• Sonuç bulunamadı

Bu tezin giriş bölümünde “klasik” anlamda bir literatür eleştirisi bulunmayacaktır. Bunun teknik bir nedeni vardır. Tez, farklı disiplinlerden devşirilen çok sayıda veri ve kavramın bir araya getirilmesiyle şekillendirildiğinden, önemli kaynakların pek çoğuna ilgili bölümlerde değinilecektir. Dolayısıyla, tezin bütününü bir literatür eleştirisi olarak değerlendirmek yanlış olmayacaktır. Bununla birlikte, en azından EHT olgusuna değinen bazı çalışmalara burada değinmek gerekir.

Ermeni harfleriyle Türkçe metinler üzerine yazılmış, modern akademik standartlara uygun tek bir kaynak bulunmaktadır. Armin Hetzer’in hazırlamış bulunduğu Dačkerēn-Texte: eine Chrestomathie aus Armenierdrucken des 19.

Jahrhunderts in türkischer Sprache: unter dem Gesichtspunkt der funktionalen Stile des Osmanischen ausgewählt und bearbeitet (1987) başlıklı bu çalışma, adından da

anlaşılacağı üzere, aslında bir derlemedir (“Daçkeren” Ermenicede “Türkçe” anlamına gelmektedir). Viyana, Venedik, İzmir ve İstanbul gibi EHT metinlerin yoğun bir biçimde yayımlandığı büyük merkezlerde basılan dinsel metinlerden, şiirlerden, romanlardan, resmî belgelerden (örneğin Kanun-ı Esasi) örnekler ve alıntılar içeren kitap bu konuda türünün tek örneğidir. Ayrıca, çalışmanın giriş bölümü, en azından modern dilbilimin EHT fenomenine nasıl yaklaştığına dair bir örnek sunması bakımından bu tez açısından önemlidir. Hetzer’e göre, orientalistik disiplininde EHT yalnızca tarihsel bir fenomen olarak ele alınmaktadır. Bir “dil varyantı” (Sprachvariante) olarak kabul edilen bu fenomen üzerine pek de fazla

25

çalışma yapılmamıştır. Hetzer ise Ermeni harfleriyle yazılmış Türkçenin Osmanlı Türkçesinin bir varyantı olduğu konusunda kendisinde önce gelen araştırmacılarla aynı fikirde değildir:

Bu kitabın amaçlarından biri, Osmanlıcanın, bugüne miras kalan yayınların gösterdiği kadarıyla, “Armenier-Türkisch” (Ermeni harfleriyle Türkçe) olarak adlandırılan ve bir toplumsal ya da millî bir gruba atfedilebilecek bir varyantının olmadığını kanıtlamaktır. Daha ziyade, Osmanlıcanın yalnızca yazıldığı alfabe sayesinde ayırt edici bir özellik kazanmış özel bir biçimiyle karşı karşıyayız. Türkçenin bir zamanlar Osmanlı İmparatorluğu’nun birçok “yabancı halkı” (Fremdvölker) için bir iletişim dili (Verkehrssprache) –ve kısmen de “ev içinde konuşulan bir dil” (Haussprache)– işlevi gördüğünden yola çıkmalıyız. Bu türden yazınsal miras, Araplar ya da Arnavutlar gibi Arap alfabesini kullandığı kadarıyla, hususi özelliklerini yitirerek “sahih (echt)” Osmanlı yazını denizinde batıp yok olur; dilsel özellikleri aracılığıyla, millî olarak tanımlanan belli bir gruba ya güçlükle atfedilir ya da hiç atfedilmez. (12)

