• Sonuç bulunamadı

4. TARTIŞMA

4.1. Makaslama Bağlanma Dayanımı

Minimal invaziv yaklaşımlarda son dönemlerde küçük kavitelerin restorasyonunda akıcı kıvamları ve kullanım kolaylıklarından dolayı akıcı kompozitler tercih edilmektedir. 1996 yılının sonuna doğru geliştirilen akıcı kompozitlerin kullanım alanı giderek genişlemiştir. Bu akıcı kompozitlerin klinik kullanım kolaylığı sağlayan iki önemli özelliğinden birisi enjekte edilebilen akıcı kıvamı, diğeri ise kaviteyle uyumlu adaptasyonudur (Bayne ve ark 1998). Klinikte adeziv sistemlerin kullanımından kaynaklanan vakit kaybını önlemek ve bu uygulamaların teknik hassasiyetine bağlı oluşabilecek problemleri ortadan kaldırmak için self-adeziv kompozitler üretilmiştir. Çalışmamızda bu yeni geliştirilen self- adeziv akıcı kompozitlerin klinikte kullanmakta olduğumuz geleneksel akıcı bir kompozitle makaslama bağlanma dayanımı değerleri ve mikrosızıntıları kıyaslanmıştır. İlk üretilen self-adeziv kompozit Kerr Vertise Flow’dur. Üretici firmaya göre bu kompozit, içeriğindeki asidik monomerler vasıtasıyla herhangi bir adeziv sistem kullanımına gerek kalmadan diş yapısıyla bağlanabilmektedirler (Yazıcı ve ark 2013).

Adeziv dişhekimliğinde diş sert dokularının hazırlık aşaması restorasyonun başarısında önemlidir. Geleneksel döner aletlerin kavite preperasyonu esnasında kullanımı frezin dişe temasıyla vibrasyona, dişte ısı artışına ve basınç oluşmasına neden olmaktadır. Pulpada ısının artması hücresel zarara neden olabilmektedir (Searls 1967, Kawahara ve Yamagami 1970). Enfekte çürük dentin dokusu uzaklaştırılırken kontrolsüz kullanıldığında sağlıklı dentinden de madde kaybına neden olunabileceği ve buna bağlı olarak kalan diş dokusununun zayıflayabileceği ileri sürülmüştür (Banerjee ve ark 2000b). Bununla beraber enfekte çürük doku kaldırılırken geleneksel döner aletler kullanıldığında remineralize olabilecek iç tabaka çok net ayırt edilemeyebilir. Sonuçta ya enfekte dentin tam olarak uzaklaştırılamayabilir ya da sağlam dentinden fazla madde kaybına neden olunabilir (Dammaschke ve ark 2002). Çelik frez kullanılarak çürük temizlendiğinde diğer yöntemlere kıyasla oluşan smear tabakasının daha kalın olduğu ve dentin kanallarını tıkadığı, tübüllere sıkıca bağlanıp kolaylıkla uzaklaştırılamadığı iddia edilmektedir (Banerjee ve ark 2000c, Sattabanasuk ve ark 2006).

84

Günümüzde geleneksel sistem olan frez ile kavite hazırlığına alternatif olarak lazer sistemler kullanılabilmektedir (Armengol ve ark 1999, Ceballos ve ark 2001, Bertrand ve ark 2006).

Lazer sistemlerinin başında 1997’den beri güvenle kullanılan Erbium:Yttrium-Aluminum-Garnet (Er:YAG) lazer uygulamaları gelmektedir (Cardoso ve ark 2008). Er:YAG lazerler, döner aletlerden daha yavaş olmalarına rağmen pulpada termal zarar oluşturmadan, çürük lezyonlarını kaldırılabilir ve kavite preparasyonu yapılabilirler (Trajtenberg ve ark 2004, Souza-Zaroni ve ark 2008). Bizim çalışmamızda enfekte çürük dentin dokusunu uzaklaştırmak için geleneksel yöntem olan frez ve Er:YAG lazer olmak üzere iki farklı yöntem uygulanmıştır.

