• Sonuç bulunamadı

Mümkünlerin Varlık Ve Yokluğa Eşit Olduğuna Dair Deliller ve Bu Deliler Hakkında

3. BÖLÜM: KEMALPAŞAZÂDE’NİN İMKÂN ANLAYIŞI

3.6. İmkânın İki Tarafının Eşit Oluşu Hakkında Tartışmalar

3.6.4. Mümkünlerin Varlık Ve Yokluğa Eşit Olduğuna Dair Deliller ve Bu Deliler Hakkında

Kemalpaşazâde’nin son olarak ele aldığı ve üzerinde en fazla durduğu görüş cumhur tarafından benimsenen görüştür. Cumhura göre mümkünün iki tarafından birisinin diğerine üstün olduğu düşünülemez. Kemalpaşazâde, burada bir noktaya dikkat çeker. Cumhurun görüşüne göre mümkünlerin iki tarafının eşit olduğunu iddia edenler, iki

325 İbn Kemâl, “Risâle fî tahkîki enne’l-mümkine lâ yekûnu ehadu tarafeyhi evlâ bih lizâtih”, 6:370; Seyyid Şerîf el-Cürcânî, Şerhu’l-Mevâkıf, 1:718.

98

tarafın tam olarak birbirine eşit olduğunu kabul etmişlerdir. İki taraftan birinin diğerine üstün olması hiçbir şekilde düşünülemez. Çünkü mümkünün varlık ve yokluk tarafından birinin diğerine baskın olması iki ihtimal üzere olur: (i) bu iki taraftan biri diğerine baskın olmakla birlikte bu baskınlık ya meydana için yeterli olur, yada (ii) mümkünün varlık ve yokluk taraflarından birisi diğerine baskın olmakla birlikte bu baskınlık meydana gelmek için yeterli değildir. Çoğunluğun benimsediği görüş mümkünün varlık ve yokluk taraflarından hangi şekilde olursa olsun diğerine üstün olamayacağıdır. Düşünürümüz, bu bağlamda Devvânî’yi eleştirmektedir.326 Zira Devvânî, Ali Kuşçu’nun Şerhu’t-Tecrîd eserinde imkânın iki taraftan birinin diğerine öncelikli olamayacağı yönündeki ifadelerini yanlış anlayarak mümkünün varlık veya yokluk tarafından birinin diğerine baskın olmasının, cumhur için sorun teşkil etmeyecek durumun da var olduğunu ifade etmiştir.327Kemalpaşazâde, mümkünün varlık ve yokluk tarafının diğerinden üstün olamayacağı ile ilgili dört delil zikretmiştir.328

3.6.4.1.Birinci Delil

Kemalpaşazâde’nin ele aldığı ilk delil Îcî tarafından Mevâkıf’ta zikredilen delildir. Bu delili şu şekilde özetleyebiliriz: Mümkünün varlık veya yokluk taraflarından birisi diğerine öncelikli olursa iki ihtimal ortaya çıkar: (i) ya öncelikli olmayan diğer taraf, mümkünün kendi zâtından kaynaklanan bu öncelik sebebi ile imkânsız olur (ii) yada imkânız olmaz. Birinci ihtimalin vâkı olması kabul edilemez. Zira bu durumda mümkün olan zorunlu olur ki bu çelişkili bir durumdur. İkinci ihtimale göre de iki ihtimal bulunmaktadır: Öncelikli olmayan diğer taraf (i) ya herhangi bir nedene gereksinim duymadan var olur,(ii) ya da bir neden ile var olur. Birinci ihtimalin kabul edilmesi mümkün değildir. Zira iki tarafı eşit olan mümkünlerin bile varlığa gelmesi için bir sebep gerekiyorsa, iki taraftan zayıf olanın var olması için bir sebep kesinlikle gereklidir. Delilin tartışmalı olan noktası ikinci ihtimaldir. Çoğunluk, ikinci ihtimal kabul edildiği takdirde yani mümkünün varlık veya yokluk taraflarından biri diğerinden zayıf olmakla birlikte zayıf olan tarafın bir illet sayesinde var olabileceği kabul edildiği takdirde bu durumun

326 İbn Kemâl, “Risâle fî tahkîki enne’l-mümkine lâ yekûnu ehadu tarafeyhi evlâ bih lizâtih”, 6:371.

