• Sonuç bulunamadı

Marksist bakış açısı eleştirel yaklaşım biçimlerinin de temelini oluşturmaktadır.

Kitle iletişim sürecini, toplumsal ekonomik yapı, dil ve bireyin ruhsal yapısı gibi

daha genel sorunlarla ilişkilendirerek inceleyen131 eleştirel yaklaşıma göre medya bir

yandan iktidar sahibi kişi ve kurumların anlamlarını, dünya görüşlerini sunarken, diğer yandan bu görüşleri doğallaştırıyor ve var olan iktidar yapılarına bir meşruiyet kazandırıyor. Başka deyişle, medya eşit olmayan iktidar ilişkilerinin sürmesine hizmet ediyor.132

      

130 Haralambos and Holborn, a. g. e., s. 937.

131 Dilek Evirgen, Televizyon Haberlerinde Söylem, Gazi Üniv. Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2001, s. 42. 132 Ayşe İnal, Medyanın Etkisi Sorunsalına Başka Bir Bakış, Sevda Alankuş (der.), Medya ve Toplum,

Medya etkilerinin güçlü olduğunu varsayan Eleştirel İletişim Yaklaşımları'nın ortak noktası, tüm toplumsal ilişkilerin ve iletişim ilişkilerinin aynı zamanda erk ilişkileri olduğu, bu erk ilişkilerinin de karmaşık bir toplumsal örüntü bağlamında tahakküm biçimini aldığı varsayımıdır. Yani eleştirel çalışmalarda "toplumsal

bütünleşme" açık ve seçik biçimde toplumsal denetim olarak yeniden tanımlanır.133

Marksist teoriler çoğulculara sert bir şekilde karşı çıkmaktadırlar. Karl Marx,

“Her çağda yönetici fikirler yönetici sınıfınındır.” der.134 Çağdaş Marksistler medyanın,

yönetici sınıfların egemenliklerini sürdürebilmenin araçları olduklarına inanmaktadır.

Marksistler, yönetici fikirlerin özellikle reklamlarda çok belirgin olarak ortaya çıktıklarını tartışmaktadırlar.

Politik olarak “yönetici fikirler” bazı olasılıkları çıkartarak ve “genel kanaat” haline gelen diğerlerini de normalleştirerek gündemi oluştururlar. Yönetici fikirler bizim dünya hakkında edindiğimiz bilgiyi kontrol eder ve aktivitelerimizi bile şekillendirir. İşte Marksistler bunun çoğunlukla yönetici sınıfın, üyelerinin kendi fikirlerini “normal” olarak sunmalarını mümkün kılan kaynaklara ulaşabilmesinden dolayı olduğunu iddia etmektedir. Medya mesajlarında çarpıcı bir şekilde az çeşitlilik olduğunu, farklı medya kaynağı ve medya mesajı olduğu görünmesine rağmen, gerçekte merkezi bir sahipliğin var olduğunu, çok büyük olan birkaç medya kuruluşunun çoğu medyayı ve endüstriyi kontrol ettiklerini ifade etmektedirler. Yani büyük medya kuruluşlarını tekel oluşturarak genel anlamda iletişim araçlarını ve kapitalist ekonominin pek çok sektöründe faaaliyet gösterdiklerinden de endüstriyi de kontrol ettiklerini belirtmektedirler.

Pek çok Marksist’e göre, medya içerik ve etkilerini dikte eden “kapitalizm mantığı”dır. Fakir ve güçsüzler geniş kapitalist kuruluşlar için karlı bir pazar değildir

ve bu yüzden büyük oranda göz ardı edilmektedirler.135

      

İstanbul: Bia Yayınları, 2003, s. 62.

133 Erol Mutlu, İletişim Sözlüğü, Ankara: Gündoğan Yayınları, 2004, s. 85. 134 Haralambos and Holborn, a. g. e., s. 937.

Kısacası Marksistlere göre medya, mesajları, kapitalist ilişkiler sürecine ve çıkarlara uygun olarak üretmekte ve bu doğrultuda kontrol etmektedir.

Marksist bakış açısı, genellikle medya sahipliğine odaklanması, sosyal ve politik etki yerine pazar payı ve karlılığın temel ilgi olarak seçilmesi açısından eleştirilmektedir.