Ein Ziel der vorliegenden Veröffentlichung ist der Nachweis, daß es ein Armenier-Türkisch als distinkte, auf eine soziale oder landsmannschaftliche Gruppe bezogene Varietät des Osmanischen nicht gab, soweit die hinterlassenen Druckschriften hiervon Zeugnis ablegen. Vielmehr haben wir es mit einer Ausprägung des Osmanischen zu tun, die nur dank der Schrift, in welcher sie aufgezeichnet wurde, einen besonderen Charakter gewinnt. Wir müssen davon ausgehen, daß Türkisch damals als Verkehrs-, zum Teil auch als Haussprache, bei vielen "Fremdvölkern" des Osmanischen Reiches fungierte. Sofern diese sich des arabischen Alphabets bedienten wie z.B. die Araber und Albaner, verlieren solche schriftlichen Hinterlassenschaften den Sondercharakter und gehen unter im Meer des "echten" osmanischen Schrifttums; sie sind an Hand sprachlicher Merkmale entweder überhaupt nicht oder nur sehr mühsam einer bestimmten landsmannschaftlich definierten Gruppe zuzurechnen.

Hetzer’in kitabının girişi, bu tezde üzerinde hiç durulmayacak olan bir konuya dair açılım sağlamak bakımından önemlidir. Her ne kadar burada yanıtı aranmayacaksa da şu sorular önemlidir: Osmanlı Ermenilerinin konuştuğu ve kendi alfabeleriyle yazıya geçirdikleri Türkçenin Müslüman/Türklerin kullandıkları ve Arap harfleriyle yazıya geçirdikleri Türkçeyle ilişkisi nedir? Dahası, Cumhuriyet’in dil ve alfabeye müdahalelerini de hesaba katarsak, modern standart Türkçeyle Osmanlı

26

Ermenilerinin ve Müslüman/Türklerinin Türkçeleri arasında nasıl bir süreklilik/kopuş ilişkisi vardır? Bu soruların yanıtlanması yalnızca son derece geniş EHT ve AHT metin örneklemlerini (sample) değil, aynı zamanda ayrıntılı monografileri ve dilbilimsel incelemeleri de gerektirdiğinden şu aşamada ancak spekülasyonlarla yetinilebilir. Bununla birlikte, Türkiye’deki üniversitelerde EHT’ye çoğunlukla “dilciler”in ilgi gösterdiği ve bu konuda şu anda sırf bu tezin yazarının haberdar olduğu bir düzine tez bulunduğu ya da yazılmakta olduğu düşünülürse, bu fenomeni Türkçenin toplumsal tarihi içerisinde konumlandırmak için gerekli bileşenlerin yakın zamanda elde edileceği umulabilir.

EHT metinler üzerine en çok sayıda makalenin Kevork Pamukciyan’a ait olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Öyle ki, çeşitli dergilerde yayımlanmış olan yazıları 2002 yılında Aras Yayıncılık tarafından Ermeni Harfli Türkçe Metinler başlığını taşıyan ayrı bir ciltte toplanmıştır. Bu makalelerde EHT olgusunu tanımlamak, sorunsallaştırmak ya da tarihsel/teorik bir perspektifle ele almak gibi bir amaç güdülmemiştir. Daha ziyade, 15.-19. yüzyılı kapsayan geniş bir zaman diliminde yer alan el yazması ve matbu metinlerin ortaya çıkarılması, tanıtılması ve bazen de transkripsiyonun sunulması söz konusudur. Metinler ağırlıklı olarak yazıya geçirilmiş sözlü edebiyat ürünlerini (destanlar, halk şiirleri, vb.) içeren el yazmalarından oluşmaktadır. 1972 ve 1996 yılları arasında yayımlanmış olan bu yazılar, hem özellikle tarihçiler için pek çok ilginç metne dikkat çekmeleri hem de yaklaşık yarım yüzyıldır EHT olgusunun varlığını çeşitli popüler ve yarı-akademik yayında duyurmaları bakımından önemlidir.

