• Sonuç bulunamadı

TİMURTÂŞÎ VE “RİSÂLETÜ BEZLİ’L-MECHÛD FÎ TAHRÎRİ ES’İLETİ TEGAYYÜRİ’N-NÜKÛD” İSİMLİ ESERİ

FÎ TAHRÎRİ ES’İLETİ TEGAYYÜRİ’N-NÜKÛD” İSİMLİ ESERİ

2.3. TİMURTÂŞÎ’NİN RİSALEDE ELE ALDIĞI MESELELER

2.3.2. Mütedavil ve Mağşuş Sikkeler

Timurtâşî’nin Tenvîru’l-ebsâr isimli eserinde bazı özel sikke çeşitleri için kullanılan birtakım kelimeler vardır. Örneğin Eymân bölümünde “Borcumu bugün ödeyeceğim” şeklinde yemin eden kişi borcunu katışıklı sikke ile öderse durumunun ne olacağı anlatılırken nebehreca, settûka ve züyûf sikkeler arasında ayrım yapar. Burada settûka ile ödemesiyle yemini gerçekleşmez.185 İbn Âbidin, haşiyesinde bu sikke türlerini açıklar. Buna göre nebehreca gümüşü az katışığı fazla olan dirhemler olup sadece müsamahakâr olan tüccarın kabul ettiği türdendir. Züyûf daha az olmakla beraber katışığı gümüşten fazla olanlardandır ama bunu tüccarlar kabul ettiği halde

beytülmâl kabul etmez. Settûka ise gümüşle kaplanmış bakıra denir. Bunun bakırı

gümüşten fazladır. Bunun dışında İbn Âbidin, Buyû bölümünde Tatarhâniye’den bir

184

İbn Âbidin. Reddu’l-muhtâr ale’d-Dürri’l-muhtâr şerhi Tenvîru’l-ebsâr. Beyrut: Daru’l-kütübi’l-ilmiyye, 1994, Cilt 5, ss.531-534.

185

55

alıntıyla dirhem çeşitlerini açıklarken de bu sikkelerden bahseder.186

Buna göre dirhem dört çeşittir: ciyâd, züyûf, nebehreca, settûka. Ciyâd en makbul dirhem çeşidi olup halis gümüştendir, beytülmâl tarafından kabul edilir ve ticarette geçer. Diğer üçü mağşuş dirhemlerdir. Züyûf beytülmâlin reddettiği ama herkesçe bilindiği takdirde ticarette geçen dirhemlerdendir. Nebehreca sultanın izni olmaksızın darphane dışında basılır ve beytülmâl kabul etmediği gibi tüccardan bir kısmı tarafından da kabul edilmez. Settûka ise gümüşle kaplanmış bakır sikkedir ve bakır sikke mesabesindedir. Bunların makbul olma derecesine göre sıralaması da bu şekildedir. Yine Timurtâşî,

Buyû’nun Sarf bölümünde ğalle dirhemi diye bir dirhemden bahseder.187

Haskefî, bunu açıklarken beytülmâlin kabul etmediği dirhem derken İbn Âbidin bunların maktu dirhemler olduğunu söyler ve bunların sahih dirhemlerle takasını caiz görür.

Bahsi geçen sikke çeşitlerinden ciyâd sikkeler, Osmanlı’da ceyyid sikke olarak geçmesinin yanında sahîhü’l-ayâr, hâlisü’l-ayâr, tâmü’l-veznü’l-ayâr,

tamâmü’l-vezn, sâfî, pâk, kâmilü’l-vezn, sağ gibi isimlerle anılmıştır. Daha önce de

bahsi geçtiği üzere akçenin içindeki bakır miktarı zamanla arttı. Ancak yine de sahih olarak adlandırılmaktaydı. Kayıtlarda ceyyid u cedîd şeklinde beraberce geçmeleri de eski sikkelere nazaran ceyyid kabul edildiklerinin göstergesi olabilir. Timurtâşî’nin

züyûf olarak adlandırdığı sikkeler Osmanlı’nın züyûf adlandırmasıyla uyuşmaktadır.

Züyûf sikkeler de hazine tarafından kabul edilmemekte ancak değerleri olduğu için halk arasında geçmekteydi. Nebehreca ise kalb sikkelere karşılık gelmektedir, çünkü her ikisi de izinsiz basılan sikke anlamındadır. Bunun haricinde metinde urûz olarak geçen kelime ise hurda kelimesine denk gelebilir. Bu kelime esasen alınıp satılan mallar için kullanılırdı. Aynı şekilde hurda da Osmanlı’da değerli madenden yapılmış kap kacaklar için kullanılırdı. Dolayısıyla her iki terim de eskiden sikke olarak geçen ancak sikke olarak kabul edilmediğinden dolayı kap kacak mesabesine düşmüş, sikke değil mal hükmünde olan maden anlamına vurgu yapmaktadır.188

186

İbn Âbidin, Reddu’l-muhtâr, Cilt 7, ss.486-488.

187

İbn Âbidin, Reddu’l-muhtâr, Cilt 5, s.530.

