• Sonuç bulunamadı

Eserde dikkatimizi çeken çok özel bir durumda müellifin kişiler arasındaki diyalogları önce aslı olan Arapçayla sonrada Türkçe mealiyle vermesidir. Bu noktada okuyucuya bilgiler sunulup sonuca ulaşması açısından hüküm vermek okuyucunun takdirine bırakılmıştır. Müellif bunu yapmasının yanında o konuşmayı yapan kişilerin o anki ruh hallerini ve mimiklerini dahi yazmıştır. Eserde yer yer müellif bazı tespit ve yargılara varmaktadır. Daha önce belirttiğimiz gibi Beni Saide’deki meşverette Hz. Ali gibi Zübeyr Bin Avvam gibi önemli şahsiyetlerin olmayışı akıllara acaba bu meşveret meşru mudur? Sorusunu getirmektedir. Eserde müellifin yazdığına göre hadis ve rivayetlere bakılırsa bu tartışmanın geçersiz olacağı aşikâr’dır.

Eserde diğer önemli bir nokta ise, müellifin değişik hadislerden ve rivayetlerden faydalanmasıdır. Müellif bunu yaparak aslında objektif bir bakış açısıyla meseleye yaklaşmakta ve bu durum biz tarihçilere büyük fayda sağlamaktadır. Eserde bazı kısımlarda müellif diyaloglara yer vermiştir. Yani kendisi kendi ağzından anlatmayıp daha gerçekçi olması bakımından kişilerin kendi ağızlarından yazmıştır. Eserde Hz. Ali’nin ilk altı ay boyunca Hz. Ebu Bekir’e neden biat etmediği açıklanmış ve Hz. Ali’nin kendi ağzından meselenin özü ortaya konulmuştur. Hz. Ali bazı sebeplerden dolayı Hz. Ebu Bekir’e biat’ını geciktirdiğini belirtmiştir. “Bunlardan biri şahısların onun biat’ını tanımalarından dolayı ona ihtiyaç kalmadığını, bir diğer sebep ise kendisinin de hilafet’te hakkı olduğu halde Hz. Sıddık’ın halifelik toplantısında meşveret için Onu davet etmediğini ve müzakereye dâhil etmediğinden dolayı biat’ı geciktirdiğini belirtmiştir”1

.

Müellif bazı önemli konularda diğer müelliflere de atıfta bulunmuş ve onların bu meselelerle ilgili fikirlerini aynen neşretmiştir.

Yazar bazı noktalarda dinin yani inancın nasıl siyasi emeller için kullanıldığını ortaya koymuştur. Bunu yaparken de örnekler vermekten geri durmamıştır ve bu durum zamanında hangi fırka-i diniye’nin hangi devleti kurmada öncü olduğunu ve onların şu

1

an ki ahvalini de ortaya koymuştur. Eser daha çok Hilafet üzerine olsa da bazı kısımlarda İslam alemi’nin mevcud parçalanmışlıklarını dile getirmekte ve aslında bu durumun çok da önemli olmadığını ve müslümanım diyen herkesin elbette Müslüman olduğunu ve bütün Müslümanların kardeş olduklarını belirtmesine rağmen hali hazırda bir birlik fikrinin mümkün olmayacağını belirtmiştir. Çünkü ihtilaf-ı diniye’nin artık çok derin bir noktada olduğunu ve siyasi bir mahiyet kazandığını bu yüzden bir birlikteliğin de mümkün olmayacağını belirtmiştir.

Ehl-i beyt imamlarının da düşünceleri yazılmıştır ve bu düşüncelerin kolay anlaşılabilmesi için soru cevap usulünü tercih etmiştir. Örneğin “Men´ küntü mevlâhu fe Ali mevlâhu” hadisi şerifi bilindiği üzere Hz. Ali’nin halifelik için Hz. Peygamber tarafından işaret edildiği bazılarınca savunulmaktadır. Hatta bu hadis-i şerif Hz. Ali’nin Peygamberden sonra İslam alemi’nin halifesi olması için yeterli bir delil olduğu halen dahi söylene gelmektedir. Lakin işte tam bu hususta müellif konuya bir açıklık getirmek babında meseleyle ilgili ehli beyt imamlarının söylemiş oldukları sözleri yazmış ve konuya bir açıklık getirmiştir. Bu konuda anladığımız kadarıyla asıl ihtilaf bu hadisin manasında gizlidir. Hz. Ali taraftarlarına göre bu hadis Peygamber tarafından halifelik kast edilerek söylenmiştir. Lakin ehl-i beyt imamlarının, ekserisi bu hadis-i şerifin halifelikle ilgili olmadığını şayet Peygamberin böyle bir kastı olsa bunu daha açık bir dille ifade etmiş olacağını düşünmektedirler.

