ve hikâye tahlillerine bağlı eserlerinin dışındaki çalışmalarındaki yazı ve konu başlıklarına bakmak bile yeterli olacaktır. Buna örnek olabilecek eserlerin ilki Nesillerin Ruhu (1967) adlı kitabı olarak gösterilebilir. Bu çalışmada Mehmet Kaplan, “Milliyetçilik ve Coğrafya”, “Yeni Türk Milliyetçiliği”, “Milliyetçilik ve Beynelmilelcilcilik”, “Medeniyet ve Üsluba Dair”, “Halk Kültürü ve Yüksek Kültür”, “Din ve İlim”, “Edebiyat ve Terbiye”, “Millet Hayatında Manevi Kuvvetlerin Rolü”, “Anadolu‟nun Kuvvetleri”, “Madde ve Ruh”, “Şark ve Garp Medeniyetleri Karşısında Türkiye” gibi başlıklar üzerinden Türk toplumun değerleri, Batı ile ilişkiler ve milliyet meselesi gibi hususlara dair fikirlerini ifade etmiş, bu tür konuları tarihsel gerçeklikleri ile ele almaya çalışmıştır. Aynı şekilde Yazar, yine makale ve denemelerinin toplandığı

47

Büyük Türkiye Rüyası (1969) adlı kitabında ise; “Milli Rönesans Hareketi”, “Yeni Bir İnsan Tipi Yaratmak”, “Demokrasi Düşmanları”, “İhtilâllere Dair”, “Devlet ve Vatandaş”, “Sanayi Medeniyeti” gibi başlıklar etrafında düşünmektedir. Ancak burada edebiyat ve sanattan kısmen uzaklaştığı ve daha çok ekonomi, dünyadaki gelişmeler karşısında Türkiye ve Türk toplumu gibi konulara eğildiği görülür. Bu kitaptaki yazılar, Kaplan‟ın bilgi birikiminin ve düşünce üretiminin yalnızca yeni edebiyat alanıyla sınırlı kalmadığını göstermektedir. Ayrıca dergi ve gazete gibi çeşitli yayınlardan seçilerek kitaplaştırılan bu yazıların bir bölümünün, öncelikle İstanbul Sanat ve Edebiyat dergisinde yayımlanmış olması bu kitapları bizim için önemli kılan sebepler arasındadır. Ancak daha önemlisi Kaplan‟ın, bu tür başlıkların ve daha yüzlercesinin altında işlediği farklı olay ve durumlara, olgulara bir edebiyat tarihçisinden ziyade düşünür gözü ile çok daha geniş bir perspektiften bakabilmiş olmasıdır. Kültür ve Dil (1982) başlıklı eserinde, farklı dergi ve yayınlarda çıkan, genellikle kültür ve dil konularına temas ettiği yazıları yer alır. Bu yazılardan birkaçının başlığı şu şekildedir: “Türk Plastik Sanatları”, “Türk Şehirleri”, “Türk Tarihi”, “Türk Milletinin Kültürel Değerleri”, “Türklük ve İslamiyet”, “Çağdaş Türk Kültür ve Medeniyeti”, “İslamiyet Yeni Bir Kültür Kaynağı Olabilir mi?”, “Dil ve Edebiyat”, “Dilde Aşırılık ve İtidale Dair” gibi başlıklar altında, kültür ve dil meselesi etrafındaki problemler derinlemesine ele alınmaktadır. Bu da Mehmet Kaplan‟ın söz konusu meseleye dair vukufunu göstermektedir.

Nitekim İstanbul Sanat ve Edebiyat dergisi Mehmet Kaplan‟ın eleştirmen ve edebiyat uzmanı kimliğinin yanı sıra düşünür tarafının da ortaya konulduğu bir yayın olarak da karşımıza çıkar. Ancak Kaplan‟ın İstanbul‟da edebiyat ve sanat dışındaki alanlara ait fikirlerini aktarma biçimi, çoğu kez satır aralarında bunları işaret etmek şeklinde ortaya çıkar. Yazar kimi zaman savunduğu veya karşı durduğu meseleleri

48

doğrudan ele almak suretiyle; sık sık da edebiyat, sanat bağlamından hareket ederek dil, kültür, toplum, felsefe, tarih, medeniyet gibi farklı sosyal bilim alanlarını ele alan düşüncelerini ortaya koyar. Mehmet Kaplan‟ın medeniyet, sanat, edebiyat gibi alanlardaki fikirlerini kimi zaman bir eseri yahut sanatçıyı ele aldığı tenkit türündeki metinlerinde; bazen de sanat ve edebiyatın genel teorik meselelerine ilişkin daha geniş çerçeveli makale ve denemelerinde görmek mümkündür. Yani Kaplan, yazdığı hemen her yazısına fikri bir derinlik kazandırmakta, daha önemlisi de yaklaşımlarını genelleştirilebilir niteliklere büründürmekte oldukça usta bir kalemdir.

