• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM II: İSTANBUL SANAT EDEBİYAT‟TA DÜŞÜNCE HAYATI

2.2. Mümtaz Turhan

İstanbul‟da Mehmet Kaplan dışında fikir ortamının oluşmasında en büyük pay sahiplerinden biri Mümtaz Turhan olarak karşımıza çıkmaktadır. 1908 yılında doğan Turhan, Rus işgalinden dolayı sekiz yaşında Erzurum‟dan Kayseri‟ye göçmüş bir aileye mensuptur. İstanbul Üniversitesinde aldığı felsefe eğitiminden sonra psikoloji öğrenimi gördüğü Almanya‟da Berlin ve Frankfurt Üniversitelerini bitirmiş, yurda döndükten sonra deneysel psikoloji kürsüsünde önce doktor asistan, 1939‟da doçent olarak görev yapmıştır. Gestalt psikolojisi üzerinde uzmanlaşan Turhan 1950‟de profesör olurken, iki yıl sonra edebiyat fakültesinde Deneysel Psikoloji Kürsüsü‟nün başına getirilir. Daha sonra sosyal psikolojiye yönelen Turhan, 1960‟ta sosyal antropoloji kürsüsünün kurulmasını ve C. W. M. Hart‟ın ABD‟den gelerek kürsü başkanı olmasını sağlamış, onun ardından bir dönem kürsü başkanlığını da yürütmüştür (Özakpınar 2012, 421-423). Bu bilgilere bakarak, Mümtaz Turhan‟ın hem Türk sosyal bilimler tarihi, hem de İstanbul dergisi için neden önemli bir isim olduğunu anlamak zor olmayacaktır. Turhan‟ın, Cumhuriyet döneminde yetişmiş 1930-1950 kuşağı bilim insanlarından biri olarak, kendinden sonraki nesilleri etkileyen saygın bir isim oluşu İstanbul için de önemli bir referanstır. Bundan ayrı olarak dergiye Kaplan ve Turhan‟la birlikte ciddi katkı sunan İbrahim Kafesoğlu, Ahmet Kutsi, Cahid Okurer, Cahit Tanyol, Oktay Aslanapa gibi isimlerin dergiye de yansıyan bilimsel çalışmaları ve bakış açıları İstanbul‟u hem o döneme ait edebiyat ve düşünce ortamında, hem de günümüz açısından değerli kılan hususların başında gelmektedir.

63

Mümtaz Turhan yaşadığı Erzurum yöresinden yola çıkarak köy toplumlarındaki kültürel değişimlerin ana etkenlerini saptamaya çalışırken, diğer yandan Maarifimizin Ana Davaları ile Garplılaşmanın Neresindeyiz? başlıklı eserleri ile hem 19. yy sonrası toplumsal dönüşümleri, hem de eğitim politikalarını eleştirel bir yaklaşımla ele almaktadır (Kurdakul 1999, 666). Bu tabloya bakıldığında Turhan‟ın eğitim, kültür, toplumsal dönüşüm, Batılılaşma gibi meselelerde Mehmet Kaplan ve İstanbul‟u yazı kadrosundan pek çok isimle benzer kaygıları taşıdığı görülür. Diğer yandan Türk Ocağı üyesi olan Mümtaz Turhan‟ın sözü edilen meselelere dair durduğu noktanın yine İstanbul‟daki peki çok isimle birlikte milliyetçi bir zemin olduğu söylenebilir. Dergide beşinci sayıdan itibaren yer alan Turhan, toplam yirmi makalesi ile en çok yazısı yayımlanan isimler arasındadır. “En Büyük Davamız: 1-2- 3-4”, “Remzi Oğuz Arık”, “En Büyük İhtiyacımız”, “Hakikî ve Sahte Kültür”, “Bilgi, Kanaat ve İman”, “Fetih Münasebetiyle”, “Akademi Meselesi”, “Türkiye‟de Yabancı Üniversite”, “Geriliğimizin Sebepleri” gibi başlıklarla yayımlanan yazılarında eğitim, kültür ve toplum meselelerinin öne çıktığı görülür.

