• Sonuç bulunamadı

Machiavelli’de Dünyevi Hükümdarın İktidarı

1.1.3. Rönesans ve Yeniçağ Başlarında İktidar Anlayışı

1.1.3.1. Machiavelli’de Dünyevi Hükümdarın İktidarı

Ancak Aquinumlu Thomas, buradan tanrısal yasayı temsil eden kilise’nin devlet üzerindeki üstünlüğü fikrine ulaşmaz. Thomas devletin “insan yasasına dayanan bir örgütlenme olduğu”nu kabul eder. Egemenlik [dominium], Thomas’a göre, kavimlerin koyduğu kuralların, yani insan yasasının ürünüdür. İnsan yasası da doğal yasanın ürünü olduğundan, vardığı sonuç şöyle özetlenebilir: “İktidar Tanrı’dan gelir, fakat bu iktidarın kullanılmasıyla gerçekleşmiş değişik siyasal örgütlenme biçimi doğal yasanın sonuçlarıdır. Çünkü devlet doğaldır.”81

Devleti bu tanımlayış biçimiyle kilise ve dünyevi iktidar arasında yaptığı ayrımı koruduğu görülen Thomas, “iki kılıç kuramı” ve bu kuram doğrultusunda gelişen kilise’nin tüm iktidarla nihai olarak, tanrısal yolla sahip olduğu türünden üstünlük iddiasını kabul etmez.

ve herhangi bir olumsuz tepkiyle karşılaşmayan bu kitap 1550’lerden başlayarak din çatışmalarının yarattığı şiddet ortamı içinde, çeşitli çevrelerce dinsizliğin, ahlaksızlığın, zorbalığın övgüsü olarak değerlendirilip suçlanmaya başlanır. Öyle ki kısa süre içinde, düşünürün soyadından, iktidar amacıyla ahlaksız da olsa her türlü araca başvurmanın meşru sayılması anlamında ‘makyavelizm’ sözcüğü türetilir; ilk adından ise onun şeytanın (oltnick) ta kendisi olduğu anlamı çıkartılır.

Machiavelli, Platon’dan, Cicero’dan, Aquninumlu Thomas’tan, kısacası kendisinden önceki klasik siyasal düşünce geleneğinden farklı olarak siyaseti salt bir eylemler bütünü olarak algılayıp kurgusal olmayan bir “siyaset kuramı” geliştirir. Ona göre siyaset biliminin ya da daha doğrusu siyaset sanatının ereği, olması gerekeni düşünüp tasarlamak değil olanı inceleyip açıklamaktır. Hükümdar adlı eserinde bunu şöyle dile getirir: Siyaset hakkında çok şey yazılmış olduğunu biliyorum bu yüzden benimde bu konuda yazdığımı görenlerin beni kendini beğenmiş biri sanmalarında çekiniyorum; kaldı ki, bunu yaparken, şimdiye kadar izlenmiş olan yolunda dışına çıkacağım. Fakat beni okuyacak olanlara hizmet etmek amacında olduğumdan hayallere kapılmaktansa şeylerin fiili gerçeğine bağlanmak bana daha gerekli gözükmektedir. Birçok kişi, gerçekten hiç kimsenin fiilen görmediği ve tanımadığı cumhuriyetler ile prenslikler hayal etmişlerdir. Ama yaşanılan durum ile yaşanılması gereken durum arasında o kadar büyük fark vardır ki, olana gözlerini kapayıp yalnızca olması gerekeni görmek isteyen her kimse, varlığını korumaktan çok yok olmayı öğrenmiş olur.83

Machiavelli’ye göre siyasal öğretilerle ya da kuramlarla ilgili tartışmalara girmeye gerek yoktur; ele alınıp incelenmesi gerekenler, yalnızca siyasal yaşamın olgularıdır. Bu olguların odağında da, iktidar sorunsalı bulunmaktadır. Dolayısıyla, tüm siyasal olgular,