Bilindiği gibi Mehmet Kaplan diğer yandan İstanbul‟u çekip çeviren, yayını yürüten kişi konumundadır. Buna dair dergide yazılı ve açık ifadesi bir hüküm olmasa bile çeşitli göstergeler bu kanaati doğrular niteliktedir. Derginin imtiyaz sahibi Turgut Atasoy‟un daha ziyade yayıncı, matbaacı kimliğiyle yer aldığı ve içerik konusunda etkin bir rol oynamadığı ortadadır. Zira onun dergide kendi imzasıyla herhangi bir yazısına rastlanmadığı gibi, Atasoy‟un yazması beklenebilecek “İstanbul” imzalı takdim yazılarının da üslubuna ve ele aldığı konulara bakıldığında bunların Mehmet Kaplan tarafından yazıldığını anlamak zor olmamaktadır. Kaldı ki Orhan Okay da DİA için hazırladığı “İstanbul” maddesinde, “Hemen tamamı Mehmet Kaplan tarafından yazılan ve çoğu sosyal-kültürel konulara temas eden başyazıların…” (2001, 301) ifadeleriyle bu tespiti pekiştirmektedir. Kaplan‟ın derginin son dönemlerinde Orhan Okay‟a yazdığı bir mektubunda, Turgut Atasoy‟un dergiye pek ehemmiyet vermediğini ve kendisinin de derginin batmasından korktuğunu ifade eden satırları bu tespiti destekler niteliktedir (Okay 2003, 37).

Diğer yandan Kaplan‟ın İstanbul yayımlanmaya başladığı sırada burada yazmak için Hisar‟a yazı vermeyi keseceği yine kendisi tarafından ifade edilmiştir. Ayrıca Kaplan‟ın kendi ismi haricinde K. Domaniç ve Nuri Hisar gibi takma adlarla her

49

sayıda birden fazla yazısının yer alması, bu yürütücü rolünün açık işaretlerinden bir diğeridir. Bunun yanı sıra dergide sık sık yazan isimler arasında Mehmet Kaplan‟ın üniversiteden öğrencisi olan Orhan Okay‟ın, yine 1943-1948 yılları arasında Mehmet Kaplan‟ın yürütücüsü olduğu ve Eminönü Halkevi adına yayımlanan İstanbul Kültür dergisinde isimlerine sıkça rastlanan Adnan Ardağı, İbrahim Minnetoğlu gibi şairlerin Kaplan tarafından bu dergiye çağrıldıkları düşünülebilir. Ayrıca Mümtaz Turhan, Cahit Okurer gibi Kaplan‟ın yakın dostları olan bazı isimler de Kaplan vasıtasıyla dergiye önemli katkılarda bulunurlar. Ortaya çıkan bu genel fotoğrafa göre de derginin asıl yürütücüsü rolünü Mehmet Kaplan‟ın üstlendiği bir kez daha anlaşılacaktır. Dergide yazan bu isimlerin Kaplan ile ilişkileri düşünüldüğünde, Mehmet Kaplan‟ın yalnızca yazıları ile değil, dergide yer verdiği isimler üzerinden dolaylı olarak da İstanbul‟un fikri alt yapısını tasarladığı görüşünü savunmak mümkündür. Bu durumda Mehmet Kaplan‟ın İstanbul‟u ortak katkılarla yürüttüğü Ahmet Kutsi Tecer, Cahit Tanyol, Cahit Okurer, İbrahim Kafesoğlu, Oktay Aslanapa gibi önemli isimlere ve onların dergiye kazandırdığı fikir perspektiflerine geçmeden önce, kendisinin kaleme aldığı yazılara ve bunların üzerine oturduğu fikrî esasları ele almak daha uygun olsa gerektir.