Metinden anladığımız kadarıyla halifelik sürecinde çok ciddi bir fitne hareketleri de başlamıştır. İşte bu noktada yazar bu fitnecilerin sorularını ve bu soruların sorulduğu kişilerin cevaplarını çok açık bir şekilde eserinde anlatmaktadır. Aslında baktığımız zaman o dönemde ehl-i beyt mensuplarınca özellikle ilk iki halifeye karşı bir tavır takınmaları söz konusu olmamıştır. Hatta fitnecilerin kışkırtıcı sorularına cevap verirken kesinlikle kırıcı bir üslup ve tarafgir bir tavır takınmamışlardır. Bu konuda müellifin verdiği birkaç misali burada yazmanın isabet olacağı fikrindeyiz. E´âzim-i hânedân-i nübûvvet’ten Zeyd bin Ali râdiya’llâhû Te´âlâ anhu Hazretleri dini bir sohbet sırasında şu önemli cümleyi sarfetmiştir. “Hazreti Şeyh’hen (Hz Ebu Bekir ve Hz. Ömer) teberrî etmek Allâhu a’lemdir ki İmâm Ali Efendimizden teberrî etmek demektir.” Diğer bir örnekte ise bir defasında ehl-i beyt imamlarından Muhammed El Bakır’a şöyle bir sual sorulmuştur. Abdullah adlı bir şahıs “Ebu Bekir’e hala sıddık (sadık) diyecek misiniz” Muhammed el-Bâkır bu soruya şu karşılığı vermiştir: Evet, Sıddîk, evet Sıddîk, evet Sıddîktır. Hazreti Ebî Bekr’e Sıddîk demeyenler dünyâ ve ahrette sözleri Cenâb-i Hak

nezdinde tasdîk olunmasın.” bu soruya Muhammed El bakır’ın cevabı yukarıdaki görüşümüzü tasdik eder bir mahiyettedir. Ancak Hz. Osman’ın halifeliği döneminde ehl-i beyt’in halifeye karşı ciddi bir olumsuz tavrı vardır. Bilindiği üzere Hz. Osman valilikler dahil olmak üzere pek çok devlet kademesine kendi akrabalarını atamıştır. Bu durum başta ehl-i beyt olmak üzere bütün halk arasında bir hoşnutsuzluğa ve dedikoduya sebep olmuştur. Elbette Hz. Osman’ın takvası itibariyle böyle dünyalık işlerde bir ilgisinin olmayacağını iyi biliyoruz. Lakin akrabaları olan Ümeyyeoğulları kendi ailelerinden olan Hz. Osman’ın bu yetkilerini kendi dünyalıkları lehinde kullanmak istemişlerdir. Bizim amacımız hiç kimseyi töhmet altında bırakmak değildir. Lakin Hz.Ali’nin halifeliğinin hemen başında başta Ümeyyeoğullarından olan valileri değiştirmesi ve müteakibinde de Ümeyyeoğullarını devlet kademelerinden uzaklaştırması bizim düşüncemizi haklı kılmaktadır.

Üçüncü mebhasta müellif genel hatlarıyla dört halife döneminin siyasi atmosferini ortaya koymuş ve ekseriyetle Hz. Ebu Bekir’in halifelik süreci üzerinde durmuştur. Dört halife döneminden bu yana süregelmekte olan bazı tartışmaların cevabını vermeye çalışmıştır. Daha önceki mebhaslarda halifenin seçilme şeklini meşveret nokta-i nazarında uygunluğunu ispatlamaya çalışan müellif diğer taraftan da üçüncü mebhas boyunca özellikle Hz. Ebu Bekir sıddık ve kısmen de diğer halifelerin meşruluğunu ispatlamaya çalışmıştır. Şunu belirtmek isteriz ki müellif modern tarihin olmazsa olmazı olan objektiflik penceresinden meseleye eğilmiş ve okura doyurucu kanıtlarla meseleyi izah etmiştir.

Benzer Belgeler