Geliştirilen adeziv materyallerin diş sert dokularına bağlanma dayanım kuvvetlerini belirlerken sıklıkla makaslama ve çekme bağlanma dayanımı testleri kullanılmaktadır. Bu testlerden çekme bağlanma dayanımı testinin uygulanması esnasında makaslama bağlanma testine göre daha fazla teknik hassasiyet gerektirdiği ve uygulamadaki hatalar nedeniyle yanlış bağlanma dayanımı sonuçları verebildiği bildirilmiştir (Pashley ve ark 1995). Makaslama bağlanma dayanımı testi en sık kullanılan ve uygulaması daha kolay olan bağlanma dayanımı testidir. Ağızdaki farklı kuvvetleri çekme testine göre daha iyi taklit ettiği belirtilmiştir (Leinfelder 2001). Bu nedenle çalışmamızın ilk kısmında, Er:YAG lazer ve döner aletlerle hazırlanmış kavitelerde farklı adeziv sistemlerin ve farklı self-adeziv kompozitlerin çürükten etkilenmiş dentine uygulanmasını takiben makaslama bağlanma dayanımı testi ile bağlanma kuvvetlerinin belirlenmesi amaçlanmıştır.

Makaslama bağlanma dayanımı testleriyle ilgili yapılan çalışmalarda restorasyan ile diş dokusu arasındaki bağlantıyı ölçmek için 0.5-5 mm/dk aralığında değişen kuvvetlerin uygulandığı belirtilmiştir (Perinka ve ark 1992, Schreiner ve ark 1998). Bizim çalışmamızda örneklere; Sano ve ark (1994) ve Phrunkkanon ve ark (1998)’nın çalışmalarıyla uyumlu olarak 1 mm/dk’lık bir hareketle kuvvet uygulanmış ve restoratif materyallerin diş dokularına bağlanma dayanımı değerleri belirlenmiştir.

Günümüzde diş sert dokularına bağlanma testlerinde kullanılan dişlerin insan ya da sığır dişi olması önerilmektedir. Çekilmiş insan dişlerinin elde edilmesindeki

85

zorluk ve enfeksiyon açısından risk oluşturmaları bazı araştırmacıları insan dişine kıyasla daha kolay bulunabilen ve boyutça daha büyük olan sığır dişlerinin kullanımına yöneltmiştir (Rueggeberg 1991). Bu görüşün tersi yönünde Mason ve ark (1996) dentindeki farklılıktan dolayı insan dişi kullanmak gerektiğini rapor etmişlerdir. Bizim çalışmamızda bağlanma dayanımı ölçümleri,mikrosızıntı ve SEM değerlendirmeleri için literatürdeki birçok çalışma gibi çekilmiş insan molar dişi kullanıldı (Salz ve Bock 2010b, Bektas ve ark 2013).

Kullanılan materyallerin bağlanma dayanımı değerlerinin tespiti için yapılmış olan çalışmalarda istatistiksel olarak anlamlı ve net bir sonuç elde edebilmek adına gruplardaki örnek sayılarının en az 7-10 olması gerektiği belirtilmiştir (Brulat ve ark 2008, Lepri ve ark 2008). Bizim çalışmamızda da grup sayısının fazla olması nedeniyle her bir grup için örnek sayısı 10 olarak belirlenmiştir.

Laboratuvar çalışmalarında kullanılacak dişlerin çekiminden çalışmada kullanılacağı zamana kadar ve çalışma aşamalarında dehidrate olmalarının önlenmesi için bir saklama solüsyonunda tutulması gerekmektedir (Tosun ve ark 2005). Dental mateyallerin diş dokusuna adezyon testiyle ilgili ISO TR 11450 standartları raporunda (1991), çekilmiş dişlerin; üzerinde kan ve doku artıkları akan su altında temizlendikten sonra distile su içerisinde bekletilmesinin uygun olduğu belirtilmiştir (Winter 2007). Bu nedenle bizim çalışmamızda da kullandığımız dişler, üzerindeki organik debris ve artıkların uzaklaştırılmasının ardından distile su içerisinde saklanmıştır.