327 Devvânî, “Risâle fî isbâti’l-vâcib el-kadîme”, Seb’u Resâil, thk. Seyyid Ahmed Toyserkânî, 1. Baskı (Tahran: et-Turâsü’l-Mektûb, 2002), 104; Ali Kuşçu’nun ifadeleri için bk. Ali Kuşçu, Şerhu

Tecrîdi’l-akâîd, 250.

99

baskın olan tarafın baskınlığına halel getireceği kanaatindedirler. Zira, baskın olan tarafın meydana gelmesi öncelikle zayıf olan tarafın illetinin var olmamasına bağlıdır. O halde mümkünün baskın olan tarafı mümkünün zatı gereği değil bir şarta bağlı olarak baskın olacaktır. Bu ifadeyi biraz daha açabiliriz. Hatırlanacağı üzere ikinci ihtimal mümkünün varlık ve yokluk taraflarından baskın olmayan tarafın bir neden ile var olmasıydı. Bu ihtimal kabul edildiği takdirde baskın olan tarafın varlığı da belli bir şarta bağlanacaktır. Zira kuvvetli olmayan taraf bir illet ile var olabilir. Bu durumda kuvvetli olan tarafın ortaya çıkabilmesi için kuvvetsiz olan tarafın sebebinin var olmaması gereklidir. Kemalpaşazâde’nin ifadesi ile “öncelikli olan tarafın varlığı [bu öncelikli olmayan tarafın] illetine bağlıdır”.329 Çünkü bu öncelikli olmayan tarafın illeti ortaya çıkması ile beraber, öncelikli olmayan taraf öncelikli olur. Çünkü illet malulünü gerektirir. O halde mümkün olanın varlık veya yokluk tarafından baskın olan tarafın baskınlığı bizâtihi mümkün için sabit değildir. Aksine baskın olmayan tarafın illetinin yok olması şartı ile sabittir. Halbuki başlangıçta iki taraftan diğerinin baskınlığının bizâtihi mümkün zâtı için sabit olduğu varsayılmıştı.

Kemalpaşazâde’nin Îcî’den naklen sunmuş olduğu bu delil330, daha öncesinde İsfehânî tarafından Tesdîdü’l-kavâid eserinde zikredilmiş, Nasîruddîn el-Hillî tarafından şerh üzerine yazılan haşiyede delile önemli tenkitler getirilmiş, Seyyid Şerif Cürcânî’nin kendi haşiyesinde bu tenkitleri cevaplandırmaya çalışmıştır. Bundan dolayı bu delil üzerine önemli bir literatür oluşmuştur.331 Kemalpaşazâde’yi diğerlerinden ayırt eden özelliği onun mümkünün iki tarafının eşit olması gerektiği hususunda aşırı ısrar etmemesi hatta

329 İbn Kemâl, “Risâle fî tahkîki enne’l-mümkine lâ yekûnu ehadu tarafeyhi evlâ bih lizâtih”, 6:373.

330 Îcî’nin delili için bk. Seyyid Şerîf el-Cürcânî, Şerhu’l-Mevâkıf, 1:719. İsfehânî’nin delili için bk. Ebüssenâ el-İsfahânî, Tesdîdül’l-kavâid fî şerhi Tecrîdi’l-akâid, 1:255-256. Esasında bu delili, Fahreddîn Râzî’ye kadar geri götürmek mümkündür, bk. Fahreddin er-Râzî, el-Mebâhisü’l-meşrikiyye, 1:129-130; Hanoğlu, Fahruddin er Razi’nin Kitabu’l Mulahhas fi’l-Mantık ve’l Hikme Adlı Eserinin Tahkiki ve

