• Sonuç bulunamadı

Mûsâ (a.s)’a Sihirbaz ve Mecnun İthamı

Belgede ZÂRİYÂT SÛRESİ TEFSİRİ (sayfa 127-130)

G. GEÇMİŞ ÜMMETLERDEN İBRETLER

1. Mûsâ (a.s)’a Sihirbaz ve Mecnun İthamı

Sûre’nin bu kısmında, tarihsel gerçekliği dünyanın neredeyse tüm insanlar tarafından malum olan Hz. Mûsâ (a.s) ve Firavun arasındaki mücadeleye kısaca temas ederek, gerek o dönemin Mekkelilerine, gerekse tüm zamanların insanlarına şöyle bir hatırlatma gerekmektedir: “Mûsâ’da da (dersler ve ibretler vardır). Onu âşikâr bir hüccetle Firavun’a gönderdik”.

Âyette geçen “Mûsâ’da da” ifadesinin üzerine Nesefî şöyle demektedir: “Yüce Allah’ın “Yeryüzünde gerçekten yakîn ehli için âyetler vardır.” hitabına, yahut Allah Teâlâ’nın “orada (beldelerde), bir alâmet bıraktık” buyruğuna atfedilmiştir.”743 Lâkin, Ebû Hayyân’ın söylediğine göre Zemahşerî ile İbn ‘Atiyye, “Mûsâ’da da” ifadesinin

“Yeryüzünde gerçekten yakîn ehli için âyetler vardır.” cümlesine atıf olduğunu uzak görmüşlerdir.744 er-Râzî de, bu âyet çok önce zikredildiği için ve aralarında bir bağ olmadığı için, uzak bir izahtır, diye açıklamıştır.745

ez-Zemahşerî’ye göre mezkûr ifade “orada (beldelerde), bir alâmet bıraktık”

cümlesine atıf olursa, takdiri şöyle olmaktadır: “Biz Mûsâ (a.s)’ın Firavun’a gönderilme hâdisesinde ve onun kavminin, peşlerine düşen Firavun’dan ve buğulmaktan

743 en-Nesefî, a.g.e., III, s. 377.

744 Ebû Hayyân, a.g.e., V, s. 137.

745 er-Râzî, a.g.e., XXVIII, s. 219.

116 kurtulmasında ibretler kıldık.” Buna göre atıf, tıpkı şu cümleyi söyleyen kimsenin yaptığı atfa benzemektedir: “Ona (hayvana) saman ve soğuk su yedirdim” Hâlbuki bunun asıl manası, “Ona saman yedirdim ve soğuk su içirdim” şeklinde olmaktadır.746

“Onu âşikâr bir hüccetle Firavun’a gönderdik.” cümlesini Beydâvî, “O da asa ve beyaz el mucizeleridir.” şeklinde açıklamıştır.747 Kurtubî de, “Asa ve onun dışındaki diğer mucizelerdir” diye yorumlamıştır.748 İbn Kesîr ise bu hususta şöyle söylemektedir: “Yani biz Mûsâ’yı, göz kamaştırıcı bir delil ve kesin hüccet ile Firavun’a göderdik, demektir.”749

Otuz dokuzuncu âyette geçen ِهِنْك ُرِب ىَّل َوَتَف “Fir’avn, bütün ordusu ile yüz çevirdi.”

ifadesindeki ىَّلَوَت fiili “Allah’ın emrinden yüz çevirmek ve yana dönmek” demektir.750

“Rükn” kelimesi de “uç ve yan” anlamına gelmektedir. Şöyle ki, kişinin uç tarafı ve yanından kastedilen da onun bizzat kendi zatı olduğu söylenmektedir.751 el-Ahfeş, yanını döndü diye açıklamıştır.752 el-Cevherî şöyle demektedir: “Bir şeyin rüknü, insanın omuz kısmı gibi, bir şeyin en kuvvetli tarafıdır.”753 el-Kuşerî’ye göre de rükün bedenin yan tarafı, demektir. Bu da bir şeyden yüz çevirmekte aşırıya gitmeyi ifade eden bir tabirdir, diye açıklamıştır.754