Kevork B. Bardakjian’ın A Reference Guide to Modern Armenian

Literature, 1500-1920 (2000) başlıklı çalışmasında EHT ayrı bir bölüm ya da başlık

27

alınmıştır. Burada EHT “Ermeni harfleriyle Türkçe” olarak tanımlanmış ve 18.-19. yüzyıllarda kitap, süreli yayın ve risalelerden oluşan geniş bir külliyatın ortaya çıktığı belirtilmiştir. Ayrıca, söz konusu külliyatın Katolik ve Protestan misyonerlerin faaliyetleri ve Ermeni Kilisesi’nin onlara karşılığı sonucunda genişlediği ve dinsel bir nitelik taşıdığı vurgulanmıştır. Bunlara ek olarak, 19. yüzyılın ikinci yarısında Batılı yazarlardan, özellikle de Fransız yazarlardan EHT’ye çeviriler yapıldığı; az sayıda orijinal eser arasında Hovsep Vartan Paşa’nın 1851 yılında İstanbul’da basılan Akabi Hikâyesi’nin29 sayılması gerektiği; EHT geleneğinin 20. yüzyılda da sürdüğü ancak tamamıyla dinsel metinlerle sınırlı kaldığı dile getirilmiştir (104).

2000-2005 yılları arasında üç cilt olarak yayımlanan The Heritage of

Armenian Literature başlıklı çalışmanın üçüncü cildi 18. yüzyıldan günümüze gelen

dönemi ele almaktadır. Bu cildin yalnızca bir sayfası EHT edebiyata ve bir buçuk sayfası EHT basına ayrılmıştır. “Armeno-Turkish Literature” [Ermeni Harfleriyle Türkçe Edebiyat] başlıklı bölümde, EHT edebiyat, “Ermeni harflerini kullanarak Türkçe yazılan Ermeni edebiyatı” olarak tanımlanmıştır (Hacikyan, 2005: 58). Yazarlara göre, 17. ve 19. yüzyıllar arasında önemli bir EHT edebiyat ve basın ortaya çıkmıştır ve bu durum ancak Batı Ermenilerinin siyasi koşulları ışığında anlaşılabilir. Asırlar süren Osmanlı zulmü sırasında Ermeniler ana dilleri yerine Türkçe kullanmak zorunda bırakılmışlar ve özellikle Anadolu’nun bazı

29

Yahya Erdem, “Haçadur Vosganyan ve Eseri: ‘Sultan ve Halkı’ – 1857” (2007) başlıklı çalışmasında, Akabi Hikâyesi’nin yazarının Hovsep Vartanyan değil de Haçadur Vosganyan olabileceğini, oldukça ikna edici bir biçimde öne sürmüştür. Ancak bu tezin yazarı, söz konusu argümanı destekleyecek herhangi bir ipucuna sahip olmadığı için, yaygın görüşü kabul edecek ve romanın yazarından Hovsep Vartanyan olarak söz edecektir. Burada yapılan yorumlarda yazarın hayatıyla roman arasında birebir ilişki kurulmadığından, yazar meselesi birincil değildir. Yalnızca, tezin son iki bölümünde EHT ve AHT roman yazarlarının sınıfsal kökenlerine dair bazı göndermeler yapıldığında sorun yaratabilecektir bu durum. Ancak burada da, Erdem’in makalesinden anlaşıldığı kadarıyla, Vosganyan ve Vartanyan’ın hayatlarının bu açıdan çok benzer oluşu yardıma koşmaktadır.

28

bölgelerinde, gerek Osmanlı gerek yerel yönetimler tarafından uygulanan baskı sonucunda, Ermeniler giderek ana dillerini konuşmayı bırakmışlardır. Kayseri, Ankara ve Adana’daki Ermeni nüfusun büyük bir bölümü, dinlerini ve millî kimliklerini korumakla beraber, ana dillerini kaybederek Türkçe konuşmaya başlamışlardır. Ermeni dinî liderler, halkın kendi dinine ve kültürüne yabancılaşmasını önlemek amacıyla dinî metinleri Türkçeye çevirmek durumunda kalmışlar; bunun sonucunda ortaya çıkan çok sayıdaki EHT dinsel metin, Ermeni Katolik Kilisesi’nin bazı girişimleriyle daha da fazlalaşarak Ermeni cemaatinin ana dillerini kaybetme sürecini hızlandırmıştır. Hatta Türkçe konuşan bazı Katolik Ermeniler kendilerini Katolik milletinin üyeleri olarak, bir başka deyişle, milliyet yerine dine dayanarak tanımlamışlardır. EHT dinsel metinlerin yayımlanmaya başlamasından sonra bazı yazarlar Ermeni harflerini kullanarak Türkçe telif romanlar30 yazmaya başlamışlardır. Bunlar arasında en iyi bilinenlerden bir tanesi Hovsep Vartanyan’ın 1851 tarihli Akabi Hikâyesi’dir.31 Türkçe telif romanların yanı sıra, Ermeni âşıkların eserlerini EHT olarak yazmalarının ve Batı edebiyatından, özellikle de Fransız edebiyatından yapılan çevirilerin EHT edebiyatı zenginleştirdiği vurgulanmıştır (Hacikyan, 2005: 58-59).

