• Sonuç bulunamadı

Mülkiye Memurlarının Rüşvet Suçları

BÖLÜM 3: II. ABDÜLHAMİD DÖNEMİNDE SİVİL BÜROKRASİ SUÇLARI SUÇLARI

3.2.1.3. Mülkiye Memurlarının Rüşvet Suçları

Mülki idare amirlerinin de rüşvet suçuna karıştığı görülmektedir. Vali, mutasarrıf, kaymakam ve muhtarların rüşvet karşılığında ellerindeki idari yetkiyi suiistimal etmeleri söz konusudur.

Trabzon Vilayeti Canik mutasarrıflığı Çarşamba Kazası Kaymakamı Musa Paşa ile Hâkim Fehmi Efendi, Çarşamba Kazası’na tabi Hamzalı Köyünde oturan Gürcü İsmail Ağa’yı izinsiz, haksız tevkif etmişlerdi. Avukat Buharalı Oğlu İsmail Efendi vasıtasıyla da rüşvet alarak tahliye etmişlerdir. Avukat İsmail Efendi bu idarecilerin birçok davada aracısı olmuştur. Bu yöneticilerin yolsuzlukları tahkikatla ortaya çıkmış ve tahkikat evrakları Adliye ve Dâhiliye Nezaretleri’ne gönderilmiştir. Ancak tahkikat sırasında kaymakamın sorgusu yapılmadığından, sorgulanmak üzere evraklar Şura-yı Devlet’ten Trabzon vilayetine iade edilmiştir. Tabii olarak bu kişilerin görevden alınmaları kararı da tehir edilmiştir. Kaymakam Musa Paşa bu durumdan istifade ederek halk arasında nüfuzunu kullanıp haklılığını ispata çalışmış, bu durum bölgede adaletsizliğe sebep olmuştur. Gürcü İsmail Ağa da bir an evvel adaletin tecelli ettirilmesini Sadaret’ten 1 Kasım 1894 tarihinde talep etmiştir.345 Adaletin gecikmesi, mülki idarecilerle şikâyetçiler arasında bir karmaşaya sebep olmakta, halk da bu çekişmelere alet edilmektedir.

344 BOA. ŞD. 1290/9.

Bu çekişmeler sadece mülki idareciler arasında değil mülki ve adli görevliler arasında da yaşanmaktadır. Ermeni Komitesi Hınçak taraftarlarının Londra’da bastıkları ve yayınladıkları “Hınçakyan Taraftarlarının İlanı” başlıklı matbu metin Sivas’a bağlı Aziziye Kazasında İğneciyan Artin isimli bir şahsın hanesinde ortaya çıkmıştı. Risalenin mahkemeye sevki üç ayı geçmesine rağmen suçlular hakkında tahkikat yapılmamış, bazı suçlular da serbest bırakılmıştı. Kaza Kaymakamı, Naib Rıza Efendi’nin rüşvet alarak suçluları serbest bıraktığı ve bu nedenle görevden alınması gerektiğini Sivas Valiliği’ne bildirmişti.346

Rüşvet suçlarının diğer suçlardan daha zor tespit edilmesinin sebebi yapılan tahkikat neticesinde kolay bir şekilde kanıt bulunamamasıdır. Diğer taraftan bir memura yapılabilecek en kolay isnat da onu rüşvet almakla suçlamaktır. Memurlar hakkında yapılan bazı rüşvet iddialarının iftira olduğu yapılan sorgulamalar neticesinde ortaya çıkabilmekteyken, rüşvet aldığına dair herhangi bir delilin bulunamadığı durumların da mevcut olduğunu belgelerde görmekteyiz. Kanıt bulunamadığı veya yapılan sorgulamalar neticesinde iftira olup olmadığı anlaşılamadığı durumlarda memur mahkeme tarafından görevine iade edilmekteydi. Bu durum II. Abdülhamid döneminde Tanzimat Fermanı’nda öngörülen “kanunsuz suç olmaz” ilkesinin uygulanmada karışılık bulduğunu göstermektedir. Bazen anılarda Padişahın keyfi olarak yargıyı yönlendirmesinden bahsedilse de347 elimizdeki belgelerde, doğrudan Padişahın atamış olduğu memurlar haricinde tüm memurlar hakkında kanunların uygulanmakta olduğunu ve teamüllere aykırı bir şekilde üstten yargıya ve hâkimlere müdahale olmadığını görmekteyiz. 12 Kasım 1903 tarihinde, yapılan tavsiyler neticesinde doğrudan padişahın atadığı memurların yargılamalarının izne tabi olması ilkesi daha sonra değiştirilerek, eğer yapılan soruşturma neticesinde suç işlediği kanıtlanırsa yargılamalarının padişah iradesine bağlı olmadan yapılabileceği şeklinde değiştirilmiştir.348