Diğer bir açıklamaya göre “Rükn” burada ‘kuvvet ve kudret’ anlamına kullanılmıştır. Zira rükn, dayandığı bir dayanaktır ki bu, mal, asker ve kuvvetten birinin olabildiği söylenmektedir.755 er-Râzî de âyetteki rükünle, binaların güclendirildiği tel ve direklere benzetilerek, muhtemelen onun ordusu ve Hâmân veziri kastedilmiştir, demiştir.756 Buna göre İbn Zeyd âyete, “Firavun hükümeti ve ordusundan aldığı kudretine dayanarak, bunlara güvenerek imandan yüz çevirdi.” manasını vermiş sonra da Yüce Allah’ın: “Keşke size yetecek bir kuvvetim olsaydı veya güçlü bir yere

746 ez-Zemahşerî, a.g.e., s. 1053. Ayrıca bkz: Ebû Hayyân, a.g.e., V, s. 137; İbn ‘Atiyye, a.g.e., VIII, s. 77.

747 el-Beydâvî, a.g.e., V, s. 149.

748 el-Kurtubî, a.g.e., XVII, s. 49.

749 İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, XIII, s. 217.

750 İbn ‘Atiyye, a.g.e., VIII, s. 77.

751 İbn Manzûr, a.g.e., XIII, s. 185.

752 el-Kurtubî, a.g.e., XVII, s. 49.

753 el-Cevherî, a.g.e., s. 107.

754 el-Kurtubî, a.g.e., XVII, s. 49.

755 en-Nesefî, a.g.e., III, s. 377.

756 er-Râzî, a.g.e., XXVIII, s. 220.

117 sığınabilseydim”757 âyetini delil göstermiştir.758 İbn Abbas ve Katade de “O (Firavun) gücüyle yüz çevirdi” diye açıklamışlardır.759 Mücâhid ise “Adamları ile yüz çevirdi”

demiştir.760

Âyetin devamında yer alan ٌنوُن ْجَم ْوَأ ٌر ِحاَس َلاَق َو “Bu bir sihirbaz veya bir delidir, dedi.”

ifadesi kesin olarak şunu göstermektedir ki, mucizeler doğru yola hazırlıklı olamayan kalpleri hidayete erdirmez. Batılda ısrar eden ve iftiraya tevessül eden delilleri kesmez.761 İbn Kesîr ifadeye “Senin vaziyetin bana bu getirdiklerin ile ya bir sihirbaz olmanı veya bir deli olmanı gerektiriyor.”762 manasını vermiştir. es-Sâbûnî’ye göre Firavun bu sözü Hz. Mûsâ (a.s)’ın doğruluğundan şüphelendiği için değil, kavmini aldatmak için söylemiştir. Zira ْوَأ “veya” edatı şüphe ifade etmektedir.763 Kurtubî de, bu edatın “ve”

manasında olduğunu söylemiştir. Buna delil olarak da Firavun ve taraftarlarının, Hz.

Mûsâ (a.s)’ı “Sâhir” ve “Mecnûn” diyerek biriyle değil de her ikisine birden nisbet ettiklerini göstermiştir. Nitekim Yüce Allah’ın “Ve onlardan günahkara veya nankör hiçbir kimseye boyun eğme.”764 hitabında da ‘ev’ edatı ‘ve’ anlamında kullanılmıştır.765 Âlûsî ise bu hususta şöyle demektedir: “Bu tevile gerek yoktur. Zira Firavun bukalemun gibi her renge girerdi.”766