Burada dikkati çeken, EHT edebiyatın “Ermeni edebiyatı” olarak tanımlanması ama buna rağmen konuya yalnızca bir sayfa ayrılması ve bir tanesi hariç hiçbir yapıtın adının bile anılmamasıdır. Ayrıca, EHT’nin Ermenilerin ana dillerinden kopmaları süreciyle çakıştırılması ve Türkçe edebiyatla ya da Türkçe

30 Burada kullanılan ifade şudur: “original works written in Turkish in Armenian characters”

(Hacikyan, 2005: 59).

31

Andreas Tietze’nin yayına hazırlamış olduğu metin Akabi Hikyayesi başlığını taşımaktadır. Ermeni alfabesindeki “ե” (y) ve “ա” (a) harfleri yan yana geldiğinde Türkçedeki “â” sesine denk geldiğinden, bu tezde kullanılan tüm transkripsiyonlarda şapkalı kullanımlara tercih edilecek, yalnızca Tietze’nin spesifik metnine gönderme yapılırken “hikyaye” biçimi kullanılacaktır.

29

yazan diğer milletlerle bir etkileşim vesilesi olup olmadığına değinilmemesi de üzerinde durulmaya değer noktalardır.

Klaus Kreiser’in Der osmanische Staat, 1300-1922 (2008 [2001]) başlıklı kitabının sonunda yer alan kronolojide 1851 yılında Hovsep Vartan’ın Akabi

Hikyâyesi’nin yayımlandığının belirtilmesi (“Hovsep Vartan’ın romanı ‘Agabi’

Ermeni harfleriyle yayımlanır” [“Hovsep Vartans Roman ‘Agabi’ erscheint in armenischen Lettern”]); bir başka deyişle, söz konusu romanın yayımlanışının Osmanlı İmparatorluğu tarihi kronolojisinde yer verilecek kadar önemli bir tarih, bir dönüm noktası olarak görülmesi önemlidir (224).

İnci Enginün, Yeni Türk Edebiyatı: Tanzimat’tan Cumhuriyet’e, 1839-1923 (2006) başlıklı çalışmasının girişinde şu önemli saptamayı yapmaktadır:

Osmanlı Devleti’nin genişlemesi, içinde birçok farklı ırk, dil, ve dinden milletleri barındırması sonucu, Osmanlı Devleti vatandaşları arasında da farklı edebiyatlar gelişmiştir. Bunlardan yabancı harflerle, fakat Türkçe yazılanlar dolaylı olarak Türk edebiyatı alanına girer. (20)

Öte yandan, bu iki cümle metinden bağımsız kısa bir paragrafta sunulmuş ve daha fazla geliştirilmemiştir. Nitekim, Enginün yaklaşık bin sayfalık çalışmasının yalnızca bir sayfasını Akabi Hikâyesi’ne, beş sayfasını da Temaşa-ı Dünya ve

