• Sonuç bulunamadı

1908 Devrimi, modern Türkiye tarihinde ilk defa olarak meşruti monarşinin kurulduğu, hükümetin yalnızca halk tarafından seçilmiş bir meclise karşı sorumlu olduğu ve dolayısıyla mutlakıyetçi monarşinin ve mutlakıyetçi monarşiye hizmet eden sivil ve askeri bürokrasinin gücünün siyasal süreçten dışlanmaya çalışıldığı bir dönemdir.190 İttihad ve Terakki cemiyetinin itici güç olduğu bu dönemde tek hedef olarak belirlenen bu meşruti yönetim beraberinde bir dizi sorunları da getirmişti. Özellikle sevinç havası dağılmaya başlayınca İttihad ve Terakki üyeleri gerçeklerle yüzleşmeye başladılar. Şurası bir gerçekti ki cemiyet üyeleri amaçlarına ulaşmış ve meşruti yönetimi ilan ettirmeyi başarmışlardı ama ne önlerinde uygulayacakları bir program ne de kullanabilecekleri sivil bürokrasi vardı. Dönemin anlayışıyla “çoluk çocuk” olarak nitelendiriliyorlardı. Kadroları küçük rütbeli subaylardan ve kıdemsiz memurlardan oluşmakta olup, devlet adamlığı vasfını taşıyan, akîl bir üyeye bile sahip değildiler. Bu durumda cemiyet iktidarı bizzat ele al(a)madı. Açıkçası böyle bir durum cemiyetin siyaseten işine de geliyordu. Çünkü perde arkasından merkezi

189 Karal, a.g.e.,s. 40. 190 Kansu, a.g.e., s. 1.

iktidar üzerinde baskı oluşturup, istediklerini yaptırıyor fakat olumsuz bir durumda sorumluluktan kurtulmuş oluyorlardı. Her şeyden öte Mardin’in deyimiyle; derin bir fikri teoriden ve ideolojiden de mahrumdular.191 Bu sebeple amaç edindikleri meşrutî yönetim ilan edilince ilk dönemlerde tutarsız ve ne yapacağını bilmez bir politika izlemeye başlamışlardır. Bu sırada dış politikada ortaya çıkan bazı gelişmeler de bilinçli bir şekilde siyasi arka planda kalmayı isteyen cemiyeti sıkıntıya sokmuştu.

Meşrutiyetçilerin, Devr-i Sabık’a yönelttikleri en önemli eleştirilerden birisi devletin şerefini ve bütünlüğünü gerektiği gibi koruyamamasıydı. Meşrutiyet idaresi altında devletin büyük bir itibar kazanacağını ve bu şekilde var olmaya devam edeceği yolunda propaganda yürütülmekteydi. 1908’in hemen sonrasında iyimser beklenti doğrulanır gibi olmuştu. Büyük devletlerin Makedonya için öngördükleri programdan geri adım atılmış ve bu devletlere ait jandarmalar geri çekilmişti. Fakat çok geçemeden meydana gelen üç olay bu iyimser havayı dağıtmıştır. İlk olarak Bulgarlar 5 Ekim’de bağımsızlıklarını ilan ettiler. Ertesi gün Avusturya-Macaristan, Berlin Anlaşmasıyla hukuken Osmanlıya bağlı olan fakat yönetimi kendisine verilen Bosna-Hersek’i ilhak etmiştir. Yine 6 Ekim’de Girit Yunanistan’a bağlandığını açıklamıştır. Osmanlı devletinin tüm bu gelişmelere karşı tavrı protesto ve boykot olmuştur.

Dış politikada çıkan bu durumu fırsat bilen meşrutiyet muhalifleri ciddi bir propaganda hareketi başlatmışlardır. Halıcılar Camii müezzini olan Kör Ali, Fatih Camii’nde halka meşrutiyet karşıtı bir vaaz vermiş, yanında bulunanları coşturarak Yıldız Sarayı’na doğru yürüyüşe geçmiştir. “Padişahım çoban isteriz. Çobansız sürü olmaz, şeriat emrediyor. Meyhaneler kapanmalı, İslam kadınları açık saçık sokaklarda gezmemeli, tiyatrolar kapanmalı” gibi isteklerini dile getirerek yanında bulunan 50-60 kişilik grupla oradan ayrılmış fakat daha sonra tutuklanarak idama mahkûm edilmiştir.192 Yine 7 Ekim’de Üsküdar’daki Yeni Camii’nin imam vekili Abdülkadir, yeni düzende bidatların arttığını, inançlarda zayıflama olduğunu ileri sürerek, cemaatle birlikte sinema ve tiyatrolara saldırmış ve karagöz perdeleri

191 Şerif Mardin, Jön Türklerin Siyasi Fikirleri 1895-1908, İstanbul, 2007, s. 24. 192 Akşin, a.g.e., ss. 91-92.

yırtılmış ve seyirciler dağıtılmıştı. Polis olayları bastırarak Abdülkadir ile dört arkadaşını tutuklamıştır.