er-Râzî, Hz. Mûsâ (a.s) ile Firavun arasında cereyan eden olay üzerine şöyle bir açıklama yapmıştır: “Sâhir, sihriyle cinlere gelir, yahut onlara yaklaşır. Mecnûn ise, cinlere isteyerek yönelmese bile, cinler ona yönlenir. Bu durumda, hem sâhirin hem de mecnunun cinlerle ilgisi vardır. Lâkin sihirbaz, kendi iradesiyle cinlere giderken, mecnuna iradesi dışında cinler gelir. Buna göre sanki, Firavun, kendi sözünü yalandan korumak istemiş ve “Onu cinler çarpmıştır” yahut “O sâhirdir, her ne kadar onun bundan haberi yoksa da ve kasden yaklaşmıyorsa da cinler ona gelmektedir” demek istemiştir.”767

757 Hûd, 11/80.

758 et-Taberî, a.g.e., XXI, s. 535; İbn Kesîr, a.g.e., s. 220.

759 et-Taberî, a.g.e., XXI, s. 535; İbn Kesîr, a.g.e., s. 220.

760 İbnü’l-Cevzî, a.g.e., VIII, s. 39.

761 Seyyid Kutub, a.g.e., VI, s. 3383.

762 İbn Kesîr, a.g.e., s. 220.

763 es-Sâbûnî, a.g.e., III, s. 256.

764 İnsan, 76/24.

765 el-Kurtubî, a.g.e., XVII, s. 50.

766 el-Âlûsî, a.g.e., XXVII, s. 15.

767 er-Râzî, a.g.e., XXVIII, s. 220.

118 Kırkıncı âyette Yüce Allah, Firavun’un sözüne karşı: َوُه َو ِ مَیْلا يِف ْمُهاَنْذَبَنَف ُهَدوُنُج َو ُهاَنْذَخَأَف ٌمیِلُم “Biz de onu ve ordularını alarak, hepsini denize attık. O esnada pişmanlıkla kendi kendini kınıyordu.” beyan buyurmuştur. er-Râğıb el-İsfahânî’ye göre ‘Nebz’ kelimesi, bir şeyi, kendisine verilen az önem sebebiyle kaldırıp atmak anlamındadır.768 Bunun üzerine Bursevî şöyle demektedir: “Yani, nasıl bir kişi eline aldığı çakıl taşlarının yok olmasına aldırış etmeden denizin içine atıyorsa, biz de onları, silah ve sair tüm ağırlıklarıyla beraber Kızıldeniz’in içerisine attık.”769

ٌمیِلُم َوُه َو “O esnada pişmanlıkla kendi kendini kınıyordu” cümlesini Beydâvî, “O küfür ve inadından dolayı kınanacak bir şey yapıyordu” diye açıklamıştır.770 Diğer bir görüşe göre âyette geçen ٌمیِلُم lafzı, kınanmayı hak eden yahut “Mûsâ (a.s)’dan neden yüz çevirdim ve onu neden (sihirbaz ve deli diyerek) itham ettim” diye kendisini kınaması demektir.771 Elmalılı’ya göre tefsircilerin söylediği bu mana, suda boğulmasından önceki hâlini beyan etmektedir. Zımnen, ٌمیِلُم “nefsini kınayarak” anlamına gelebiliyorsa, bu durumda, suda boğulurken َلیِئآ َرْسإ وُنَب هِب ْتَنَمآ یِذَّلا َّلإ هلإ َل “Gerçekten İsrailoğulları’nın inandığı İlâh’tan başka İlâh bulunmadığına ben de iman ettim.”772 diyerek gösterdiği pişmanlığı ifade eder, diye açıklamıştır.773

Ebussuûd’a göre ise bu âyet-i kerime, İlâhî kuvvet ve kudretin son derece muazzam olduğunu ve Firavun ile kavminin de bunun karşısında son derece hakir ve güçsüz kaldıklarını pek açık olarak haber vermektedir.774

Belgede ZÂRİYÂT SÛRESİ TEFSİRİ (sayfa 127-130)