Tarsus Kazası Kaymakamı Yaver Bey Mersin Sancağı Mutasarrıflığı vekâletinde iken, Mısrizade Mustafa Efendi’nin, Tarsus Meclis İdare Üyelerinden Beyrutlu ve Osmanlı Rum milletinden Şakir Bedros Efendi’den Tarsus Meclisi Belediye Başkanlığına almak

346 BOA. Y.EE. 157/ 73.

347 İrtem, Birinci Meşrutiyet ve Sultan Abdülhamid, s.240-243.

için kırk Fransız lirası rüşvet aldığını iddia etmiştir. Mülkiye Mahkemesi tarafından istenilen tahkikat üzerine durum incelenmiştir. Fakat bu ihbarı doğru çıkaracak hiçbir delil ve ifade bulunamadığı gibi Kaymakam Yaver Bey’in belirttiği günde ne Şakir Efendi ne de Mustafa Efendi başkan değildir. Mülkiye Mahkemesi Başkanı 27 Temmuz 1891 tarihinde, yapılan incelemelerin neticesinde ne Mustafa Efendi ne de Bedros'a rüşvet aldığına dair suçlamada bulunulamayacağını ifade etmiştir. Bu yüzden Usul-ü Muhakemat-ı Cezaiye-i Kanun-ı Muvakkatinin yüz yirmi üçüncü maddesi349 gereğince ikisinin de men-i muhakemelerine karar verilmiştir. 4 Ağustos 1891 tarihinde karar Mülkiye Mahkemesi Reisi tarafından, 24 Kasım 1892 tarihinde ise Mersin İdare Meclisi tarafından onaylanmıştır. Karar, Tarsus Kaymakamı Yaver Bey’e bildirilmiştir. Yaver Bey süresi içerisinde itiraz edilmediğini belirterek kararı Şura-yı Devlet Dâhiliye Dairesi’ne göndereceğini ve oradan gelecek karara göre hareket edeceğini bildirmiştir.350

Sultan Abdülhamid Döneminin en karakteristik özelliklerinden birisi, bölgedeki memurlar hakkında şikâyet ve ihbarların doğrudan telgraf yoluyla jurnal çekilerek ya da muhbir imzalı dilekçelerle merkeze bildirilebilmesiydi. Rüşvet aldığı ya da rüşvet verdiği konusunda hakkında şikâyet bulunan veya muhbir imzasıyla ihbarda bulunulan memurlar hakkında tahkikatlar yapılmaktadır. Çoğu kez bu ihbarlar ya iftira ya da kanıtlanamayan şikâyet olarak, uzun ve neticesi belli olmayan dava sürecine sebep olmaktadır. Bu şikâyetler her ne kadar sonuçsuz kalsa da bölgedeki memurların birbirleri ile ya da halkın memurlar hakkındaki memnuniyetsizliği veya memurlarla halk arasındaki ilişkiler konusunda aydınlatıcı bilgiler içerebilmektedir.