“iktidarın kazanılması ya da korunmasıyla” ilişkilidir ve bu şekilde anlamlanmaktadır. Bu bakımdan siyaset bilimi ya da sanatı, Machiavelli’nin deyişiyle “iktidar nedir, türleri nelerdir, nasıl kazanılır, nasıl elde tutulur, neden kaybedilir” sorularına olgulardan hareket ederek yanıtlar getirme çabasıdır.84

Machiavelli’nin keşfettiği yeni siyasetin salt olgular üzerine kurulu olması ya da siyasetin iktidara gelmek ve iktidarı korumak anlamıyla bir stratejik ve teknik beceri konusu haline gelmesi, siyasal alanın her türlü normatif yaklaşımla ilişkisinin kesilip özerkleşmesi demektir. Machiavelli, siyaseti, hem aşkın ya da göksel geleneksel bir güce ve ondan kaynaklanan dinsel dogmalara, hem de geleneksel ahlaki değer yargılarına bağımlı olmaktan

83 Machiavelli Hükümdar, (Çev. H. Kemal Karabulut), İstanbul: Sosyal Yayınlar, 1998, s. 177-178.

84 Ağaoğulları, - Köker, 2008, s. 176.

kurtarır. Böylece, siyaseti ortaçağda Hıristiyanlık ile antikçağda da ahlak ile yoğuran anlayışlar, bir kalemde silinip atılır. Ancak, siyasal alanın dinden ve ahlaktan soyutlanmış olması, bunlar arasında hiçbir ilişkinin bulunmaması anlamına gelmez. Machiavelli, klasik düşünürlerin tam tersi bir yol izleyerek, din ile ahlakı siyasetin ya da daha doğrusu siyasal iktidarın belirleyiciliği altına sokacaktır.

Machiavelli, insanın özünde kötülük bulunduğunu sık sık dile getirmektedir: İnsanlar, genellikle nankör, kaypak, ikiyüzlü, tehlikeler karşısında ürkek ve kazanç düşkünü yaratıklardır. Kötü olan ve verdikleri sözlerde durmayan insanlar, ancak zorunlu oldukları zaman iyi davranırlar. Fakat yakalanmadan kötülük yapmak seçeneğine ve özgürlüğüne sahip oldukları an, her yere kargaşa ile düzensizliği götürmekten kesinlikle geri kalmazlar. İnsanlar iyilikten ziyade kötülük yapmaya her zaman daha hazırdırlar.85

Machiavvelli, insanın doğası gereği kötü oluşunu insanın temel bir içgüdüsünden kaynaklandırmakta ve bu kötülüğü insanlar arasındaki ilişkiler içinde anlamlandırıp görecelikle donatmaktadır. Çünkü Machiavelli, insanların sürekli bir elde etme isteği ve sahiplenme güdüsü tarafından yönlendirildiklerini kabul eder. Hükümdar’da “elde etme arzusu hiç şüphesiz bildik ve pek doğal bir şeydir; gücü yeten insanlar buna her kalkıştıklarında övgü alacaklardır, en azından kınanmayacaklardır” demesi, buna iyi bir örnektir. Gerçekçi olmayı savunan Machiavelli, eserinin aynı yerinde insanın elde edemeyeceği ya da elde etmeye gücünün yetmeyeceği şeylerin peşinden koşmasını da olumsuz bir özellik olarak değerlendirmektedir: “Olanakları olmadan elde etmeye (sahiplenmeye) kalkışan insanlar, hata yapıyorlardır ve kınanmayı hak ederler.”86 Ona göre insanoğlu, her zaman ve her yerde elde etme tutkusuyla davranmıştır ve davranmaktadır.

İnsan hısının bir sınırının olmamasından dolayı da, bireysel arzular ile çıkarlar sürekli olarak çatışır. Ağaoğulları’nın aktardığı87 gibi, Machiavelli’nin Discorsi’deki deyişiyle, “birileri elde etmek isterken, diğerleri elde ettiklerini yitirmekten korkarlar.” Üstelik “her insan, elindekini yeni şeyler elde ederek korumayı düşünür.”

