• Sonuç bulunamadı

Maslahatın Gerçekleştirilmesine Yönelik Fetvâ

Belgede İslam Hukukunda fetva (sayfa 119-122)

4.3. FETVÂNIN DEĞİŞMESİ

4.3.1. Maslahatın Gerçekleştirilmesine Yönelik Fetvâ

Hz. Peygamber (a.s) fıtır sadakasını veriyor ve onun bayram günü sabah namazından sonra, bayram namazından önce verilmesini emrediyordu."428 Toplumun hacminin küçük olması, halkın birbirini tanıması, ihtiyaç sahiplerinin bilinmesi ve evlerinin yakın olması gibi gerekçelerle ona lâyık olan kimselere çıkarıp ulaştırmak için zaman yeterli idi ve bunda herhangi bir problem de yoktu.

Fakat daha Sahâbe asrında, toplum genişleyip, evler uzaklaşıp, fertler çoğalıp da araya yeni unsurlar girince fıtır sadakasını verebilmek için sabah namazıyla bayram namazı arasındaki bu vakit yeterli gelmemeye başladı. İşte Sahâbenin fikhın inceliklerini kavramış olmaları sebebiyle, onu bayramdan bir veya iki gün önce vermeye başlamışlardı.429 Müçtehit fakihlerden kendilerine uyulan imamlar devrinde ise toplum daha da genişledi ve zorluklar biraz daha artmış oldu. Bu sebeble Hanbelî       

425

 Prof. Dr. Hayreddin Karaman, İslâm Hukukunda İçtihad, DİB, Ankara 1975, s. 58.  

426 Muhammed Ebû Zehra, Ahvâlü’ş şahsiyye, Dâru’l fikril arabiyyi, Kâhire 2005, s. 11  427 Mâide, 5/69.

428 Buhârî, Zekât, 76; Malik, Muvatta, Zekât, 29. 429 Buhârî, Zekât, 77.

mezhebinde olduğu gibi Ramazan’ın yarısından, hatta Şâfîi mezhebinde olduğu gibi, Ramazan’ın başından itibaren verilmesini câiz gördüler.

Yine sünnette belirtilen yiyecekler üzerinde takılıp kalmayıp, her bölgenin genelinde yediklerini onlar üzerine kıyas ettiler ve onlardan da vermeyi câiz gördüler. Dahası onlardan bazıları, özellikle fakir için daha faydalı olduğunda sadaka yerine onun kıymetinin verilmesinin caiz olduğunu da ilave ettiler. Bunlar ise Ebû Hanîfe ve ashabıdır. Çünkü sadakadan maksat böylesi kutsal bir günde fakirlerin ihtiyaçlarını gidermektir. Bu ise yiyecekle telâfi edilebildiği gibi, onun değerini vermekle de gerçekleşebilir.430

Yine bunun gibi, İslâm bilginleri, “Zamanın değişmesi ile hükümlerin değişebileceği inkâr edilemez.”431 Genel kuralını buna dayandırmışlardır. Bu kâidenin örneklerinden biri, Hz. Ömer’in, zekât gelirlerinden “müellefe-i kulûb”un hisselerini kaldırdığı, rivâyetidir. Bunlar, “Sadakalar, yalnız fakirlere, yoksullara, tahsildarlarına, kalbleri İslâm'a ısındırılmak istenenlere, âzad edilecek esirlere, borçlulara, Allah yolunda olanlara ve yolda kalanlaradır..”432 âyetine uyarak, Rasûlullah'ın (s.a.v.), imanları zayıf olduğu için gönüllerini İslâm'a ısındırmak için kendilerine zekât mallarından hisse verdiği kimselerdi. Hz. Ömer bu hisseyi kaldırma düşüncesini, illetin yokluğuna dayandırmıştır. İllet, İslâm'ın ilk dönemlerinde, İslâm’a yardım etmek idi. Hâlbuki Hz. Ömer zamanında İslâm devleti kuvvet kazanınca, artık sözü edilen illet ortadan kalkmıştır.433

Kaybolmuş develer hakkında soru soran bir kişiye Hz. Peygamber (sav) şöyle demiştir: “Deveyle senin ne işin var. Onun su deposu gibi bir yeri ve sağlam ayakları vardır. Sahibi onu buluncaya kadar suya da gelir, otunu da bulur.” Bu cevaptan anlaşıldığına göre, Hz. Peygamber, kayıp develerin yakalanıp alıkonmasını yasaklamış bulunuyordu. Hz. Ömer devrinde de durum böyle devam etti. Hz. Osman, hilafeti zamanında ahlak bozulmaya yüz tuttu. Bu sebeple, serbest dolaşan kayıp develerin, haksız olarak el konup zayî olacağını düşünerek, bunların ilan       

430

 Kardâvî, Sünneti Anlamada Yöntem, (çev: Bünyamin Erul), Dâru’l vefâ, Mısır 1990, s. 211.  