Mehmet Kaplan İstanbul‟da doğrudan kendi adıyla otuz sekiz yazı yayımlamıştır. Nuri Hisar takma adıyla ise dokuz denemesi ve tenkidi ile iki çevirisi yer almaktadır. Ayrıca çoğu Alain‟den çevrilmiş otuz sekiz denemenin altındaki K. Domaniç takma adı ise Kaplan‟ın önceden beri kullandığı bir başka müstear isimdir. Mehmet Kaplan‟ın, kendi adı ve Nuri Hisar takma adı ile yazdığı yaklaşık elli yazının çoğunu bir esere, zaman zaman da bir sanatçı üzerine teksif ettiğini ifade etmek mümkündür. Bu iki imza ile yazılıp da, metin veya yazar tenkidi olarak sınıflandırılabilecek metinlerin sayısı otuzu aşkındır. Bunlardan ilk bakışta göze çarpan birkaçının

50

başlığını vermek, Kaplan‟ın neleri ve kimleri öne çıkardığını kavramak bakımından son derece faydalı olacaktır: “Hikâyeci Sait Faik‟in İlk Şiir Kitabı Hakkında Bir Tenkit: Şimdi Sevişme Vakti”, “Om Mani Padme Hum”, “13. Ölüm Yılı Dolayısıyla Mehmet Akif, “Köy ve Şehir Şiirleri”, “Fahim Bey ve Biz”, “Yaz Yağmuru”, “Öğretmenler ve Memurlar Romancısı Reşad Nuri”, “İstanbul’u Dinliyorum” vb. Mehmet Kaplan‟ın sanatçıları ve eserlerini doğrudan ele alan tenkit yazılarından bazılarıdır. Bu tür yazılarına konu belirlerken Kaplan‟ın, sanatçıları ideolojik duruşlarına göre seçmediği, bir eseri yahut yazarı ortaya koyduğu estetik değere ve doğurduğu tesirlere göre değerlendirdiği rahatlıkla görülebilir. Nitekim aynı tutum yazılarının içeriği bakımından da geçerlidir. Bununla birlikte sözü edilen tenkit yazılarına dikkatli bakılırsa, Mehmet Kaplan‟ın medeniyet, sanat, kültür, bilim, toplum vb. konularda genel olarak neler düşündüğü, bu tür sorunlara hangi pencereden baktığı da anlaşılabilir. Mehmet Kaplan ve Nuri Hisar imzaları ile yazılıp edebî tenkitler dışında kalan yirmiye yakın yazı ise edebiyat, kültür, dil, tarih, sanat, sosyoloji gibi konulara dâhil edilebilecek makale veya denemelerden oluşur. Bu metinlerden örnekler incelenirken, Kaplan‟ın fikir dünyasına ulaşmak açısından tenkit yahut edebî makale, deneme ayrımı yapmak, öncelikli değildir. Çünkü yazar, bu hususlardaki fikirlerini, her yazısında ve yazı türünün elverdiği ölçüde ifade etmekten geri durmamaktadır.

Hem edebî tenkit, hem de genel fikri konulara dair deneme ve makalelerinde Kaplan‟ın, sık sık temas ettiği hususlardan biri divan edebiyatı ve diğer geleneksel, tarihi konular üzerinden medeniyet ve kültür meselelerine dair ortaya koyduğu fikirleridir. Medeniyet, tarih ve bu çerçevede insana ve topluma dair meseleler, Mehmet Kaplan‟ın üzerinde en fazla durduğu hususlardır. Bu hususları en çok, hemen hepsi Mehmet Kaplan tarafından kaleme alındığı bilinen “İstanbul” imzalı

51

takdim yazılarında görmek mümkündür. Bu tercihin nedeni, derginin fikri kimliğini ortaya koyacak bu tür yazıların kendisinden ziyade İstanbul‟a atfedilmesini sağlama düşüncesidir. Derginin fikri temellerini ortaya koyan bu tür metinlerin ilkinin de, birinci sayının ilk yazısı olması son derece tabiidir. “Arayış” başlıklı bu ilk takdim yazısı, derginin çıkış gerekçesini ele alacak şekilde, “medeniyet” problemi etrafında şöyle dönüp dolaşmaktadır (S. 1, s. 3):

Hayattan uzak denilen Divan edebiyatı bile, kâinat görüşü, ideali ve üslûbu ile devrinin mahsulüdür. Bir divanı açtığınız zaman, başta en üstün kıymet olan Tanrıyı öğen münâcaatları, sonra peygamberleri, yücelten naatleri buluruz. Bunları ashâb-ı güzin ve evliyanın medhiyeleri takip eder. Bu gök ve din tabakasından yere ve cemiyete inince, Devletin en üstün insanını temsil eden padişah, sonra derece derece sadr-ı âzamlar, vezirler, şeyhülislâmlar… Bu sıralayışta bir medeniyet nizamı, bir kıymetler hiyerarşisi vardır.