Cefakâr u Cefakeş’e ayırmıştır. Burada bağımsız bir edebiyattan söz edilmemekte,

yalnızca, son yıllarda biri Ermeni diğeri Grek harfleriyle Türkçe yazılmış iki romanın ortaya çıkarıldığı belirtilmektedir. Burada önemli olan noktalar şunlardır: 1) Akabi Hikâyesi’yle Ahmet Mithat Efendi’nin romanları arasında bir paralellik kurulmuştur: “Dönemin yaşayışını yansıtmak, eğitici olmak açılarından genelde eserin, Ahmet Midhat Efendi’nin romanlarından bir farkı yoktur” (171). 2) Romanda yalnızca Ermenilerin yer aldığına dikkat çekilmekte ve bu şaşırtıcı

30

bulunmaktadır: “Dikkati çeken noktalardan biri konusu İstanbul’da geçen eserde, Ermenilerden başka kimsenin bulunmamasıdır. İyi ve kötüsüyle olay sadece Ermeniler arasında geçmektedir. Türkçenin kullanıldığı bir eserde bu tutumun şaşırtıcı olduğunu belirtmek gerekir” (171). 3) Eserin dönemin “Türk yazar veya okuyucuları”na ulaşıp ulaşmadığı konusunda elde bilgi olmadığı belirtilmektedir. 4) Eser pek de “değerli” bulunmamaktadır: “Eserin edebiyat açısından önemi Osmanlı Devleti sınırlarında yaşayan insanların ortak konularını ve yaşama şekillerini roman türünde yansıtmasından ibarettir” (172). 5) Ermeni ve Grek harfleriyle Türkçe yazılmış başka metinlerin varlığından bir dipnotta söz edilmekte ancak yeni bir yaklaşımın gerekliliği ya da imkânları konusunda bir çağrı yapılmamaktadır.

İnci Enginün’ün kitabı, hem temsil kabiliyeti yüksek olması hem de ele aldığı dönem üzerine yazılmış en son ve en kapsamlı eserlerin başında gelmesi bakımından üzerinde durmaya değerdir. Herşeyden önce, kitabında EHT metinlerin varlığından söz etmesi ve çok az da olsa bu metinlerden bir tanesine –en bilinenine– değinmesi çok önemlidir. Üstelik, Enginün’ün burada sözünü ettiğimiz pek çok yazar ve eleştirmene nazaran klasik Türkoloji yaklaşımını temsil etmeye daha yakın olması, söz konusu değinmenin önemini daha da arttırmaktadır. Öte yandan, yukarıda da bahsi geçen bazı noktalara değinilmesi, konunun ileride daha sağlıklı bir biçimde incelenebilmesi için gerekli görünmektedir. Birincisi, İnci Enginün gibi titiz çalışmalarıyla tanınmış bir akademisyenin, sözünü ettiği Akabi Hikâyesi’nin “ilk Türkçe roman” olduğuna değinmemesi ilginçtir.32 İkincisi, “mukayeseli edebiyat” terimini kitabının başlığında kullanarak bu konuda belki de ilk kez Türkçe bir telif makaleler derlemesi yayımlayan ve karşılaştırmalı pek çok edebiyat incelemelesine imza atmış bir yazarın, Ermeni ve Grek harfleriyle Türkçe metinleri

32

Ancak bu metinlere “Türkçede Romanın Kaynakları ve İlk Örnekler” altbaşlığı altında değinildiğini vurgulamak gerekir.

31

karşılaştırmalı edebiyat açısından bir imkân olarak görmemesi, ya da bunu en azından dile getirmemesi de anlamlıdır.33 Dahası, Enginün gibi donanımlı bir “Yeni Edebiyat” uzmanının, Ermeni yazarlarla Müslüman yazarlar arasındaki geçişlilik örneklerine vâkıf olmaması mümkün görünmemektedir. En azından Ahmet Mithat Efendi’nin Müşahedat’ta Vartan Paşa’nın Ermeni harfleriyle Türkçe olarak kaleme aldığı eserlerinden bahsettiğinden haberdar olmalıdır. Tüm bunlar bir yana, söz konusu yaklaşım metodolojik olarak da sorunludur. Birincisi, Akabi Hikâyesi ile döneminin Müslüman/Türk yazarlarının eserleri arasında yalnızca bir iki tematik bağlantı kurulmuş ve esere dönemin yaşayışını yansıtmak dışında bir işlev atfedilmemiştir. Böyle yapıldığında, bu romanı kanona katmanın ya da varlığından haberdar olmanın pek fazla bir anlamı kalmamaktadır. Farklılıklar, özgünlükler, biçimsel bazı özellikler, bir imkân olarak bile gündeme getirilmemişlerdir. İkincisi, romanda olayların yalnızca İstanbul Ermenileri arasında geçmesi Enginün’ün dikkatini çekmiştir. Ancak dönemin Müslüman/Türk yazarlarının romanları incelenirken olayların Müslüman/Türkler arasında geçmesi nedense pek dikkate değer bulunmamaktadır.