Bunun anlamı, herkesin daha fazla güç, daha fazla iktidar beşinde koşmasıdır. İktidar, elde edilmesi arzulanan en üstün şeydir. Bu bakımdan, insanların sürekli bir iktidar mücadelesi içinde olmaları, insan doğasının bir gereğidir ve kaçınılmaz bir durumdur. İşte insanın kötü oluşu, bu mekanizma içinde bir anlam kazanmaktadır: Her insan, bir diğerinin karşısındaki engeldir ve bu nedenle ona göre kötüdür. Üstelik Machiavelli’ye göre, iktidarın

85 Machiavelli Hükümdar, (Çev. H. Kemal Karabulut), İstanbul: Sosyal Yayınlar, 1998, s. 188, 194.

86 Machiavelli Hükümdar, s. 88.

87 Ağaoğulları, - Köker, 2008, s. 182.

“miktarı” değişmez; dolayısıyla birisinin iktidarının artması diğerlerinin iktidarlarının azalması, hatta yok olması demektir. Bu anlayış, insanların birbirlerine kötü gözle bakmalarına ve kişisel çıkarları uğruna birbirlerine kötülük yapmalarına neden olur. Ayrıca, insan doğasının özünü oluşturan bencillik, insanların gerek birbirlerinden kuşkulanmalarına, gerek bu kuşkunun yarattığı zorunluluk sonucunda kötülük olarak nitelendirilen her türlü davranış içine girmelerine yol açar. Bu durum, insan eylemlerinin özgül bu düzeyi olan siyasal alan için de geçerlidir. Siyasette yer alan bireysel özneler ya da kolektif özneler (halklar ya da devletler), elde etme, yani büyüme, yükselme tutkusunun hükmü altındadırlar.

Bu bakımdan siyaset, siyasal aktörlerin siyasal iktidarı ele geçirmek ya da korumak amacıyla birbirleriyle giriştikleri mücadeleden, hatta savaştan başka bir şey değildir. Bu iktidar mücadelesinin kaçınılmazlığını, Machiavelli özellikle Discorsi’de ele alıp örneklerle gözler önüne sermeye çalışır. Ona göre, “belli bir konumda olan insanlar, kendi varolus biçimlerini seçemezler” yani, hiçbir tutkuları olmasa bile iktidarın dışında kalmayı başaramazlar. Çünkü iktidar sahibi, “kendini nasıl biliyorsan başkalarını da öyle bil” mantığından ya da Machiavelli’nin “bir devlet kurmak ve ona yasalar vermek isteyen her kişi, insanları baştan kötü olarak kabul etmeli” deyişinden hareketle, çevresindeki kişilerden kuşkulanır, onları kendisi için bir tehdit olarak görür; ama aynı zamanda, bu yaklaşımı nedeniyle kendisi de onlar için bir tehdide dönüşür.88

Aynı şekilde, her kolektif siyasal özne (devlet), hem yaşamını sürdürmenin hem de tehdit altında bulunmanın getirdiği zorunluluklar nedeniyle, kendini sürekli bir iktidar savaşı içinde bulur. Bir devlet, başarılı olup büyümek ya da tam tersi başarısız olup sonunda yıkılmak seçenekleriyle karşı karşıyadır. Bu bakımdan bir cumhuriyetin (ya da herhangi bir devletin) dar sınırlar içinde kalıp yaşamını sürdürebilmesi olanaksızdır. Machiavelli’nin deyişiyle,

Yeryüzündeki her şey bir hareketlilik içinde olduğundan ve aynı durumda kalamadığından, bu değişkenlik cumhuriyetleri ya yükselişe ya da düşüşe götürür. Zorunluluk, genellikle aklın yönlendirmeyi düşünmediği bir ereğe doğru yöneltir bizi: Büyümeden varlığını sürdürmesini istediğiniz bir cumhuriyet kurmuşsunuzdur; oysa zorunluluk, kuruluşunun amacına karşın yine de onu büyümeye zorlar.”

