• Sonuç bulunamadı

Malda Muhtaç ve Yoksulun Hakkı

Belgede ZÂRİYÂT SÛRESİ TEFSİRİ (sayfa 95-98)

C. MÜTTAKÎLERİN MÜKÂFÂTI VE VASIFLARI

1. Müttakîlerin Vasıfları

1.3. Malda Muhtaç ve Yoksulun Hakkı

Allah Teâlâ’nın “Onların mallarında muhtaç ve yoksullar için bir hak vardı”

buyruğunda, bazı müfessirlerin, burada ‘bir hak’ ile ne kastedildiği hususunda iki görüş ileri sürdüğü görülmektedir. Bu konuda izahlar şöyle yapılmıştır:

480 Süyûtî, a.g.e., XIII, s. 670.

481 el-Bursevî, a.g.e., IX, s. 154.

482 İbn Kesîr, a.g.e., XIII, s. 213.

483 Âl-i İmrân, 3/17.

484 İbn Kesîr, a.g.e., XIII, s. 213.

485 el-Buhârî, Kitâbu’s-Selat, 1145.

486 es-Sâbûnî, a.g.e., I, s. 190.

84 Birincisi: Muhammed b. Sîrîn, Katâda ve İbn Ebî Meryem’e göre âyette geçen ifadeden maksat zekâttır.487 İbnü’l-Arabî de bu görüşün kuvvetli olduğunu söylemiştir.488 Zira Cenab-ı Hak Meâric Sûresi’nde ِمو ُرْحَمْلا َو ِلِئاَّسلِ ل ٌموُلْعَّم ٌّقَح ْمِهِلا َوْم َأ يِف َو “Onlar ki, mallarında bilinen bir hak vardır: Dilenene ve yoksula”489 diye buyurmaktadır. Kurtubî’ye göre ٌّقَح ٌموُلْعَّم ‘belli hak’; şeriatın, miktarını, türünü ve zamanını belirlemiş olduğu zekattır. Zekâtın dışındaki sadakalar ise belirlenmiş değildir; çünkü bu hakkın miktarı, cinsi belli olmadığı gibi; vakti de belirlenmemiştir.490 ez-Zuhaylî de âyette geçen ‘bir hak’ kelimesinin ‘zekât’

olarak anlaşılmasının doğru ve cumhurun görüşü olduğu açıklamasında bulunmaktadır.491 Diğer bir görüşe göre bu sûrede, zengin mü’minlerin mallarında fakirlere belli bir pay bulunduğunun yani onların, fakirlere muayyen miktarda muavenet ettiklerinin belirtilmesi, zekâtın Medine’de değil, tâ ilk Mekke yıllarında farz kılındığını göstermektedir.492 Malın bir miktarını fakirlere vermek şeklindeki sadakanın (zekât) Mekke devrinin ilk yıllarından beri farz olduğu da söylenmiştir.493 Üstelik bunun, eskiden beri Arap toplumunda var olduğunu, Kur’ân-ı Kerîm’in bazı âyetleri kanıtlamaktadır.

Ancak bu miktar, Medine devrinde Hz. Peygamber (s.a.v)’in tatbikatıyle açıklığa kavuşturulmuştur.494

İkincisi: Rivayet olunduğuna göre buyrukta geçen ‘bir hak’ kelimesinden maksad zekat değil, belki ‘bol bir nasip’ diye tefsir edilmiştir. Çünkü bu sûrenin Mekkî ve zekatın Medine’de farz kılınmış olması dolayısıyladır.495 Bu hususta, İbn Abbas âyeti açıklarken

“Bu zekât dışında olan bir haktır. Kişi bu hakkı vererek akrabalık bağlarını güçlendirir, misafirini ağırlar veya yoksul olan birine yardım eder” demiştir. Ayrıca İbn Ebî Şeybe’nin söylediğine göre İbrahim âyeti, “Öncekiler mallarında zekât dışında verilmesi gereken bazı haklar olduğunu düşünürlerdi” şeklinde izah etmiştir.496 Bursevî de Cenab-ı Hakk’ın bu âyette yardıma muhtaç diğer insanları saymaksızın ‘dilenci ve yoksulu’ beyan etmesinin sebebini; Rasûlullah (s.a.v)’in: “kuşkusuz ki zekât dışında da malda bir hak

487 el-Mâverdî, a.g.e. V, s. 366.

488 İbnü’l-Arabî, Ebî Bekr Muhammed b. Abdillah, Ahkâmü’l-Kur’ân, IV, 3.b., Dârül-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1424/2002, s. 166.

489 Meâric, 70/24-25.

490 el-Kurtubî, a.g.e., XVII, s. 38.

491 ez-Zuhaylî, a.g.e., XIV, s. 19.

492 Ateş, Süleyman, Kur’ân-ı Kerîm Tefsîri, V, Milliyet Y., İstanbul, 2000, s. 2524.

493 Havvâ Said, a.g.e., XIV, 158.

494 Ateş, Süleyman, a.g.e, VI, s. 2524.

495 Elmalılı, a.g.e., VII, s. 256.

496 Süyûtî, a.g.e., XIII, s. 674.

85 vardır”497 buyurduğu üzere, bundan kastedilenin, farz olan zekâtın dışındaki nâfile sadakayı belirtmek içindir, diye açıklamıştır.498 İbn Kesîr ise âyette geçen ‘bir hak’

ifadesini “dilenen ve yoksullar için ayırdıkları miktarı belli bir pay” diye açıklamıştır.499 Mevdûdî, mezkûr ifadeyle şer’an farz olan zekâtın kastedilmediğini ve aksine bu zekât verildikten sonra gücü yeten bir mü’minin şeriatın mecbur kılmasının dışında, kendi malı içinde duyduğu ve gönülden vermeyi arzu ettiği bir hak olarak nitelendirmektedir.500

