• Sonuç bulunamadı

III. DARBELERİN BİYOPOLİTİĞİ VE MEDYA

III.3. Medya ve Darbe İlişkisi

1960 Darbesiyle birlikte Cumhuriyet tarihinde gerçekleşen her darbe zafer

konuşmalarını devrim çağrılarını döneminin medya araçları ile ilan etmiştir. Darbeler sistematik olarak iktidarı ele geçirildikten sonra ikinci adım olarak medya unsurlarının kontrol altına alınması gelmektedir. Klasik darbe süreçlerinde sistem hep böyle ilerlemiştir. Her darbe kendi döneminin medya araçlarını en etkin kullanma yoluna gitmiştir. Gelişen teknoloji ile birlikte medya unsurlarının farklılık ve çeşitlilik göstermesi halkı bilinçlendirme noktasında işlevinin artması, kitleleri harekete geçirmede etkin rol alması

hem dünya da hem de ülkemizde darbelerin eskisi gibi olmayacağının göstergesi niteliğindedir.

III.3.1. Geleneksel Medya ve Darbe

Türkiye Cumhuriyeti tarihinde yaşanan darbelerde medyanın rolü oldukça

büyük olmuştur. Darbelerin yaşandığı günü teknolojik koşullarına göre darbeci askerler medyayı en etkin şekilde kullanmışlardır. 27 Mayıs 1960 gecesi yaşanan askeri darbe halka radyo aracılığıyla sabah 05.25’te duyurulmuştu. Radyodan gelen ilk anons “Türk Silahlı Kuvvetleri Türk vatandaşlarını radyolarının başına davet eder” cümlesiydi. Hemen arkasında Kurmay Albay Alparslan Türkeş, ordunun ülke yönetimine el koyduğunu belirten bildiriyi okumuştur. Bu darbe Başbakan Adnan Menderes’i idama götürmüştür (Köse, 2018: 60).

1960 darbesinden yirmi yıl sonra, 12 Eylül 1980’de ikinci bir darbe daha

olmuştur. 12 Eylül darbesinde evlere yeni girmeye başlayan televizyonla, TSK Genel Kurmay Başkanı Kenan Evren ve dönemin tek televizyon kanalı olan TRT ekranlarından halka görünmüş ve demokrasiyi sağlam temeller üzerine oturtmayı hedeflediklerinin altını çizerek darbe bildirisini okumuştur. Dönemin TRT spikeri Mesut Mertcan’a da daha fazla kesime ulaşma imkanı sunan radyo aracılığıyla darbe bildirisi tekrar ettirilmiştir. Bildiri, “Türk Silahlı Kuvvetleri emir ve komuta zinciri içinde ülke yönetimine bütünüyle el koydu.” şeklinde başlamıştır. Televizyonla birlikte darbe, sadece yazı ve sesten çıkarak görüntü yoluyla da duyurulmuştur. 1990’lı yıllarda televizyon kanallarının egemen oluşu

28 Şubat 1997 muhtırasında oldukça etkin bir rol üstlenmiştir (Demir, 2000: 10).

1960 ve 1980 darbelerin yaşandığı dönemlerde tek yönlü bir medya vardı. Televizyon kanalı olarak ise sadece devlet televizyonu TRT vardı. 1960 darbesi yaşandığında anlık bilgi iletecek kitle iletişim aracı olarak sadece radyo bulunmaktaydı. 1980 darbesi sırasında ise tek kanallı devlet televizyonu vardı ancak yaygın değildi. 1980 darbesi hem radyo hem de televizyon aracılığıyla halka duyurulmuştur. Radyo ve

televizyonun tek yönlü iletişim araçları olması ve halkın örgütlenmesine sağlayabilecek sosyal medya gibi iletişim araçlarının olmaması, halkın darbelere karşı herhangi bir tepki gösterememesinin nedenleri arasında olduğunu söyleyebiliriz. Toplumsal olaylarda ve

darbe girişimlerinde faillerin göz önünde bulundurduğu en önemli konulardan birisi de medya kontrolü olmuştur (Devran ve Özcan, 2016: 25). Medya 1960, 1980, 28 Şubat ve