Bazı belgeler, bölgenin jeopolitik ve demografik önemi hakkında bilgi verirken aynı zamanda devletin bölgede uyguladığı sosyal politikalar hakkında da bizi aydınlatmaktadır. Örneğin, Filistin bölgesinde toprak satışı bu dönemde yasaktır. Bu yasağa uymayanlar hakkında gerekli idari işlemler yapılamaktadır. Bu hassasiyetin farkında olan art niyetli kişiler, memurlar hakkında asılsız ihbarlar yapmakta ve

349 Usul-ü muhakemat-ı ceza kanunu 123. Maddesi; "müstantık-ı vakıʻ olan fiilin ne cinayet ne cünha ne

de kabahat nevinden olmadığı reyinde bulunduğu veyahut inad olunan fiili maznun-u aleyhin irtikab ettiğine dair bir gûna delil ve emare görmediği takdirde men-i muhakemeyi yani muhakemeye mahal olmadığı bir kıta karaname ile beyan edecek ve maznun-u aleyh tevkif olunmuş ise sebil-i tahliye kılınacaktır" şekilindedir. Ahmet Gökcen, "1296 (1879) Tarihli Usul-i Muhakemat-ı Cezaiye Kanun-ı Muvakkatı”, Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C.4, Sasyı:1–2, 1994, s.224.

memurlarla halkı karşı karşıya getirerek bölgenin asayiş ve huzurunu tehlikeye sokmaktadırlar.

Sadaret’ten Beyrut Vilayeti’ne gönderilen bir yazı bu durumun açık bir örneğidir. 30 Temmuz 1892 tarihli yazıda, Kudüs Mutasarrıfı İbrahim Paşa’nın rüşvet alarak Filistin topraklarından birçok bölgeyi memuriyetinin hilafına yabancılara ve Musevi göçmenlere satarak orada mahalleler kurmalarına müsaade etmekte olduğu hakkındadır. Gönderilen ihbara göre, İbrahim Paşa, Aşere-i Mübeşşere’den Said bin Zeyd Hazretlerinin Bab-el Amud Bölgesi’ndeki türbesini Latin milletine ait manastıra bırakmıştır, Davud Aleyhisselam’ın kabrine, camisine ve sair mukaddeslere on dokuz adım uzaklıkta, duvar ile çevrilmesi sakıncalı Rum mezarlığı çevresine izinsiz yedi arşın yükseklikte duvar çektirmiştir. Bununla beraber Rum mezarlığının doğu tarafına iki büyük kapı açtırarak bunların arasından kolaylıkla gelip gidebilecek şekilde zeminini mermer döşeli ve üzeri açık bir mabed ve büyük bir heykel inşasına girişmiştir. Meclis-i Liva azasından İstiryadis, Telgraf Müdürü Rıza ve tercümanın ortaklaşa, devlet menfaatine, gizli olarak Yıldız’a çekecekleri telgrafların çekilmesini de yasaklamıştır. Yazıda başka kötü hal ve hareketlerden şikâyet edilmiş, mutasarrıf hakkında gerekli tahkikatın yapılması ifade edilerek Sadaret’e gönderilmiştir. Sadaret, Beyrut’a gönderdiği yazı ile durumun etraflıca incelenerek neticenin bildirilmesini istemiştir.351 İbrahim Hakkı Paşa, altı yıl Kudüs mutasarrıflık görevinde bulunmuş olup, ikinci dereceden Mecidiye nişanı ve ikinci dereceden Osmanî nişanı ile taltif edilmiştir. İbrahim Hakkı Paşa, kötü idaresi ve hakkında yapılan şikâyetler üzerine 1896 yılında ancak azledilebilmiştir. 21 Ekim 1896 tarihli bir arşiv vesikasında İbrahim Paşa hakkında yapılan şikâyetler üzerine Paşa’nın azledildiği ve yerine Dâhiliye mektupçusu Hüsnü Bey’in tayin edildiği belirtilmektedir.352

Kudüs Mutasarrıflığı görevine 1889 yılında tayin edilen Reşad Paşa da yaklaşık bir yıllık görev süresinde yargılandığı irtikâp suçundan dolayı, görevini selamet içinde yürütemeyeceği gerekçesiyle Ekim 1890’da azledilmişti. İddia edilen suçlar üzerine hakkında yapılan tahkikatlarda bunun doğru olmadığı ortaya çıkmıştı. Ancak sancakta