Değerlendirmesi, 1:255. Râzî’nin takipçilerinden Urmevî Metali‘u’l-envâr eserinde mümkünün iki

tarafının eşit olması gerektiği hususun şu şekilde sözleri ile ele alır: “Mümkünün iki tarafından biri (diğerine oranla) daha öncelikli olamaz. Eğer var olması daha öncelikli olsaydı, yok edici etken gerçekleştiğinde de o öncelik kalmazdı ve (bu da) o önceliğin, mümkünün zatından olmadığını gösterir. Buna rağmen, eğer (varolma) önceliği hala kalırsa, (yok edici etken gerçekleştiğinde bile) yokluk, mümkün için daha öncelikli olmazdı ve bu defa yok edici faktör, her ne kadar öncelikli de olsa yok edici olmaktan çıkardı. Şu hâlde her iki taraf da mümkün için (eşit oranda) önceliklidir. Ancak birincisi zat bakımından iken, ikincisi başkasıyla olan bir önceliktir. Tabii ki, zat bakımından olan öncelik daha güçlüdür. Buna göre, yokluk gerçekleşseydi dışardan olan (öncelik) daha güçlü olurdu ki, bu da çelişkidir.” Akkanat, Kadı

Siraceddin el-Ürmevi ve Metaliu’l-Envar (tahkik, çeviri, inceleme), 2:144.

331 Sözgelimi Devvânî, haşiyeler aracılığı ile Hillî ve Cürcânî arasında gelen bu tartışmayı Risâle fî

100

delile yönelik yeni eleştiriler getirmesidir. Bu aşamadan sonra delil yönelik olarak getirilen eleştirilere geçebiliriz.

3.6.4.1.1. Birinci Delile Yönelik Tenkitler

3.6.4.1.1.1.Kemalpaşazâde’nin Tenkidi

Kemalpaşazâde’nin bu delile yönelik yönden iki itirazı bulunmaktadır. İlk olarak delilin kendi içerisinde çelişkili olduğunu ifade etmektedir. Zira Îcî, mümkünün taraflarından birisinin diğerine üstün olduğu kabul edildiği takdirde şu iki ihtimalin ortaya çıktığını ifade etmişti: (a) zayıf taraf mümkünün kendi zâtından kaynaklanan bu güçlü taraf sebebi ile ya imkânsız olur yada (b)imkânız olmaz. Bu ihtimallerden ikincisi yani mümkünün bir tarafının baskın olmasına rağmen diğer tarafın imkânsız olmaması iki taraf arasında çelişki olmadığına delalet etmektedir. Kemalpaşazâde’nin delilini dış dünyaya tatbik ederek açabiliriz. Sözgelimi âlem daha dış dünyada var olmadan önce mümkündür. Bu mümkün olan âlemin var olma ve yok olma şeklinde iki tarafı bulunmaktadır. Âlemin yokluk tarafının üstün olduğunu kabul edelim. Îcî, bu durumda şu tahlili yapmaktadır: Âlemin yokluk tarafı baskındır ve bu baskın olma sebebi ile âlemin var olması ya imkânsızdır yada imkânsız değildir. İlk ihtimale göre mümkün olan âlemin yok olma tarafı baskındır ve varlık kazanması mümkün değildir, imkânsızdır. İkinci ihtimale göre her ne kadar âlemin yokluk tarafı baskın olsa bile var olması da imkânsız değildir. Yukarıda da zikrettiğimiz üzere Îcî, ilk ihtimalin geçersiz olarak kabul etmekteydi. Zira âlemin yokluk tarafı, varlık tarafına baskınsa ve bu yüzden varlık tarafı imkânsız oluyorsa; o halde âlemin yok olması gereklidir. Bu durumda mümkün artık mümkün olmaktan çıkmıştır. Dolayısıyla birinci ihtimalin olması söz konusu değildir.