1997 darbelerinde, mesajların halka duyurulmasında, kitlelerin kontrol altında

tutulmasında ve yönetilmesinde önemli bir araç olmuştur. Yaşanan bu darbeleri planlayan kişilerin yaptığı ilk şey radyo ve televizyon yayınlarını ele geçirmekti. Bazı durumlarda, Türkiye’de 28 Şubat 1997’de olduğu gibi medya, darbede araç olarak kullanılmıştır.

Medya, Cumhuriyet tarihi boyunca yaşanan toplumsal krizlerde ve darbelerde aktif olarak rol oynamış ve bunların sonuçlarını doğrudan etkilemiştir. Geleneksel olarak darbe girişimlerinde darbecilerle uyumlu hareket eden medya, 15 Temmuz 2016’da meydana gelen darbe girişiminde, farklı tavır sergileyerek, darbeye direniş için sokaklara ve meydanlara çıkan halkla aynı doğrultuda hareket etmiştir ( Demir, 2000: 11-12). Başta Cumhurbaşkanı ve başbakan olmak üzere devlet kurumlarının temsilcileri medya aracılığıyla halkı sokaklara davet ederek darbecilere karşı demokratik sisteme sahip çıkmaları çağrısında bulunmuşlardır. 15 Temmuz 2016 gece 12’de başlayan ve sabaha kadar devam eden zaman içerisinde Diyanet İşleri Başkanı’nın çağrısı ile camilerde

aralıklarla okunan salalar ve halkı sokağa davet eden anonslar devleti beka sorununa yönelik topyekün bir mücadelenin sürdürülmesini ifade eden önemli söylemlerden biri

olmuştur. Sala dini bir vecibe olarak ölen kişi için okunduğu gibi Cuma ve Bayram namazları öncesinde insanların bayramı olduğunun da göstergesi olarak okunmaktadır. 15 Temmuz 2016 kalkışması sürecinde okunan salanın Foucaultcu biyopolitik açıdan

değerlendirildiğinde devletin ve milletin beka sorununa yönelik bir tehdit ve yeniden dirilişin simgesi olarak da ifade edilebilir.

2000’li yıllardan itibaren internete akıllı cep telefonları üzerinden ulaşılması

ve kısa bir süre içerisinde toplumda yaygın hale gelmesi, iletişimde yeni bir boyut açmıştır. İletişim araçlarındaki bu hızlı gelişmeler darbe kültürünün temelini sarsamasa da darbelerin yöntemi ve darbeyle mücadelede halka yeni imkânlar sağlamıştır. Örneğin, 27 Nisan 2007’de Genelkurmay Başkanlığı tarafından yayımlanan e-muhtıra gibi sadece internet aracılığıyla bile hükümetler uyarılabilmiş ve büyük ölçekli medya kuruluşları ikinci plana atılabilmiştir (Köse , 2018: 66).

Türkiye’de 15 Temmuz 2016’da yaşanan darbe girişimde medya, diğer darbelerdeki tavrının aksine hükümetin yanında yer almıştır. Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın darbe girişimine karşı direnme çağrılarını yayınlayarak darbecilere karşı milli iradeyi desteklemişlerdir. Bu destek sonucunda bazı medya organları darbeciler tarafından kontrol altına alınmaya çalışılmıştır (Çağlar, Memmi ve Altun, 2017: 22). Klasik darbe geleneğinden 15 Temmuz’a kadarki süreçte medya da olduğu gibi söylemlerde de farklılık olmuştur. İktidara göre şekillenen medya ve söylemler birer mikro iktidar olarak modern iktidarın egemenlik alanlarının şekillenmesinde etkin rol oynamaktadır.