Yazının devamında yer alan şu tespitler ise başka bir noktayı işaret etmektedir: Divan edebiyatı, büyük bir bütünün küçük bir parçasıdır. Onun yanı sıra, câmi, medrese, tekke, çarşı, ev, saray, ordu vardır… Bu edebiyatı başka bir cemiyetin ve devrin içinde, meselâ Afrikada, Asyada veya Amerikada tasavvur edemezsiniz. O bizim on asırlık mazimizin eseridir.

Bu iki husus, yani divan edebiyatı ve medeniyet meselesi, Mehmet Kaplan‟ın sıkça ele aldığı, çok defa da birbiri ile ilişkilendirdiği iki kavramdır. Bu kavramlar, Kaplan‟ın sosyal bilimlerle sanat alanını birbirine bağladığı düşünce köprüleridir. Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki İstanbul‟da divan edebiyatına dair yukarıdaki gibi takdir edici, bir giriş yazısının yer alması ayrı bir önem arz etmektedir. Zira bu dönemde Divan edebiyatı yahut tarihi, dinî referanslar içeren hususlar doğrudan

52

kategorize edilme sebebi olarak kullanılabilir durumdadır. Kaldı ki böyle bir metnin derginin ilk sayısında, takdim yazısı olarak yer alması şeklinde, zihin dünyasını net biçimde ortaya koyan bir seçimi Kaplan‟ın farkında olarak yaptığını söylemek mümkündür.

Fikir dünyasını yansıtacak doğrultudaki yazılardan biri de, yine ilk cildin on ikinci sayısında yer alan bir başka takdim yazısıdır. Burada ise Mehmet Kaplan‟ın ve dolayısıyla İstanbul‟un, din meselesine nasıl baktığı şöylece ifade edilmektedir (S. 12, s. 4):

Din, ibadetleri, duaları, mâbedleri, merasimleri, bayramları ve kütlelere müşterek karakter veren ve onu içten birleştiren müessesedir. Yirminci asrın ilim ve tekniğine rağmen en ileri memleketlerde bile onun birleştirici bir rol oynadığını açıkça görüyoruz. Dini yıkan onun ve onun yerine din kadar tesirli, günlük hayatı tanzim edici ve kalpleri birleştirici, kitleye şâmil ulvî bir müessese kuramıyan bir cemiyet, hayatının temeli olan birliği tehlikeye atmış olur. Laiklik bir din değildir. Onda dinin birleştirici kudreti yoktur. Bilâkis o daha ziyade ayırıcıdır. Laiklik taassubu önler fakat dinin yerine geçemez. Mehmet Kaplan, aslında İstanbul‟un ilk yazısında divan edebiyatı, medeniyet ve medeniyet nizamı, kıymetler hiyerarşisi, Türkleşmek, kendimiz olmak gibi anahtar kavramlar kullanarak, okuru düşünce dünyasını aydınlatacak kelimelerle tanıştırmak ister. Başta Kaplan olmak üzere derginin önde gelen pek çok yazarı tarafından tarih, sosyoloji, sanat, felsefe, bilim ve medeniyet sık sık işlenen alanlarda; bütüncül değerlendirmeler yapan ve tarihi sürekliliğe inanan bir İstanbul söz konusudur. Bu bütüncül yaklaşımın dergideki en önemli temsilcisi de kuşkusuz Mehmet Kaplan‟dan başkası değildir.

53

Bu bütüncül ve tarihsel yaklaşımın en basit ispatı, Kaplan‟ın herhangi bir yazısı ele alındığında, ilgili yazının konusundan daha ötesini işaret eden hususlara kolaylıkla rastlanmasıdır. İstanbul‟un ilk sayısında, çok sınırlı bir edebiyat alanı olarak kabul edilebilecek “Şimdi Sevişme Vakti” başlıklı tenkit yazısını bu tutuma örnek olarak göstermek mümkündür. Yazıda Sait Faik Abasıyanık‟ın aynı başlıklı şiir kitabından hareketle, şairin şiir sanatı değerlendirilmeye çalışılmaktadır. Sait Faik‟in sanatı şu cümlelerle tespit edilmeye çalışılmaktadır: “1936 yılından beri, Türk edebiyatının en güzel hikâyelerini yazan Sait Faik, son aylarda Şimdi Sevişme Vakti adiyle bir şiir kitabı çıkardı… Saidin cilt cilt hikâyelerinden sonra şiir yazması ve bunda şahsiyetini muhafaza etmesi, mizacının esas itibariyle şair olmasından ileri geliyor…” Ancak bu bölümde asıl önemli olan, eleştirinin fikir kısımlarıdır. Sait Faik‟ten yola çıkan Kaplan, sözü şuraya getirmekten kendini alamamaktadır (S. 1, s. 15-16):

