• Sonuç bulunamadı

2.2. Almanya’da İslam Karşıtı Sosyal ve Siyasal Hareketlerin Yükselişi

2.2.2. Mülteci Krizi Sonrası Aşırı Sağın Yükselişi

17 Aralık 2010 tarihinde Tunus’ta bir gencin kendisini ateşe vermesi ile başlayan ve hükümetin antidemokratik, keyfi uygulamalarına karşı bir tepki olarak zaman içinde yayılan Arap baharı birçok ülkeyi etkisi altına almıştır.

Tunus, Libya, Mısır gibi ülkelerde halkın ayaklanması iktidarı mağlup etmişken Suriye’de aynı durum gerçekleşmemiştir. Beşar Esad rejiminin Suriye halkının hükümetin antidemokratik yönetim anlayışı ve yaptığı özgürlük ihlallerine karşı gösterdiği halkın direnişine cevap olarak şiddet yolunu seçmiş ve 2011 yılından bu yana devam eden küresel boyutta etkileri süren bir iç savaş haline sürüklemiştir (Orhan, 2013: 25). Olayın başlangıcı Dera şehrinde duvar yazısı yüzünden

tutuklanan iki kişinin şiddet ve insanlık dışı eylemlere maruz kalması sonucu bu kişilerin bağlı bulundukları aileler sokağa dökülmesiyle olmuştur. Bunun sonrasında rejim güçleri halka şiddetle karşılık vermiş ve bu eylemler günden güne arttıkça insanların canlarına kıyılan bir iç savaş halini almıştır. 20 Mart tarihi itibariyle olaylar çatışmaya dönmüş ilk çatışmada 9 Suriyeli vatandaş kendi devleti tarafından öldürülmüştür. Kısa sürede ülke içinde yayılan direnme ve tepki gösterilerini Suriye hükümetinin kanlı biçimde bastırma çabası savaşın ilk yılında on binlerin ölümüne sebep olmuştur (Ataman, 2012; Karkın ve Yazıcı, 2015: 206). Suriye’de yaşayan halkın heterojen yapıda bir etnik ve dini kimliğe sahip olmaları yaşanan iç savaşta Esad rejimine karşı savaşan muhalif güçlerin kendi aralarında bölünmesine neden olmuş ve şiddetin boyutunu daha da artırmıştır.

Suriye’de yaşanan bu vahim durum sonrası Suriyeli vatandaşlar can güvenlikleri için güvenli bölge arayışlarına girmek zorunda kalarak bulundukları yerleri terk etmek durumunda kalmışlardır. Ortaya çıkan mülteci sorunu ulusal mesele boyutundan çıkmış tüm devletlerin ilgilenmesi gereken bir insanlık dramına dönüşmüştür. Altıncı yılına gelinen Suriye iç savaşında 2014 itibari ile nüfusun yarısı savaşın etkilerine doğrudan maruz kalmıştır (Bitkal, 2014). Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu’ nun 2016 yılı raporunda savaşta ölen insan sayısı 283 bin kişi olduğu yer almaktadır. Hayatını kaybeden kişilerden 81.436’ sı sivil halk, 10.040’ı çocuk, 9106’sı kadın, 48.568’ i muhalifler ve terör örgütü mensupları, 47.095’i ise yabancı uyruklu militanlardan oluştuğu aktarılmıştır (http://www.sabah.com.tr,

2019).

Suriye’de 2011 yılında başlayan ve hala devam eden iç savaşın acı bilançosu yüzbinlerce kişinin hayatını kaybetmesi olmuştur. Bu sebeple Suriye’den güvenli yaşam alanı için birçok Suriyeli başka ülkelere sığınmak zorunda kalmıştır.