Îcî, ikinci ihtimalin kabul edilmesi durumunda mümkünün iki tarafından birisinin üstün olduğu kabul edildiğinde üstün olan tarafın üstünlüğünün, üstün olmayan tarafın illetinin yok olmasına bağlı olması gerektiği sonucuna varmıştır. Âlem örneği üzerinden gidecek olursak âlemin yokluk tarafı daha baskın olmakla birlikte bu varlık tarafının imkânsız olması anlamına gelmemektedir. Âlemin yokluk tarafı baskın olmasına rağmen bir illet ile var olabilir. Fakat bu şu anlama gelmektedir. Âlemin varlık tarafının nedeni ortaya çıktığında yokluk tarafı baskın olmayacaktır. Bu durumda âlemin yokluk tarafının baskın olması âlemin varlık tarafının illetinin bulunmamasına bağlı olacaktır. Bu durumda

101

âlemin yokluğu sadece mümkünün zâtı itibari ile baskın olmayacak aksine var olma tarafının illetinin de yok olmasına bağlı olacaktır.

Bu noktada Kemalpaşazâde delile karşı çıkmaktadır. Zira ikinci ihtimale - bizim verdiğimiz örnekte; âlemin yokluk tarafının baskın olması ile birlikte bu baskınlık sebebi ile varlık tarafının imkânsız olmasının gerekli olmadığı ihtimaline- göre iki taraf arasında zıtlık bulunmamaktadır. Çünkü ikinci ihtimal âlemin yokluk tarafının baskın olmasına bağlı olarak âlemin varlığının imkânsız olmasını kabul etmemektedir. Kemalpaşazâde, bu nokta şunu ifade eder: Mümkünün baskın olan tarafı baskın olmayan tarafı ile çelişmediğine göre, baskın olmayan tarafın illeti ile de çelişmemelidir. Zira, bir şeyin tam illeti ile332 çelişen bir şey o şeyin kendisi ile de çelişir. Fakat ikisi arasında çelişki olmadığına göre iki taraftan birisinin kalkması diğerinin varlığını etkilemeyecektir. Malum olduğu üzere mümkününün iki tarafının eşit olduğunu iddia edenlerin tahlillerine göre en son ihtimale göre mümkünün baskın olan tarafının baskın olması baskın olmayan tarafın illetinin bulunmamasına bağlı olması gerekmekteydi. Kemalpaşazâde ise bu itirazı ile mümkünün baskın olan tarafı ile baskın olmayan tarafı arasında bir çelişki olmadığını ifade etmekte, bu durumda baskın olmayan tarafının illeti ile de çelişki olmayacağını ifade etmektedir. Dolayısıyla mümkünün baskın olmayan tarafının illetinin varlığı veya yokluğu baskın olan tarafın varlığını etkilemeyecektir.

Kemalpaşazâde’nin itiraz ettiği ikinci bir nokta daha bulunmaktadır. Kemalpaşazâde, bu itirazın illet ve hükümlerinde hareketle yapmaktadır. Buna göre çoğunluğun ifadesine şöyle bir itiraz yöneltmek mümkündür: Mümkünün taraflarından birisinin diğerinin illetinin yok olmasına bağlı olduğunu kabul edelim. Ancak burada taraflardan birisinin baskın olması bu illetin bütün parçaları ile yok olmasına bağlı değildir, herhangi bir kayıt olmaksızın illetin olmamasına bağlıdır. Kemalpaşazâde, şu çıkarımı yapmaktadır: Baskın tarafın baskın olması, zayıf tarafın ortaya çıkmasını engelliyorsa, baskın tarafın baskınlığının ortadan kalkması zayıf tarafın illetinin cüzlerinin sayılması mümkün değil midir? Zira bir şeyin ortaya çıkmasını sağlayan tüm şeyler o şeyin tam illetidir. Dolayısıyla tam illetin bir çok cüzü bulunmaktadır. Engellerin ortadan kalkması da tam

332 Tam illet bir şeyin varlığının ve mahiyetinin veya sadece varlığının nedeni olan şeylerin bütünüdür.et-Tehânevî, “el-’İllet”, Keşşâfu ıstılâhâtı’l-ulûm ve’l-funûn, 1. Baskı (Beyrut: Mektebetü Lübnân Nâşirûn, 1996). İslâm düşüncesinde illet kavramı ile ilgili olarak bk; Adıgüzel Nuri, “İslam Felsefesinde ‘İllet’ (Neden) Kavramı”, Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 5/2 (2002): 157-177.

