• Sonuç bulunamadı

Augustinus’ta Tanrı’nın Krallığının İktidarı

1.1.2. Ortaçağda İktidar Anlayışı

1.1.2.1. Augustinus’ta Tanrı’nın Krallığının İktidarı

Augustinus, Tanrı, din, ahlak ve felsefe hakkındaki görüşlerini, pagan inançlara karşı yürüttüğü tartışmalar içinde geliştirmiştir. Toplum ve siyaset felsefesini sistemleştirdiği De Civitate Dei (Tanrı Sitesi) adlı yapıtında Augustinus, bir yandan teoloji düzeyinde Hıristiyanlığın pagan dinler karşısındaki üstünlüğünü temellendirmek isterken, diğer yandan da Roma ile Hıristiyanlık (devlet ile kilise) arasındaki ilişkileri yeniden değerlendirmeye yönelmiş ve Tanrı Devleti, bu yönelişin bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır.70

De Civitate Dei’nin bir bölümünde “dünyevi egemenliğin kaderi yok olmak ise, kalıcı olan bir devlet yok mudur?” sorusunu soran ve cevaplandırmaya çalışan Augustinus soruya olumlu cevap verir. Sonsuza dek var olacak bir devletin olduğunu, bunun da Tanrı Devleti olduğunu belirtir. Böylelikle bir yandan ünlü ayrımını, Yeryüzü Devleti (civitas terrana) ile Tanrı Devleti (civitas Dei) ayrımını ortaya koyar, diğer yandan bu iki devletin karşılaştırmasını, Tanrı Devleti ile yeryüzü devleti arasındaki ilişkilerin çözümlemesini yapar.

69 Aristoteles Politika s. 123.

70 Ağaoğulları, Mehmet Ali - Köker, Levent İmparatorluktan Tanrı Devletine, Ankara: İmge, 2004, s. 147.

Tunçay’ın eserinde71 aktardığı gibi, Augustinus, Tanrı’nın melekler ve insanlar tarafından işlenecek günahları önleme gücüne sahip olduğunu kesin bir dille belirtir ve Tanrı, bu gücü onlara bırakmayı ve böylelikle her ikisine de, kötülüğün kendi kibirleriyle, iyiliğin ise Tanrı’nın inayeti ile işlenmiş olduğunu göstermeyi tercih etmiştir der ve devam eder:

Buna uygun olarak, iki devleti iki sevgi kurmuştur: Yersel olanı, Tanrı’yı horlamaya varan benlik sevgisi; göksel olanı da, benliği horlamaya varan Tanrı sevgisi. Bir kelimeyle, ilki kendini yüceltir, ikincisi Tanrı’yı. Çünkü biri insanlarda izzet arar, ötekinin en büyük izzeti ise vicdanın tanığı olan Tanrı’dır. Biri kendi izzetiyle başını diker, öteki Tanrı’sına

‘Benim izzetim sensin’ der, ‘başımı dik tutan da sen’. Birinde, boyun eğdirdiği prensler ve uluslar hükümranlık sevgisiyle yönetilir; berikinde prensler ve uyruklar birbirlerine sevgiyle hizmet eder. Biri yöneticilerinin kişiliklerinde canlanan kendi gücüyle zevklenir, öteki Tanrı’sına ‘seni severim Tanrım’ der, ‘benim kuvvetim Sensin” ve onun için insana göre yaşayan birinci devletin akıllıları kendi bedenlerini yahut ruhlarını ya da her ikisini birden yararlandırmaya kalkmışlar, Tanrı’yı tanıyanlar da ‘Tanrıyı Tanrı diye övmemişler, şükretmemişler, kendi batıl düşünceleriyle kibirlenmişler, akıllarını övüp gururlanırken-akılsız olmuşlar ve fani olmayan Tanrı’nın izzetini, fani olan insan, kuşlar, dört ayaklı hayvanlar ve sürüngenler suretinin benzeyişiyle değişmişlerdir. Çünkü bunlar, puta tapan insanların önderleri ya da izleyicileriydiler ve ‘ebediyen kutsal olan Yaratan’dan çok yaratığa (Halikten ziyade mahluka) tapıp kulluk etmişlerdi’. Buna karşılık öteki devlette insan bilgeliği yoktur, Tanrıya yakınlık vardır: Gerçek Tanrı’ya gereğince ibadet edilir, ödülü de ermişlerin, kutsal meleklerin, kutsal insanların topluluğunda aranır, “ta ki Tanrı her şeyde her şey olsun.

Augustinus’un böylece ayrıştırmak istediği Yeryüzü Devleti ile Tanrı Devleti arasındaki ilişkiler nasıldır? Dünyayı “iyilik” ve “kötülük” olarak iki ayrı ve birbirini dışlayan alana ayıran inançlara karşı çıktığını bildiğimiz Augustinus, Yeryüzü Devleti ile Tanrı Devleti’ni birbirinden ayırırken, bu iki devletin birbirlerinin tam karşıtı olduklarını ve birbirlerini dışladıklarını da belirtir. Buna karşın, yeryüzünde var olan hiçbir toplumda, bu iki devletin saf haline rastlanmayacağını, var olan her toplumda bu iki devletin birbirinin içine geçmiş olduğunu da ifade eder.