Günümüzde kompozit rezinlerin polimerizasyonunda çoğunlukla halojen veya LED ışık cihazları kullanılmaktadır. LED ışık cihazları yaklaşık olarak 480 nm dalga boyunda ışık üretirler. Bu dalga boyundaki ışık, kompozit yapısındaki polimerizasyon başlatıcı Kamforkinon ile uyumlu olduğundan ilave bir filtre kullanımına gerek kalmaz (Hofmann ve ark 2002). Çalışmamızda kullandığımız kompozitlerde de polimerizasyon başlatıcı olarak kamforkinon (470-480 nm) bulunduğu için adeziv rezinlerin ve kompozit rezinlerin polimerizasyonu için LED ışık cihazı tercih edildi.

Adeziv sistemlerin dentine bağlanma dayanımı üzerine etkili faktörlerden birisi de dentinin kimyasal içeriği ve histolojik yapısıdır. Yapılan çalışmalar

86

genellikle sağlam dentin dokusu üzerindedir (Barkmeier ve ark 1999, Rolla ve ark 2006, Esteves-Oliveira ve ark 2007). Fakat klinikte çoğunlukla sağlam dentinde değil çürükten etkilenmiş dentinde çalışılmaktadır. Çürükten etkilenmiş dentin sklerotik bir yapıya sahiptir. Kollajen fibriller arası boşlukları, kalsiyum karbonat apatit kristalleri ile doludur (Pashley ve Carvalho 1997). Bu yapı farklılığı bağlanma dayanım sonuçlarının da farklı çıkmasına neden olmaktadır. Çürükten etkilenmiş dentinde yapılan bağlanma dayanım çalışmalarında farklı sonuçlar elde edilmiştir (Esteves-Oliveira ve ark 2007, Tachibana ve ark 2008). Bizim çalışmamızda, farklı self-adeziv kompozitler ve farklı adeziv sistemler, iki farklı yöntemle hazırlanmış çürükten etkilenmiş dentin dokusu üzerine uygulanıp, makaslama bağlanma dayanımı değerleri karşılaştırılmış ve bu çalışmanın klinik uygulamalara yardımcı olması amaçlanmıştır.

Genellikle, çürükten etkilenmiş dentini ortaya çıkarmak için çürük boyaları kullanılmaktadır. Fakat bu yöntemle sağlam veya remineralize dentinin de uzaklaştırılabileceği iddia edilmektedir (Hosoya ve ark 2007). Günümüzde çürükten etkilenmiş dentinin tespitinde kullanılan en güncel yöntem Diagnodent sistemidir (Yonemoto ve ark 2006). Çürük tespit boyaları ile Diagnodent karşılaştırıldığında Diagnodent’in rezidüel dentin çürüğünü belirlemede daha başarılı olduğu belirlenmiştir (Iwami ve ark 2004). Çürük uzaklaştırma işlemi Diagnodent ile 11-20 skoru elde edildiğinde bitirilirse, çürüğün iç tabakası olan etkilenmiş dentin tabakasına zarar verilmemiş olacağını bildiren çalışma doğrultusunda bizim çalışmamızda da çürükten etkilenmiş dentinin tespitinde Diagnodent cihazı kullanılmış ve çürük uzaklaştırma işlemine 11-20 skorları elde edilinceye kadar devam edilmiştir (Yonemoto ve ark 2006).

Yapılan labaratuvar çalışmalarında bağlanma dayanımı testi uygulanacak yüzeyde smear tabakasının standardizasyonu için döner aletlerle elmas abrazivlerin uygulanması veya 320-1200 grit arası silikon karbit zımparaların uygulanması önerilmiştir. Bu uygulanacak yüzey bitirme işlemlerinde ki farklılıklardan dolayı farklı kalınlıklarda smear tabakası oluşabilir ve yüzey pürüzlülük değerleri farklı olan dentin yüzeyleri elde edilebilir. Dolayısıyla bağlanma dayanımı değerlerinde de değişiklikler olabilmektedir (Pashley ve ark 1995). Bazı araştırmacılar düşük bağlanma dayanımı değerlerinden kalınlığı fazla olan smear tabakasını sorumlu