Mümtaz Turhan dergideki yazılarına, Kayseri Belediye başkanlarından Emin Molu‟nun vefatı vesilesi ile giriş yapmıştır. Kendisi de Kayseri‟de yaşamış bulunan Turhan, dostu olduğu anlaşılan Molu‟nun şahsiyetinden hareketle onun ve kendisinin mensup bulunduğu kuşağa dair önemli bir meseleye değinmektedir (C. 1, S. 5, s. 18):

İstiklâl mücadelesine bilfiil iştirak edemeyecek kadar genç, fakat ona seyirci kalamayacak kadar olgun ve dolgun olan bu nesil, ne yazık ki ne kendinden evvel ne de sonra gelen nesiller tarafından takdir edilebilmiştir. Bütün benliklerini kaplayan Milli Mücadele ruhu, bitmez tükenmez bir enerji kaynağı halinde ve şahit oldukları millî felaketlerin hatıraları içlerinde hâlâ canlı bir

64

şekilde yaşarken onlar sessiz sedasız bir kenarda oturmağa zorlanmış kendilerinden sadece alkış beklenmiştir. Bu vaziyette onların memleket hesabına alınmış yarım tedbirleri, sahte, muvakkat hal çarelerini, sözde fikir faaliyetlerini hele gösterişleri tasvip etmelerine imkan yoktu.

Mümtaz Turhan, kendinden bir yıl evvel doğan Emin Molu üzerinden aslında kendi nesline dair önemli gözlemler yapar. Fakat daha önemlisi alıntının son bölümdeki “memleket hesabına alınmış yarım tedbirleri, sahte, muvakkat hal çarelerini, sözde fikir faaliyetlerini hele gösterişleri…” diye süregelen ifadelerdir. Bu ifadelerinden Turhan‟ın Cumhuriyet sonrasındaki bazı uygulamalardan rahatsızlığı ulaşmak mümkündür. Bu eleştirilerin ayrıntılarına Turhan‟ın dergiye yazdığı yazıların pek çoğunda tesadüf edilebilmektedir. Aynı cildin altıncı sayısındaki “Hakiki ve Sahte Kültür” başlıklı yazısı buna iyi bir örnek teşkil eder (C. 1, S. 6, s. 8):

Gerek fert, gerek cemiyet bakımından bir kültürün hakiki olup olmamasının en büyük miyarı, tarihe, geçmişe ait müesseselere, mazinin sanat hazinelerine ve fikir mahsullerine karşı takınılmış tavırda kendini gösterir. Hakiki kültür sahibi bir fert veya cemiyet mazisini istihfafla reddedemez.

İlgili yazısında kültüre dair pek çok hususa temas eden Turhan, can alıcı mesele olarak, Cumhuriyet devri kültür politikalarının yüzeyselliğini eleştirmektedir. Yazıdaki bir diğer önemli mesele de sanatın hem şahıs, hem toplum nezdinde kültürü teşkil eden hususların en önemlisi, hatta kültürün bir nevi yansıması olduğu gerçeğidir. Turhan‟ın kültür ve sanat ilişkisine bakışını şu ifadelerinde yakalamak mümkündür (C. 1, S. 6, s. 8):

65

Ne vakit kültürden bahsedilse insiyaki bir şekilde daima sanat üzerinde durulması kayda değer bir hadisedir… Hayatında estetik faaliyetin hiçbir rol oynamadığı bir şahıs için “kültürlü” tabirini büyük bir ihtiyatla kullanmaktayız. Ayni suretle tarihe karışmış bir devrin göze çarpan bir medeniyetin ruhundan veya dehasından bahsettiğimiz zaman da her şeyden evvel onun sanatına bakarız.

Ülke meselelerine milli bir perspektiften bakması ile tanınan Mümtaz Turhan, bu bakış açısını pek çok yazısında okura sunmaktadır. Bu tür fikirlerini en net ifade ettiği yazılardan biri de Remzi Oğuz Arık için yazdığı anma yazısıdır. Remzi Oğuz ile milliyetçilik, vatan, kültür, tarih vs. konulara aynı noktadan baktığını hissettiren Turhan‟ın şu ifadeleri, Remzi Oğuz gibi kendisinin de milliyetçiliği nasıl anladığını ve bu alanda nasıl bir tutum takındığını göstermesi bakımından önemlidir (C. 3, S. 5, s. 5-6:

Onun milliyetçiliği vatanseverliğinin bir icabı idi. Zaten hakiki vatanseverlikle milliyetçilik arasında bir fark yoktu. Bunlar iç, dış; şekil ve muhtevâ münasebeti gibi birbirine bağlıydı. Vatan, hakiki hüviyetini üstünde yaşıyan insanlardan ve onların meydana getirdiği eserlerden almak suretiyle lâletta‟yin bir toprak parçası olmaktan kurtuluyordu. Bu bakımdan vatanı, mensublarının kurmuş olduğu nizamdan, tesis etmiş olduğu kıymetler sisteminden, toprağa kök salar gibi yapmış olduğu âbidelerden, diğer san‟at eserlerinden hülâsa meydana getirdiği kültürden, bu uğurda döktüğü kanlardan ve giriştiği mücadelenin bir hikâyesi olan tarihten ayırmağa imkan var mıydı? Onun için bir vatana bağlanmayan milliyetçilik, nasıl bir hayalden başka bir şey olamıyorsa milleti ve onu ayakta tutan kıymetleri içine almayan bir vatanseverlik de öyle mücerred kalmağa mahkum oluyordu.

66

Remzi Oğuz Arık için olduğu gibi Mümtaz Turhan ve Mehmet Kaplan için de milliyetçilik kavramı son derece önemlidir. Bu isimler yaşadıkları yıllar itibariyle, çok büyük zorluklara ve önemli bazı kırılmalara şahit olmuş önemli fikir adamlarıdır. Bu zorlukların da tesiri ile vatan, millet, din, dil, kültür, ilerleme, medeniyet hatta Türkiye ve Avrupa kıyaslaması gibi yaklaşımlar onların düşüncelerinin hareket noktasını teşkil eder. Kendi vatanları, milletleri ve onun her türlü değerleri, İstanbul‟un yazıcı kadrosu için her şeyin üstündedir. Mümtaz Turhan‟da olduğu gibi diğer İstanbul yazarları da, karşılaştıkları her düşünceye vatana ve millete katkısı, onu beslemesi nisbetinde değer verirler. Onlar ister ki Batılı ve Doğulu her düşünce bir yaramızı sarsın, milletimizin sahip olduğu değerleri beslesin ve bize faydalı olsun. Dolayısıyla onlar bilime de faydası yönünden önem vermiş, fikir ve his dünyaları ile sağlam bir duruş sergilemişlerdir. Mümtaz Turhan bu meseleleri İstanbul‟da Kaplan‟dan sonra en fazla yazan isimlerden biridir.

Kaplan‟da ve arkadaşlarında görülen ortak yaklaşımlardan biri de Doğu-Batı meselesi ve daha özelde Türk ve Avrupa zihniyeti arasındaki farklardır. Her yazar kendi ilgi alanına giren noktalarda bu kıyaslamayı yapmaktan geri durmaz. Turhan daha bu karşılaştırmayı geniş bir çerçeve ile “Bizde Fikrin Kıymeti” başlıklı yazısında, bilginin ve fikrin patent hakkı şeklinde isimlendirilebilecek önemli bir noktadan yakalayarak yapmaktadır (C. 1, S. 13, s. 7):

Her hangi bir sanat veya fikir adamından saatlerin hatta bazan günlerin zihin emeğine mal olan bir şiiri, bir hikâyeyi veya makaleyi istemek tabiî bir hakkımızdır. Senelerin zihin mahsulü bir kitabda müellifi gibi bizim de bir hissemiz olduğunu kabul eder hatta bunu kendisi için bir lütuf sayarız. Yine bunun için bir muharrirden istediğimiz gibi iktibas hatta intihâl etmekte garblı

67

bir fikir veya sanat adamının eserini başından sonuna kadar aynen tercüme edip imzamızı atmakta kendimizi serbest hissediyoruz…

Turhan yazının devamında, Batı‟da fikir eserlerini koruyan yasalara eskiden beri önem verildiğini, gene Batı‟da elektriğin kaçak kullanımını yasaklamak için de önce buna uygun bir yasa çıkarıldığını; bizde ise kaçak elektrik kullanımı önlenemediği gibi fikir ve sanat eserlerini koruyan kanunun da ancak birkaç sene önce çıkabildiğini ifade eder. Fakat bu ifadeleri bir Türkiye aşağılaması veya Batı hayranlığı biçiminde okumak doğru olmaz. Zira burada Türkiye‟nin her alanda hak ettiği noktaya ulaşmasını arzulayan ve bunun için gayret sarf eden, çoğu kez üzülen, bazen de istenen gelişmelere mani olan hususlara ve kişilere öfkelenen bir fikir sancısının yattığını unutmamak gerekir.

Benzer Belgeler