88 Aktaran: Ağaoğulları, - Köker, 2008, s. 183.

Zorunluluğa getirilen yanıt, siyasal erkin artırılarak diğer devletlerin aleyhine büyümektir; tıpkı küçük Roma Cumhuriyeti’nin bir imparatorluğa dönüşmesi gibi.89

Machiavelli’de iktidar ya da devlet biçimlerine baktığımızda, klasik devlet biçimleri sınıflamasından farklı olarak devletleri monarşiler (prenslikler) ve cumhuriyetler şeklinde ikiye böldüğünü görürüz. Machiavelli’nin bir sınıflandırma yaparak herhangi bir devlet biçiminin özünü ortaya koymak gibi bir derdi yoktur. Onun temel sorunu, İtalya’ya yönelik olarak, virtu sayesinde gerçekleştirecek “yeni bir siyaset” uygulaması yoluyla “yeni bir devletin” yaratılması ve sürdürülmesidir.

Machiavelli, Hükümdar adlı eserinde prenslikleri dört ayrı türe ayırır: Eski prenslikler, karma prenslikler, dinsel prenslikler ve yeni prenslikler. Yalnızca yeni prensliklere önem veren Machiavelli’ye göre bir prenslik yeni değilse, adının başında “karma” ya da “dinsel”

sıfatı bulunsa da, gerçekte eski bir prensliktir. Eski prenslikler ister yıllardır süre giden

“soydan geçme” bir nitelik göstersinler, ister soydan geçme bir prensin devletine kattığı bir parça nedeniyle karma prenslik özelliği taşısınlar, isterse de Papalık devletinde olduğu gibi iktidarın din adamlarının elinde bulunmasıyla teokratik bir boyuta sahip olsunlar, sonuçta hepsi yeni bir siyaseti uygulayabilme becerisinden (virtu) yoksun, köhnemiş yapılardır.

Machiavelli’nin deyişiyle, eski prenslikleri sürdürmek için olaylar akışına bırakılmalıdır.

Ataları tarafından konulmuş ölçüleri aşmamaları ve bunun dışında beklenmedik durumlar karşısında olayları akışına bırakmak yeterlidir. Soydan geçme bir prens sıradan bir yeteneğe sahip olsa da, öngörülmeyen bir güç kendisini devirmedikçe her zaman tahtında tutunacaktır.”90

Machiavelli’nin eski prensliklerin karşısında konumlandırdığı yeni prenslikler, Rönesans’ta gelişen yeni insan felsefesiyle uyumlu bir biçimde, kişinin, kendi güç ve yeteneği (virtu) doğrultusunda eylemlere girişerek ve yazgısını (fortuna) doğru kullanarak iktidara gelmesi ve böylece yeni bir prenslik (devlet) kurmasıyla ortaya çıkar.91 Prens “yeni monarşi”de en üstün emretme gücüne sahiptir ve bu anlamda (kavramı kullanmasa da)

“egemen” in ta kendisidir. Egemen devlete içkin olan Egemenliğin kullanıcısı ya da sahibi olarak algılandığından, Machiavelli’nin prensi, aslında ardında kurumlarla donanmış olan bir

89 Aktaran: Ağaoğulları, - Köker, 2008, s. 185.

90 Machiavelli Hükümdar, s. 70.

91 Ağaoğulları, - Köker, s. 187.

yapıyı, yani “devlet”i (stato) işaret etmektedir.92 Zaten Machiavelli Hükümdar’da, aynı anda hem krala (prense) hem de krallığa (kişi olarak prensin ardında yer alan kurumlara, yani devlete) atıfta bulunmaktadır. Prensin safında iktidarının yüceliği, yasalar ile devletin ve yakınlarının desteği vardır. Fransa Krallığını zamanının en iyi krallığı olarak gören Machiavelli, orada krala hareket özgürlüğü ve güvenlik sağlayan çok sayıda mükemmel kurumların varlığını vurgular. Ona göre bundan daha bilgece hiçbir önlem olamaz, hiçbir önlem kralın ve krallığın davasını daha iyi savunamaz.93