Çoğulcu teorilere göre ise medya içeriği çoğunlukla yönetici fikirler ve ekonomik gücü elinde bulunduranlardan çok, pazar talebi yani izleyici ve dinleyiciler tarafından dikte edilmektedir. Böylece, medya ürününün belirlenmesinde sahiplikten

daha çok “kontrol” önemli bir faktör olmaktadır.136

Temsil, tasvir kavramı medyanın dünya ile ilgili anlamları oluşturduğunu en güzel şekilde açıklar. Medya, dünyayı yeniden tanımlar ve böylece kitlelerin bunu belirli yollardan anlamalarına, sezmelerine yardımcı olur. Temsilin, sunumun, tasvirin dinleyici ya da izleyiciler açısından anlamlı olabilmesi için ortak kabul edilen, paylaşılan insan topluluğuna, durumlara, fikirlere ve değerlere ihtiyaç vardır. Bu temsil ve tasvir sürecinde üretilen fikir ve anlamları yeniden düşünmek ve incelemek gerekir. Bilinen veya baskın imajlar ve fikirler aracılığıyla sunulan, bir bilinen ortak yaşam olabilir; fakat bu tasvir ya da sunumların nasıl yorumlanacağı hakkında bazen çok az bir toplumsal uzlaşı ve daima alternatif sunumlar vardır.

Bu durumda sorulması gereken soru ne tür sunumların ya da tasvirlerin medyada görüldüğüdür. Bunu açıklamaya çalışan pek çok model ve teori üretilmiştir. Marxist teori bunu hegemonya kavramı çerçevesinde açıklamaya çalışır. Buna göre, sosyal gruplar arasında güç açısından köklü eşitsizlikler vardır. En çok güce sahip olan gruplar, temelde, güç kullanmaktan çok, kültürel olarak kendi etkilerini uygulayabilmektedirler. Marxist yazarlar bu kavram temelinde yönetici kapitalist sınıfın kendi ekonomik çıkarlarını korumaya çalıştıklarını açıklamışlardır.

Marksist teoriye göre, hegemonya, eğitim kurumları ve aile gibi sosyal kurumlar,       

medya sunumları da dahil, günlük kültürel yaşam süresince oluşan popüler anlaşmaların

kazanımlarını tanımlamaktadır.137

Hegemonya’nın nasıl başarılı olduğunu anlayabilmek için “ideoloji” kavramını düşünmek ve incelemek gerekir.

İdeoloji karmaşık bir kavram fakat genel ifadeyle, gerçeğin kısmi ve seçici bir bakış açısını üreten fikirleri açıklar. Bu diğer yandan, toplumdaki güçle ilgili çıkarlara hizmet eder. Kökünü 19. yy.’daki mal mülk sahibi sınıfların, sınıf ilişkileri üretimini doğal olarak sunan; böylece kendi zenginlik ve ayrıcalıklarını savunan fikirlerle yönetebildiklerini ifade eden Karl Marx’ın yazılarından alır. Bu fikirler, sosyal bilginin bütün alanlarında bulunabilir, örneğin din gibi: tanrının iradesiyle bazı uluslar zengin doğmuştur; fakir olarak doğan diğer uluslar da sonraki yaşamda ödüllendirileceklerdir. Böylece ulusun ideolojisi, sık sık “genel kanaat” olarak görülebilecek, meşrulaştırıcı veya belirli sosyal eşitsizlik yapılarını yaygın olarak kabul edilebilir hale getiren bazı fikir ve inançların tutulmasını, sahip olunmasını zorunlu kılmaktadır. Bu şekilde ideolojiler toplumda var olan gerçek suistimal ve baskıcı yapıyı gizleyebilir,

dönüştürebilir veya tamamen ortadan kaldırabilir.138

İdeolojiler, kültürel fenomenleri açıklayan ve sunan sembolik kodlar sayesinde işlerler.139

Marxist ve modern yazarlar, bütün inanç sistemlerinin ve dünya görüşlerinin “ideolojik” olarak düşünüldüğü fikrine adapte oldular ve bunu geliştirdiler. Bazı fikir ve inançlar daha “doğal” ve “inandırıcı” görünmesine rağmen, sunumların ya da tasvirlerin gerçekleştiğini ölçecek kesin bir doğru yoktur. Medya sunumlarını analiz edenleri ilgilendiren şey, kimin ideolojik bakış açısının imtiyazlı olduğu ve bunun nasıl gerçekleştiğidir. Bu da güç eşitsizliği konusunu açığa çıkarır. Marxistler sosyal sınıf farklılıklarına vurgu yaparken, diğerleri gittikçe cinsiyet ve ırksal eşitsizliklere vurgu       

137 Tim O’Sullivan, Brian Dutton and Phillip Rayner, Studying The Media, 3. bs., Arnold: London, 2003, s. 69.

138 O’Sullivan, Dutton and Rayner, a. g. e., s. 70. 139 O’Sullivan, Dutton and Rayner, a. g. e., s. 74.

yapmaktadır. Üzerinde anlaşılan nokta anlam üretiminin sürekli yapıldığı alan olarak popüler kültür ve özellikle medya çıktılarıdır. Buna göre medyanın rolü:

• Baskın ideolojileri yaymak ve güçlendirmek veya

• (daha az sıklıkla) bu gibi ideolojileri yıpratmak veya yıkmak, olarak görülebilir.140

Benzer Belgeler