102

illetin bir parçasıdır.333 Bu durumda imkânın baskın olan tarafının baskınlığının kalkması, mümkünün zayıf tarafının illetinin var olmasının şartıdır. Başlangıçta, mümkünün zayıf olan tarafının illetinin yokluğu, güçlü olan tarafının güçlü olmasının illeti olarak farz edilmişti. Bu durumda şu sonuç ortaya çıkar: Baskın olan tarafın baskın olması kendi varlığının kendisidir. O halde mümkünün iki tarafının eşit olduğunu iddia edenlerin iddia ettikleri gibi baskın olan tarafın baskın olması karşı başka bir illete bağlı değildir.334

3.6.4.1.1.2.Diğer Tenkitler

3.6.4.1.1.2.1. Birinci Tenkit

Kemalpaşazâde dışında mümkünün iki tarafının eşit olmasına yönelik tenkitler de olmuştur. Kemalpaşazâde, bu bağlamda iki tenkit zikretmektedir. Birinci tenkit Cürcânî tarafından Hâşiyetü’t-Tecrîd zikredilmiş ve Cürcânî tarafından cevaplanmıştır. Cürcânî’nin haşiyede zikrettiği deliller ve tenkitleri Devvânî tarafından Risâle fî

isbâti’l-vâcib eserinde tekrar ele alınmıştır. Birinci tenkide geçmeden önce cumhurun delilinde

yer alan üç iddiayı zikretmekte fayda vardır:

a) Mümkünün iki tarafından biri baskın olursa ve karşı taraf bu sebeple imkânsız olursa mümkün, mümkün değil zorunlu olur. Bu çelişkidir.

b) (Mümkünün iki tarafından biri baskın olur ve bu durum zayıf olan taraf imkânsızlığına yol açmayıp) zayıf olan taraf hiçbir sebep olmadığı halde olursa bu durum imkânsızlığa yol açar

c) (Mümkünün iki tarafından biri diğerine baskın olur, bu durum zayıf olan diğer tarafın imkânsızlığına yol açmaz ve zayıf olan tarafın bir sebebe bağlı olarak var olması mümkün olursa;) kuvvetli olan tarafın kuvvetliliği zayıf tarafın sebebinin var olmamasına bağlı olur.

Cumhurun bu üç ihtimal barındıran deliline karşı çıkanların tenkitleri ilk ve üçüncü ihtimalin geçersiz olduğu üzerine yoğunlaşmıştır. Bu bakımdan her iki tarafından ikinci ihtimalin var olamayacağından şüphe etmediğini söylemek mümkündür. Birinci delilin

333 El-Kazvînî, Hikmetü’l-Ayn, 105; Kemalpaşazâde de engelin ortadan kalkmasının tam illet olup olmadığını ele almıştır; bk. İbn Kemâl, “Risâle fi Tekaddümi’l-İlleti’t-tâmme ’ale’l-ma’lûl”, Mecmû’u

Resâili’l-’Allâme İbn Kemâl Bâşâ, thk. Hamza Bekrî v.dğr., 1. Baskı (İstanbul: Dâru’l-Lübâb li’d-Dirâse

ve Tahkîki’t-Turâs, 2017), 7:102-104.