351 BOA. BEO. 42.3143/1.

eski idaresini sürdüremeyeceği düşünülerek, Kudüs Mutasarrıflığından azledilmişti. Bu olaydan anlaşıldığı kadarıyla bazen istenmeyen mutasarrıflara suç istinat edilerek, azledilmesine çalışılmaktadır.353 Reşad Paşa’nın Hristiyanlara ve Yahudilere çok fazla yapı izni verdiği için yerel Arapların protestolarına maruz kaldığı anlaşılmaktadır. Halk bireysel olarak şikâyetlerini telgraf yoluyla Yıldız Sarayı’na doğrudan gönderebiliyordu. 5 Ekim 1892’de Suriye Vilayetinden Mehmet Tahir, Suriye Sahilleri Baş Acentesi Antuvan el-Necar’dan şikâyetçi olmuştur. Buna göre, Antuvan el-Necar İdare-i Mahsusa’dan buraların işletmesini para mukabilinde satın almış, bu sahillerdeki bütün işlemleri, üzerine giymiş olduğu miralay alametli resmi kıyafetiyle Beyrut’da ve çevresinde rüşvetle kiraya vererek teklif ettiği rüşveti vermeyen Müslümanları kaldırıp yerine kendi mezhebinden Marunîleri acente olarak tayin etmeye başlamıştır. Müslümanlar bu durumdan rahatsız olmuşlardır. Rüşvet vermeyen Mehmet Tahir yazıcıların huzurunda Antuvan tarafından tehdit edilmiştir.354

Şikâyetler bazen nezaretlere bazen de Sadaret’e yapılabiliyordu. Urfa ahalisinden Mustafa Bekir, Urfa Mutasarrıfı’nın irtikâbından bahis ve şikâyetle Dâhiliye Nezareti’ne 5 Aralık 1892 tarihinde bir varaka göndermiştir. Gönderdiği varaka merkezden karşılık bulmuş Dâhiliye Nezareti durumun tahkik dilmesini istemiştir.355

Hama sancağına bağlı Hamidiye kazasında Nusayri eşkıyasından on şahıs Humus’lu iki Müslümanı katl eylediklerinden dolayı olay hükümet tarafından tahkik edildikten sonra bu şahıslar hapsedilmişlerdir. Fakat Hamidiye Kaymakamlığı Vekâleti’nde görevli Binbaşı Şevket Beyle Hamidiye’deki bazı memurların rüşvet karşılığında bu kişileri serbest bıraktıkları Suriye Vilayeti Savcısının tahkikatı ile anlaşılmıştır. Fakat buna rağmen sadece Hamidiye Kazası Müstantik Muavini’nin azliyle yetinilmiş olduğunu ifade eden ve “muhbir-i sadık” imzasıyla sadarete arzuhal yazılmıştır. Sadaret 4 Şubat 1893 tarihinde Suriye Vilayeti’ne yazdığı yazıda, olayın araştırılmasını ve suçlular hakkında yapılan muamele hakkında merkezin bilgilendirilmesini istemiştir.356

353 BOA. İ.DH. 1199/93867.

354 BOA. Y. PRK. AZJ. 22/104.

355 BOA. DH.MKT. 2027/ 107.

Saderete yazılan bir başka şikâyet dilekçesi ve sonrasında yapılan mahkemeye dair bir örnek de 13 Mayıs 1893 tarihinde Bab-ı Ali Daire-i Umur-u Dâhiliye Mektubi Kalemi’nden Sadrazama gönderilen yazıdır. Yazıda Silifke'nin Taşucu iskelesinde tüccar Todori isimli birisi ile Hacı Ali ve Hacı Mehmet efendiler arasında ortaya çıkan tartışma esnasında meydana gelen darb fiiliyle küfürlü konuşmalardan dolayı usulünce Adliye tarafından tahkikat yapıldığı bildirilmiştir. Yapılan tahkikat neticesinde bahsedilen tartışma ve dövüşmenin palamut öşrünü düşük fiyatıyla kapatmak için İçel eski Mutasarrıfı Behçet Paşa’ya verilen 50 lira rüşvetten dolayı ortaya çıktığı anlaşıldığına dair İçel Savcı Yardımcılığından tahkikat evrakı Sadaret’e gönderilmiştir.

