• Sonuç bulunamadı

(http://gazetearsivi.milliyet.com.tr/GununYayinlari/QqUOoaKMPquL96vQCgaUQg_x3D__x3D_)

Gezmiş, Aslan ve İnan; Ankara 1 No.lu Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi tarafından yargılanmıştır. Yapılan yargılama sonucunda, eski haliyle Türkiye Cumhuriyeti "teşkilatı esasiye kanunun tamamını veya bir kısmını" ortadan kaldırma suçuna idam cezası öngören Türk Ceza Kanunu'nun 146'ncı maddesi uyarınca suçlu bulunmuş ve idam cezasına çarptırılmışlardır. Daha sonra idam kararı TBMM tarafından da onaylanmış ve 6 Mayıs 1972 tarihinde sabaha karşı idam edilmişlerdir (Sanal, 2018c).

Bülent Ecevit’e göre darbe Demirel’e karşı değil, iktidara yaklaşan ortanın soluna karşı yapılmıştır. İnönü’yse sağda kalmıştır. 5 Mayıs 1972’de yapılan 5. Olağanüstü Kurultay’da açıkça ‘ya ben ya o’ diyen İnönü, Parti’nin Ecevit’i seçmesiyle 33 yıldır sürdürdüğü genel başkanlık görevinden istifa etmiş ve 14 Mayıs’ta Ecevit bu göreve seçilmiştir (Akşin, 2015: 269). Bu değişiklikten sonra 14 Ekim 1973’te yapılan seçimlerde CHP, oyların %33’ünü alarak birinci parti çıkmış ancak tek başına hükümet kurmaya yeterli sayıda milletvekili çıkaramamıştır (Ertuğrul, 2009: 122). Başarısız birkaç koalisyon fikrinden sonra, ancak 26 Ocak 1974’te Ecevit’in başbakanlığında kurulan CHP-MSP (Milli Selamet Partisi) koalisyonu göreve başlamıştır (Ersel vd., 2003b: 342).

Bu dönemin en önemli ekonomik sorunu, 1973 petrol krizi olmuştur. Sanayileşmiş ülkelere bağımlı olan Türkiye piyasasında yokluklar başlamıştır. AP, “CHP demek; yokluk, yoksulluk, kuyruk demektir.” sözlerini bu dönemde sloganlaştırmıştır. 12 Mart döneminde ABD’nin isteğiyle yasaklanan haşhaş ekiminin serbest bırakılmasıyla da ABD askeri yardımı kesmiştir (Ertuğrul, 2009: 123).

Güney Kıbrıs’taki faşist darbeden sonra, Türk Silahlı Kuvvetleri 20 Temmuz 1974 günü uluslararası antlaşmalardan kaynaklanan haklarını kullanarak Kıbrıs’a çıkarma yapmıştır (1. Barış Harekatı). ABD bu tavra silah ambargosuyla karşılık vermiş, Türkiye’de yardımların kesilmesi durumunda ABD üslerinin kapatılacağı tehdidiyle misilleme yapmıştır (Koç, 2014: 44). 14 Ağustos’ta ise “Kızım Ayşe tatile çıkabilir” (Ertuğrul, 2009: 125) parolası ile 2. Barış Harekatı başlamış ve bugün Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) olan bölge kontrol altına alınmıştır (Akşin, 2015: 270). 1978 yılında ABD, Ecevit Hükümeti’ne üslerin yeniden açılması konusunda baskı yapmaya başlamıştır. Ecevit’in bu baskılara direnmesi sonucunda, hükümeti düşürme operasyonları başlatılmış ve iktidara, dışardan destekli Demirel azınlık hükümeti getirilmiştir (Koç, 2014: 46).

12 Eylül’e giden süreçte 24 Ocak kararları da oldukça önemlidir. İşçi-işveren ilişkilerinde ciddi bir sertleşmeye yol açmış, özel sektörde grevler, bazı kamu kuruluşlarında ise işçi çıkarma uygulamalarına karşı büyük direnişler gerçekleşmiştir (Koç, 2014: 46-47).

1970’lerde üniversite ve çevresinde sol ve sağ gençlik arasında şiddet olayları yeniden başlamıştır. Kanlı olaylar çıkmış ve faili meçhul cinayetlere kurban giden gençler olmuştur. Çoğu kez üniversite sorumluları, polis ve adliye bu olaylara karşı yeterince tepki gösterememişlerdir. DİSK (Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu)’in 1 Mayıs 1977 Taksim mitinginde kalabalığın üstüne faili meçhul bir yaylım ateşi açılmış, 34 kişi kurşun yarasıyla ya da ezilerek ölmüştür. 22 Aralık 1978 Maraş’ta patlak veren şiddet olayları -sağ-sol değil, Alevi-Sünni çatışmasıdır- önlenmediği ya da önlenemediği için bir iç savaş halini almıştır. 109 kişi ölmüş, 500 ev ve işyeri tahrip edilmiştir (Akşin, 2015: 271-272). 26 Aralık 1978 ile 11 Eylül 1980 tarihleri arasında çıkan olaylarda 3546 vatandaş ve 164 güvenlik görevlisi öldürülmüş, 10.417 kişi yaralanmıştır (Koç, 2014: 49).

