• Sonuç bulunamadı

I. BİYOPOLİTİKA VE BİYOİKTİDAR KAVRAMLARI

I.2. Michel Foucault’un Hayatı, Düşüncesi ve Eserleri

I.2.3. Ağsal İlişki Biçimi Olarak Biyoiktidar

Foucault’nun iktidar kavramı, egemenlik ya da güç uygulayan bir kurum veya aygıtla özdeşleştirilmemesi gerekmektedir. İktidar bir kurum veya bir yapı değildir bazılarının baştan sahip olduğu bir güç değil, her toplum özgür, karmaşık ve stratejik bir durumddır (Foucault, 2017: 70). Fakat buradan iktidarın esrarengiz bir şey olduğu var sayımı çıkarılmamalıdır. İktidar bireyler arasındaki bir tür ilişki biçimidir (Foucault, 2014: 55) . Burada iktidar devletin, toplum üzerindeki baskısı değil bireyler arası ilişkileri de

belirleyen yaşama dair stratejik bir etkileşim alanıdır.

İktidar yaşam üzerinde doğrudan etkide bulunmak yerine, söylemler aracılığıyla varlığını sürdürmektedir. Kişiler söylemler aracılığıyla kurulan iktidarın pratiklerine uydukları / tabi oldukları müddetçe iktidarın varlığı pekiştirilir. İktidar bireyin üzerinde yalnızca siyasal anlamda kurulan bir etkiyle sınırlı kalmaz, yaşamın bütününe yayılmaktadır. Foucault’nun belirtmiş olduğu gibi iktidar her yerdedir. Foucoult bunu panapticon kavramıyla açıklamaya çalışacaktır (Eren, 2016: 27). İktidarın yalnızca

devletin uyguladığı hükmedici bir güç olarak değil de bir ilişkisellik bütünü ve eylem biçimi olarak kavranması bizi öznenin (varlığın, bedenin, insanın) pasif bir olgu olmasından ziyade canlı, değişebilir, dönüştürülebilir ve direnişte bulunabilir olması gerçeğine götürmektedir. Birey, kendi yaşamını sürdürebilmesi için çeşitli ilişkisellikler içinde bulunan ve bunun neticesinde yaşamın içinde kendine etkin bir rol atfeden, aynı

zamanda bir takım ilişkiselliklerde bulunduğu müddetçe iktidar pratiklerini yeni baştan üreten etkin bir konumdadır. Başka bir deyişle birey etkin bir özne haline gelirken aslında kendisini iktidara tabi bırakma sürecini de beraberinde gelmektedir. Çünkü öznenin ilişkisellik bazında kurduğu tüm pratikler iktidarın kendisini oluşturmaktadır. Foucault’a göre iktidarın karakteristik özelliği, bazı insanların başka insanların davranışlarını az çok bütünüyle (ama asla tamamen ya da zorlamayla değil) belirleyebilmeleridir (Eren,2016:

27). Foucault iktidar ile özne arasındaki ilişkinin, karşılıklı ilerlediğini ifade eder. Özne,

bilgi ve iktidar arasında yer almaktadır. Burada bilgi, iktidar eliyle oluşturulmakta ve iktidar, bu bilgiyle özneyi kontrol, denetleme ve yönlendirmektedir. Ortaya çıkan (iktidar

tarafından oluşturulan) özne ise artık iktidarın bir nesnesi ve ağsal yapı içinde yerini alan, iktidarın söylem yayma aracına dönüşmektedir.

Foucault bir ilişkinin iktidar ilişkisi olabilmesi için her iki tarafın da sonuna kadar eylemde bulunabilecek durumda olması ve bu ilişkide tepki, yani cevap alanının var

olması gerekmektedir (Foucault, 2016: 20). Foucault’un bu açıklamasında iktidarı ve özneyi dinamik bir yapıda ele aldığını, zaten bu iki kavramın asıl unsurunun herhangi bir niteliğe saplanmaması olduğunu anlayabiliriz. Foucault’a göre modern iktidar sürekli bir özne yaratma çabasındadır ve bu özne, iktidar için söylemlerini yaymada yeni bir mikro iktidar olarak karşımıza çıkmaktadır. Burada iktidar bireyleri nesneleştirirken iktidarını

sürdürmekte muktedir olmadığında ise kendisi de nesneleşme tehdidi içinde bulunmaktadır.

İktidarı, güç ilişkileri ve bu ilişkilerin etkileri üzerinden ele alan Foucault için ilişkiler değiştikçe ve dönüştükçe iktidarın yapısı da dönüşüm geçirmektedir. O halde özne; iktidarın hem nesnesi, hem de öznesi konumunda olduğunu söyleyebilir miyiz? Ona göre özne, iktidarın tahakküm uygulayabildiği basit bir etkisiz var oluş değildir asla; öyle olsa

sabit, değişmez kimliklerden ve kendiliğinden var olan bir iktidar söz konusu olurdu.