Dünyaya geldiğinden beri masal, destan, mabet, saray, heykel, resim ve musiki yaratan mahlûku, onlara göre, idare eden bir tek şey vardır: Mide! O bir tek gaye güder: Karnını doyurmak! İnsan hakkındaki bu dar görüş, onları kötü şeyler yazmağa mahkûm etmiştir.

Bu bölüm ve yazının devamında geçen “solcu hikâyeci ve şairlerimiz, sözde realistlerimiz” ifadeleri ile bir kesimin sanat tarzına da eleştiri getirmektedir. Diğer yandan Mehmet Kaplan‟ın insana dair fikirlerini, onu nasıl bir varlık olarak gördüğünü, bir tenkit yazısına yerleştirebilmesi her bakımından önemlidir. Mehmet Kaplan‟ın insan tasavvuru burada da yine bütüncül, çok yönlü ve onu tarihi derinliği içinde kavrayan bir noktada durmaktadır. Bu bakışın bir başka örneğini derginin ikinci sayısında yer alan “Om Mani Padme Hum” başıklı yazıda, Âsaf Hâlet Çelebi‟nin aynı adlı şiir kitabının tenkidini okurken de görmek mümkündür. Mehmet

54

Kaplan burada da yine sanattan yola çıkarak yüksek fikirlere ulaşmakta; medeniyet, tarih, din, felsefe gibi konuların önemini bir kez daha vurgulamaktadır (S. 2, s. 7):

Bir ihsas şiiri, bir de kültür şiiri var. İhsas şiiri, hâlihazırda duyu organlarına çarpan şeyleri kaydetmekle yetinir… Kültür şiiri, varlığın derinliğine iner ve insanı asırlardan beri gelişen tarih ve medeniyetin içinde ele alır… Bugünkü Türk şairleri, bilhassa gençler, belki de basit ve kolay olduğundan dolayı umumiyetle birinci yolu tercih ediyorlar. Tarih, din, medeniyet, felsefe onları pek ilgilendirmiyor.

Mehmet Kaplan, bu tenkidinde bir öncekinde olduğu gibi zihin dünyasını yansıtmıştır. Nitekim esas konu değişse bile yine medeniyet, tarih, felsefe alanı ile ilgili kavramlarla okurun önüne çıkar: “… Bu davranış tarzında ben, Çinden Amerikaya kadar bütün medeniyet devrelerini yaşayan Türk tarihinin bir nevi felsefesini görür gibi oluyorum.” ifadeleri de onun bütüncül tarih ve medeniyet anlayışının bir yansıması sayılabilir (S. 2, s. 7). Sonraki sayında Yahya Kemal‟in sanatını anlattığı bir yazısında Kaplan‟ın “Türk-İslam tarihi sadece bir maddî yürüyüş değil, aynı zamanda manevi bir yürüyüştür.” (S. 3, s. 6) şeklindeki ifadesi de önceki yaklaşımlarını pekiştiren bir cümle olarak kabul edilebilir. Kaplan‟ın fikir dünyasında tarih, medeniyet, felsefe, kültür gibi alanlara devamlı vurgu yapması ve bunları geçmişten günümüze, günümüzden geçmişe doğru uzanan geniş bir perspektife oturtarak temellendirmeye çalışması, hemen her yazısında karşımıza çıkan bir düşünüş tarzını ortaya koyarlar. Şayet söz konusu metin bir tenkit yazısı ise fikir tarafı elbette biraz daha sınırlı kalabilmektedir. Ancak bu hal her tenkit yazısı için geçerli değildir. Kaplan‟ın Cahit Külebi‟ye ait olan “Rüzgar” ve “Yeşeren Otlar”ı ele aldığı on üçüncü sayıdaki yazısında, hem bu eserlerin fikir tarafına dikkati çeker, hem de daha farklı meselelere değinir (S. 13, s. 11):

55

Realizm, sosyalizm, sosyal realizm cereyanlarına kapılarak öz benliklerini unutanların yanı sıra, hayatı, hakikatı, güzelliği kendi yegâne varlıkları içinde yaşayan ve bulanlar var… Bunlarda biz siyasi parti programlarının, gazetelerin ve dünyayı ıslah gayesini güden kitapların orta malı ve basmakalıp ideolojilerini değil, müşahhas insanı, kutuplara veya himalayalara tek başına seyahate çıkan kahramanlar gibi hayat tecrübesini bizzat yaşayan insanı buluruz.