Augustinus, antikçağ felsefesinin etkisinde kalarak, dünya üzerinde yaşayan insan topluluklarının dört biçimini birbirinden ayırır. Bunlardan ilki, geniş anlamda ailedir (domus);

ikincisi, ailenin üzerinde ve ondan daha geniş olan kent devletidir (civitas), ki buna kent devletinin Roma’da olduğu gibi genişlemiş, imparatorluk halini almış biçimleri ya da birçok

71 Tunçay, Mete Batı’da Siyasal Düşünceler Tarihi 1, İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2006, s.

370

kenti içine alan daha büyük birimlerde görülen devletler de dahildir; üçüncüsü, civitas’ı da kapsayan ama ondan daha geniş olan, bütün yeryüzünü ve üzerinde yaşayan insanları içine alan orbis terrae’dir. Nihayet, dördüncü olarak, tüm toplumların en genişi olan, yeryüzünü ve gökyüzünü, Tanrıyı, meleklerini ve ruhları, günahkârlıkları yüzünden Tanrıdan ayrılıp geçici bir süre için yeryüzünde yaşamakta olan insan toplumunun tümünü kapsayan evren (mundus) bulunur.72

İnsanlar, yüzyıllar boyu civitas ile mundus’u özdeşleştirmişler, küçük, yakın ve bildik kent cemaatinin sıcaklığını ve içtenliğini Evren’e taşımışlardır. Böylelikle evreni bir kent devletine benzetmişler ve Kutsal olan ile insani olanın ortak bir ‘yurttaşlık’ içinde birlikte yaşadıklarını düşünmüşlerdir. Stoacıların “kosmopolis” anlayışı bu düşünceyi yansıtır (Yunanca kosmos’un Latince karşılığı mundus, yine Yunanca polis’in karşılığı civitas’tır).

Augustinus’un kendisinden önce uzun bir geçmişi bulunan Yunan-Roma düşüncesinde zaten var olan “Tanrı Devleti” kavramını, kendi yorumladığı biçimiyle Hıristiyanlığın toplum ve siyaset felsefesinin merkezine yerleştirmesi doğaldır. Yukarıdaki insan toplumları sınıflandırması açısından ve Tanrı Devleti’ni daha iyi anlamak için, Augustinus’un yaşadığı dönemdeki iki büyük örgütlenmeye baktığımızda, Bir yanda Roma İmparatorluğu, öte yanda Kilise’yi görürüz. İmparatorluk ile Kilise arasındaki ilişkiler ise, Roma İmparatorluğu’nun doğu ve batı kesimlerinde farklı biçimlerde nitelenmişti. Doğu’da, Bizans’ta imparatorluk ve Kilise, İmparator’un şahsında birbirleriyle özdeşleştirilmişti. Batı’da ise, İmparatorluk ve Kilise ayrı kurumlar olarak kalmış, önceleri Kilise’nin özerkliği yerleştirilmek istenmiş, sonra Kilise’nin ruhani-dinsel alanı ilgilendiren işlerde bile olsa, imparatora üstün olduğu görüşü geliştirilmişti. Bu görüşün “Hıristiyan” olanla “Romalı” olanın eşitlenmesi ve sonuçta bu iki otoritenin tek bir siyasal-dinsel yapı içinde birbirlerinden ayrı işlevlerinin ve birbirlerine karşılıklı bağımlılıklarının tanımlanması olarak karşımıza çıkmakta olduğu görülür.

Augustinus’un Tanrı Devleti kavramı, yukarıdaki toplumsal tipolojisi de dikkate alındığında, Hıristiyanlık ile Roma’yı, Kilise ile Devleti bir tutan anlayışa aykırı düşmektedir.

Çünkü Augustinus’a göre, domus’tan mundus’a kadar sıralanan tüm toplum tiplerinde, bütün var olan gruplarda “iyilik” ile “kötülük” tanrısallık ve “şeytanlık”, “benlik sevgisi” ile “Tanrı sevgisi” bir arada bulunmaktadır. Augustinus’un Yeryüzü Devleti ve Tanrı Devleti, bir bakıma iki “ideal tip” olarak belirmektedir.

72 Ağaoğulları, - Köker, 2004, s. 150.

Arnhart’ın eserinde73 aktardığı üzere, Augustinus şöyle der:

İnsan Kenti’nde yöneticiler, yönetme şerefi için yönetirler; ancak Tanrı Kenti’nde yöneticiler, gerçek ödüllerini cennetle şereflendirilmede bulurlar. İnsan Kenti’nde zihinlerini kararttığı halde bilgelik şerefi, kendi bilgeliklerindendir; Tanrı Kenti’nde ise bilge olan, gerçek bilgeliğin insani değil, ilahi olduğunu görür. İnsan Kenti, Adem’in gurur günahının yozlaşmasından doğar; Tanrı Kenti ise, mütevazi müminlerin İsa Mesih tarafından kurtuluşa erdirileceklerine olan umutlarından doğar.

Sonuçta Augustinus, iki kentten bahsederken, insanlık durumunu aydınlatmak üzere, Hıristiyanlığın Çöküş ve Kurtuluş öğretilerini kullanmıştır. Augustinus’un iddiasına göre, müminlere Tanrı tarafından vahyedilmiş bu öğretilerin ışığı olmaksızın, dünyanın ve bizim bu dünyadaki yerimizin anlamını çıkaramayız.

İktidar kavramının ortaçağdaki gelişimini Augustinus’tan sonra ele alacağımız filozof Aquinumlu Thomas’tır.

1.1.2.2. Aquinumlu Thomas’ta Kutsal Yasadan Türetilen Siyasal Yönetimin