II. Meşrutiyet beraberinde siyasi, sosyal, ekonomik olarak birçok yenilikler getirmiştir. Bu yeniliklerin her birisi ayrı ayrı çalışma konusu olabilecek derecede geniş etki alanları yaratmıştır. İttihad ve Terakki cemiyetinin vaat ettiği hürriyet ortamı her şeyden önce tüm yasakların kaldırılmasını, ekonomik bağımsızlığı, adil yargılanmayı, toplumsal eşitliği, eğitim hakkını öngörüyordu. Bu sayılanları gerçekleştirmek isteyen cemiyet ileri gelenleri eğitim konusuna farklı bir önem atfediyorlardı. Eğitime böyle bir önem atfedilmesinin üç nedeni vardı. Birincisi, Devr-i Sabık olarak nitelendirdikleri istibdat döneminde en fazla eleştiri yönelttikleri alan eğitimdi. Eğitimin örgütlenişi, bütçesi, amacı, öğretmenleri, felsefesi, mekteplerin niceliksel ve niteliksel özellikleri kısacası tüm eğitim yapısını içine alan büyük bir hoşnutsuzluk ve eleştiri politikası yürütülmüştü. Ama artık eski dönem kapanmış ve insanlar II. Meşrutiyeti ilan ettirenlerden bu eleştirilen eğitim düzenin yapılandırılmasını ve değiştirilmesini istiyordu. Böyle bir zorunluluk hissedilmesi nedeniyle teşkilat yapısı başta olmak üzere İttihad ve Terakki cemiyeti eğitimin hemen her alanında bir faaliyete girişmiştir. İkinci neden ise cemiyet için daha hayati bir önem arz ediyordu. Rejimler kendilerini ayakta tutacak kadrolara ihtiyaç duydukları için süratle bu ihtiyacı giderecek insan yetiştirmek zorundadırlar. Aynı zorunluluk İttihad ve Terakki cemiyeti için de geçerliydi. Çünkü cemiyetin sayısı çok fazla olmayan genç subaylar ve kıdemsiz memurlardan başka dayanacağı bir kadrosu yoktu. Ayrıca II. Meşrutiyet’in ilanında halk desteği de yeteri kadar sağlanamamıştı. Her ne kadar İttihad ve Terakki cemiyeti meşrutiyeti ilan ettiren güç olarak görülüyorsa da, İmparatorluğun Anadolu ve Arap coğrafyasında yaşayan halkı II. Meşrutiyet’i padişahın bir lütfu olarak görmekteydi. Bu sıkıntının giderilmesi için halka ulaşılabilecek en kolay yol mektepler; dolayısıyla eğitimdi.

Bu sayılanların dışında üçüncü bir neden daha vardır ki o da, meşrutiyeti ilan ettiren kadronun birçoğunun başta Aydınlanma felsefesi olmak üzere, Fransız İhtilali’nin getirdiği evrensel değerleri algılayarak bu uğurda mücadele eden kimselerden oluşmasıdır. Bu aydın ve sivil bürokrasi mensupları hürriyet, adalet,

eşitlik gibi fikirleri Namık Kemal’lerden, Ziya Paşa’lardan ve hatta bizzat Avrupalı düşünürlerinden okumuş öğrenmiş kimselerdi.193 Görev yerleri itibariyle Rumeli’de bulunmaları, Avrupa’yı daha yakından tanımalarında önemli bir etken olmuştur. Hatta birçoğu özellikle Balkan Savaşları öncesi ve sonrasında Balkan Devletlerinin eğitim sayesinde başardıklarına bizzat şahit olmuşlardır. İşte bu nedenle devletin yıkılmaktan kurtulması için ihtiyacın eğitimli insan gücü olduğunun bilincindeydiler.

C- II. Meşrutiyet Döneminde Türk Eğitim Sistemindeki Gelişmeler:

Benzer Belgeler