87

tutarken, bazıları ise smear tabakasının kalınlığının bağlanma dayanımı değerlerinde etkili olmayacağını iddia etmektedirler. Çalışmalarda smear tabakasının bağlanmada etkisinin; pürüzlülüğü, yoğunluğu, kalınlığı (0,9-2,6 mm arasında) ve diş dokusuyla bağlantısı gibi durumlarla ilişkili olabileceği belirtilmiştir (Oliveira ve ark 2003, Perdigao 2010). Literatürdeki çalışmalarda çoğunlukla dişlerin 600 grit silikon zımpara ile aşındırıldığı görülmektedir (Prati ve ark 1991, Armstrong ve ark 2003). Bizim çalışmamızda da enfekte çürük dentin uzaklaştırıldıktan sonra oluşan kavitasyonu gidermek ve düz bir dentin yüzeyi elde edebilmek için önce 320 gritlik, sonra da düz dentin yüzeylerinde standart smear tabakası oluşturabilmek adına 600 grit silikon karbit zımpara ile aşındırma yapılmıştır. Zımparalama sonrasında yüzey özelliklerinin değişmemesine özen gösterildi.

Yazıcı ve ark (2013), Er:YAG lazer uygulamasının sağlam dentinde self- adeziv kompozitin (Vertise Flow) makaslama bağlanma dayanımına etkisini değerlendirdikleri bir çalışmada, lazer uygulanmayan kontrol grubuna kıyasla Er:YAG lazer uygulanmış dentinde self-adeziv kompozitin bağlanma dayanımı değerlerinin arttığını rapor etmişlerdir. Geleneksel akıcı kompozitte (Premise Flow) ise kontrol grubu ve lazer grubu arasında anlamlı bir fark bulunmamıştır. Döner aletlerin kullanıldığı dentin yüzeylerinde oluşan smear tabakasının dentin tübüllerini tıkadığı ve adeziv restorasyon uygulanmasından önce uzaklaştırılmadığı taktirde bağlantıyı olumsuz etkileyebileceği iddia edilmektedir. Kontrol grubundaki self- adeziv kompozitin bağlantısının zayıf olmasının bununla ilişkili olduğu belirtilmiştir. Lazer uygulanmış grupta ise smear tabakası uzaklaştırılmış ve dentin kanalları açık olduğundan self-adeziv kompozitin daha iyi bağlantı gösterdiği bildirilmiştir. Bu çalışmaya göre self-adeziv kompozitin (Kerr Vertise Flow) bağlanma dayanımı değerleri, dentin yüzeyi hazırlığıyla ilişkili olarak değişkenlik gösterebilir. Bizim çalışmamızda da her üç self adeziv kompozitin lazer ile çürük uzaklaştırma yapılan grupta çürükten etkilenmiş dentine bağlanma değerleri, frez ile çürük uzaklaştırma yapılan gruptan yüksek bulunmuştur. Fakat bu yükseklik istatistiksel açıdan anlamlı bulunmamıştır.

Juloski ve ark (2012), yaptıkları bir çalışmada minede ve dentinde self-etch (OptiBond XTR) adeziv sistem öncesinde fosforik asit uygulamasının self-adeziv kompozitin (Vertise Flow) makaslama bağlanma dayanımı değerlerine etkisi

88

incelenmiş vself-etche minede en yüksek bağlantının üç aşamalı total-etch adeziv sistem (OptiBond FL)+geleneksel akıcı kompozit (Premise Flow) uygulandığı grupta olduğu belirtilmiştir. Dentinde ise üç aşamalı total-etch adezivle, iki aşamalı self etch adezivlerin birbirlerine yakın bağlanma dayanımı değerleri gösterdikleri rapor edilmiştir. Self-adeziv kompozitin tek başına uygulandığı grupta en düşük bağlanma dayanımı değerleri tespit edilmiştir. Bizim çalışmamızda da en düşük bağlanma dayanımı değerleri self-adeziv kompozitlerin adeziv sistem olmadan tek başlarına uygulandıkları gruplarda (Vertise Flow:1,03±2,47; Constic:1,60±2,13; Fusio Liquid Dentin:1,80±2,47) tespit edildi. Adeziv sistemlerle beraber uygulanan self-adeziv kompozitler ve geleneksel akıcı kompozit birbirlerine yakın bağlanma dayanımı değerleri gösterirken, üç aşamalı total-etch ve iki aşamalı self-etch adeziv sistemler arasında da istatistiksel olarak farklılık bulunmadı. Sadece lazer ile çürüğü uzaklaştırılan Optibond FL+Constic uygulanan grupla, frezle çürüğü uzaklaştırılan SE Bond+Vertise Flow, SE Bond+Fusio Liquid Dentin, SE Bond+Ultimate Flow grupları arasında anlamlı farklılık olduğu tespit edildi. Lazer+Optibond FL+Constic grubu anlamlı derecede düşük bağlantı gösterdi.