188

Döneme ait mühimme defteri ve kadı sicillerinden tespit ettiğimiz kadarıyla iyi akçeyi ifade etmek için

56

Müellifin kitaplarında genel olarak tağşişe ve mağşuş sikke kullanmaya dair hükümlere çok fazla rastlanmaz. Ancak Muînü’l-müftî’nin Kitâbu’l-bey’ bölümünde geçen bir ibarede “el-ğışşu haramun” şeklinde bir ibareye rastlanır.189

Buradaki ğışş kelime olarak aldatma anlamındadır. Alışverişle ilgili olarak kullanıldığında

katıştırmak anlamını taşır. Bu da iki türlüdür. Kişi ya sattığı malın içine başka bir şey

karıştırır ya da verdiği sikkenin içine değersiz maden karıştırır. Sattığı buğdayın içine başka bir şeyi ya da kötüsünü karıştırmak ve mağşuş sikke kullanmak bunlara örnektir. Burada kastedilen satılan malın ya da verilen sikkenin katışıklı olduğunu karşıdakinin bilmemesi ve onu kaliteli zannetmesidir. Timurtâşî ğışşın haram olduğunu söyledikten sonra iki durumu bundan istisna eder. İlki darülharpte esir olan hür bir Müslümanı satın almak için mağşuş sikkenin kullanılabilmesidir, esir köle olursa caiz olmaz.190 İkincisi ise cibâyât yani vergi tahsilinde kullanılabilmesidir.191

Müellif, muhtelif eserlerinde sikkelerle ilgili risalesine almadığı bazı hükümlerden bahseder. Tenvîr’in Buyû bahsinde belirttiğine göre alışveriş akdi esnasında şu kadar dirhem üzerine anlaşılır, ancak dirhemin çeşidi tam olarak belirlenmezse örfe göre bazen hâlis gümüş bazen katışıklı dirhem bazense fülûs kastedilebilir.192 Yine Buyû’nun Sarf bahsinde sahih bir dirheme karşılık iki ğalle dirheminin alınmasının caiz olduğunu söylemektedir.193

Bölümün devamında yarım dirhem fiyatındaki bir şeyi satın almak için örfen geçerliyse o kıymetteki fülûsun

kullanılıyordu. Katışıklı, değeri düşürülmüş veya sahte akçeler içinse mağşûş, nâkısu’l-vezn, züyûf, kalb, hurda, kızıl,

ahmer, kırpık, kırkık, dönek, muhtell, müşevvez, muşakkat kelimeleri kullanılmaktaydı.

189

Timurtâşî, Muînu’l-müftî, s.329.

190

Müellifin bu kitabında bu konuyla ilgili geniş açıklama bulunmasa da Tenvîr’in şerhi ve haşiyesinde Haskefî ve İbn Âbidin bu konuya değinir. Haskefî mal veya sikkenin katışıklı olduğunu gizlemenin haram olduğunu belirtir. Ardından Timurtâşî’den naklettiğimiz iki istisnayı verir ancak geniş açıklamalara girmez. İbn Âbidin ise hâşiyesinde bu konuyu biraz daha açar. Darülharpte esir olan hür bir Müslümanı almada ğışşın caiz olması aslen hür bir kişinin satışa konu olamamasından kaynaklanır. Yani zaten aslında bu satışın hükmü yoktur. Hür bir kimseyi kurtarmak için cevaz verilmiştir. Ancak esir köle ise onun hakkında satış akdi geçerli olacağından ğışş yine haram olur. İbn Âbidin, Reddu’l-muhtâr, Cilt 7, ss.231-232.

191

İbn Âbidin cibâyet hakkında açıklama yaparken bunun zalim hükümdarın halka zulmederek aldığı vergi olduğunu belirtir. Fethu’l-kadîr’den yaptığı alıntıyla o dönemde İran’da her gün ya da her ay veya üç aylık olmak üzere hükümdar için toplanan vergileri örnek gösterir.

192

İbn Âbidin, Reddu’l-muhtâr, Cilt 7, ss.486-488.

193

57

verilebileceğini belirtir. Aynısı üçte bir dirhem veya çeyrek dirhem için de geçerlidir. Bir dirhem verip karşılığında fülûs almak da caizdir. Sarrafa bir dirhem verip yarısı gümüş yarısı bakır dirhemler yaptırması da örfen geçerli oldukça caizdir.194

Müellif

Muînu’l-müftî kitabında bir kimsenin ceyyid sikke alacağı karşılığında farkında

olmadan züyûf sikke alıp harcadıktan sonra onun züyûf olduğunu anlaması durumunu ele alır. Bu durumda bir görüşe göre bir şey yapması gerekmezken başka bir görüşe göre züyûfları borçluya iade edip karşılığında ceyyid sikke alır.195

Ceyyidin karşılığı olarak bile bile züyûf alması ise mekruh olmakla beraber caizdir. Aynı eserin bir başka yerinde ise dirhemlerini sikke kesen kişilere götüren kimsenin bu sikkelerde azaltma yapmasını söylemediği halde azaltma yaparak kesen kişinin bunları tazmin etmesi gerektiğini belirtir.196

Timurtâşî risalesinin başlığında nükûd kelimesini kullanır. Bu kelime, günümüz Arapçasında nakd kelimesinin çoğulu olarak paralar şeklinde anlaşılır. Ancak nükûd kelimesinden kasıt, müellifin kendi döneminde nakit olarak geçen sikkelerdir. Çünkü o dönem madenî para rejiminin hüküm sürdüğü bir dönemdir. Risaledeki hükümleri bu ayrımın farkında olarak okumak gerekir. Bu yüzden risalenin başlığında “Sikkelerin değerindeki değişmelere dair bir araştırma” şeklinde bir tercüme tercih edildi. Risalede nakd olarak geçen kısımlarda da kastedilen o dönemde para olarak kullanılan sikkelerdir. Bu kelime risalede geçen ve para olarak kullanılan tüm madenleri kapsamaktadır.