Suriyeli sığınmacıların göç dalgası iki dönemde yoğunluk göstermiş olup, ilki 2011’ de, ikinci göç dalgası ise 2011’ den 2015’ e kadar olan süreçte gerçekleşmiştir. Savaşın daha fazla insan ölümüne neden olur hale gelmesi 2015 yılında daha fazla kişinin yerinden yurdundan ayrılmasına yol açmıştır. İlk göç dalgası Türkiye dışında Lübnan ve Ürdün gibi Ortadoğu ülkelerine doğru yaşanırken ikinci dalga 2015

yazında Avrupa’ya yönelmek istemeleri şeklinde gerçekleşmiştir. Bu süreçte kaçak yollardan gitmeyi seçmeleri hatırlanacağı üzere can kayıpları yaşanması gibi birçok acı olaylara sebep olmuştur. BM’ nin hazırladığı 4 Nisan 2016 tarihli raporda kayıtlı olarak göç eden Suriyeli sayısı 4.837.208’dir. Ancak tümünün kayıtlı olmadığı göz önüne alındığında bu rakamın daha fazla olduğu düşünülmektedir (Vatandaş, 2016: 12). UNCHR’ nin raporuna göre Almanya en çok sığınma talebinin gerçekleştiği AB ülkesidir. Bu talep fazlalığının doğal bir sonucu olarak da 2015 yılında başlatılan mülteci politikası çerçevesinde 1 milyon 410 binden fazla mülteciyi kabul eden Almanya en fazla mültecinin bulunduğu AB ülkesidir. (https://tr.euronews.com, 2019).

Almanya’da yapılan pek çok kamuoyu araştırması sonucunda ortaya çıkan tablo geçmişteki ırkçı geleneğin devamı olarak nitelendirebileceğimiz aşırı sağ ideolojisinin yükselişte olduğunu göstermektedir. Sayısal verilerle örneklendirmek gerekirse; böyle bir kamuoyu araştırması sonucunda Neonazi sayısının 2000 ile 2010 yılı arasında iki buçuk kat arttığı ifade edilmektedir (Songülen ve Çetin, 2011: 10). Bu bağlamda ülkeye mültecilerin kabul edilmesi sonucu Merkel ve yönetimi bu aşırı sağ gruplarca eleştiri yağmuruna tutulmuştur. 2005’ ten beri Alman devletini yöneten Merkel’ in oylarının düşmesi de bu durumun sonuçlarından biridir. Günümüzde göçmen karşıtlığı ve islam karşıtlığı ile destekçi sayısını arttırmayı başaran aşırı sağ parti ve grupların en fazla kullandığı mülteci meselesi sonrası artan göçmen sayısının CDU-CSU bloğunda da çatlaklar oluşmasına neden olmuştur. CSU partisinin lideri Seehofer, mültecilerin Almanya için büyük sorunlar oluşturacağını ifade ederek mültecilere kapıların kapatılması gerektiğini söylemiştir. Mülteciler için ek kaynakların oluşturulma zorunluluğu doğacağından dolayı Alman ekonomisinin zararlı çıkacağı düşüncesinin ifade ederek Merkel’ in politikaları eleştirilmiştir. 2012-2016 yılları arasında mültecilere yapılan insani yardımın 1.5 milyar avro olduğu belirtilmektedir (Akkaya, 2016: 39).

Ekonominin olumsuz etkilenme korkusunun yanı sıra daha büyük problem olarak görülen toplum yapısının değişeceği, farklı ırktan olan nüfusun artış göstermesi aşırı sağ kesimi rahatsız eden bir durumdur. Bu bağlamda aşırı sağ

grupların mültecilere karşı hoşnutsuz tutumları sözlü saldırıları aşıp fiziksel saldırı boyutlarına ulaşmıştır. Almanya’ da islamofobi raporunda mülteci kamplarına düzenlenen saldırıların sayıca fazla olması dikkat çekmektedir. 2015’ te mültecilere yönelik saldırıların 4 katına çıktığı rapor edilmektedir. Bu sayının 2016 yılına gelindiğinde daha endişe verici bir boyuta ulaşmış. Bu oranın sayısal verileri incelendiğinde ve medyadaki haberlere bakıldığında haftada 17 saldırının gerçekleştiği üzücü bir şekilde karşımıza çıkmaktadır (Lewicki, 2017: 7 ).