103

ilk ihtimali üzerine getirilen tenkit şu şekilde özetlenebilir: Mümkünün üstün olan tarafı zorunlu olduğu zaman üstün olması bakımından ve bu üstünlük vasıtası ile zorunlu olmuştur. Zayıf olan tarafı da zayıf olması bakımından imkânsız olmuştur. Mümkünün zâtı da bu kuvvetli tarafın kuvveti ile zorunlu veya imkânsız olmuştur. Çoğunluğun iddia ettiği gibi bir çelişki yoktur. Zira mümkün zât tek başına zorunluluk veya imkânı gerektirirse çelişki olur. Burada ise bir vasıta sebebi gerektirdiği için bir çelişki yoktur. “Mümkünün zâtı, kendi taraflarından birinin üstün olmasına dayanarak zorunlu olduğuna göre artık mümkün değildir” iddiası da geçerli değildir. Zira mümkün, zorunlu ve imkânsız taksimi yapılırken mefhumun sadece “kendi zâtına bakıldığı zaman” kaydı koyulmuştur. Burada ise mümkünün sadece kendi zâtına bakılmamakta taraflarından birinin sahip olduğu üstünlük de itibar edilmektedir. Bu durumda mümkün kendi zâtına nazarla zorunlu olmamıştır.

Üçüncü ihtimal ise şu şekilde tenkit edilmektedir: Mümkünün zayıf olan tarafının mümkün olduğunu kabul ediyoruz fakat illetinin meydana gelmediğini de iddia ediyoruz. Çünkü bu zayıf olan tarafın zayıflığı onun imkânsız olması bir sebeptir. İlleti de yok olduğuna göre zorunlu olmaz ve üstün taraf haline dönüşemez. Dolayısıyla da zât sebebi ile kuvvetli olan tarafın kuvvetliliği ortadan kalkmaz.

Bu aşamada delile itiraz edenlerin mümkünün zayıf olan tarafının var olması için açık kapı bırakıldığına dikkat çekmek gereklidir. Zira mümkün zayıf olan tarafı mümkün olduğuna göre bir şekilde illetinin var olabileceği ihtimali bulunmaktadır. Bu durumda zayıf olan tarafın mümkün olduğuna göre illeti de mümkün olmalıdır. İllet mümkün olduğuna göre zayıf olan tarafın kuvvetli olması da mümkündür. Bu durumda mümkün zâtı gereği kuvvetli olan tarafın kuvvetsize dönüşmesi de mümkündür. Halbuki mümkünün zâtı gereği kuvvetli olan tarafının zayıf olması imkânsız bir şeydir. O halde burada bir çelişki vardır. Çünkü imkânsız olan bir şeyin mümkün olması imkânsızdır. İtiraz eden taraf bu şekilde yapılabilecek bir itirazı da hesaba katmışlardır ve bu şekilde yapılabilecek bir itiraza “sebeplinin (ma‘lûl) mümkün olmasının sebebin de mümkün olmasını gerektirmediğini” ifade ederek cevap vermektedirler. Bu durum ilk aklın zâtı gereği yok olmasının mümkün olmasına rağmen illetinin zâtı gereği imkânsız olmasına benzemektedir. Zira ilk aklın yok olması mümkündür. Fakat bu neden imkânsızdır. Çünkü mümkün varlıkların yok olmalarının sebebi illetlerinin yok olmasıdır. İlk aklın

104

nedeni ise zorunlu varlıktır ve yok olması zâtı gereği imkânsızdır. Bu durumda sebeplinin mümkün olmasının sebebin mümkün olmasını gerektireceği kabul edilemezdir.335

Bu itirazlara Cürcânî tarafından verilen cevapların belirleyici olduğunu söylemek mümkündür. Zira Kemalpaşazâde, Ali Kuşçu ve Devvânî gibi isimler Cürcânî tarafından verilen cevapların birçoğunu aktarmıştır. Cürcânî cumhurun delilinde yer alan birinci ve üçüncü ihtimalleri eleştiren bu itirazları öncelikle şu şekilde cevap vermektedir. Buna göre mümkünün zâtı güç olan tarafının güçlülüğü ile varlığın zorunluluğuna gerektirdiğine göre burada zât varlığın kendisinden asla ayrışamamasının ilkesi olmuştur. Bizim zorunlu ile kast ettiğimiz tam da budur. Burada mümkünün kendi zâtında bulunan taraflardan birinin güçlülüğü vasıtası ile zorunlu olması buna zarar vermez. Bu noktada itiraz edenlerin mefhum taksimine yapmış olduğu atıf akla gelebilir. Hatırlanacağı üzere zorunlu, mümkün ve imkânsız kavramları açıklanırken mefhumun sadece kendi zâtına bakarak taksim edilmesi gerektiği ifade edilmekteydi. Cürcânî ise burada sadece zât ile yönel me ile kast edilen şeyin zâtın varlık ilkesi olmadığı durumlar için geçerli olduğunu ifade etmektedir. Burada mümkün zâtı ilke konumunda olduğu için bu itiraz tamamı ile gitmiştir.336