Sadaret’ten Dâhiliye Nezareti’ne cevaben 28 Mayıs 1893 tarihli yazıda konu hakkında ve devam edilecek işlemler hakkında açıklama yapılmıştır.

Öncelikle Silifke’de Taşucu iskelesinde tüccardan Todori Kamakari ile Hacı Ali ve Hacı Mehmed efendiler arasında ortaya çıkan sözlü kavga esnasında meydana gelen darb ve küfürlü söz kavgası meydana gelmiştir. Yapılan şikâyet üzerine Adliye Nezareti tarafından yapılan tetkikat neticesinde kavga ve dövüşmenin palamut öşrünü düşük bedel ile kapatmak üzere İçel Sancağı Mutasarrıflığı’nda bulunduğu sırada Behçet Paşa’ya verilen elli lira meselesinden ileri geldiği anlaşılmıştır. İçel savcı yardımcılığından konu hakkında gönderilen yazı ve tahkikat evrakı Dâhiliye ve Adliye Nezaretleri’nden alınan tezkerenin ekleriyle beraber mütalaa olunduğu bildirilmiştir.

Savcı Muavinliği’nin göndermiş olduğu yazısında Behçet Paşa’nın devletin menfaatini gözetmeyerek palamut öşrüne karşılık rüşvet olarak elli lirayı aldığı yapılan ihbarlar ile sabit ve bu durumun Behçet Paşa’nın yargılanmasını gerektirdiğinden gerekenin yapılması ifade edilmiştir. Fakat İçel Savcı Muavinliği tarafından, suçlamalara dair yapılması istenen sorgulamda kavga sırasında orada bulunmalarından dolayı İçel tüccarlarından Tozan Oğlu Yuvanaki ve Şirin oğlu Şirin’in şehadetlerine müracaat olunmuş ve rüşvet maddesi hakkında bir şey işitmediklerini beyan etmişlerdir. Daha sonra da İstavronosi oğlu Mihalaki Şinkirmani ile Dullu oğlu Todori onları onaylayarak onlar da rüşvet maddesi hakkında bir şey işitmediklerini beyan etmişlerdir.

Bu kişler yapılan sorgulamalarında Keşişoğlu Yuvanaki, Hacı Mehmed Efendi ve Todori Kamakari ile tüccar Andonaki taraflarından Andonaki vasıtasıyla verilmek üzere Behçet Paşa’ya o kadar paranın verilmesinin kararlaştırıldığını Hacı Mehmed Efendi’den ve

Todori Kamakari’den duyduklarını söylemişler ise de Çokbilen Oğlu Yordan, Todori Kamakari’den öyle bir ifade işittiğini söylemekle beraber Hacı Mehmed Efendi’den o yolda bir söz işitmediğini söylemiştir. Darp edilen kişi Hacı Mehmed Efendi’nin pederi Hacı Halil Ağa’ya olan borcuna mahsuben ve havaleten Andonaki’ye otuz lira vererek sonradan bu paranın palamut masrafı olmak üzere verileceğini işittiğini ve fakat kimin için olduğunu bilemediğini ve Keşişoğlu Yuvanaki’nin dediği gibi bir şey söylemediğini ifade etmiştir. Balıkçıyan Aleksan Efendi de Hacı Mehmed Efendi ile Todori Kamakari arasında bir elli lira kavgasına tesadüf ettiğini fakat paranın ne akçesi olduğuna dair kendilerinden bir söz işitmediğini ve rüşveti Çokbilen oğlu merkum Luvirdan’dan işittiğini söylemiştir. Yordan ise Alleksan’a öyle bir şey söylemediğini ifade etmiş ve Hacı Mehmed ve Hacı Ali Efendi’lerin rüşvet meselesini kabul etmeyeceklerini ve bunun hukuklarına zarar verdiği için konunun tertip edilmiş bir olay olduğunu ifade etmişlerdir. Rüşvete aracı ve ortak olduğu söylenen Andonaki’ye gelince, Todori Kamakari’den öyle bir para almadığına ve böyle bir işe malumatı olmadığına dair kesin bir cevap vermiştir. Sonuç olarak Sadaret bütün evrakları inceleyerek Behçet Paşa hakkındaki suçlamalarla ilgili kavga sırasında söylendiği iddia edilen sözlerin delillerle ispat edilemediğini olay günü Adana Defterdarı olan Mithat Efendi’nin de böyle bir şeyden bahsetmediğini ifade ederek konu ile ilgili teferruatlı araştırmanın Adana Valiliği tarafından yapılmasını Dâhiliye Nezaretinden istemiştir.357