Nisan 1980’de görev süresi dolan Fahri Korutürk’ün yerine, TBMM’nin 12 Eylül’e kadar bir cumhurbaşkanı seçememesi de Kenan Evren’in darbe gerekçesi olarak aldığı bir nokta (Akşin, 2015: 273) ve tabir-i caizse bardağı taşıran son damla olmuştur. 12 Eylül 1980’in erken saatlerinde Genelkurmay Başkanı Orgeneral

Evren’in önderliğinde Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) yönetime el koymuştur. Demirel, Ecevit, Erbakan ve Türkeş gözaltına alınmış, tüm ülkede sıkıyönetim ilan edilmiştir. Milli Güvenlik Konseyi (MGK)23 adlı cunta, yürütme ve yasama işlevlerinin tepesini

oluşturmuştur. (Akşin, 2015: 275). 70’ler boyunca yaşanan ekonomik, siyasi ve toplumsal gerilimlerin ve sınıf mücadelesinin bir sonucu olan 12 Eylül 1980 Darbesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin üçüncü darbesi olarak tarihe geçmiştir.

Kültürel Açılardan

Türkiye Cumhuriyeti’nin özellikle ilk 25 yılında, yani DP iktidarına kadar geçen sürecinde, kültür ve sanat politikaları devletin güdümü ve desteği altında gelişmiştir. Özellikle Atatürk döneminde kültür ve sanatın gelişmesine büyük önem verilmiş, İnönü de bu tavrı devam ettirmiştir. Ancak DP iktidarı ile birlikte kültür ve sanat politikaları geri plana atılmıştır. Bu dönemden sonra bireysel çabalar, sanatçı toplulukları, özel kuruluşlar Türkiye sanat piyasasında etkinliklerini arttırmışlardır. Devlet güdümünden sıyrılan sanat da yer yer politize bir hale gelmiştir.

Genel Kültür ve Eğitim

Atatürk, çağdaşlaşmanın ancak akıl ve bilimi rehber edinilerek sağlanacağına inanmış ve toplumu bu yönde motive etmiştir. “Bir millet sanata ehemmiyet vermedikçe büyük bir felakete mahkumdur.” sözüyle önemli atılımlar yapmıştır. Bu dönemin kültür-sanat politikaları hem halktan destek görmüş hem de uluslararası arenada takdir toplamıştır (Erbay ve Erbay, 2006: 57-58). TBMM’nin kuruluşundan itibaren kültür ve sanat, devlet programlarının içinde yer almıştır. Örneğin; 09.05.1920 tarihli, toplamı dört buçuk sayfa olan TBMM programının beşte biri eğitim ve kültür işlerine ayrılmıştır (Erbay ve Erbay, 2006: 59). 1920 sonrası ekonominin durumu da maalesef ki parlak değildir. Cumhuriyet; Kurtuluş Savaşı’ndan yeni çıkmış, Osmanlı Devleti’nden kalan borçlarla yıpranmış, sanayisi neredeyse olmayan ve tarımı da sekteye uğramış olan yeni bir devlettir. Buna karşın, tüm ekonomik olumsuzluklara

23 MGK; Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin

Ersin, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tahsin Şahinkaya, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Nejat Tümer ve Jandarma Genel Komutanı Sedat Celasun’dan oluşmaktaydı (Akşin, 2015: 275).

rağmen sanatsal etkinliklerle ilgili harcamaların karşılanmasında, devletin parasal destekleri önemli yer tutmuştur. Örneğin; devlet, uzman kişilere düzenlettiği raporlar ve projelerle desteğini yönlendirmiş ve düzenlediği yarışmalarla da sanatçılara finansal destek sağlamıştır (Erbay ve Erbay, 2006: 67,70).

Atatürk döneminde kültür ve eğitim alanındaki önemli bir uygulama halkevleri ve halkodalarıdır. 10 Nisan 1931’de Türk Ocakları’nın olağanüstü kurultayı örgütü dağıtma kararı almıştır. Bu karar sonrası CHP’ye devredilen ocaklar 19 Şubat 1932’de halkevleri ve halkodaları olarak açılmıştır. 1950 yılına gelindiğinde Türkiye’de 478 halkevi, 4322 halkodası kurulmuştur. Halkevleri ve halkodaları aydınlanma hareketini taşraya yayan merkezler olmuşlardır (Akşin, 2015: 205-206). Ancak 1951’de bütün halkodaları ve halkevleri, taşınır ve taşınmaz mal yığını halinde hazineye intikal ettirilmiştir (Akşin, 2015: 250).