Allah Teâlâ’nın hitabında ‘muhtaç’ ve ‘yoksul’ diye çevirdiğimiz sâil ve mahrûm kelimelerinin anlamı hakkında değişik yorumlar yapılmıştır. Yaygın olarak İbn Abbas, Said b. el-Müseyyib ve başkalarının yorumlarına göre sâil, fakirliğinden ötürü insanlardan dilenen kimsedir.501

Mahrûm sözcüğü ise iki şekilde açıklanmıştır:

Birincisi: Zorunlu olarak istemeyen; doğadaki insan dışı, bakıma muhtaç olan canlılar olduğu söylenmektedir. Elbette ki insan bu canlılar için de hak olduğunu bilmeli ve onların haklarını ödemelidir.502 Nitekim, Yüce Allah Tâhâ Sûresi’nde ْمُکَماَعْنَا ا ْوَع ْرا َو اوُلُک

“Yiyiniz ve hayvanlarınızı otlatınız”503 diye buyurmuştur. Ayrıca Resulûllah (s.a.v) bir hadis-i şerifinde şöyle buyurmuştur: ٌر ْجَا ی َرَح دَبَک ِ لُکِل “Ciğer taşıyan her mahlukattan ötürü bir ecir vardır.”504 Bir başka rivâyette ise, Ömer b. Abdu’l-Aziz Mekke’ye giderken yolda bir köpek yanına gelmiş. Ömer (r.a) da bir koyunun kolunu alarak onu köpeğe atmış ve mahrûm (yoksul)un bu olduğunu söylerler, demiştir.505

İkincisi: İffetinden dolayı istemeyen, kimseye derdini açmayan, ihtiyaçlarını bildirmeyen kimselerdir. Bu açıklama, Katâde ve ez-Zührî’nin görüşüdür.506 Bu konuda, Ebû Hureyre’den gelen rivâyete göre Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Miskin bir ve iki hurma, bir ve iki yiyeceğin savuşturduğu kişi değildir. Denildi ki: “O halde

497 Tirmizî, Kitâbu’z-Zekât, 665.

498 el-Bursevî, a.g.e., IX, s. 156.

499 İbn Kesîr, a.g.e., XIII, s. 214.

500 el-Mevdûdî, a.g.e., V, s. 505.

501 el-Kurtubî, a.g.e., XVII, s. 38.

502 Yılmaz Hakkı, Nüzul Sırasına Göre Tebyînü’l-Kur’ân İşte Kur’ân, VII, 1.b., İşaret Y., İstanbul, 2009, s. 24. Ayrıca bkz: er-Râzî, a.g.e., XXVIII, s. 206.

503 Tâhâ, 20/54.

504 el-Buhârî, Musâkât, 6009.

505 İbn ‘Atiyye, a.g.e., VIII, s. 68; el-Kurtubî, a.g.e., XVII, s. 38.

506 İbn Kesîr, a.g.e., XIII, s. 214.

86 kimdir miskin?” Peygamber (s.a.v) de “Miskin, kendisini ihtiyaçtan kurtaracak hiçbir şey bulamayan, bununla birlikte fark edilmediği için de kendisine tasaddukta bulunulmayan kimsedir. İşte âyetteki ‘mahrûm’ budur. buyurmuşlardır.507

Kurtubî, ‘mahrum’ ifadesini, “maldan yana mahrumiyet içerisinde olan kimseye denir” diye açıklamıştır.508 Taberî’nin bildirdiğine göre İbn Abbas’a mahrûm olan kişinin kim olduğu sorulunca: “Mahrûm olan kişi İslam’da kendisine ait ayrılmış payı (maaşı) olmayan kişidir” diye cevap vermiştir.509 İbn Vehb, Mâlik’ten şöyle dediğini rivayet etmektedir: Yoksul, rızıktan mahrum bırakılan kimsedir. Kurtubî, bunun güzel bir açıklama olduğunu ve bütün görüşleri kapsadığını da söylemiştir.510 Taberî ise, “mahrum hangi sebepten nâşi olursa olsun hiçbir malı bulunmayan ve malı tamamen gitmiş olan kimsedir” diye açıklamıştır. Elde edebilmek gücünün bulunup bulunmaması ile malının yahut mahsulünün bir afet ve benzeri bir sebep dolayısıyla telef olmuş olması da fark etmez, şeklinde yorumlamıştır.511

20. Yeryüzünde gerçekten yakîn ehli için âyetler vardır, 21. Kendi nefislerinizde de, görmüyor musunuz? 22. Gökte de sizin rızkınız ve size vâdedilen şeyler vardır, 23.

Göğün ve yerin Rabbine and olsun ki, o sizin konuşmanız gibi haktır.

3. İçerdiği Konular ve Tefsiri

Bu âyetlerde Allah Teâlâ, insanların doğruyu bilmeden inanmamalarını, kesinlikle etrafındaki âyetleri de dikkete alarak bir kanaat sahibi olmalarını istemektedir. Bilindiği gibi, Kur’ân-ı Kerim hem âfâk (dış dünya, görünen evren) hemde enfüsteki (iç dünya,

507 Ebû Dâvûd, Kitâbu’z-Zekât, 23, (hadis no 1632).

508 el-Kurtubî, a.g.e., XVII, s. 38.

509 et-Taberî, a.g.e., XXI, s. 511.

510 el-Kurtubî, a.g.e., XVII, s. 38.

511 et-Taberî, a.g.e., XXI, s. 511.

Belgede ZÂRİYÂT SÛRESİ TEFSİRİ (sayfa 95-98)