Nezaretlere de doğrudan şikâyetler yapılabilmekteydi. Gerek Sadarete gerek nezaretlere yapılan bütün şikâyetler memurun bağlı bulunduğu nezaret vasıtasıyla yürütülen tahkikat neticesinde karara bağlanmaktaydı. Kastamonu Vilayeti Araç Kazasına bağlı İğdir Nahiyesi müdürü Cemal Efendi’nin rüşvet almak, bir altın verilmedikçe nikaha müsaade itmemek ve seçilmiş olan bir imamı azlederek kendi adamlarından imamlığa ehil ve erbabı olamayan birisini tayin etmek gibi kötü hallerinden dolayı Karartı Köyü ahalisinden Çebi oğlu Mehmed mühür ve imzasıyla Dahiliye Nezareti’ne gönderilen şikayet dilekçesinde Cemal Efendi’nin bu kötü hallerinden dolayı başka bir yere tebdilini istemiştir. Dâhiliye Nezareti bu şikâyet dilekçesini 8 Haziran 1893’te Kastamonu

Vilayeti’ne göndererek durumun araştırılmasını ve şikâyetler doğru ise gerekli işlemlerin başlatılmasını yazmıştır.358

Kastamonu’dan gelen diğer bir şikâyet de yine Araç Kaza Kaymakamı Ali Haydar Efendi hakkındadır. Şikâyet dilekçesinde Kaymakam Ali Haydar Efendi’nin rüşvet aldığına, hizmetkârlarını nüfus kitabetine tayin ettiğine, tayin ettiği bu hizmetkârlar vasıtasıyla emekli maaşları ve asker maaşlarında usulsüzlük yaptığına ve Ertuğrul Fırkateyni mağdurlarının vereselerine Padişah tarafından ihsan buyrulan paranın bir kısmını kendisinin aldığına dairdir. Şikâyet yine Sadaret’e doğrudan gönderilmiştir. Şikâyeti yapanlar Araç Kazası ahalisinden olup şikâyetlerini mühürlü bir zarf ile göndermişlerdir. Sadaret bu şikâyet evrakını Dâhiliye Nezareti’ne göndererek gereğinin yapılmasını istemiştir. Dâhiliye Nezareti 22 Haziran 1893 tarihinde evrakı Kastamonu Vilayeti’ne göndererek tahkikat yapılmasını, şikâyetler eğer doğru ise kaymakamın yargılanması gerekeceğinden dolayı neticenin merkeze acilen bildirilmesi yazılmıştır.359

Memurun makam ve mevkisi ne olursa olsun şikâyete konu olabilmekteydi. Sultan Abdülhamid Döneminde memurluk yapan ve daha sonraki dönemde hatıratlarını kaleme memurların genellikle şikâyetçi oldukları konu dönemin sıkıyönetim şartları olmaktadır. Bu durum eserlerde istibdat ya da daha başka olumsuz yönleriyle ele alınmış olsa da dönemin şartları göz önüne alındığında memurlar üzerinde teftiş usulünün büyük gelişim göstermesi ve memur yolsuzluklarında görülen düşüş de değerlendirmelerin olumlu tarafı olarak görülebilir.360 Her memur hakkında halkın dilediği gibi doğrudan Padişaha muhbir imzasıyla jurnal göndermesi ya da doğrudan nezaretlere veya Padişaha telgraf çekebilmesi halka bir güvence verirken memurların da üzerinde bir baskı oluşturmaktadır. Fakat yapılan şikâyetlerin, sadece iyi niyetli kişilerin memurların olumsuz davranışlarını bildirmekle sınırlı kalmadığı pek çok kez de görevini özveriyle yerine getirmeye çalışan memurlar hakkında düzenlenmiş olan bir iftira olduğu yapılan