Machiavelli, farklı prenslik türlerini ve prensliklerin yönetim biçimlerini belirttikten sonra, iktidara gelmenin çeşitli yolları bulunduğunu da açıklar. Bu yolları belirlerken Machiavelli, iki temel kavrama, yani virtu ile fortuna (yazgı, talih, şans) kavramlarına vurgu yapar. Ona göre bu iki kavram, siyasal iktidarın ele geçirilmesinde izlenen yolları belirleyici bir öneme sahiptir; dahası, virtu kavramı doğrudan doğruya yeni prensliğe göndermede bulunmaktadır.

Bu yollardan ilki, başkalarının gücü ve fortuna’nın yardımıyla iktidara gelmektir. Bu biçimde iktidarın ele geçirilmesi kolay, korunması ve sürdürülmesi zordur çünkü başkalarının yardımıyla şans eseri iktidara gelen kişi, aynı şekilde, başkaları yüzünden ya da talihin dönmesi sonucunda iktidarını yitirebilir. İkinci yol olarak, dinsel prensliklerin kazanılmasında, ya virtu ya da fortuna rol oynayabilir. Ama daha önce belirtildiği üzere teoratik prensliklerin sürdürülmesinde dinsel ideoloji ile kurumlar etkili olduğundan, gerek virtu gerek fortuna bu aşamada önemsizleşir.94

Machiavelli, üçüncü yolun kişinin yurttaşlarının desteğiyle iktidara gelmek olduğunu ve bu şekilde beliren monarşinin de “sivil hükümdarlık” olarak adlandırılabileceğini vurgular.

Böyle “başa geçmek için ne görünmemiş bir beceriye nede olağanüstü bir talihe gerek yoktur”95 diyerek virtu ile fortuna unsurlarını dışlar; ancak “daha çok talihle desteklenmiş bir kurnazlık gereklidir” diyerek, fotuna ya ama özellikle virtu ya yine de önemli bir rol biçer.

Böylelikle prensin kurnazlık (dolayısıyla virtu) göstermesi iktidarı “büyüklerin” (seçkinlerin, soyluların) değil de, halkın desteğiyle kazanılması ve bu yönde bir yönetim gerçekleştirilmesidir. Çünkü büyüklerin arzusuyla iktidara gelen bir prens, kaçınılmaz olarak halkın düşmanlığını üzerine çekecektir. Üstelik büyükler, onu kendileriyle eşit gibi göreceklerinden, sürekli olarak prense sorun çıkartacaklar, iktidarını sınırlamaya çalışacaklar

92 Ağaoğulları, - Köker, 2008, s. 187.

93 Machiavelli Hükümdar, s. 203.

94Ağaoğulları, - Köker, s. 189.

95 Machiavelli Hükümdar, s.134.

ve hiçbir zaman memnun olmayacaklardır. Oysa halka dayanan bir prens adil bir yönetim gösterdiği sürece her halka daha kolay söz geçirebilir hem de onu daha kolay hoşnut kılabilir.

Böylece de her zaman kendisine hem de ihtiyaç duyduğu halkının desteğiyle iktidarını çok daha sağlam temeller üzerinde yükseltebilir.

İktidarı ele geçirmenin dördüncü yolu alçakça davranıp cinayet işlemektir.

Machiavelli Hükümdar’ın VIII. bölümünün hemen başında böyle iktidara gelenlerin ne yetenekli ne de talihli olduğunu daha açıkçası virtu ya da fortuna’nın bu tür iktidara gelişlerde hiçbir rol oynamadığını belirtir.96