Yukarıda yer alan bölümde, Sait Faik‟in Şimdi Sevişme Vakti adlı eseri incelenirken ortaya konulan fikirlerin daha yoğun ve teferruatlı bir anlatımını bulmak mümkündür. Burada Mehmet Kaplan toplumcu gerçekçiliğin, yazarların dünya görüşlerini ve sanatlarını kuraklaştıran sınırlar olarak görmekte ve bir anlamda da kendisinin hayata onların penceresinden bakmadığını ifade etmektedir. Onun sanata ve edebiyata yaklaşım biçimini ortaya koyan bu ifadeler, Kaplan‟ın dünyaya bakışını da bir parça izah etmek bakımından mühimdir. Devamında ise bu bakış tarzının coğrafyaya ve kültüre temas eden diğer yönü karşımıza çıkmaktadır (S. 13, s. 12):

Mahmut Makal‟ın “Bizim Köy”de her şeyi nasıl bir yabancı gibi nefretle tasvir ettiğini hatırlarsınız. Sanki o bu toprakların çocuğu değildir. Gübre kokusunu duyunca burnunu tıkar. Külebi, Paris‟i, Strasbourg‟u, Londra‟yı, …. Görmüş birisine kendinden bahsederken: „Ben de gübre kokusunu buram buram/ Dolgun kısrakları seviyorum‟ demekten utanmaz.

Bu ifadelerin yalnız bir edebî eser yahut sanatçı eleştirisi olarak okunması büyük bir eksiklik olur. Çıkış noktası Mahmut Makal‟ın ve Cahit Külebi‟nin içeriklerini kıyaslamak olsa bile, burada Mehmet Kaplan eserlerin üslup, estetik ve benzeri değerlerini vurgulamanın yanı sıra bunların içeriklerine dair savunduğu ve karşı

56

olduğu hususlar ifade edilmektedir. Yani daha önceki birçok örnekte edebî eleştirilerle birlikte yan bir söylem olarak ortaya konan felsefe, kültür, medeniyet vs. hakkındaki fikirleri, bu yazıda neredeyse temel söylem seviyesine yükselmektedir. Bu noktada Mehmet Kaplan‟ın aynı yazıdaki şu tespitleri de son derece dikkat çekicidir (S. 13, s. 12):

Anadoluya dışardan, yabancı gözüyle bakanlar onda sefaletten, çirkinlikten başka bir şey görmemişlerdir. Halbuki onun yalnız kendinden olanların hissettiği bir şiiri, mütevazı fakat derin, fakir fakat ulvî bir şiiri vardır. Anadolu dağbaşında bir çeşmedir. Külebi bu çeşmenin manâsını duymuştur.

Bu sözlerin arka planında, Mehmet Kaplan‟ın Anadolu konusundaki hassasiyeti ortaya çıkar. Hatta Anadolu denildiğinde hatıra gelen ve genellikle Remzi Oğuz Arık, Nurettin Topçu ve Hilmi Ziya Ülken ile anılan “Anadoluculuk” fikrine Mehmet Kaplan‟ın da yakın durduğunu hem bu pasajdan, hem de farklı yazılarından çıkarmak mümkündür. Bu yakınlığın bir başka göstergesi de Kaplan‟ın üniversitede Hilmi Ziya Ülkenin derslerini takip etmesidir. Ayrıca İstanbul dergisinde Cahid Okurer, Remzi Oğuz Arık, Mümtaz Turhan gibi Anadoluculuk fikrinin temsilcisi isimlerle Kaplan‟ın dergide birlikte çalışması, bu yakınlığı ifade eden bir başka husustur (Topçu 2012, 1988).

Dergide öne çıkan diğer bazı isimlere geçmeden önce, Mehmet Kaplan‟ın İstanbul dergisindeki fikir ortamını etkilemesi noktasında iki hususun daha üzerinde durulması önemlidir. Bunlardan ilki Kaplan‟ın tenkit türündeki yazıları ve “İstanbul” imzası ile kaleme aldığı başyazıların dışında kalan; kendi imzası veya Nuri Hisar

Benzer Belgeler