Son on yıllık Türkçe edebiyat eleştirisinde EHT metinlerin varlığına en sık dikkat çeken eleştirmen/tarihçilerden birisinin Laurent Mignon olduğunu öne sürmek yanlış olmayacaktır.34 Mignon yalnızca bu metinlerin değil, Osmanlı gayrimüslimlerinin ürettiği edebiyatın da “Türk” ya da “Osmanlı” edebiyatı tarihlerine dahil edilmesi gerektiğini 2002 yılından başlayarak çeşitli vesilelerle dile getirmiştir.

33

Bu konuda örnekler için Enginün’ün Mukayeseli Edebiyat (1992) başlıklı kitabına bakılabilir.

34

Burada şu noktanın altını çizmek gerekiyor: Laurent Mignon’un yaklaşımı EHT metinlerin ötesinde, Türk edebiyatı tarihlerinin kıyısında köşesinde kalmış, unutulmuş, görmezden gelinmiş bir birikimi kucaklamayı hedefliyor. Bunun en iyi örneği, 2009 yılında yayımlanmış olan Ana Metne

32

Mignon’un “Tanzimat Dönemi Romanına Bir Önsöz: Vartan Paşa’nın Akabi

Hikâyesi” (2002) başlıklı yazısında, “Ermeni harflerle yazılmış Türkçe bir edebiyat”

ve “Türkçe Ermeni edebiyatı” ifadeleri kullanılmıştır (538). Söz konusu makale bir çok bakımdan önemlidir. Herşeyden önce, Türkçe edebiyat eleştirisinde önemli yer tutan bir derginin daha önce benzeri görülmemiş bir kapsama sahip, derleyici toplayıcı “Türk Romanı” özel sayısında yer almaktadır. Üstelik, bu dergi, yaygın kanıya göre, Türkçe edebiyatın muhafazakâr kanadını temsil etmektedir. Mignon’un yazısının “Türk” romanı üzerine kapsamlı bir derlemede yer almasının manidarlığı bir yana, derginin geri kalan kısmının “başka bir dille” konuşuyor olması ve bu yazının diğer yazılar arasındaki ayrıksılığı da üzerinde durulması gereken bir ayrıntıdır. İkincisi, Müslüman yazarların eserleri ile gayrimüslimlerinki arasında bir geçişlilik olup olmadığı sorusunu ortaya atarak hem Türkçe edebiyat tarihi hem de karşılaştırmalı edebiyat açısından önemli bir kapı açmaktadır:

Vartan Paşa toplumsal gerginlikler, batılılaşma ve kadının konumuyla ilgili fikirlerini iletibilmek için okuyucusuna direkt bir şekilde hitap eden anlaşılır bir dil ile yazılmış, mizah öğeleri içeren ve facia ile sonuçlanan bir aşk hikâyesi anlatır, ondan sonra Ahmet Mithat Efendi, Namık Kemal, Şemsettin Sami ve diğerlerinin de yaptıkları gibi. Ancak bu romancıların Vartan Paşa’nın romanından haberdar olup olmadıkları, onu okumuş olup olmadıkları ayrı ve cevaplandıramayacağımız bir sorudur. (543)

Dahası, somut olarak, Ahmet Mithat Efendi’nin Felâtun Bey ile Rakım Efendi romanıyla tematik benzerliklere de dikkat çekilmiştir (540). Yazının bir diğer önemli yanı, günümüz Türkçesine aktarılması için bir çağrıda bulunmasıdır. Sonuncu ve belki en önemli olarak da şu iddia edilmektedir: “Akabi Hikâyesi Tanzimat romanının tam bir prototipidir ve onun için hem Türk hem de Ermeni edebiyatının önemli eserlerindendir” (543).