431 Ali Himmet Berki, Mecelle, 39, s. 22. 432Tevbe, 9 / 61.

edildikten sonra satılmasını ön görmüşlerdir. Sahibi çıkınca parasının ona verilmesini emretti. Hz Ali kendi döneminde kayıp develerin serbest bırakılmaması içtihadında Hz. Osman'a uymuştur. Bunların satılması, deve sahibinin aleyhine olabileceği için önlemiştir. Bunlar için bir ahır yaptırmış, sahipleri bulununcaya kadar masraflarının beytülmalden karşılanmasını emretmiştir. Hz. Osman ve Ali, şartların değişmesiyle kayıp develerin serbest bırakılması hükmünde değişiklik yaparak, onların satılması

veya Beytül maldan beslenmesi yolunu tercih etmişlerdir.434 Hz. Ömer (r.a)’in halifeliği döneminde Suriye, Irak ve diğer ülkeler

fethedildiği zaman bütün ashap bu ülkeler arazisinin beşte biri çıkarıldıktan sonra geriye kalan beşte dördünün askerlere dağıtılmasının gerektiği görüşünde idiler. Ashab bu görüşlerinde Kur’ân’a ve Sünnet’e dayanıyorlardı. “Bilin ki, ele geçirdiğiniz ganimetlerin beşte biri Allah’a, Peygambere, onun yakınlarına, öksüzlere, yoksullara ve yolcuya âittir.”435 Yani beşte dördü de savaşan askerlerindir. Hz. Peygamber (s.a) de Hayber'i aldığı zaman arazisinin beşte birini çıkardıktan sonra, gerisini askerlere dağıtımıştı. Fakat Hz. Ömer (r.a) görüşü böyle değildi. Bazı sahâbeler, arazinin âyette belirtilen şekliyle ve Rasûlüllâh’ın yaptığı gibi yapılmasını istemiş, Hz Ömer’e karşı çıkmışlardı. O şöyle demişti: “Bizden sonraki müslümanlar, gözlerini hayata açtıkılarında araziyi dağıtılmış ve babalarından miras olarak gelip belli kişilerin tekeline girmiş ve sınırlandırılmış görünce ne yapacaklardır.”? Hayır hayır! Sizin bu görüşünüz görüş değil! “Hz. Ömer (r.a) , bu arazinin eski sahipleri elinde haraç karşılığında bırakılmasını uygun görüyordu ki, bu haraçlar her devirde ve dünya kaldıkça devletin gerekli masrafları için bir kaynağı olsun.

Ebû Yûsuf, Hz Ömer’in Kur’âdan ilham alarak, araziyi ganimet olarak dağıtmaktan çekinmesini, Allah’ın kendisine verdiği büyük bir başarı ve İslâm’a yapılmış büyük bir hizmet olarak görmüştür. Ona göre, Hz. Peygamber (s.a)

      

434Bâcî, el-Müntekâ şerhü Muvatta, Mısır 1331, VI. 142; Kardâvî, Sünneti Anlamada Yöntem, (çev:

Hanifi Akın), Nidâ Yay., İstanbul 2008, s. 314; Muvatta, Akdiye, 20. 

dönemindeki şartlar değişmiş ve Hz. Ömer’in bu tasarrufu, İslâmın genel yararına uygun düşmüştür.”436

Hz. Osman (r.a) Kur’ân-ı Kerîm’i bir harf (lehçe) üzere yazıp, çoğaltarak bölgelere gönderip diğer mushafı imha etti. Cuma namazı için ilk ezanı ilave etti. Ölüm hastalığında hanımını mirastan mahrum etmek amacıyla üç talakla boşayan kocanın, bu niyetini aleyhine çevirerek hanımını ona varis kıldı. Ve buna “Firar talakı/Talâkı fâr” adını verdi.437

Belgede İslam Hukukunda fetva (sayfa 119-122)

Benzer Belgeler