Cürcânî tarafından verilen bu cevap itiraz eden tarafın her iki itirazını da defetmektedir. Zira Cürcânî, itiraz edenlerin ilk iddiaları olan öncülü yani mümkünün iki tarafından birisinin kuvvetli olmasından mümkünün zâtı gereği zorunlu olmasının gerekmediği öncülünü iptal etmektedir.

Kemalpaşazâde, burada cevaplaması gereken bir iddianın daha olduğunu ifade etmektedir. Buna göre itiraz edenler iki tarafından biri diğerine üstün gelen mümkünün zayıf olan tarafının mümkün olduğunu fakat illetinin vâkı olmaması sebebi ile imkânsız olduğunu iddia etmektedirler. Burada dayandıkları önerme “malulün imkânının illetin imkânını gerektirmeyeceği” önermesidir. O halde itiraz edenler her ne kadar zikretmemiş olsalar dahi bu öncüle dayanarak yeni bir itiraz daha yapabilirler. Mümkünün zayıf olan tarafının mümkün olduğu fakat illetinin asla var olamayacağı diğer bir değişle zayıf olan tarafın illetinin imkânsız olduğu da iddia edilebilir. Cürcânî, yukarıda vermiş olduğu cevap ile bu itirazı cevaplandırmamaktadır. Kemalpaşazâde, Cürcânî’nin

335 İbn Kemâl, “Risâle fî tahkîki enne’l-mümkine lâ yekûnu ehadu tarafeyhi evlâ bih lizâtih”, 6:380.

105

Tecrîd’inde başlangıçta bu itirazı cevaplamasa da sonradan bu itirazın farkına vararak

cevaplandırdığını ifade eder: Buna göre Cürcânî bu son itirazı şu şekilde cevaplandırmaktadır: Mümkünün zayıf olan tarafı mümkün olduğuna göre kesinlikle bir sebebi olmalıdır. Bu sebebin mümkün veya imkânsız olması önemli değildir. Her halükârda kuvvetli tarafın kuvvetliliği bu sebebin olmamasına bağlıdır. O halde sadece mümkünün zâtından kaynaklı olarak kuvvetli değildir. Fakat başlangıç bu durumun tam tersi varsayılmıştı. 337

Kemalpaşazâde, Cürcânî tarafından verilen cevabı illet-malul konusu açısından değerlendirerek onu başka bir yönden tenkit etmektedir. Bu bağlamda Devvânî ve Îcî’den alıntılar yapan Kemalpaşazâde netice olarak Cürcânî’nin “kuvvetli olan tarafın kuvvetliliğin zayıf tarafın sebebinin olmamasına bağlıdır” önermesinin hatalı kanaatine varmaktadır. Çünkü bazen illet hiçbir şey onu engellemeyecek şekilde güçlü olabilir ve hiçbir şey onun var olmasına engel olmayabilir. Bu kabul olduğu takdirde güçlü olan tarafın güçlü oluşu karşı tarafın illetinin var olmasına bağlanmamış olur.

3.6.4.1.1.2.2. İkinci Tenkit

Kemalpaşazâde, birinci delile yönelik olarak ikinci bir tenkit daha aktarır. Mübârekşâh tarafından yazılan Şerhu Hikmeti’l-ayn isimli eserden aktarılan bu tenkidin özeti şu