Goracci ve ark (2013), kompozit rezin önce asit uygulayarak veya uygulamayarak kısa dönemde ve termalsiklus ile yaşlandırıldıktan sonra Kerr Vertise Flow self-adeziv kompozitin ortodontik braketlerin makaslama bağlanma dayanımına etkisini değerlendirmişlerdir. Erken dönemde Vertise Flow ve asit+Vertise Flow grupları benzer sonuçlar gösterirken, termalsiklus sonrası Vertise Flow grubu, asit+Vertise Flow grubundan istatistiksel olarak anlamlı derecede düşük bağlanma dayanımı değerleri göstermiştir.

Tuloğlu ve ark (2014) self-adeziv kompozitin (Vertise Flow) makaslama bağlanma dayanımlarını süt ve daimi dişlerde tek aşamalı self-etch (Optibond All İn One) adeziv sistem uygulayarak veya uygulamayarak geleneksel akıcı bir kompozitle (Ultimate Flow) kıyaslamışlardır. Grup 1: Vertise Flow, Grup 2: Optibond+Ultimate Flow, 3.Grup: Optibond+Vertise Flow olarak hazırlanmıştır. Hem süt hem de daimi dişlerde en yüksek bağlantının Optibond+Ultimate Flow grubunda, en düşük bağlantının da self-adeziv kompozitin tek başına uygulandığı grupta olduğu belirtilmiştir. Süt ve daimi dişlerde de aralarında istatistiksel olarak anlamlı derecede farklılık rapor edilmiş, süt dilerinde daha düşük bağlantı bildirilmiştir. Vertise Flow

89

grubunda bağlantının düşük çıkması kompozit rezin içerisine dahil edilen bonding ajanın, demineralize dentine yetersiz adeziv infiltrasyonuyla, dentin tübüllerinin etkili şekilde kapatılamamasıyla, açıkta kalan kollajenlerin çökelmesi ve kompozit rezinin bozulmasıyla ilişkili olabilir (Viotti ve ark 2009).

Vertise Flow akıcı kompozitin bağlanma mekanizması, hem asitlemeden, dolayısıyla da mikromekanik bağlantıdan, hem de diş yapısındaki kalsiyum iyonlarıyla kimyasal bağlantıdan sorumlu olan gliserol fosfat dimetakrilat (GPDM) monomeri ile gerçekleşmektedir. Fonksiyonel metakrilat gruplarıyla diğer metakrilat gruplarının çapraz bağlanmasıyla mekanik bağlantı gerçekleşmektedir. Asidik monomerler (ph:1,9) arası etkileşmeyi sağlayabilmek için üretici firma talimatlarına göre 0,5 mm ince bir kompozit tabakasının mikrobrush yardımıyla diş yüzeyine 15- 20 sn uygulanması gerekmektedir (Ferrari ve Vichi 2010). Bu, braketlerin yapışacağı mine yüzeyine sınıf I ve sınıf V kavitelerden daha kolay uygulanacaktır. Üretici firma talimatlarında mine yüzeyiyle bağlantıyı arttırmak adına hazırlık aşamasında asit uygulaması önerilmektedir. Yapılan çalışmada asit uygulanıp uygulanmaması erken dönemde Vertise Flow akıcı kompozitin bağlanma dayanımı değerlerine etki etmemiştir (Goracci ve ark 2013). Bu monomer, çalışmamızda kullandığımız üç aşamalı total-etch adeziv sistem olan OptiBond FL içerisinde de bulunmaktadır. Optibond FL+Vertise Flow uygulanan gruplar başarılı bağlanma performansı sergilemişlerdir.