358 BOA. DH. MKT. 64/6.

359 BOA. DH. MKT. 78/ 5.

360 Uşaklıgil, Kırk Yıl, s.41, 208, 215, 424, 436, 544, 661, 662, 868, 897;Ortaylı, İmparatorluğun En

Uzun Yüzyılı, s.208;ÇELİK, “II. Abdülhmaid Döneminde Yönetimde Değişim”, s.99;Ahmet Mithat Efendi, Jöntürk, s.63, 199, 231Çevik, “II. Abdülhamid Dönemi Bir Bürokrat Portresi: Sadrazam (Küçük) Mehmed Said Paşa Ve Reformları”, s. 854;Tepedelenlioğlu, İlan-ı Hürriyet ve Sultan II.ci Abdülhamit Han, s.4;Rauf, İttihat Ve Terakki Ne İdi, s.11;François Georgeon, Sultan Abdülhamid, İstanbul, 2006, s.132, 183, 326, 463;Uşaklıgil, Saray ve Ötesi, s.10, 534;Tahsin Paşa, Abdülhamid Ve Yıldız

tahkikatlar neticesinde ortaya çıkmaktadır. Bu yüzden yapılan şikâyet ve tahkikat evrakı çok olmasına rağmen mahkemeye düşen olay sayısı ve mahkeme kararları şikayetlere oranla çok azdır. Çünkü suçu sabit olmayan bir memura karşı zanlı muamelesi yapılmaması ve doğrudan mahkeye çıkarılmaması esastı. Bu yüzden memurlar hakkında yapılan şikâyetler doğrudan mahkemeye gitmemekte ve görevini aksatmasına neden olacak herhangi bir işlem yapılmamaktaydı. Ancak suçu ispat edildikten sonra Savcılık vasıtasıyla idari dava açılabilmekteydi.

Kırşehir Kazası Mucur Nahiyesi Müdürü Halil Efendi hakkında, Mucur nahiyesi imam, muhtar ve ahaliden bazı kişiler tarafından Halil Efendi’nin rüşvet aldığı, işret düşkünlüğü ve bazı uygunsuz hareketlerinden dolayı şikâyetle yerinin değiştirilmesini isteyen 25 Ekim 1893 tarihinde Dâhiliye Nezareti’ne arzuhal göndermişlerdir. Bu arzuhal tahkikat yapılarak çıkacak neticeye göre, Halil Efendi hakkında işlem yapılmak üzere Dâhiliye Nezareti tarafından Ankara Vilayeti’ne gönderilmiştir. Dâhiliye Nezareti tahkikat neticesini ve yapılan muameleyi Ankara Vilayeti’nden kendilerine de yazmalarını istemiştir.361

Halk memurlar hakkında doğrudan şikâyetini sadece arzuhaller yoluyla idari makamlara değil, telgraf yoluyla adli makamlara da iletebiliyordu. 10 Kasım 1893 tarihli bir telgrafla Tefenni halkından Bahçıvan Oğlu Yorgi, Tefenni Kaymakamı Ömer Lütfi Efendi’nin kendisinden zorla rüşvet almak için, herhangi bir davası olmadığı halde kendisini hapsettiğini, 5 lira rüşvet vererek tahliye olduğunda kendisinden davacı olacağını söylediği zaman bu defa 5 lirayı geri vererek kendisine ve mezhebine hakaretler ederek kedisinin darp edilmesini emrettiğini ve yine hapse attığını yazmıştır. Bu olaydan dolayı ırz ve namusunun zedelendiğini ve adalet istediğini İstanbul Baş yazmıştır.362

Davaları takip ederken aynı zamanda idari maslahatın işleyişi hakkında da ip uçlerı elde edebilmekteyiz. Örneğin rüşvet başta olmak üzere kendilerine intikal eden tüm meselelerde Nezaretler, verdikleri kararların uygulanıp uygulanmadığını takip etmekte ve verilen karara uygun olmayan bir durum meydana geldiği zaman bunu bölgedeki yetkili

361 BOA. DH. MKT. 162/38.