Halbuki Foucault iktidarın, yalnızca özgür özneler üzerinde ve yalnızca özgür oldukları

sürece işleyebilir olduğunu söylemektedir ve özgürlüğü, iktidar ilişkilerine dahil ettiği bir

yönetimsellik biçiminden bahsetmektedir. Bu anlamda özgür olmak demek farklı ve çeşitli

davranış biçimleri ve tepkilerin gerçekleştirilebildiği bir imkanlar alanıyla karşı karşıya olmak demektir. Bir iktidar alanı tıkandığında, yönetim ve yapılandırma ilişkisi tek yönlü, sabit ve tersine çevrilemez hale geldiğinde artık iktidar ilişkilerinden söz edilemez. Böyle bir durumda artık yalnızca tahakküm vardır ve tahakkümün olduğu yerde iktidar ilişkisi olamaz. Dolayısıyla, iktidar ve özgürlük birbirini dışlayan bir çatışma ilişkisi içinde değil; daha çok karmaşık bir ilişki içinde yer almaktadır (Foucault; 2015: 27).

İktidar yalnızca baskılamaktan, cezalandırmaktan ve yasaklamalardan ibaret olsaydı, etkilerini ortadan kaldırmak ve onu yıkmak için bilinçlenmek yeterli olurdu (Foucault, 2012: 48). Fakat iktidar arzuyu yaratır, bilgiyi üretir ve benliklerde çok daha

derinlere işlemektedir. Örneğin oluşturduğu kimlikler ve kişilikler üzerinden bireylerin hak ve taleplerini sunmalarını meşrulaştırmaktadır. Birey, iktidarın oluşturduğu dilin içinden

ona karşı direnç gösterebilir ve direnişte bulunabilmektedir. Foucault iktidarın olduğu her yerde bir direniş ve ya direniş imkanı olduğundan bahsetmektedir. Bu durumda birey için iktidarın dışında bir yaşam alanından söz edebilmek mümkün değildir. Foucaultcu bakış açısıyla iktidar, kurduğu ve oluşturduğu birey üzerinden işler ve bunu yaparken de bireylerin bedenlerine, söylemlerine ve gündelik yaşamlarının en ince detaylarına kadar

siner (Foucault, 2016: 64). Bedenin, politik alanın içine doğrudan dahil olmasını Foucault

İktidar ilişkileri bedene doğrudan müdahale eder. Onu kuşatır, damgalar( işaretler), eğitir, işkence eder, belirli görevleri yerine getirmesi, törenlere katılması ve etrafına bir takım işaretler göndermesi için onu zorlar1( Foucault, 1995: 25).

Bu konuda en belirgin örnek Foucault’nun Hapishanenin Doğuşu (2001) adlı kitabında bahsettiği, hapishanenin namuslu bireyler üretmekten ziyade yeni suçlular ve suça eğilimli insanlar ürettiğini söylemesidir. Çünkü iktidarın devamlılığını sağlaması için her an tehlike yaratılabilecek bir duruma ihtiyaç vardır. Bu durum güvenlik ihtiyacını

doğurmaktadır. İktidar bireylerin karşılaşabileceği tehlikeleri önlemek için çeşitli biçimlerde tedbirlere başvurmak ile hayatlar ve bedenler, kimlikler ve kişilikler kontrol altına alınmaktadır.

Foucault’ya göre beden; hem üretici bir beden, hem de tabii kılınmış bir beden olduğunda modern iktidar için kullanışlıdır (Butler, 2008: 276). Hapishane, okul ve kışla gibi kurumların varlığı iktidarın bir bedene nasıl etki ettiği ve onu nasıl harekete geçirdiğini açıkça bize göstermektedir. Bedenlerin iktidar tarafından kontrolü ve kullanılması, Foucault’ya göre bir yönetme sanatıdır. Modern toplumlarda bedenin kontrolü baskıcı iktidardan ziyade içselleştirilen normlar vasıtasıyla yapılır. Bu anlayış öz

yönetim kavramı ile açıklanır. Burada bireyi zorlayan ve baskılayan bir egemen değil bireyin isteyerek ve arzulayarak kısmen kendi iradesiyle kabullendiği bir iktidar söz konusudur. Foucault modern zamanların bu yeni yönetme sanatına yönetimsellik

(govermentality) adı verilmektedir.

1 Michel Foucault, Discipline and Punish: The Birth of the Prison, Çev. Alan Sheridan, NewYork, Vintage Books, 1995, s.25.

http://monoskop.org/images/4/43/Foucault_Michel_Discipline_and_Punish_The_Birth_of_the_Pris on_1977_1995.pdf,