Başarıyı belirleyen en önemli faktör virtu’dur. Böylece Machiavelli’nin “yeni bir siyaset” uygulayarak “yeni bir devlet” kurmanın ön koşulu olarak gördüğü, dolayısıyla iktidara gelme yolları arasında tercih ettiği son yol gündeme gelir: Kişinin kendi becerileriyle, yetenekleriyle, güçleriyle, kısacası virtu’suyla iktidarı elde etmesi. Böyle iktidara gelmek zordur, ama yeteneklerini kullanan kişinin iktidarını güçlü kılıp sürdürmesi kolaydır; ama tabi temel bir koşulla, yani iktidarını kullanırken karşısına çıkacak çeşitli durumlarda en uygun, en gerekli araçları seçip kullanmak koşuluyla.97

İktidar mücadeleleri zorunluluğu ve sürekliliği içerdiğinden, kişinin ya da siyasal öznenin, bu ortamda başarılı olabilmek için doğru araçları seçebilecek bir kişiliğe sahip olması gerekmektedir. Machiavelli, özgür iradeye sahip bireylerin tarihten aldığı derslerle geleceği öngörme ve başarıyı getirecek eylemleri belirleme yeteneğini elde edeceğini ileri sürer, ama onun hiçbir zaman tam anlamıyla kaderine hâkim olamayacağını da vurgular.

Çünkü en iyi şekilde düşünülüp tasarlanmış planların bile başarısızlığa uğrama olasılığı vardır.

Machiavelli’nin hem insan doğası hem de siyaset anlayışı, savaşı kaçınılmaz kılmakta ve savaş sanatının hayati önemini gözler önüne sermektedir. Ona göre savaş, salt siyasal alanda ve siyasal özneler arasında iktidar uğruna verilen silahlı bir çatışma olarak görülmelidir. Yaşamın her alanında, elde etme arzusu doğrultusunda devinen insanlar, birbirleriyle bir rekabet halindedirler; bu durum da onları zorunlu olarak bir erk mücadelesi, bir savaş ortamı içine sokmaktadır. Machiavelli’nin asıl üzerinde durduğu, bireysel siyasal öznelerin (devletlerin) aralarında sürüp giden savaşlardır. “Saldırmayan saldırıya uğrar”

anlayışını dile getiren Machiavelli’ye göre, her siyasal özne, güç ilişkileri sisteminin bir parçası olduğundan, kendisini sürekli bir savaş ortamı içinde bulur. Siyasete içkin zorunluluk, savaşı da zorunlu kılar.

96 Machiavelli Hükümdar, s. 125.

97 Ağaoğulları, - Köker, 2008, s. 191.

Siyaset ile savaş arasındaki ilişki, en açık şekliyle Machiavelli’nin askeri gücü yasalarla birlikte devletin temeline yerleştirmesinde görülür: “Her devletin esas temeli, iyi yasalar ile iyi ordulardır.”98 Ancak bu iki ilke eşit değildir, aralarında hiyerarşik bir ilişki vardır. “İyi düzenlenmiş orduların olmadığı bir yerde iyi yasalar olamaz.”99 Demek ki bir devletin kendi içinde adaleti sağlaması ve dışarıda gücüne güç katıp varlığını sürdürmesi, iyi düzenlenmiş disiplinli bir orduya sahip olmasına bağlıdır.

Machiavelli’nin çok istediği bir şey vardır ki o da İtalya’nın ulusal birliğinin kurulması. Machiavelli, kent devletlerine bölünmüş, kentlerin hem birbirleriyle mücadele ettikleri hem de bu mücadele yüzünden güçsüzleştikleri, dolayısıyla bu topraklar üzerinde yabancı kralların cirit attığı bir İtalya’da düşüncelerini geliştirip İtalya’nın bu kötü durumdan nasıl kurtulacağı hakkında kafa yorar. Ona göre “İtalyan sorunu”nun çözümü, bir “yeni devletin”, İtalyanları tek bir çatı altında toplayacak bir devletin kurulmasıdır. Ulusal birliğin nasıl bir siyasal yapılanmayı gerektirdiği sorusu gündeme getirildiğinde, prenslik ile cumhuriyet arasında bir bağlantının, hatta bir bütünlüğün olduğu anlaşılır. Bu bütünlüğü, bir Machiavelli yorumcusunun deyişiyle, “cumhuriyeti hazırlayan dikkatörlük” şeklinde ifade etmek mümküdür.100