33

Pasaj dergisinde yayımlanan “Bir Varmış, Bir Yokmuş… Kanon, Edebiyat

Tarihi ve Azınlıklar Üzerine Notlar” (2008) başlıklı yazısında, Laurent Mignon çağrısını daha net bir biçimde dile getirir: “Türk edebiyat tarihçiliğinin bugünkü gelişme aşamasında temel sorunları, azınlık edebiyatlarının farklılığını ve özgünlüğünü tespit etmekle birlikte onların varlığını kabul ettirmek ve tarih yazımına dahil etmektir” (41). Burada “azınlık” kavramının kullanılmış olması dikkat çekicidir. Aynı yazıda bir adım daha atılmakta ve bu kez kavramsal bir yaklaşım da önerilmektedir: Gilles Deleuze ve Felix Guattari’nin geliştirdikleri “minör edebiyat” kavramı. Tüm bunlar bir yana, yazıda, Türk edebiyatı tarihlerinin gayrimüslimlerin edebî ürünlerini marjinalleştirme gerekçeleriyle hesaplaşılmakta ve bazı geçişlilik örnekleri sunulmaktadır (41-42).

Bunlara ek olarak, yukarıda değinilen dilbilim alanındaki üç tez hariç, EHT metinlerin ele alındığı iki yüksek lisans tezi daha bulunmaktadır. Bunlardan ilki Selin Tunçboyacı tarafından hazırlanan “Akabi Hikayesi, Boşboğaz Bir Adem ve

Temaşa-i Dünya Romanları Çerçevesinde 19. Yüzyıl Osmanlı Modernleşmesi”

(2001) başlıklı yüksek lisans tezidir. Önsözde tezin konusu şu şekilde belirtilmektedir: “19. yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu modernleşme sürecinin etkilerinin, dönemin iki gayr-i müslim yazarı, Hosvep Vartan Paşa ve Evangelinos Misailidis Efendi’nin romanları etrafında incelenmesi” (I). Burada önemli noktalardan bir tanesi, söz konusu iki yazarın “imparatorlukta roman türünü deneyen ilk yazarlar” olarak nitelendirilmeleridir (I). Tezin amacı ise,

söz konusu üç romana [Akabi Hikâyesi, Boşboğaz bir Adem, Temaşa-i

Dünya ve Cefakâr ü Cefakeş] bakarak gayr-i müslimlerin Batılılaşma

sürecinden nasıl etkilendikleri, yüzünü Batı’ya dönen bir imparatorluğun Hristiyan üyeleri olarak nerede durduklarını görmeye, edebiyatlarını bu gelişmeler çerçevesinde anlamaya çalışmak (I)

34

olarak ortaya konuyor. Önsöz şu bakımdan da dikkate değerdir: Söz konusu yazarların hem Ermeni hem Türk edebiyatları tarafından görmezden gelindikleri (II; 110) ve söz konusu romanların “Tanzimat edebiyatının bütün özelliklerini taşı[dığı]” öne sürülmektedir (II). Örneğin, Tunçboyacı’ya göre Akabi Hikâyesi “tipik bir 19. yüzyıl romanı”dır (66). Bu yaklaşım burada yürütülen çalışma açısından önemlidir çünkü bundan, bir başka deyişle yalnızca benzerliklere ve tipolojilere odaklanmaktan kaçınılmaya çalışılacaktır. Nitekim, bu yaklaşım tezin yazarının romanların pek çok özgün yanını gözden kaçırmasına neden olmuştur.

EHT romanlar üzerine yapılmış diğer bir çalışma, Erkan Erğinci’nin “Öteki

Benzer Belgeler