Altunsoy ve ark (2014), farklı yüzey hazırlıklarının iki farklı self-adeziv kompozitin (Vertise Flow, Fusio Liquid Dentin) dentine bağlantısına etkisini değerlerlendirdikleri bir çalışmada; en yüksek bağlanma asit+Vertise Flow grubunda, en düşük bağlanma ise Fusio Liquid Dentin self-adeziv kompozitinin tek başına uygulandığı grupta gözlemişlerdir. Er-YAG MSP modu kullanılarak dentin yüzey hazırlığı yapılan grup hariç diğer gruplarda Vertise Flow’un bağlantısı Fusio Liquid Dentin grubundan daha yüksek bulunmuştur. Fosforik asit uygulaması ve Er:YAG QSP modu Vertise Flow’un bağlantısını belirgin derecede artırmıştır. SEM görüntülerinde ise Er:YAG MSP modu lazer ve asit uygulamasından sonra yüzey düzensiz, smear tabakasından yoksun açık dentin tübülleri gözlenirken, Er:YAG Lazer QSP modundan sonra düzgün ve temiz yüzeyler ve geniş, açık dentin tübüller gözlenmektedir.

90

Yapılan bir çalışmada Constic’in makaslama bağlanma dayanımı değerlendirilmiş ve mine ve dentine bağlantısında başarılı sonuçlar rapor edilmiştir. Constic bağlanma dayanımı değerleri çalışmada kullanılan diğer self-adeziv kompozitlerden (Vertise Flow, Fusio Liquid Dentin) daha yüksek bulunmuştur. Constic self-adeziv kompoziti, içeriğindeki özel moleküller sayesinde cam iyonomerler gibi mineyi ve dentini asitleyebilmekte ve böylelikle başarılı bir adezyon sağlayabilmektedir. Ayrıca bu moleküller kompozitle birlikte polimerize olabilmektedirler. Bu moleküllerin dişle bağlantısını sağlayabilmek için Constic uygulandıktan sonra diş yüzeyine fırça yardımıyla iyice yedirilmelidir. Kendi kendine nötralize olabilen asidik gruplar nemli mine ve dentinle reaksiyona girerek dayanıklı bir kimyasal bağlantı gerçekleştiriler (Munoz-Viveros 2012). Bizim çalışmamızda ise Constic, Vertise Flow ve Fusio Liquid Dentin birbirine yakın bağlanma dayanımı değerleri gösterdiler. Sonuçlardaki farklılık bizim çürükten etkilenmiş dentinde çalışmış olmamızdan ve deney şartlarındaki farklılıktan kaynaklanabilir.

Vertise flow self-adeziv akıcı kompozitte gliserol fosfat dimetakrilat (GPDM) monomeri varken, Fusio Liquid Dentin self-adeziv akıcı kompozitte karboksilik metakrilat asidik monomerleri bulunmaktadır. Her iki kompozitte de asidik monomerlerin hidrofobik dimetakrilat gruplarıyla karışabilmesini ve aynı zamanda ıslanabilirliği arttırmak ve dentine rezin penetrasyonunu sağlayabilmek için HEMA kullanılmıştır (Eliades ve ark 2013). Fusio Liquid Dentin self-adeziv akıcı kompozit 4-MET (4-methacryloxyethyltrimetellitik asit) esaslı nanopartiküllü, şekilsiz silika ve cam doldurucular içerir. Bu kompozitin içeriği, hem asidik hem de hidrofiliktir. Diş yüzeyine uygulandığında metakrilat monomerlerdeki negatif yüklü karboksilik asit gruplarıyla diş yüzeyindeki mineral iyonları bağlanır. Karboksilik asit grupları nötralize olduğunda ve monomerler polimerize olduğunda dentin yüzeyinde bağlantı sağlanmış olur (Yoshida ve ark 2004). Altunsoy ve ark (2014)’nın çalışmalarında bu kompozitlerin bağlanma değerlerindeki farklılığın içeriklerinin ve bağlanma mekanizmalarının farklı oluşundan kaynaklanabileceği belirtilmiştir. Asit uygulamasının her iki self-adeziv kompozitin de kendi başlarına uygulandıkları gruplara nazaran bağlantıyı arttırdığı rapor edilmiştir. Sebep olarak asit uygulanan yüzeyde, hem dentin yüzey enerjisinde artış hem de daha fazla mikroretansiyon oluşması belirtilmiştir (Altunsoy ve ark 2014). İşman ve ark (2012)’da asit

91

uygulamasının Vertise Flow kompozitinin makaslama bağlanma dayanımı değerlerinde artış sağladığını rapor etmişlerdir.