Machiavelli, İtalyanların bu kötü durumdan ancak merkezi (ulusal) bir devlet kurarak kurtulabileceklerini ileri sürer. Hükümdar’ın son bölümünde, İtayanların bir ulusal devlet çatısı altında birleşmeleri düşüncesini, hatta bu düşüncenin de ötesinde bir “İtalyan ulusçuluğu” anlayışını açıkça dile getirir.101 Bu bölümde, İtalya’nın birliğini sağlama fırsatının heba edilmemesini isteyen Machiavelli “Uzun zamandan beri sıkıntı çeken italyanın kurtarıcısını görmek zamanı gelmişti”102 diyerek “prens” e vurgu yapmasının gerisindeki nedeni açığa çıkarır.

Mutlak bir iktidara sahip olarak koşulların gerektirdiği her türlü aracı kullanmaktan kaçınmayan kurucu tek bir kişinin gerekli oluşu, doğrudan doğruya Machiavelli’nin “insan doğası” anlayışından beslenmektedir. Salt kendilerini düşünen insanlar kötülüğe eğilimli olduklarından ve ancak bir zorlama karşısında iyilik yaptıklarından, bir halkın kendi başına yeni bir devlet, bir cumhuriyet kurması olanaksızdır.

Machiavelli, kuruluş aşamasında monarşiyi zorunlu görmesine karşın, sürdürülme aşaması söz konusu olduğunda, bu kez cumhuriyetin zorunlu olduğunu vurgular “ Bir

98 Machiavelli, Hükümdar, s.153.

99 Aktaran: Ağaoğulları, - Köker, 2008, s.200.

100 Aktaran: Ağaoğulları,- Köker, 2008, s.221.

101 Ağaoğulları, - Köker, 2008, s. 222.

102 Machiavelli, Hükümdar, s. 258.

cumhuriyetin ya da bir monarşinin mutluluğu için yaşamı boyunca bilgelikle yönetecek bir prensin olması yeterli değildir; ölümünden sonra da yönetiminin ayakta kalmasını sağlayan yasaları koyacak birisinin olması gerekir.”103 Cumhuriyet gibi monarşi de yasalara sahip olabilir.

Her ne kadar monarşi de yasalı bir yönetimse de, bir anlamda yasaları egemen kılan, bu sayede iktidarı kişisizleştirip tümüyle kurumsallaştıran ve üstelik insanları kamusal sorunlarla ilgili yurttaşlara dönüştüren tek yönetim biçimi cumhuriyettir. Cumhuriyetin, sürekliliğe yol açan bu özelliği, onu ikinci aşama için en uygun siyasal yapılanma haline getirmektedir. Machiavelli’ye göre, devlet tek bir kişi tarafından bir prenslik olarak kurulur ve daha sonra halk tarafından bir cumhuriyet olarak sürdürülür, bunu Discorsi adlı eserinde şöyle dile getirir:

Tek bir kişi, bir devlet kurmayı kolaylıkla becerebilir; fakat yönetim tek kişinin eline bırakılırsa devletin ve yasaların ömrü çok kısa olur; bunlara uzun bir yaşam biçmenin yolu, yönetimi çokluğun özenli bakımına ve korumasına bırakmaktır… Prensler yasalar koymak, ülkeye bir anayasa vermek ve yeni yapılar oluşturmak bakımından halklardan üstünseler de;

halklar, kurulmuş yapıları korumak bakımından prenslerden öyle üstündürler ki, yasamacılarının görkemine görkem katarlar.”104

Sonuç olarak, hem prenslik hem de cumhuriyet, devletin belli aşamalarında gerekli olan siyasal yapılanmalardır. Machiavelli için asıl önemli olan, iktidarın biçimsel yapılanması değil, fakat yönetiminin virtu sahibi olarak devletin iyliğini sağlayacak her türlü aracı kullanma yeteneğini sergileyebilmesidir.