Bektaş ve ark (2013) yaptıkları çalışmada Vertise Flow self-adeziv kompozitin adeziv sistem uygulanarak ve uygulanmayarak dentine bağlantısı mikro makaslama testi ile kıyaslanmıştır. All-in-one self-etch adeziv (Optibond)+Vertise Flow grubu anlamlı derecede yüksek bağlanma dayanımı değerleri göstermiştir. Bu grupta bağlantının yüksek çıkmasının Vertise Flow self-adeziv kompozitin, All-in- one Optibond ile aynı adeziv teknolojiyi içermesiyle ilişkili olabileceği belirtilmiştir. Miyazaki ve ark (1995) yaptıkları çalışmada adeziv rezin içerisindeki doldurucuların yüksek viskozitelerinden dolayı dentin yüzeyinin ıslanabilirliğini artırmakta olduklarını, monomer penetrasyonuna katkıda bulunup bağlanma dayanımı değerlerinde artış sağlayabildiklerini belirtmişlerdir.

Bizim çalışmamızda da üç farklı self-adeziv kompozit; herhangi bir adeziv sistem uygulanmadan, iki aşamalı self-etch Clearfil SE Bond uygulanarak ve üç aşamalı total-etch Optibond FL adeziv sistem uygulanarak kullanıldı. Kontrol grubu olarak ise geleneksel bir akıcı kompozit 3M Ultimate Flow; SE Bond ve Optibond FL ile beraber uygulandı. Tek başına kullanılan kompozitler arasında değerlendirme yapıldığında istatistiksel olarak anlamlı farklılık tespit edildi. Her üç self-adeziv kompozitin makaslama bağlanma dayanımı değerleri, geleneksel akıcı kompozitin bağlanma dayanımı değerlerinden düşük bulundu. Bu farklılığın; kompozitlerin içeriklerindeki monomerlerin değişkenliğinden kaynaklandığını düşünmekteyiz. Self-adeziv kompozitler, kaviteye herhangi başka bir adeziv sistem uygulaması gerekmeden direkt olarak diş dokusuyla bağlanabilen restoratif materyallerdir. İçeriklerinde hem dentini hem de mineyi asitleyebilen asidik monomerler vardır (Poss 2010). Bizim çalışmamızda çürükten etkilenmiş dentine self-adeziv kompozitlerin direkt olarak uygulanmasının yeterli bağlantı gösteremediği bulundu. İki aşamalı self-etch adeziv sistem (SE Bond) ve üç aşamalı total-etch adeziv sistemle (Optibond FL) beraber uygulanan self-adeziv akıcı kompozitler, geleneksel akıcı kompozitle yakın bağlanma dayanımı değerleri gösterdi. Çalışmamızda Clearfil SE Bond adeziv sisteminde bağlantının yüksek olması orta kuvvette self-etching primere sahip olmasının yanı sıra içerdiği monomerlerin karboksil ve fosfat gruplarının rezidüel hidroksiapatit kristalleriyle kimyasal olarak bağlanmasıdan

92

kaynaklanmış olabilir. Üç aşamalı total-etch adeziv olan OptiBond FL adeziv sisteminde de SE Bond’da yakın bağlanma dayanımı değerleri elde edildi. Uygulama basamaklarındaki teknik hassasiyet ve kullanılan bağlanma dayanımı test yöntemlerindeki farklılık çalışmanın sonuçlarında değişkenliğe neden olmuş olabilir.

Kompozit-adeziv sistem kıyaslaması yapıldığında istatistiksel olarak bir farklılık tespit edilmedi. Self-adeziv kompozitlerden herbiri iki aşamalı self-etch

Benzer Belgeler